21 Şubat 2014 Cuma

Cehaletle İhanet Arasında Bir Kavram Kargaşası ”ATATÜRK DÖNEMİNDE ‘KEMALİZM’ YOKTU” YALANI VE ATATÜRKÇÜLÜĞÜN İCADI /Sinan Meydan



Cehaletle İhanet Arasında Bir Kavram Kargaşası
20. yüzyılın en etkili asker ve devlet adamlarından biri hiç şüphesiz Atatürk’tür. Atatürk, 1911-1922 yılları arasında aralıksız 11 yıl savaşmış, neyi var neyi yok bu savaşlarda kaybetmiş bir ulusu önce emperyalizmin, sonra da bağnazlığın ve geri kalmışlığın her türlü baskısından kurtarmıştır.
Atatürk’ün ulusal kurtuluş mücadelesi ve bu mücadele sırasındaki stratejileri hiç şüphesiz derin bir aklın ürünüdür. İşte bu akılla şekillen Türk devrimi, Atatürk’ün adından dolayı KEMALİZM olarak adlandırılmıştır.
En yaygın Cumhuriyet tarihi yalanlarından biri, Atatürk’ün sağlığında ‘Kemalizm’ kavramının kullanılmadığı biçimindedir. Örneğin Hasan Celal Güzel’in bir yazısının başlığı, “Atatürk Kemalist Değildi” şeklindedir. Güzel bu “iddialı” yazısında “Sevgili okuyucular, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Kemal ATATÜRK, kendi adına atfen uydurulmuş suni bir doktrin olan ‘Kemalizm’e karşıydı.(…)Efendim, ‘Kemalizm’, Atatürk döneminin değil, özellikle O’nun vefatından sonra kendi tahakkümlerini ve çıkarlarını gözeten ‘Tek Parti Ekibi’nin üretimi olup, Atatürk İlke ve Devrimleri ile CHP’yi özdeşleştirerek Atatürk’ün düşüncelerini dogmatik ve dar kalıplarda dondurmasıyla ortaya çıkarılmıştır…” demiştir. Ne derin analizler ama!!! Oysaki, bırakın Kemalizm kavramının Atatürk döneminde kullanılmadığı yalanını, Atatürk sağlığında “Kemalizm’i”, Türkçe “kale” anlamında KAMALİZM olarak bizzat kullanmıştır.
Atatürk, Cumhuriyeti emanet ettiği gençlere tarihlerini doğru bir şekilde öğretmek için bazı bölümlerini bizzat kaleme aldığı dört ciltlik lise tarih kitaplarında da “Kemalizm” kavramına yer vermiştir. İlk baskısı 1932, ikinci baskısı 1933’te yapılan bu kitapların 4.cildinde Atatürk’ün altı ilkesi açıklandıktan sonra şöyle bir değerlendirme yapılmıştır: “İşte yabancı yazarların Büyük Millet Reisi’nin adıyla ilişkili olarak Kemalizm dedikleri Türk devrim hareketinin temel prensipleri bunlardır. Bu prensiplere dayanan devlet sistemi Türk milletinin tarihine, ihtiyacına, toplumsal bünyesine ve ülküsüne en uygun olduğu kadar, bütün dünyadaki sistemler içinde de en sağlam ve en mükemmel olandır.”
Ünlü Türkçülerden Tekinalp (Moiz Kohen) , 1936 yılında Atatürk’ü ve Türk devrimini anlatan “Kemalizm” adlı bir kitap yazmıştır. Tekinalp kitabında Türk devriminden “Kemalist devrim” diye söz etmiştir: “Kemalist devrimin kesin bir gelişime kavuşmasını ve rejimin tam anlamıyla yerleşmesini beklemek gerekiyordu. Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1935 Mayısı’nda Ankara’da toplanan dördüncü kongresi dolayısıyla bunun gerçekleştiğini görmek olanağına erdik. Partinin en yetkili yöneticileri, Kemalist devrimin artık en temel amacına ermiş bulunduğunu ve bundan sonra genel çizgileri artık bütünüyle ve kesin biçimde saptanan yükselişlerle dolu yolda ilerlemekten başka yapılacak bir şey kalmadığını, bu nedenle resmen açıkladılar. Gerçekten de geriye Kemalist rejimin şimdiye değin oluşturduğu yapıtlara bir göz atacak olursak, rejimin gerçek yüzünü, olayların, gerçekleştirilen yapıtların ve elde edilen sonuçların aydınlığı altında kolayca görür ve kavrarız.” 1936 yılında yayınlanan bu kitabı Atatürk’ün okumadığı veya en azından bu kitaptan haberdar olmadığı düşünülemez.
Atatürk’ün en çok inanıp güvendiği kişilerden biri olan Mahmut Esat Bozkurt, ilk defa 1937’de basılan “Atatürk İhtilali” adlı kitabının “ek:15” adlı bölümünde “Kemalizm”den söz ederek, Kemalizm’i diğer akımlarla karşılaştırmıştır: “Kemalizm, Kemalizm ve Komünizm Arasında Ayrılık, Kemalizm ve Milli Sosaylizmin Ayrıldıkları, Birleştirkleri Noktalar, Kemalizm ve Faşizmin Ayrıldıkları Noktalar, Kominizmin Aksak Tarafları…” Mahmut Esat Bozkurt, dünyadaki bütün doktrinlerin en güzel yanları alınarak Kemalizm Doktrini’nin yaratıldığını belirtmiştir.
“Kemalizm” kavramı, 9 Mayıs 1935’te toplanan CHP dördüncü genel kongresi programında da şu şekilde yer almıştır: “Yalnız birkaç yıl içinde değil, geleceği de kapsayan tasarılarımızın ana hatları burada toplu olarak yazılmıştır. Partinin güttüğü bu esaslar Kamalizm prensipleridir.” Görüldüğü gibi yeni rejim, açıkça “Kemalizm” olarak adlandırılmıştır. Kemalizm, böylece Türk ulusunun geleceğine egemen olan bir ideoloji durumuna gelmiştir.
Atatürk’ün kendi el yazısıyla 1937’de yazdığı ve “CHP 1939 Program Çalışmaları” başlığıyla yayınlanan bir belgede, “…1935 Kurultayınca saptanan fikirler de bu programa alınmıştır. Partinin güttüğü bütün bu esaslar ‘Kemalizm Prensipleridir’…” ifadesi yer almaktadır.
Kemalizm kavramı Atatürk döneminde çok yaygın olarak kullanılan bir kavramdır. Sadece Atatürk ve Atatürk’ün yakın çevresindekiler, gazeteciler, yazarlar değil, milletvekilleri de sıkça Kemalizm kavramını kullanmışlardır. Örneğin 1931 yılındaki Meclis oturumlarından birinde Denizli Mebusu Mazhar Müfit Bey (Kansu), demokrasiyi anlamada ‘Kemalizm Okulu’nun çocukları olduklarını, demokrasiyi memleketi mutluluğa ve vatandaşı esenliğe götüren ‘Kemalizm Demokrasisi’ olarak tanıdıklarını, Kemalizm basın özgürlüğünü kutsallaştırmakla beraber basın yoluyla vatandaşların öteki haklarına saldırmasını da hoş görmediğini… belirtmiştir.
1936’da CHP Genel Sekreteri Recep Peker, görevden ayrılırken yayınladığı bildiride, “…Hepimiz için en büyük şeref son nefese kadar Kemalizm eserinin sadık hizmetçisi kalmaktır…” demiştir.
Celal Bayar, 1 Kasım 1937 tarihli Meclis konuşmasında birkaç yerde “Kemalist Rejim” ifadesini kullanmıştır: “Kemalist rejim, mülkiyeti, kişisel çalışmayı, çalışma değerini ekonomik politikasının esası olarak almaktadır. Kemalist rejim ekonomiyi bir teknik diye kabul etmektedir. Fakat Kemalist rejim ulusal çıkara uymayan sürekli bir kişisel çıkarı da kabul etmemektedir ve etmeyecektir… Kemalist rejim karakteri yapıcı ve yaptırıcı olmaktır.”
1930’larda Nuri Genç, Hatay’da “Kemalist Hatay” adlı bir gazete çıkarmıştır.
Görüldüğü gibi Atatürk döneminde hem Atatürk, hem de başkaları KEMALİZM kavramını kullanmıştır.
Atatürk’ün ölümünün hemen ardından Kasım 1938’de yapılan ilk Meclis toplantısında birçok milletvekili Atatürk’ten ve eserinden söz ederken “Kemalizm” kavramını kullanmıştır. Örneğin, Konya Milletvekili Fuat Gökbudak, “…İki Mustafa Kemal vardır. Biri herkes gibi vücudu olan bir Mustafa Kemal’dir. Öbürü Türk tarihini sonsuzluğa kadar sürdürecek olan ‘Kemalizm’in Mustafa Kemali’dir. Kemalizm yolu, hasta ve yenik uluslara can veren bir hayat suyudur…” sözleriyle aynı zamanda Kemalizm’in en güzel tanımlarından birini yapmıştır.
Aynı toplantıda Kütahya Milletvekili Neşit Hakkı Uluğ, Kemalizm’den, “…Halk topluluklarını kölelikten kurtaran, şeref ve haysiyete ve erdeme dayanan Cumhuriyet ile Doğu dünyasında vicdanların özgürlüklerine ve özgür düşüncelere dayanan Kemalizm, sonsuzluğa kadar yaşayacaktır…” diye söz etmiştir.
Eskişehir Milletvekili İstimat Özdamar ise,“… Yaşasın Türklük, yaşasın Kemalizm ideali.” demiştir.
Aynı toplantıda Celal Bayar bu sefer “Kemalizm”den şöyle söz etmiştir: “…Milletimiz on beş yıldan beri denenen Kemalizm rejiminin kendisine verdiği huzur ve sessizlik içerisinde çalışmak ve kuvvetlenmek istiyor. Ulusal sınırları içinde mutlu olmak isteğindedir…”
Bütün bu örneklerden de açıkça görüldüğü gibi 1930’lu yıllarda genç Cumhuriyet rejiminin adı “Kemalist rejim”dir.
Peki Ama Kemalizm Nedir?
Kemalizm, Türk devrimidir. Tam bağımsızlıktır. Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Laiklik, Devletçilik, Halkçılık ve Devrimciliktir. Akıl ve bilim ilkeleri doğrultusunda çağdaşlaşmaktır. Kendi tarihinden beslenmek, kendi diline sahip çıkmaktır. İnsan sevgisi, doğa dostluğu ve barış severliktir. Ulusal kültürle evrensel uygarlığa katkı sunabilmektir. Atatürk’ün ifadesiyle, “Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme ve bizi yutmak isteyen kapitalizme başkaldırabilmektir” Kemalizm…
Kemalizm tabiri ilk olarak Kurtuluş Savaşı yıllarında İngiltere ve Fransa gibi emperyalist ülkeler tarafından kullanılmıştır. 1918’den itibaren Anadolu’yu işgal eden İngiltere ve Fransa, Anadolu’da MUSTAFA KEMAL önderliğinde gelişen Türk Kurtuluş Savaşı’ndan “Kemalist hareket”, bu harekette Mustafa Kemal’in yanında yer alanlardan da “Kemalistler” olarak söz etmiştir. Bu bakımdan KEMALİZM, her şeyden önce antiemperyalistleri, ulusal direnişçileri anlatan bir kavramdır. Bu nedenle “Kemalist olmak”, her şeyden önce antiemperyalist ve tam bağımsızlıktan yana olmak demektir.

Örneğin makalemizdeki fotoğrafta Kurtuluş Savaşı sırasında İzmit’te İngilizler tarafından kurşuna dizilen bir Müslüman Türk görülmektedir. Bu fotoğrafın arkasında İngilizce aynen şu cümle yazılıdır: “Execution of a Kemalist Turk at İzmid” yani (İzmit’te bir Kemalist Türk’ün idamı”
Doğan Avcıoğlu, “Kemalizmi İyi Anlamak Gerek” başlıklı yazısında şu değerlendirmeleri yapmıştır: “Kemalizm her şeyden önce bazılarının ‘Batılılaşma’ adını verdikleri Tanzimat’la birlikte başlayan uydulaşma ve sömürgeleşme sürecine karşı milliyetçi bir tepkidir. Bu tepki daha Namık Kemal günlerinde ‘Avrupa neden üstün? Türkiye Avrupa gibi üstün duruma nasıl gelebilir?’ sorusuna cevap arama biçiminde ortaya çıkmıştır. Namık Kemal, Ziya Gökalp gibi vatansever düşünürler, bu soruyu cevaplandırmaya çalışmışlardır. Namık Kemal, kurtuluş yolu olarak ‘İçerde şeriat düzeninden ayrılmayalım, Avrupa’nın demiryolunu, buhar makinesini alalım’ görüşünü ileri sürmüştür. Ziya Gökalp, harsa (kültüre) bağlı kalma, medeniyeti ithal etme formülüyle bu düşünceyi geliştirmiştir. Fakat her iki milliyetçi düşünürün de, emperyalizmin boyunduruğu altında ‘açık pazar’ haline getirilmiş ülkede medeniyet ithalinin nasıl mümkün olacağı hususunda açık bir fikri yoktur. Emperyalizm, sömürgeleştirdiği bir ülkenin medeniyet ithaline, yani sanayileşmesine ve kalkınmasına elbette müsaade etmeyecektir. Medeniyeti getirebilmek için, her şeyden önce emperyalizmin boyunduruğundan kurtulmak gereklidir. Bugün için de geçerli olan bu gerçek, ilk kez Atatürk tarafından tam bağımsızlık ilkesiyle ortaya atılmıştır. Tam bağımsızlık, duygusal bir milliyetçi talep değil, kalkınmanın ve çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmanın vazgeçilmez ön şartıdır. (…) Pekala bağımsızlık elde edilince kalkınma nasıl gerçekleşecektir?”
Alt ve üst yapısıyla feodal olan bir düzen üzerine, buhar makinesi ve lokomotifiyle medeniyeti ithal edip yerleştirmek mümkün müydü? Namık Kemal ve Ziya Gökalp bunun mümkün olabileceğini düşünmüşlerdir. “İlk kez Atatürk, feodal yapı üzerine sanayi uygarlığı aşılanamaz. Uygarlığa giden yol, içeride düzen değişikliğini gerektirir’ tezini açıkça ortaya koymuştur.”
“Kemalist tez kısaca şundan ibarettir: Bağımsızlık içinde, devrim yoluyla düzen değişikliğini gerçekleştirmek ve kısa sürede çağdaş uygarlığa ulaşmak…”
Kemalizm bir “doktrin” midir, bir ideolojimidir? tartışması hep devam etmiştir. Nitekim, “Partinin bir doktrini olsun” diyen Yakup Kadri Karaosmanoğlu’na Atatürk, “Donarız çocuk…” demiştir. Atatürk’ün bu yanıtından hareket edenler, Kemalizm’in bir doktrin olmadığını, hatta Atatürk’ün Kemalizm’e karşı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Oysaki Atatürk bu sözleriyle Kemalizm’e değil,Kemalizm’in dogamtikleştirilmesine karşı olduğunu ifade etmek istemiştir. Kemalizm’in temel ilkeleri hiç tartışmasız Atatürk’ün altı ilkesidir. Kemalizm’in en temel ilkesi ise “sürekli değişim” olarak tanımlanabilecek olan Devrimciliktir. Bu nedenle Kemalizm asla “dogmatik” ve “değişime” kapalı bir anlayış değildir. Atatürk, bu gerçeği Kasım 1937’deki Meclis konuşmasında şöyle ifade etmiştir: “Dünyaca malum olmuştur ki, bizim devlet idaresindeki ana programımız Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, idarede ve siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır. Fakat bu prensipleri gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve görünmez dünyadan değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz. Bizim yolumuzu çizen, içinde yaşadığımız yurt, bağrından çıktığımız Türk milleti ve bir de milletler tarihinin bin bir facia ve ıstırap kaydeden yapraklarından çıkardığımız sonuçlardır.”
Kadrocular, Kemalizm’i tanımlamak istemişlerdir. Ama Kemalizm’in sosyo-kültürel boyutunu neredeyse hiç dikkate almamışlar, konuya sadece ekonomik açıdan bakmışlardır. Kemalizm, genellikle altı ilkeye hapsedilmiştir.
Kemalizm’in en doğru tanımlarından birini 1960’ta Prof. Dr. Bedia Akarsu yapmıştır: Akarsu, Kemalizm’in “Türk aydınlanması” olduğunu açıklamıştır. Prof. Suat Sinanoğlu, “Türk Hümanizması” kitabında Kemalizm’in Türk aydınlanması olduğu tezini ayrıntılandırmıştır. 1983’te, Prof. Dr. Macit Gökberk’in “Aydınlanma Felsefesi, Devrimler ve Atatürk” yazısı bu tezi daha da geliştirmiştir. 1994’te Özer Ozankaya, “Cumhuriyet Çınarı” adlı kitabında Kemalizm’in soyo-kültürel boyutuna vurgu yaparak Kemalizm’in aydınlanma hareketi olduğunu ileri sürmüştür. 1969’da Doğan Avcıoğlu, “Kemalizm’i İyi Anlamak Gerek” adlı yazılarında Kemalizm’in “anti emperyalizm ve çağdaşlaşma” hareketi olduğunu belirtmiştir. Uğur Mumcu da 1980’lerde Cumhuriyet gazetesindeki yazılarında Kemalizm’in “anti emperyalist ve çağdaşlaşmacı” yönüne sıkça vurgu yapmıştır. 1981’de Atilla İlhan, “Hangi Atatürk” adlı kitabında Kemalizm’in “antiemperyalist” yönüne dikkat çekmiştir.
Kemalizm, emperyalizme karşı “tam bağımsızlık” ilkesiyle ulusal mücadeleyi, geri kalmışlığa karşı “akıl” ve “bilim” ile çağdaşlaşmayı amaçlayan bir ideolojidir. Kemalizm, ulusal bağımsızlığı ve ulusal kalkınmayı amaçlayan evrensel bir ideolojidir. Emperyalizmin olanca şiddetiyle geri kalmış ulusları ezdiği bugünün dünyasında tüm ezilen ulusların tek kurtuluş reçetesi Kemalizm’dir.
1954’ten beri duyduğumuz “Kemalizm devrini tamamlamıştır!”,“Kemalizm öldü!”, “Kemalizm çağdışıdır!” gibi “yobaz”, “liboş” değerlendirmelerinin hiçbir bilimsel değeri yoktur. Çünkü Kemalizm’in iki temel özelliği “antiemperyalizm” ve “çağdaşlaşma”, hiçbir dönemde etkisini yitirecek gibi görünmemektedir.
Doğan Avcıoğlu, Kemalizm’in henüz tamamlanamadığını şöyle ifade etmiştir: “Türkiye politik bağımsızlığını, ekonomik bağımsızlık temeline oturtarak, tam bağımsızlığını gerçekleştirmiş, feodalizmin ülke çapında alt ve üst yapılardaki etkilerini kesinlikle silmiş, geniş kitleleri ekonomik özgürlüklerine kavuşturmuş ve kalkınmasını tamamlamış bulunsaydı, bu eleştiriler bir ölçüde geçerli sayılabilirdi. Oysa bağımsız, kalkınmış, uygar ve gerçekten demokratik bir Türkiye dün olduğu gibi bugün de bütün halkçı ve ulusçu güçlerin ortak özlemini teşkil etmektedir. Kemalizm bu ortak özlemin ifadesidir. O halde Kemalist devrim daha tamamlanmış değildir. Devrimcilerin baş görevi, ulusçu ve halkçı güçlerin bu ortak özlemini biran önce hayata geçirmeye çalışmak olmalıdır.”
Kemalizm Yerine Atatürkçülük Nasıl İcat Edildi?
“Kemalizm” kavramı birilerini hep rahatsız etmiştir. Kurtuluş Savaşı sırasında işgalci emperyalistleri ve işbirlikçi İstanbul hükümetlerini, Kurtuluş Savaşı sonrasında gerici, yobaz Cumhuriyet düşmanlarını, bugün ise karşı devrimci II. Cumhuriyetçileri korkutan bir kavramdır Kemalizm.
Atilla İlhan bu gerçeği şöyle ifade etmiştir:
“Onlar ‘Kemalist’e özellikle içerliyorlar; çünkü o Atatürkçü’den farklıdır: Adını 20’li yılların (ateş, barut ve kan) emperyalist öfkesinden almıştı. O Müdafaa-i Hukuk mücahididir ki, aynı zamanda ‘Türkçü’ ve ‘antiemperyalist’, ‘Bolşevikler’le de dosttur. Onlara ecnebi ajanslar, ‘Kemalist’ diyor. ‘Kemal’in adamları’ anlamına! ‘Atatürkçü’ deyimi bir kere Gazi Mustafa Kemal Paşa, ‘Atatürk’ olduktan, daha ilginci, ebediyete intikal ettikten sonra ortaya atılmıştır. Daha çok ‘İnönü Cumhuriyeti’nin sosyal ve siyasal tavrına ve tutumuna yakıştırdığı bir ‘etiket’ bu: Antiemperyalizm s geçilmiştir. Türkçülüğün yerini Yunan/Latin söylemi alır. Bolşevik Rusya ile kara gün dostluğu sona eriyor. (…)‘Kemalizm’ ve ‘Kemalist’ kavramları üzerinde spekülasyona kalkışan acemi takımı kimseyi kandıramaz: ‘Kemalist’ aynen Mustafa Kemal Paşa gibi ‘Türkçü’, ‘Antiemperyalist’ ve ‘solcu’dur. ‘Atatürkçü’ ise Batıcı, komprador/kapitalist ve liberaldir (Yoksa kestirmeden Tanzimatçı mı demeliydim?) Anadolu İhtilali’ni yaşamış olanlar ‘Kemalistler’ idi. Onu ilkel, tek yönlü bir irtica düşmanı laikliğe indirgeyenler ‘Atatürkçü’lerdir.Yani Gazi’nin söylemini de, eylemini de sürekli tahrif eden, unutturan ve yozlaştıranlar…”
Gerçekten de “Kemalizm korkusu”, zaman içinde Kemalizm’in yerine yeni bir kavram icat edilmesine yol açmıştır. İlk kez 1954 yılında gündeme gelen bu kavramın adı Atatürkçülük’tür.
Irkçı bir antikomünist olan Arın Engin, 1954 seçimlerinden önce “Atatürkçülük, Moskofluk ve Türklük Savaşları” ve 1954 seçimlerinden sonra “Atatürkçülük’te Dil ve Din” adlı kitaplarını yazmıştır. Her iki kitap da Atatürk’ü tipik bir Amerikan propagandasına oturtan kitaplardır. Her iki kitapta da Atatürkçülük, “Antikomünizm” ve “Batılılaşma” olarak tanımlanmıştır.
Atatürk’ün sağlığında hiçbir zaman kullanılmayan “Atatürkçülük” kavramı, 1954’ten itibaren kullanılmaya başlanmış, bu kullanım zaman içinde Kemalistlerce de benimsenmiştir. Örneğin, Atatürk’ün partisi CHP, 1954’deki 10. Büyük Kurultay’ında “Kemalizm” yerine “Atatürk Yolu” kavramını kullanmaya karar vermiştir. Böylece CHP de Kemalizm’den vazgeçmiştir.
Atatürk’ün bir “dogma” haline getirmemeye çalıştığı ve “Kemalizm” diye adlandırdığı sistem, 1954’ten sonra “Atatürkçülük” adı altında dogma haline getirilmiştir. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra bu “dogmalaştırılmış Atatürkçülük” bir de resmi ideoloji haline getirilmiştir. 1980’lerde “Kemalizm” yerine Atatürkçülük, Kemalizm’in en temel özelliği olan “Devrimcilik” yerine de İnkılapçılık kavramları kullanılmaya başlanmıştır. Türkiye’nin küçük Amerika olma yoluna girdiği Özal döneminde Atatürkçülük, “Batılılaşma”, “serbest piyasa düzeni”, “komünizm düşmanlığı” olarak tanımlanmış, Kemalizm’in “anti emperyalizm”, akıl ve bilim ilkeleri doğrultusunda “çağdaşlaşma” olduğu gerçeği adeta toplumdan gizlenmeye çalışılmıştır. Bu süreçte Kemalizm’den söz eden Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı gibi aydınlar ise öldürülmüştür. Kemalizm kavramından rahatsız olanların icat ettiği “Atatürkçülük” kavramı, asker-sivil (Kenan Evren-Turgut Özal) 12 Eylülcülerin tasarladıkları Amerikan etkisindeki yeni Türkiye’ye zarar vermeyecek şekilde içi doldurularak okullarda zorunlu “Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi” dersi olarak okutulmuştur. 1980’lerde Atatürk karşıtlarının yarattığı Atatürk dogmasına, 1990’larda yine Atatürk karşıtları saldırmaya başlamıştır. Gerçek Kemalistler ise bir köşede bu kukla tiyatrosunu seyretmiştir içleri yanarak… Artık bu kukla tiyatrosuna seyirci kalma zamanı çoktan geçmiştir! Artık eyleme geçme, gerçekleri kamuoyuyla paylaşma zamanıdır!…
Atatürk düşüncesine vurulmuş ilk ve en büyük darbe, 50 yıl önce bir kavram operasyonuyla “Kemalizm” yerine “Aatürkçülük” kavramının getirilmesidir. Böylece zaman içinde Türkiye’de Kemalizm!’den Korkan Atatürkçüler ortaya çıkmıştır.
Örneğin bugün ülkemizde Kemalist olmayı “modası geçmiş” bir anlayış sanan Atatürkçü’lerimiz var! Örneğin ünlü sanatçı Metin Akpınar bir konuşmasında, gururla, “Ben bir Atatürkçüyüm ama Kemalist değilim.” diyerek aklınca “Kemalizm’in kötülüklerini” bir bir saymıştır!…

Gerçek şu ki: ATATÜRK’ÜN SAĞLIĞINDA ATATÜRKÇÜLÜK KAVRAMI YOKTU, KEMALİZM VARDI. Atatürk’ten sonra birileri “tam bağımsızlık”, “anti emperyalizm” gibi anlamları olan Kemalizm’den kurtulmak için, “batılılaşma” ve “din karşıtlığı” anlamını yükledikleri Atatürkçülük kavramını icat etmişlerdir. Bu süreçte Kemalizm kavramının içini de “Atatürk’e tapınmak” olarak doldurmuşlardır.
Bu yazımı, “Atatürk Kemalist değildi?” diyen Hasan Celal Güzel’in ve “Ben Kemalist değil, Atatürkçüyüm” diyen Metin Akpınar’ın şahsında bu konuda kafa karışıklığı yaşayan ve bu kafa karışıklığıyla başkalarına Kemalizm ve Atatürkçülük dersi vermeye kalkan “sözde aydınlarımıza” ithaf ediyorum! Onlardan isteğim, Allah aşkına bu konuları iyice araştırıp öğrenmeden kulaktan dolma bilgilerle ahkam kesmesinler. Böylece hem cehaletlerini göstermemiş, hem de kamuoyunu yanlış yönlendirmemiş olurlar…
Kendinizi KEMALİST veya ATATÜRKÇÜ olarak tanımlayabilirsiniz! Ancak Atatürk’ün izinden yürdüğünüzü iddia ediyorsanız herşeyden önce “tam bağımsızlıktan yana”, “anti emperyalist” ve “akılcı” olmalısınız…
NOT: Yazının kaynaklarına ve dipnotlarına AKL-I KEMAL “Atatürk’ün Akılı Projeleri”, C.1 adlı ktiabımdan ulaşabilirsiniz.
Sinan MEYDAN, 2 Eylül 2012
İLK KURŞUN

17 Şubat 2014 Pazartesi

Atatürk Döneminde Torpil Nasıl Yapılırdı?



Yıl 1934, o dönemde Milli Eğitim Bakanlığı Ulus'tadır. Bakan ise Niğdeli Abidin ÖZMEN'dir.

         Bakan, makamında çalışmaktadır.
         Kapı çalınır. Bakanın gür sesi: "Giriniz!"

         Atatürk'ün yaverlerinden biri, 
yanında iki çocukla makama girerler. Konuklara yer gösterir ve zarfı açar.
Atatürk'ten gelen bir mektuptur bu: “Bay Abidin ÖZMEN, Milli Eğitim Bakanı..."
Abidin ÖZMEN zarfı özenle açar ve mektubu dikkatle okur:
"Yaver Bey'le, size iki fakir ve kimsesiz çocuk gönderiyorum. Bu çocukları, uygun göreceğiniz, bir liseye (parasız yatılı olarak)kaydını yaptırın."
Bu, Atatürk'ün bir emridir. Kesinlikle yerine getirilecektir.

         Bakan ÖZMEN, Orta Öğretim Genel Müdürünü çağırtır ve şu direktifi verir: 
"Yaver Bey'in yanındaki bu iki çocuğun evrakını alınız ve bu çocukların Haydarpaşa Lisesi'ne paralı yatılı olarak kaydını yaptırıp her ikisi için de üçer yıllık paralı yatılı makbuzlarının veli ve ödeyen hanesine
Atatürk'ün ismini yazdırarak bana getiriniz."
der.

         Bakanın emri yerine getirilmiştir. 
Abidin ÖZMEN de kısa bir mektup yazarak Yaver Bey'le Atatürk'e yollar.
Mektubun içeriği şöyle:
        
"Muhterem Atatürk, Yaver Bey'le göndermiş olduğunuz iki çocuk hakkında emirlerinizi aldım. Ancak, arkasında Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve Cumhurbaşkanı Atatürk gibi biri bulunduğu için; bu çocuğu fakir ve kimsesiz olarak kabul etmeme,hem yasalarımız, hem de mantığımız izin vermedi. Bu nedenle her iki çocuğunda emirleriniz gereği Haydarpaşa Lisesi'ne paralı yatılı olarak kayıtlarını yaptırdım. Çocukların üçer yıllık okul taksitlerine ait makbuzları ekte takdim ediyorum..."
Atatürk bu mektup üzerine, devrin Başbakanı İsmet İnönü'ye telefon ederek: "Bak senin Milli Eğitim Bakanın bana ne yaptı." diyerek olayı anlatmış.
 

İnönü, Bakan adına özür dilemiş.
         Atatürk: "Yok! demiş özür dileme. Çok memnun oldum. Keşke her devlet adamı bu medeni cesarete sahip olabilse ve doğruyu gösterebilse."

         Tarihi değeri olan ve hiçbir yerde yayımlanmayan bu anının unutulup gitmesine gönlü razı olmayan bakanın yeğeni yüksek mimar H. Rahmi ÖZMEN,
 

         15.08.1985 günü bu mektubu gazeteci yazar Vahap Okay'a iletir. O da 15.09.1985'te gazetesinde yayımlar.
İşte devlet böyle kurulur, devlet böyle adamlarla yönetilir....
Mustafa Kemal in Bakanları böyleydi. Ya şimdi?
Açıklama: https://mail.google.com/mail/u/2/images/cleardot.gif

16 Şubat 2014 Pazar

BABAMDAN 183 GÜN SONRA ABİM MURAT ÖZYÜREK'İ DE KAYBETTİK

Hüseyin ÖZYÜREK(09.08.2013- Murat Özyürek 12.02.2014
BABAMDAN 183 GÜN SONRA ABİM MURAT ÖZYÜREK'İ DE KAYBETTİK. HER ÖLÜM ERKENDİR DENİR. AMA ABİMİN 60 YAŞINDA ARAMIZDAN AYRILMASI GERÇEKTEN ERKEN BİR ÖLÜM OLDU. BEN YALNIZ ABİMİ DEĞİL, ÇOK YAKIN BİR DOSTUMU, ARKADAŞIMI, SIRDAŞIMI KAYBETTİM.. BU KEZ CANIM ÇOK AMA ÇOK ACIDI..

12 Şubat 2014 Çarşamba

Her taşın altından çıkan adam: M. FATİH SARAÇ



Başbakan Erdoğan’ın Habertürk ekranındaki alt yazıyı kaldırtmak için aradığı isim M. Fatih Saraç’tı. Bilal Erdoğan’ın seçim anketlerinde oynama yapmasını istediği kişi, M. Fatih Saraç’tı. Peki kim bu Saraç? El Kaide’nin finansörü denilen Yasin El Kadı’nın nasıl ortağı oldu? “Ulema olarak yetişsin” diye Suudi Arabistan’a gönderilen M. Fatih Saraç bu girift ilişkiler içine nasıl girdi? Ve işte, Menemen Ayaklanması’na katıldıkları için hapse atılan Saraç Ailesi’nin bilinmeyenleri
Tür­ki­ye­’nin, İra­n’­a “al­tın ih­ra­ca­tı­nı­” ya­sak­la­tan ABD Ha­zi­ne Ba­kan­lı­ğı te­rör ve fi­nan­sal is­tih­ba­rat­tan so­rum­lu müs­te­şa­rı Da­vid S. Co­hen; Tür­ki­ye üze­rin­den El Ka­ide’­ye pa­ra git­ti­ği­ni söy­le­di.
AB­D’­li Co­he­n’­in açık­la­ma za­man­la­ma­sı ma­ni­dar!..
El Ka­ide‘­nin 3 nu­ma­ra­lı is­mi Şeyh Ha­lit Mu­ham­me­d’­in Gu­an­ta­na­mo­’da­ki sor­gu­su­dan son­ra FBI, ha­zır­la­dı­ğı ra­por­da ben­zer id­di­ayı gün­de­me ge­ti­rip; şir­ket, va­kıf, ban­ka ve ki­şi isim­le­ri ver­miş­ti.
Özel­lik­le ABD Il­li­no­is‘­te­ki İs­la­mi va­kıf­la­ra Al­Ba­ra­ka Türk Fa­tih Şu­be­si 41308 no’­lu he­sa­bın­dan pa­ra­lar gi­dip ge­li­yor­du.
BM Gü­ven­lik Kon­se­yi­‘ne de su­nu­lan FBI Ra­po­ru­’n­dan son­ra, El Kai­de de­nin­ce, Tür­ki­ye­’de tek isim ak­la gel­me­ye baş­la­dı:
Suu­di Ara­bis­tan­lı işa­da­mı Ya­sin El Ka­dı!
17 Ara­lık Ope­ras­yo­nu­’y­la Ya­sin El Ka­dı adı yi­ne gün­dem­de. Bu ne­den­le, “Co­he­n’­in açık­la­ma za­man­la­ma­sı ma­ni­da­r” di­yo­rum.
AK­P’­li­ler, Top­baş­lar, Sa­raç­lar kav­ra­ya­mı­yor:
Ilım­lı İs­lam bit­ti…
Yar­gı­la­na­cak­lar!..
Ilım­lı İs­la­m’­ın “So­ro­s”­u
Dün…
ABD, El Ka­ide­ler, Ya­sin El Ka­dı­lar ile iş­bir­li­ği için­dey­di.
Ya­sin El Ka­dı, Ilım­lı İs­la­m’­ın “So­ro­s”­u idi!
Şir­ket­ler, va­kıf­lar ara­cı­lı­ğıy­la fi­nans or­ga­ni­zas­yon­la­rı ya­pı­yor­du. Bos­na­’dan Çe­çe­nis­ta­n’­a sa­vaş­ma­ya gi­den mü­ca­hit­le­rin fi­nan­sö­rüy­dü.
Bu dö­nem bit­ti.
Bu­gün…
BİM, AK Gı­da, Ni­met Gı­da, Ah­sen Plas­tik, Ba­har Su gi­bi şir­ket­ler­de El Ka­dı­’nın or­tak­la­rı ara­sın­da bu­lu­nan, Tür­ki­ye­’nin en zen­gin ai­le­le­rin­den Top­baş­la­r‘­a po­lis/Ce­ma­at ope­ras­yon ya­pı­yor.
Bu­gün…
Tür­ki­ye­’de en et­ki­li Nak­şi­ben­di ho­ca­lar­dan M. Emin Sa­ra­ç’­ın oğ­lu M. Fa­tih Sa­raç he­def­te!
M. Fa­tih Sa­raç, ar­tık or­ta­ya se­ri­len te­le­fon ka­yıt­la­rıy­la ta­nı­nır ol­du.Te­le­fon ka­yıt­la­rın­dan an­la­dık ki Tur­gay Ci­ner med­ya­sı­nı o yö­ne­ti­yor.
Pe­ki M. Fa­tih Sa­raç, Ci­ne­r’­in CE­O’­su mu yok­sa Ya­sin El Ka­dı adı­na- üs­tü ör­tü­lü or­ta­ğı mı?
Şu ne­den­le so­ru­yo­rum:
Sa­raç ile El Ka­dı ara­sın­da­ki iliş­ki­yi an­la­mak için Tür­ki­ye­’de­ki “Ya­sin El Ka­dı Hol­din­g”­e bak­mak la­zım:
Yıl­dız De­ri Ma­mul­le­ri San. Tic. A.Ş.; Ha­ne­dan­lar Gi­yim San. ve Tic. A.Ş.; SAĞ­LAM İn­şa­at Sa­na­yi ve Ti­ca­ret Ltd. Şti.; EL­LA Film Pro­dük­si­yon Ltd. Şti.; CA­RA­VAN Dış Ti­ca­ret ve İn­şa­at Ltd. Şti.; BİM Bir­le­şik Ma­ğa­za­lar A.Ş.; AK Gı­da Sa­na­yi ve Ti­ca­ret A.Ş.; Nİ­MET Gı­da Sa­na­yi ve Ti­ca­ret A.Ş.; AH­SEN Plas­tik Ka­ğıt­çı­lık ve Te­miz­lik Ürün­le­ri A.Ş.; (Da­ha son­ra un­va­nı; AH­SEN Kim­ya A.Ş. ola­rak de­ğiş­ti­ril­di.); EL­LA Film Sa­na­yi ve Ti­ca­ret Ltd.; EC­MEL Teks­til Sa­na­yi ve Ti­ca­ret Ltd. Şti. (Da­ha son­ra un­va­nı; PLAS Plas­tik ve Am­ba­laj Ltd. ola­rak de­ğiş­ti­ril­di.); BA­HAR Su Sa­na­yi ve Ti­ca­ret A.Ş…
Dün, 12 şir­ke­tin 10’un­da Ya­sin El Ka­dı ile M. Fa­tih Sa­raç or­tak­tı.
Kı­lıç­da­roğ­lu ne yap­tı
FBI Ra­po­ru­‘n­dan son­ra 2002’de BM, Tür­ki­ye­’den Ya­sin El Ka­dı­’nın mal­la­rı­na el koy­ma­sı­nı is­te­di. (Ül­ker Gru­bu he­men, El Ka­dı ve Sa­raç ile or­tak­lı­ğı­na son ver­di.)
M. Fa­tih Sa­raç bun­dan son­ra El Ka­dı adı­na han­gi şir­ket­ler­le ne tür iliş­ki­le­re gir­di? Ör­ne­ğin, 26 Ara­lık 2012’de Ci­ner Med­ya Grup Yö­ne­tim Ku­ru­lu Baş­kan­ve­ki­li ol­du. O ka­dar pa­ra­sı olan ki­şi yö­ne­ti­ci­lik ya­par mı?
Oy­sa, Ci­ne­r’­le 10 Ni­san 2012’de kur­duk­la­rı UCZ Ma­ğa­za­cı­lık Ti­ca­ret A.Ş. ye or­tak­lar. Baş­ka şir­ket­le­ri var mı?
Sa­ra­ç’­ın Ev­di Ma­ğa­za­la­rı­‘n­dan fast fo­od zin­ci­ri Ye­di Bü­fe­‘ye (Berk Pa­zar­la­ma A.Ş.) ka­dar on­lar­ca şir­ke­ti var.
As­lın­da tü­mü­ne bak­tı­ğı­nız­da şu ger­çek or­ta­ya çı­kı­yor:
M. Fa­tih Sa­ra­ç’­ın yap­tı­ğı ti­ca­ret­te pa­ra iş­le­ri hep çok ka­rı­şık! Bu pa­ra tra­fi­ği ne­den de­net­len­mi­yor? Bun­lar ki­min gü­ven­li­ği al­tın­da; Baş­ba­kan Er­do­ğa­n‘­ın mı?
Ör­nek ve­re­yim:
Ke­mal Kı­lıç­da­roğ­lu, CHP grup baş­kan­ve­ki­li ol­du­ğu 7 Tem­muz 2006’da, Kar­tal Cum­hu­ri­yet Baş­sav­cı­lı­ğı­’na Ya­sin El Ka­dı, M. Fa­tih Sa­raç, H. Cü­neyd Zap­su­’nun da ara­la­rın­da bu­lun­du­ğu se­kiz ki­şi hak­kın­da; ka­ra pa­ra ak­lan­ma­sı, sah­te­ci­lik yap­mak ve Te­rör­le Mü­ca­de­le Ka­nu­nu­’na mu­ha­le­fet et­mek­ten suç du­yu­ru­sun­da bu­lun­muş­tu.
Yar­gı ne yap­tı? Hiç! Ma­li­ye mü­fet­tiş­le­ri­nin ha­zır­la­dı­ğı ra­por­la­rı yok et­ti­ler.
Şu no­tu da yaz­mak boy­nu­mun bor­cu: Bu iliş­ki­le­ri ga­ze­te­ci Tun­cay Mol­la­ve­isoğ­lu, Ka­nal­türk TV’­de açık­la­dı. Son­ra ka­na­lın sa­hi­bi­nin ve ça­lı­şan­la­rı­nın ba­şı­na ne­ler gel­di­ği­ni bi­li­yor­su­nuz! Tun­cay Öz­kan ve Mer­dan Ya­nar­dağ gi­bi ga­ze­te­ci­ler ta­bi­i ki ce­za­evi­ne atı­lır!
M. Fa­tih Sa­ra­ç’­ın em­riy­le se­çim an­ket­le­ri üze­rin­de, AKP le­hi­ne ka­lem oy­na­tan Fa­tih Al­tay­lı­ da ta­bi­i ge­nel ya­yın yö­net­me­ni olur!
Ri­sa­le Ba­sın Ya­yın
Kim bu M. Fa­tih Sa­raç? Ya­sin El Ka­dı ile ne­re­de ta­nış­tı?
El Kai­de kamp­la­rın­dan de­ğil her­hal­de!
Tek bil­di­ği­miz M. Fa­tih Sa­raç, “u­le­ma­” ol­ma­sı için ba­ba­sı Ho­ca­efen­di M. Emin Sa­raç ta­ra­fın­dan Suu­di Ara­bis­ta­n’­a gön­de­ril­di; ora­dan ta­nış­tık­la­rı söy­le­ni­yor.
Ya da…
Ba­ba­sı M. Emin Sa­ra­ç‘­ın güç­lü Suu­di Ara­bis­tan iliş­ki­le­riy­le ku­rul­du bu or­tak­lık­lar.
Sa­raç­lar dün bir lok­ma bir hır­ka di­yor­du.
M. Fa­tih Sa­raç, İlim Yay­ma Vak­fı­‘nın ge­nel baş­kan yar­dım­cı­lı­ğı­nı yü­rü­tü­yor­du. “Müs­lü­man Tür­ki­ye­” şia­rıy­la 1985’te, İs­la­mi ki­tap, der­gi ya­yın­la­mak, mat­ba­a ve cilt ma­ki­ne­le­ri ti­ca­re­ti yap­mak üze­re, Ri­sa­le Ba­sın Ya­yın Li­mi­ted Şir­ke­ti­‘ni kur­du­lar.
Ya­sin El Ka­dı­’nın Tür­ki­ye­’de kur­du­ğu EL­LA Film Ltd. bu şir­ke­te re­fe­rans ol­du. El Ka­dı­’nın Ca­ra­van Dış Ti­ca­ret ve İn­şa­at Ltd. ad­lı şir­ke­tin­den, Ri­sa­le Ltd.’e sü­rek­li ve muh­te­lif mik­tar­lar­da pa­ra trans­fer­le­ri yapıldı.
Şir­ket­le­ri Ri­sa­le Ba­sın Ya­yı­n’­ın adı­na son­ra tu­rizm, in­şa­at, ih­ra­cat, it­ha­lat ek­le­di­ler.
M. Fa­tih Sa­raç, hiç bir de­ne­yi­mi­nin ol­ma­dı­ğı gı­da, in­şa­at ve ti­ca­ret sek­tö­rü­ne Ya­sin El Ka­dı ile bir­lik­te gir­di. Yüz­de 5-10 gi­bi azın­lık his­se­le­ri kar­şı­lı­ğın­da, El Ka­dı­’nın Tür­ki­ye­’de­ki iş­le­ri­ni yü­rüt­tü.
Sa­raç­lar kı­sa sü­re­de do­lar mil­yo­ne­ri ol­du.
M. Fa­tih Sa­raç, Al­bay­rak­lar Gru­bu ile Ye­ni Şa­fak Ga­ze­te­si­‘ni çı­kar­dı.
Mes Ya­tı­rım Da­nış­man­lı­ğı’nı kur­du. Tüm bun­la­rı ya­par­ken; M. Fa­tih Sa­ra­ç’­ın he­sap­la­rın­da 1997-2001 dö­ne­min­de 621.993.232.277.00 TL’­lik bir meb­lağ iş­lem gör­müş­tü. Oy­sa o ta­rih­ler ara­sın­da M. Fa­tih Sa­ra­ç’­ın her­han­gi bir fer­di iş­let­me­si ya da ver­gi da­ire­si­ne kay­dı yok­tu.
Ka­ran­lık iş­le­rin bo­yu­tu­nu gö­rü­yor mu­su­nuz? Bu­na kim­ler ne amaç­la göz yum­du?
17 Ara­lık Ope­ras­yo­nu­’n­dan son­ra he­men her gün M. Fa­tih Sa­ra­ç‘­la il­gi­li bir ha­ber çı­kı­yor.
Ba­ka­lım hep­si­nin al­tın­dan ne çı­ka­cak?
As­lın­da…
Ame­ri­ka­lı Müs­te­şar Da­vid S. Co­hen ne ola­ca­ğı­nı söy­lü­yor!
Bi­li­nir ki, Ame­ri­ka kul­la­nır kul­la­nır çöp te­ne­ke­si­ne atar
İşte, Menemen Ayaklanması’na katılan
SARAÇ AİLESİ TARİHİ
M. Emin Saraç Tokat Erbaalı‘ydı.
Dedesi; Nakşibendi Üzeyir Efendi‘ydi; Niksar Keşfi Camii Medresesi’nde müderris idi. Babası Mustafa Efendi hafızdı.
Ali Haydar Efendi’nin şeyhi Mustafa İsmet Efendi’nin Erbaa’daki hulefasından Bahrullah (Mustafa) Efendi‘ye bağlıydılar.
Her ikisi de Menemen isyanını destekledikleri için yargılandı. İdamdan kurtuldular; 6 ay hapis yattılar.
İmam Şafii ve İmam Malik’in tavsiyelerine uyan M. Emin Saraç, doğum yılını söylemiyor. Erbaa’nın Tanoba Köyü’nde doğdu. Sünni Türk köyüydü. Tanoba internet sitesinde şu bilgi var:
Ermeni tehcirinin olduğu 1915 senesinde Dersim’den üç aile köye getirildi ve yerleştirildi.
M. Emin Saraç’ın söylediğine göre, dedesinin yanında 6 yaşında Kur’an-ı Kerim’i hatmederek hafızlığa başladı.
1940-43 yıllarında Niksar-Merzifon’da mukabeleler okudu.
1943’te ailesi tarafından tahsil için kardeşi Osman ile birlikte İstanbul Karagümrük’teki Üçbaş Mescidi’ndeki Ali Haydar Efendi‘nin yanına gönderildi. Kardeşleri Bahaaddin ve Yusuf köyde kaldı.
Mısır’da Şeriat Eğitimi
İstanbul’daki hoca kimdi?
Ahıskalı Ali Haydar Efendi; K. Irak Süleymaniye doğumlu, Nakşibendi Şeyh Halid-i Bağdadi (1776-1826), Halidiye kolundan Mustafa İsmet silsilesinin 34. sıradaki mürşidiydi.
Topbaşlar’ın bağlandığı Ramazanoğlu Mahmud Sami Efendi; Erbakanlar’ın Özallar’ın bağlı olduğu Mehmet Zahit Kotku ve İsmailağa Dergahı’nın şeyhi Mahmut Ustaosmanoğlu öğrencileri arasındaydı.
İstanbul’da Nakşiler dört koldu:
Birincisi Mustafa İsmet;
İkincisi (Ahmet Ziyaeddin Gümüşhanevi’ye icazet vererek Gümüşhanevi tekkesinin kurulmasını sağlayan) Şamlı Ahmet Süleyman Ervadi;
Üçüncüsü (Menemen isyanı nedeniyle yaşlı olduğu için idamdan kurtulan, oğlu asılan) Erbilli Esad Erbili;
Dördüncüsü (Menemen ayaklanması nedeniyle yargılanan) Abdülhakim Arvasi.
Ali Haydar Efendi, İskilipli Atıf Hoca olayıyla ilgili cezaevinde yattığından İsmet Efendi Dergahı sürekli gözlem altındaydı. Bu nedenle öğrencileri M. Emin ve Osman Saraç’ı Fatih Camii Baş İmamı Ömer Efendi‘ye emanet etti.
Saraç kardeşler, Fatih Camii’nde üç ay misafir kaldıktan sonra tekrar hocasının yanına Karagümrük’teki Üçbaş Medresesi‘ne gitti.
Üçbaş Medresesi’nde 1950’ye kadar kaldılar. Bu süreçte Gümülcineli Mustafa Efendi, Muhaddis İbrahim Efendi, Arnavut Hüsrev Efendi, Silistreli Süleyman Hilmi (Tunahan) gibi zatlardan da tefsir, hadis, fıkıh, usul dersleri okumaya devam ettiler.
1950’de Ali Haydar Efendi eğitimlerini tamamlaması için Saraç kardeşleri Mısır’a gönderdi.
Şeyhlerinden selam getirdikleri Kahire’deki şahıs kimdi dersiniz:
İngiliz Muhipler Cemiyeti kurucusu; Sevr Antlaşması’nın imzalanması ile Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in idamına fetva veren; Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkan; Mustafa Kemal’e hakaretler eden ve Cumhuriyet’in 150 kişilik hain listesinde adı bulunan eski Şeyhülislam Mustafa Sabri idi!
Bir diğeri de, yine Cumhuriyet devrimlerinden kaçan Düzceli Mehmet Zahit Kevseri’ydi.
Saraç kardeşlerin Kahire’de referansları iyiydi; Mısır’da el üstünde tutuldular; Kral Faruk, Bağdat Oteli’nin 7-8’inci katlarını onlara tahsis etmişti.
Ezher’de “Külliyyetü’ş-Şeria” (Şeriat Fakültesi) imtihanı kazandılar. Bir gün Türkiye’nin şeriat hukukuyla yönetileceğine inanıyorlardı.
Türkiye’den hacca Mısır üzerinden giden Nuri Topbaş ve Hulusi Topbaş gibi işadamlarıyla tanıştılar. Maddi yardım aldılar.
Cemal Abdül Nasır‘ın iktidara gelmesiyle eski olanakları kısıldı. Ama yine de 1958’e kadar Mısır’da kalıp dini eğitimlerini tamamladılar.
AP milletvekili
Türkiye’ye gelince; Osman Saraç, Şeyh Ali Haydar’ın torunu, Osman Nuri Efendi’nin kızıyla evlendi. 1965’te Adalet Partisi Tokat Milletvekili oldu. 1998’de öldü.
M. Emin Saraç ise, Ali Haydar Efendi’nin “sağ gözüm” dediği, Esad Erbili müritlerinden
Eminönü Müftüsü Ali Yekta Efendi’nin kızı ile evlendi. Bu evlilikten; Fatih Saraç (1960) ve Türk Edebiyatı Profesörü M. A. Yekta Saraç (1963) doğdu. (Başbakan Erdoğan, Yekta Saraç’ı YÖK‘e atadı. Başkan olmasını A. Gül engelledi. Başkanvekili oldu.)
M. Emin Saraç, Mısır dönüşü, İstanbul İmam Hatip Lisesi‘nde hocalık yaptı. 3 yıl çalıştı. İzmir ve İstanbul’daki askerliği ardından, Arapça-Osmanlıca bildiği için Ankara Evkaf Müdürlüğü’nde memur oldu. Ayrıldı. İlim Yayma Cemiyeti‘nin Yüksek İslam Enstitüsü talebeleri için ilk defa açtığı kursta çalıştı. Buradaki hocalardan biri de Numan Kurtulmuş’un babası; İlim Yayma Cemiyeti’nden İsmail Niyazi Kurtulmuş idi.
Saraç, bir ara 1976-1979 arası Diyanet İşleri Başkanlığı Haseki Eğitim Merkezi’nde ders verdi.
Yüzlerce öğrenci yetiştirdi: Osman Nuri Topbaş, Prof. Dr. Cevat Akşit, Prof. Dr. Osman Öztürk, Prof. Dr. Kemal Sandıkçı, Prof. Dr. Ahmet Turan Arslan, Prof. Dr. Mehmet Bulut, Prof. Dr. Mustafa Avcı, Prof. Dr. İbrahim Hatiboğlu, Doç. Dr. Seyyid Bahçıvan, Yrd. Doç. Dr. Halil İbrahim Kutlay, Yrd. Doç. Dr. Abdullah Özcan, Dr. Ahmet Efe ve Prof. Dr. Numan Kurtulmuş gibi isimler.
AKP-HAS Parti’nin birleşmesinin perde arkasındaki ismiydi.
Bugün…
Fatih Camii’ndeki “öğretmenliği” sürüyor. Fıkıh, hadis, tefsir öğretmeye devam ediyor.
Osmanlı hayranı ve kendini hep bir Osmanlı alimi olarak görüyor!
Kuşkusuz…
Koyu bir Atatürk karşıtı…
Hiç tesadüf değil; Yasin El Kadılar ile ilişkilere bu açıdan da bakmak gerekiyor.
Türklükten istifa etti
Yunanistan’da çıkardığı ‘Yarın’ gazetesinde 1927 yılında yazdığı şiirde Türklüğüne tövbe ettiğini, Türklükten istifa ettiğini söyle yazdı:
Yalnız Müslüman ve insan
olarak kalmak üzere, Türklükten,
şeref ve izzetimle istifa
ediyorum Allah’ın huzurunda!..
 Soner Yalçın

Soner Yalçın