2 Mart 2015 Pazartesi

“Kemalizm sonradan uyduruldu!” İddiası Artık Bitmeli



Atatürkçülük, Kemalizm’i sulandırıp; Batı, ABD ve NATO’ya uyumlu bir Atatürk ideolojisi icat etmek için Demokrat Parti döneminde ortaya atılmış bir anlayıştır.
Bu anlayışı zihinlere yerleştirmek için, Atatürk’ü yüzeysel ve bulanık olarak anlatıp algılatmak gerekiyordu. Bu yapıldı. Atatürkçülük adına darbe yapıldığında da, silah zoruyla yapıldı. (Y.Dikbaş)
“Kemalizm sonradan uyduruldu!” İddiası Artık Bitmeli
Türkiye Cumhuriyeti’nin bir kurucu ideolojisi var. Ülkeyi kuran ve şekillendiren düşünce sistemi, 1920’lere ve 1930’lara egemen olmuştur. Adını Bağımsızlık Savaşı’nın önderi ve ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemâl Atatürk’ten alır. Buna “Kemalizm” denmiştir.
Çeşitli kişiler ve kesimler, çeşitli çıkarlar için bu gerçeği yok sayarak farklı bir tarih anlatmaya çalışıyorlar. Onların kandırdığı kişiler de bu kurguları yayıyorlar. Öne sürülen savlar birden fazla. Birleştikleri nokta “Kemalizm, Atatürk’ün ölümünden sonra ortaya çıkarıldı.” iddiası. Bu iddiaya göre 10 Kasım 1938’e kadar hiçbir şekilde Kemalizm’den bahsedilmemiş olması gerek.
Bugün ne yazık ki çok yaygınlaşmış olan bu iddiayı çürütecek pek çok kanıt vardır. Belli başlı olanlarını sıralamaya çalışalım.
Birincisi; Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1935’te yapılan 4. Büyük Kurultayı’nda kabul edilen Program’ın girişinde “Partinin güttüğü bütün bu esaslar, Kabalizm prensipleridir.” denmiştir.[1] (Kemalizm yerine Kabalizm denmesinin nedeni, Mustafa Kemâl’in bir dönem öz Türkçecilik anlayışı sonucunda Kemâl olan adını Kamâl ile değiştirmesidir. Mustafa Kemâl daha sonra bu girişimden geri adam atacaktır.) 1953’teki 10. Kurultay’a kadar Kemalizm, parti programındaki yerini korumuş, bu tarihte kaldırılarak “Atatürk Yolu” kavramı getirilmiştir.[2]
İkincisi; 1934’ten itibaren yeni rejimi dünyaya anlatmak için Matbuat Umum Müdürlüğü tarafından Fransızca ve Türkçe olarak basılan derginin adı “La Turquie Kemâliste” yani “Kemalist Türkiye’dir. Devlet tarafından basılan ve Falih Rıfkı Atay, Burhan Asaf Belge, Vedat Nedim Tör gibi ünlü aydınların yazı yazdığı bu dergilerde Kemalizm, Kemalist kavramları kullanılmıştır.
Üçüncüsü; 1936’da Edirne Milletvekili Şeref Aykut ve yazar Munis Tekinâlp’in yazdıkları iki kitabın adları “Kemalizm’dir. Kitaplarında Kemalizm’i açıklamaya çalışmışlardır.
Dördüncüsü; TBMM tutanaklarından görüleceği gibi Atatürk döneminde mecliste defalarca Kemalizm’den, Kemalist olmaktan bahsedilmiştir. Örneğin 5 Temmuz 1931’de söz alan Mahzar Müfit Bey (Kansu) Biz Kemalist’iz efendiler; biz ancak ve ancak Kemalizm mektebinin evlâtları…” şeklinde konuşmuştur.
Beşincisi; gazete ve dergi arşivleri ile makale bibliyografyalarına bakıldığı zaman anlaşılacağı gibi dönemin basın-yayın organlarında Kemalizm ifadesi, Türk Devrimi’nin ideolojisi olarak kullanılmıştır.
Altıncısı; yabancı basın kuruluşları, yabancı devlet adamları da 10 Kasım 1938’den çok önce Kemalistlerden bahsetmeye başlamıştır. Aslında bu kavramın ortaya çıkışı, Bağımsızlık Savaşı mensuplarını açıklama şeklinde olmuştur. Mustafa Kemâl Paşa’nın önderliğindeki Anadolu hareketinden Kemalistler diye bahsediliyordu. Bu elbette 1919 ile 1923 arasında daha çok askerî bir deyim olmakla birlikte ideolojik Anadolu’daki hareketin milliyetçi, bağımsızlıkçı yönünü de içerir. Buna da bir örnek vermek gerekirse Hollanda’nın Nieuwe Rotterdamsche Courant gazetesinin Balkan muhabiri Van Cruyf’ün 5 Şubat 1921 tarihinde “Kemâlistan” başlığıyla yazdığı şu satırları okuyabiliriz. “Bu arada Kemâlistan Hükûmeti, kararlı ve metodik bir şekilde mâliye, adalet, eğitim ve orduyu yapılandırmaya devam ediyor, ülkenin iç yönetimini sağlam temeller üzerine kuruyor ve acil bayındırlık çalışmalarını ifa ediyor.”[3] Mütareke döneminde İngiliz Yüksek Komiseri Horece Rumbold’un İngiliz Dışişleri Bakanı George Curzon’a gönderdiği 7 Ocak 1922 tarihli raporun şu bölümünü de örnek gösterebiliriz: Kemalistlerle anlaşmaya varılamaz; çünkü Anadolu’nun tam bağımsızlığını istiyorlar.”[4]
Yedincisi; Mustafa Kemâl Atatürk’ün sağlığında yaşamış, yakınında bulunmuş kişiler herhâlde bu yazıya konu olan iddiayı en iyi yanıtlayabilecek olanlardır. Eğer Atatürk hiç Kemalizm’den bahsetmemiş, sonradan Kemalizm diye bir şey çıkarıp ona dayandırılmaya çalışılmışsa, onun devrinden kalanların bunu yazması gerek
Hâkimiyet-i Milliye (sonradan Ulus) gazetesinin başyazarı Falih Rıfkı Atay, yazdığı kitaplarda Atatürk’ün dünya görüşü ve Türk Devrimi’nin ideolojisi anlamında Kemalizm ifadesini çok kez kullanıyor. Örneğin Çankaya’dan bir bölüm: “Gericiler, bir asırdan beri, Garplılaşmanın dinden ve milliyetten çıkmak demek olduğu fikrini yaymışlardı. Kemalizm, bu masala nihayet veriyordu.”[5] Roman adlı kitabında ise Kemalist demek ise Gazi’nin kafasını anlamış olan, almış olan demektir.” der.[6]
Adalet Bakanlığı görevinde bulunmuş, üniversitelerde Devrim Tarihi dersleri vermiş Mahmut Esat Bozkurt da örneğin Atatürk İhtilâli kitabında farklı rejim ve ideolojileri karşılaştırırken Kemalizm’den bahseder.
Türk Tarih Kurumu başkanlığı yapmış 1906 doğumlu Prof. Enver Ziya Karal: “Niye Kemalizm denmiştir? Bakmışlardır, sosyalizme benzemiyor, Faşizme benzemiyor. Hitlerizme benzemiyor. Demokrasi denilen ve çok eskiden beri gelen bir meslek-i siyasete de benzemiyor, buna ayrı bir isim vermek zorunluluğu duyulmuştur ve Kemalizm denilmiştir.”[7]
Millî Eğitim Bakanlığı ve Türk Dil Kurumu’nda görev almış Hasan Âli Yücel: Kemalizm denilen doktrin, sıralanmış birtakım kuru, içi boş laflar değildir. Anayasanın benliğine girmiş bu prensiplerde Türk Milleti’nin hâli ve istikbali gizlidir.”[8]
Örnekler çoğaltılabilir. Atatürk’ün cumhurbaşkanlığı döneminde yaşamış, önemli konumlarda bulunmuş kişiler “Kemalizm diye bir şey yoktu, sonradan ortaya attılar.” dememişler, Kemalizm’den bahsetmişlerdir.
Aslında temel mesele Kemalizm kavramının Atatürk tarafından kullanılıp kullanılmaması değil. Sorun, Atatürk’ün uyguladığı, ortaya koyduğu dünya görüşünün, bağımsızlık, modernleşme, kalkınma anlayışının, o özgün düşünce sisteminin yok sayılması.
Mustafa Kemâl, bir bağımsızlık savaşının önderi olmakla yetinip 9 Eylül 1922’de kenara çekilseydi o zaman özgün bir ideolojinin yokluğundan bahsedebilirdik. Ancak az gelişmiş, tüm kurumları çağın gerisinde kalmış, uluslaşamamış bir toplumda çağdaşlaşma, kalkınma, demokratikleşme, uluslaşma yolunda kökten hamleler yapan ve yepyeni bir devlet meydana getiren biri için durum böyle olamaz.
Bir yandan “Kemalizm öldü!” diyenlerle uğraşırken bir yandan da “Kemalizm hiç olmadı ki” diyenlerle uğraşmak zor. Kemalizm’in Atatürk’ten sonra ortaya çıktığı, uydurulduğu, Atatürk’ün Kemalizm ile ilgisi olmadığı iddiası artık bitmeli. Çünkü bu savı destekleyen kanıt yok, çürüten kanıt çok.
Erhan SANDIKÇI
[1] C.H.P. Programı, Ulus Basımevi, Ankara, 1935
[2] Büyük Larousse, Gelişim Yay., 4. Cilt, sf.2507; Aktaran: Metin Aydoğan, Cumhuriyet Halk Partisi – 4 (1945-1980 Dönemi), http://kuramsalaktarim.blogspot.com/2014/04/cumhuriyet-halk-partisi-4-1945-1980.html (erişim tarihi: 27.2.2015)
[3] Belgelerle Atatürk (1916-1922), Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı, 2003, s. 69
[4] Bilal N. Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk (1919-1938), 4. Cilt, 1984, s. XLIX, 169-172
[5] Falih Rıfkı Atay, Çankaya, s. 184
[6] Aktaran: Melih Aşık, Gazici liderler…, Milliyet, 18.2.2014
[7] Enver Ziya Karal, Atatürk ve Devrim (Konferanslar ve Makaleler), TTK Basımevi, S. 148
[8] Aktaran: Yaşar Nabi, Atatürkçülük Nedir?, s. 34

27 Şubat 2015 Cuma

Çocuklarını korumayan bir devlet çöker ....koyunları kurtlar değil çobanlar yese.../Mahiye Morgül



Kanuni hocası Yahya Efendiye “Bir devlet ne zaman çöker?” diye sorar.
            Neme lazım be Sultanım” cevabını alır.
Kanuni bunu pek anlayamaz, açıklamasını yazarak vermesini ister. Cevabı şöyle olur:
Sultanım! Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık şayi olsa, işitenler de nemelazım, deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa, gizleseler, fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin feryadı göklere çıksa da bunu taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür.
Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır, asayişe itaat hissi gider,  halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlal de böylece mukadder hale gelir.  (Mektup halen Topkapı’da sergilenmektedir)
Bu mektuptan bir eğitimci olarak çocuklarımızı kurttan ziyade çobandan korumamız gerektiği dersini çıkardım. Evet, çocuklarımızı kurtlar değil çobanlar yemektedir. Ders kitaplarında beyin öldürme virüsleri var.
Bugün Baro tarafından Değerler Eğitimi kitaplarının kaldırılması için iptal davası açıldığını öğrendik. Okul yurtlarında seminer adı altında okutuluyor. Ancak daha önce de yazdığım gibi, bu bir seçmeli derstir ve kitap da onun kitabıdır. Çocukların hayatla bağını kopartan, onları çocuk yaşta ölüme hazırlayan, psikolojilerini bozan bir kitaptır.
Bu kitabın diğer kitaplarla aynı felsefeyle yazıldığını benim okurlarım anlamıştır. İngilizce kitabında bile kesik kollar kesik kafalar, vampirler, Drakulalar, “turkey” yiyen dini bayramlar, parmak kuklası anne babalar... Matematik kitabında cadılar, Hayat Bilgisinde çocuğun ölümle burun buruna geldiği anlar, Türkçe kitabında boğulmakta olan çocuklar, daha neler neler... Dava açtığımız ders kitabı sayısı 10 oldu.
 Çocuklarımızı yiyen çoban kimdir diye sorarsanız; MEB onlara devredildi, kendisini lağvediyor. TÜBİTAK ve MYK Hayat Boyu Öğrenme daireleri ilk aklıma gelenler. Değerler Eğitimi kitabını Hizmet Vakfına sipariş veren merkez orasıdır. Kitabın resimlerini koyan yer TÜBİTAK Eğitim Araştırma Dairesidir.
Eğitim piyasası kuruldu ve MEB bütçesi böyle sipariş kitaplarla eritiliyor. Eğitime bu kadar bütçe ayırdık, diyorlar, harcama kalemi çok kabarık görünüyor, ancak karşılığında beyin ölümü gerçekleştiren zihin çökertme zehri yüklüyoruz çocuklara. Halkımız da eğitime iyi para harcıyoruz zannediyor.
Bir Finli eğitimci diyor ki; “Dünyada 3 ülke eğitime en fazla payı ayırıyor, İsrail, ABD ve Türkiye. Verdikleri pay alt gelir düzeyindeki çocuklara değil, zenginlere gidiyor, eğitim piyasası kurdular, onu besliyorlar. Biz ise ihtiyacı olana daha fazla pay veriyoruz, böylece her çocuğa eşit eğitim yapıyoruz.”
Bakalım eğitim bütçesi bizde nereye gidiyor?
*Özel okul patronlarına vergi indirimi ve teşvik
*Ders kitabı hazırlama ve basımı sektörüne
*Vergiden fiilen muaf kaçak basılmış ders kitaplarına
....
Bir de eğitim bütçesinden hiç pay almayan artık kapatılmış olan kurumlara bakalım:
1-Çıraklık Eğitimi kurumları kapandı.
8 yıllık eğitime geçiş adı altında tamamı kapatıldı. Meslek Liselerinin orta kısım kapatıldı, Sanayide çalışacak çıraklık ve ustalık kaynağı tıkandı. Meslek Liseleri modül sisteme geçirildi, ustalık düzeyinde mezun verecek yerde çırak düzeyinde Liseden çıkış getirildi. (Mesleki Yeterlilik Kurumunu bu tuzağın merkezindedir.)
Bu sırada İmam Hatip Meslek Liseleri meslek lisesi statüsünden çıkartıldı, onları kapanmış olan orta kısımları (İmam Hatip ortaokulu) yeniden açıldığı halde Meslek Liselerinin orta kısımları açılmadı!
2-Mesleki ve Teknik Eğitim Fakülteleri kapandı.
3-16 bin köy ilkokulu kapandı.
4-Polis Okullarını kapatma kararı geldi. (Ocak 2015)
5-Eğitim Fakülteleri ve Askeri Liseler (pek yakında kapanıyor).
Polis okullarını kapatma sürecine nasıl gelindiğini eski okurlarım bilir; Güvenliğin piyasaya devrine sıra geldi; iç güvenlikte nitelikli eleman yetiştirme programı kaldırıldı.
Mesajı şudur; kendi güvenliğini kendin kur, özel güvenlik şirketlerine talep yaratılsın!
Tansu Çiller hizmetlerin sektöre devredileceğini Dünya Bankasına söz verdiği (GATS 1995) yılın ertesinde 28 Şubat 1996 asimetrik darbesini yedik. Özellikle eğitim hizmetlerinin sektöre devredilmesi için halkın şaşırtılması gerekiyordu, gereği yapıldı.
Sanki İmam Hatip Liselerinin orta kısımları kapanmıştı. Şimdi bakın, İmam Hatip Ortaokulları 10 yaşında başlatıldı ve Din Eğitimi dersleri çoğaltıldı, içeriği ise İslam öğretmekten uzaklaştırıldı. Böyle kitaplar Değerler Eğitimi adı altında şimdi bir daha karşımıza çıktı. Süreci görmeden sade bu kitapları konuşmak eksiktir.
Eğitimin küresel canavarlara para kandırma programına oturtulduk, bu sırada eğitimin gericileştirilmesi bu programın parçasıdır. 2006’da MYK Hayat Boyu Öğrenme dairesiyle birlikte geldi Değerler Eğitimi dersi ve bakın okul dışında öğrenme tuzağı kuruldu.
......
Son on yılda eğitimin niteliğinin değişmesiyle birlikte gördüğümüz toplumsal çöküşü konuşacak olursak; aile içi şiddet, kadına şiddet ve tecavüz, işsizlik, geçimsizlikten intiharlar, kredi kartı borçlarından intihar, borçlu kadınların geneleve düşmesi ve fuhuş, çocuk kaçırmalar, organ mafyası, vd. Toplumsal çöküş yaşıyoruz.
Şiddet toplumunda büyüyen bir nesil getirdik.
Eğitimde çöküşü konuşuyorduk. Bütün bu çöküşün altında korunaksız bırakılan çocuklarımızı düşünelim. Ders kitaplarına koyduğumuz virüslerle çocuklarda disleksi, dispraksi, diskalkuli, disgrafi gibi yeni algılama bozukluğu sorunları başladı.
Son beş yılda psikologa giden çocuk sayısındaki artışı konuşamıyoruz, halktan gizleniyor. Psikologlar bu yıkımdan para kazanıyor, bunun da piyasası kuruldu.
Çocuklarımızın eğitimini küresel canilerin eline verdik, onlar çocuklarımızı beyinlerinden yemeye başladı.
Çocuklarımızı kurtlar değil onları korumakla görevli çobanlar yiyor.
Yahya Efendi doğru söyler. Çocuklarını korumayan bir devlet çöker.
           
27 Şubat 2015
            Mahiye Morgül

26 Şubat 2015 Perşembe

“Bizans dostu kahpe İsmet İnönü” Başlıklı Tweet ve İhanet İçindeki İşbirlikçi Devşirmeler



Lozan'da Türk Delegasyonu
Daha önce "90 yıllık reklam arası sona erdi" diyen AKP Balıkesir Milletvekili Tülay Babuşçu, çok tartışılacak yeni bir paylaşımda bulundu.
AKP Balıkesir Milletvekili Tülay Babuşçu, Twitter'dan "BAŞKAN RTE" adlı Twitter kullanıcısının "Bizans dostu kahpe İsmet İnönü" başlıklı tweetini paylaştı.
Tülay Babuşçu’nun iddiası:
Babuşçu’nun paylaştığı Twitt’te, Dr. Mehmet Hakan Sağlam’ın yazdığı öne sürülen şu mesaj yer aldı:
“Masa başında toprak nasıl kaybedilir içimizdeki hainleri anlatalım; Lozan Barış Antlaşması madde 129: Türk hükümetince Anzak (Arıburnu) bölgesindeki toprak parçaları İngiliz İmparatorluğuna bırakılacaktır... Evet, uğruna 253 bin şehit verdiğimiz Arıburnu İsmet İnönü tarafından İngiltere toprağı haline getirilmiştir. Gelibolu Arıburnu sahilinde Türk devleti asker bulunduramaz, hiçbir şey inşa edemez. İnanmayan Geziciler, ulusalcılar, CHP’liler Lozan Antlaşmasının 129. maddesini okusun da Lozan’ın başarı mı yoksa hezimet mi olduğunu öğrensin. Cumhuriyetin lider sultası Lozan’da; Suriye, Mısır, Irak, Filistin, Kudüs, Yemen, Cezayir, Libya, 12 Adalar ve Balkanları verip geldi.”

Konuyu tarihçi Sinan Meydan değerlendirdi:

"128. MADDEYE BAKMADAN 129 MADDE BİR ŞEY İFADE ETMEZ"
Peki, ama tarihi gerçek ne?
Mehmet Hakan Sağlam ve Tülay Babuşçu bilerek veya bilmeyerek tarihi gerçekleri çarpıtmış yalan söylemiştir.
Şöyle ki:
Lozan Antlaşması’nın 129. Maddesi, her şeyden önce Lozan Antlaşması’nın 128. Maddesini açıklayan bir maddedir. Bu nedenle 128. Madde bilinmeden 129. Madde hiçbir şey ifade etmez.
Lozan’ın 128 Maddesine göre;
Türkiye Hükümeti, Britanya İmparatorluğu, Fransa ve İtalya Hükümetlerine karşı kendi toprakları üzerinde bunların savaş alanında, yaralı olarak veya hastalıktan ölen kara ve deniz askerleri ile esir olduktan sonra ölen askerlerine, sivil tutuklara ait GÖMÜLME YERLERİ, MEZARLIKLAR, ÜSTÜ KAPALI YERLERDEKİ MEZARLAR, ÖLENLER ANISINA DİKİLMİŞ ANITLAR VE BUNLARIN İÇİNDE BULUNDUĞU BÜTÜNJ ARSA VE ARAZİLER ayı ayrı veya bütün olarak ebediyen bu üç devlete terk edilmiştir. Aynı şekilde 130. Maddede belirtilen komisyonlar tarafından birleştirilen MEZARLIKLARI, KEMİK MAHZENLERİNİ, ANITLARI YAPMAK İÇİN gelecekte gerekli görülecek olan araziyi kendilerine vermeyi kesin olarak kabul eder.
Bundan başka, bu defin yerlerine, mezarlıklara, üstü örtülü yerlerdeki mezarlara, ölenlerin anısına dikilmiş anıtlara girişler serbest olacaktır. Türkiye Devleti, bu yerlere gidişi gelişi sağlayacak yolları yaptıracaktır. (…)
Yukarıdaki hükümler, terk edilen topraklarda Türkiye egemenliğine engel değildir.”

128. MADDE NE DİYOR?
Çok açıkça görüldüğü gibi Lozan 128 maddede Türkiye Devleti savaşlarda Türkiye topraklarında ölen İngiliz, Fransız ve İtalyan askerlerinin mezarlıklarının, ölenler anısına dikilmiş anıtların bulunduğu yerleri  “Türkiye’nin bu topraklardaki egemenliği devam etmek koşuluyla” bu ülkelere bırakmıştır.
Lozan 129 madde ise şöyle:
 “Türkiye Hükümeti tarafından verilecek arazi arasında özellikle Britanya İmparatorluğu için 3 numaralı haritada gösterilmiş olan, Anzak denilen topraklar ve Arıburnu arazisi dâhil olacaktır. Britanya İmparatorluğu, kendisine verilen topraklardan aşağıdaki koşullarda yararlanacaktır:
1. Adı geçen topraklar, bu barış anlaşmasında belirtilen amaçlardan başka amaçlarla kullanılmayacaktır.
2. Türkiye Hükümeti, mezarlıklar da dâhil olduğu halde bu araziyi denetleme hakkına sahip olacaktır.
(…)
4. Bu arazide koruyuculara gerekli olanlardan başka bina yapılmayacaktır.
7. Bu toprakları ziyaret etmek isteyen kişiler silahlı olmayacaktır. Türkiye Hükümeti, bu yasağı denetleme hakkına sahip olacaktır.
8. 150 kişiden fazla olan ziyaretçi kafilesinin gelişinden bir hafta önce Türk hükümetine haber verilecektir.”
"YABANCI ASKERLERİN MEZARLARININ ARAZİSİ O ÜLKELERE BIRAKILDI, EGEMENLİĞİ TÜRKİYE'DE"
Yine çok açıkça görüldüğü gibi Lozan 129 Maddede Anzak ve Arıburnu bölgesinde de Britanya İmparatorluğu’na mezarlık yapımı ve anıt inşası için toprak verilmiştir.
Bilindiği gibi Çanakkale Savaşlarında bu bölgelerde çok sayıda Anzak ve İngiliz askeri ölmüştür. Yani Türkiye Devleti, o ölen askerler için yapılacak mezarlık arazisi bırakmıştır.
Ayrıca 128. Maddede açıkça ifade edildiği gibi bu toprakların egemenlik hakkı Türkiye Devleti’nindir. Ayrıca 129. Maddede bu toprakların “belirtilen amaçlardan başka amaçlar için kullanılamayacağı”  ve “Türkiye Hükümeti’nin bu araziyi denetleme hakkına sahip olduğu” belirtilmiştir.
"TOPRAK VERİLMESİ SÖZ KONUSU DEĞİL"
Yani ortada Babuşçu’nun dediği gibi bir toprak kaybı veya toprak verilmesi söz konusu değildir. Yapılan uluslararası hukuka uygun olarak ölen askerlere mezarlık ve anıt yapılması için yer verilmesidir. Bu toprakların egemenliği denetimi Türkiye’nin elindedir.
"O TOPRAKLAR DAHA ÖNCE KAYBEDİLDİ"
Babuşçu’nun “Suriye, Mısır, Irak, Filistin, Kudüs, Yemen, Cezayir, Libya, 12 Adalar ve Balkanların” Lozan Antlaşmasıyla kaybedildiği iddiası ise yine gerçek dışıdır. Çünkü bu toprakların bir kısmı 1912 Trablusgarp Savaşı, bir kısmı 1913 Balkan Savaşları bir kısmı ize 1914-1918 I. Dünya Savaşı ile kaybedilmiştir.

Gördüğüm şu ki;
 Şah Fırat operasyonuyla toprak kaybedilmesine gerçekçe bulmak için tarihi gerçekler çarpıtılmaktadır.