Milli Düşünce Merkezi'nden Sadi
Somuncuoğlu ve Milli İrade Bildirisi yazarlarından Sinan Meydan ve Banu
Avar'ın ana konuşmacı olduğu , moderatörlüğünü Buket Müftüoğlu ve Hakan
Paksoy'un yaptığı VATAN BÖLÜNMEZ toplantısının onur konukları, Şehit
Aileleri Federasyonu başkanı Hamit Köse ve Türk Boyları Konfederasyonu
başkanı Durhasan Koca idi. Toplantıda Prof. Hanım Halilova, Prof.
Nurullah Çetin, Anıl Çeçen, MİB yazarlarından enerji uzmanı Mustafa
Çınkı, Eğitimci Mahiye Morgül kendi konularında konuşmalar yaptı.
Kırşehir
Karacakurt Köyleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği'nden Serdar Güneş,
Antalya'dan Yörük Derneği'nden İsmail Akçay, 11 Kasım derneği'nden Recep
Özdemir, Kocaeli'nden MİB yazarı Seçkin Ergün'ün de katıldığı toplantı
gece yarısına kadar devam etti..
Ankara
toplantımızda konuşan Şehit aileleri federasyon başkanı Hamit Köse :
“Pazarlık Osloda başladı İmralıyla devam etti Kandille sürdürülüyor..
Hükümet yetkilileri bu hayasızlığı sürdümektedir!”
Türk Boyları Konfederasyonu başkanı
Durhasan Koca: “Birleşme yolları aranmalıdır. Ülkemizin milli kimliği
hoyrat tartışmalara konu yapılmaktadır. Emperyalistler silahsız işgalle
ülkeyi ele geçirmekte, beyinler işgal edilmektedir.. Devşirme sistemi
toplumu ele geçirmektedir.”
Tarihçi Yazar Sinan Meydan: “ 90
yıllık zulümden bahsedenler var.. Atatürk Cumhuriyeti 1939’da
kırılmıştır.. 1946’dan sonra ise tümüyle dönüştürülmüştür. Türkiye
Cumhuriyeti 90 yaşında değil, 15-20 yaşındadır. 15-20 yılda başarılanlar
bugün hala milleti ayakta tutmaktadır. Atatürk’ün formülü basittir:
Akıl artı Bilim eşittir Çağdaşlaşma ve laiklik. Cumhuriyet “imkân”dır.”
Devlet eski bakanı Sadi Somuncuoğlu:
“80 milyonluk bir ülke! Ve Vatan tehlikede… Gaflet hıyanet ve ihanet
içinde olan yöneticiler nedeniyle bu haldeyiz. Yetki verdiklerimiz
dünyada emsali görülmemiş bir ihanet içindeler. Bu nasıl görülemiyor.?!
Öyle teknikler kullanılıyor ki zihinler devşiriliyor, düşünceler
parçalanıyor, cehenneme götürülürken insanlar cennete gideceklerini
zannediyor.. O zaman bu teknikleri çözmemiz lazım!”
Gazeteci
yazar Banu Avar: “ Önce partim değil Önce Vatan diyerek bir araya
gelirsek tüm engelleri aşabiliriz. Dini hassasiyeti öne çıkaranlar,
Türkçüler, Milli Sol biraraya gelirsek önümüzde kimse duramaz ve durumla
mücadele etmek mümkün olur. Devşirilme süreci bir kanser gibi ülkede
yayılmıştır. 60 yıldır en üstten en alta kadar devşirme operasyonu
dikkatle sürdürülmüştür.. Şimdi dikkatlerimizi bu süreci ters çevirmeye
odaklamalıyız.”
Bu toplantılar İstanbul ve İzmir de sürecektir.. Katılımcıların birbirinden değerli konuşmaları da ayrıca yayınlanacaktır.
6 Kasım 2013 Çarşamba
HASTANELERDE fişlenmeyi yargıtay durdurdu!
Hastanede fişlenmeyi yargıtay durdurdu!
Devlet ve özel hastanelerde
kullanımına başlanan avuç içi tarama sistemi yargıtay kararıyla durduruldu
Danıştay 15. Dairesi, halk arasında ‘avuç içi tarama’
olarak bilinen ‘biyometrik kimlik doğrulama’ uygulaması hakkında yürütmeyi
durdurma kararı verdi.
Açıklamalarda bulunan Lokman Hekim Hastaneleri Tıbbi
Hizmetler Direktörü ve Özel Hastaneler Platformu Derneği Başkan Dr. Mehmet
Altuğ, Türkiye’de hizmet veren 576 özel hastanenin, yaklaşık 24 milyon TL
ödeyerek ortalama 13′er adet avuç içi tarama cihazı satın aldığını belirtti.
Uygulamanın iptaliyle 24 milyon TL’lik cihazların özel hastanelerin elinde
kaldığını ifade eden Dr. Mehmet Altuğ, “Bir sendika Danıştay 15. Daire’ye
başvurarak sistemin kaldırılmasını istedi.
KİŞİLİK HAKLARINA AYKIRI
Anayasa’nın ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
kişilik haklarını koruyan maddelerine atıf yapan Danıştay 15. Dairesi,
biyometrik kimlik doğrulama sistemini hukuka aykırı bularak sistem hakkında
yürütmeyi durdurma kararı verdi. Uygulamanın başlamasıyla büyük sıkıntı yaşayan
özel hastaneler, uygulamanın iptaliyle yine sıkıntıya girdi.
HASTANELER ZARARDA!
Sistemin uygulamaya başlanması ve iptali en çok özel
hastaneleri mağdur etti. Biyometrik kimlik doğrulama sistemi 2013 yılı Aralık
ayında özel hastaneler için mecbur kılındı. Türkiye’de en fazla muayenenin kamu
hastanelerinde yapılmasına rağmen uygulama sadece özel sektörü kapsadı. Bu
karar alınırken sektörle hiçbir istişarede bulunulmadı. 576 özel hastane
ortalama 13′şer adet cihaz satın almak zorunda kaldı ve bunun için yaklaşık 24
milyon TL ödedi. Şimdi sistem iptal edildi ve cihazlar elimizde kaldı. Sağlık
Uygulama Tebliği’ndeki (SUT) rakamlar yıllardır yerinde sayarken, sektöre her
gün yeni yükler yükleniyor. Cihazların maliyeti 24 milyon TL’yi geçiyor. Şimdi
bu cihazlar ne olacak? Biz sektör olarak bunu merak ediyoruz. Sektörün bu
mağduriyetinin önlenmesini talep ediyoruz. Yetkililerin bu konuda duyarlı
olacaklarına inanıyoruz” dedi.
Konu:
“ Özel
Hasteneler, Parmak İzi, Avuç İçi Damar İzi” 06.11.2013
Kod: 32.011.159
BASIN
AÇIKLAMASI
İlimizde bir süredir Özel Hastanelere tedavi amaçlı başvuran
yurttaşlardan Avuç içi damar izi alınması uygulaması yapılmaktadır. Avuç içi
damar izi uygulamasını reddedenlerden ise 60 TL gibi yüksek bir ücret
alınmakta, ayrıca SGK tarafından ilaç bedelleri ödenmemektedir.
Bu uygulama yürürlükteki hukuk düzenine ve Anayasamıza açıkça
aykırıdır. Hastaların zımni rızası olsa
bile, bu tek taraflı işlemin hukuki bir dayanağı yoktur. Kişisel veri
kapsamındaki bu tip verilerin toplanması kişinin açık rızasına bağlıdır. Ancak
kişinin bu rıza beyanının geçerli olabilmesi için kişinin hiçbir baskıya maruz
kalmaksızın, özgür iradesiyle tereddüde mahal vermeyecek şekilde rıza
verdiğinin kanıtlanması gerekir.
Bu çerçevede hasta tedavisinin yapılmayacağı, parasal yaptırımla
karşılaşacağı kaygısı ile verdiği rızanın gerçek ve açık bir rıza olarak
yorumlanamaz.
Avuç içi damar izi gibi kişisel veri niteliğindeki bilgiler ancak
belli koşulların varlığı halinde ve usule uygun olarak yapılabilir. Ulusal ve uluslar
arası hukuk bunu gerektirir.
Kimlerin hangi koşullarda parmak izi, avuç içi damar izinin
alınabileceği Ceza Muhakemesi Kanunun 81. Maddesinde şöyle düzenlenmiştir.
“(1) Üst sınırı iki yıl veya daha
fazla hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı şüpheli veya sanığın,
kimliğinin teşhisi için gerekli olması halinde, Cumhuriyet savcısının emriyle
fotoğrafı, beden ölçüleri, parmak ve avuç içi izi, bedeninde yer almış olup
teşhisini kolaylaştıracak diğer özellikleri ile sesi ve görüntüleri kayda
alınarak, soruşturma ve kovuşturma işlemlerine ilişkin dosyaya konulur.
(2) Kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz süresinin dolması, itirazın reddi, beraat veya ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilip kesinleşmesi hâllerinde söz konusu kayıtlar Cumhuriyet savcısının huzurunda derhâl yok edilir ve bu husus tutanağa geçirilir.”
(2) Kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz süresinin dolması, itirazın reddi, beraat veya ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilip kesinleşmesi hâllerinde söz konusu kayıtlar Cumhuriyet savcısının huzurunda derhâl yok edilir ve bu husus tutanağa geçirilir.”
Ayrıca benzer bir düzenleme Polis Vazife Ve Salahiyet Kanunu’nun 5. Maddesinde yapılmıştır.
Buna Göre; parmak
izi, avuç içi damar izinin yalnızca Cumhuriyet savcılarının emri ile kolluk
güçleri tarafından kaydedilebileceği ve saklanabileceği açıkça düzenlenmiştir.
Özel kişi ve kurumlara parmak izi, avuç içi damar izi ve benzeri
kişisel veri toplama yetkisi veren herhangi bir yasal düzenleme bulunmamaktadır.
Yani Özel hastanelerin hangi amaçla olursa olsun parmak izi, avuç
içi damar izi ve benzeri kişisel verileri toplama, saklama, kaydetme yetkisi
verilmediğinden, kişinin geçerli rızası bulunsa dahi bunun hukukta herhangi bir
karşılığı bulunmamaktadır.
Bu uygulama Anayasamızın Kişisel bilgilerin korunması başlıklı
20. Maddesine
“(1) Herkes, kendisiyle ilgili kişisel
bilgi ve verilerin korunması hakkına sahiptir.
(2) Bu bilgiler, ancak kişinin açık rızasına veya kanunla öngörülen meşru bir
sebebe dayalı olarak kullanılabilir. Herkes, kendisi hakkında toplanmış olan
veya kayıtlarda yer alan bilgilere erişme, bunlarda düzeltme yaptırma ve bu
bilgilerin amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenme hakkına
sahiptir. “ hükmüne de aykırıdır.
Bu durumda Özel Hastaneler yürürlükteki yasalara ve anayasaya aykırı bir uygulama içindedirler.
İleride bu kişisel verilerin hangi amaçla kullanılacağı bilinmemektedir. Bu uygulama kişilerin tedavi gibi yaşamsal bir zorunluluğu kullanılarak kişisel verilerinin hukuk dışı yollarla ele geçirilmesidir. Bir anlamda özel hastanelere başvuran her yurttaşımız rızası ve iradesi olmaksızın “fişlenmektedir”.
Konu ile ilgili olarak Yurttaşlarımızı uyarmayı bir görev biliyoruz.
YÖNETİM KURULU
ADINA:
Mahmut
ÖZYÜREK
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI
5 Kasım 2013 Salı
Sanki Büyük Ortadoğu Projesi'nin Genelkurmay Başkanı!
Genelkurmay sitesinden 30
Ekim'de, Şırnak Cizre'de bir askerin YDG-H üyeleri tarafından bıçaklanmasıyla
ilgili olarak yapılan açıklamada "terör örgütüne müzahir bir parti"
ifadesi nedeniyle Genelkurmay Başkanlığı Genel
Sekreterlik aracılığı ile Terör örgütü PKK’nın siyasi uzantısı BDP’den özür diledi. Bu olay PKK ve yandaş partisinin
onurlandırılması, Türk Silahlı Kuvvetlerinin
itibarsızlaştırılmasıdır.
Böylece, Genelkurmay Başkanı, hem
hükümetin, hem de Terör örgütü yandaşlığı ve hamiliği tescilli BDP’nin yüksek
övgü ve takdirine mazhar olmuştur!
Genel Kurmay Başkanı, PKK terör
örgütü ve onun destekçileri ile mücadele veren silah arkadaşları zindanlarda
çürütülürken onlara sahip çıkmak bir yana, silah arkadaşlarına “Marjinal grup” yakıştırması yaparak, cumhuriyet düşmanları
ve bölücüleri yüreklendirici tutum ve davranışlar sergilemeyi sürdürmektedir.
Genel Kurmay Başkanı Necdet ÖZEL; "terör
örgütüne müzahir bir parti" oldukları,
mahkeme kararları ve kendi ifadeleri ile tescilli olan BDP’den özür dilemek
yerine, Bu partinin “müzahir” olduğu
(desteklediği, yardım ettiği, arka çıktığı)
PKK'nın, katlettiği 7.000 i aşkın Silahlı kuvvetler mensubunun ailelerinden ve Türk
Milletinden özür dilemelidir.
AKP, ABD ve PKK ile yaptığı pazarlıklar çerçevesinde asker sayısını
ve askerlik sürelerini azaltılırken, adım adım ABD'nin BOP gereği istediği "profesyonel
askerlik" yolunda ilerlenirken,
AKP iktidarınca “Açılım-Demokrasi
Paketi “ adı altında ülkenin ve ulusun genleri ile oynanırken, Genelkurmay Başkanı Necdet Özel sanki Büyük
Ortadoğu Projesi'nin Genelkurmay Başkanı gibi davranmaktadır.
AKP-PKK anlaşması sonrasında, PKK
gücünü arttırırken, eğitimli askerlerimiz bölgeden çekiliyor. Binlerce
PKK'lının ülkeye istediği gibi giriş çıkış yapması sağlanıyor. Ulusal
sınırlarımız kevgire dönmüş ama sınırları korumak ve savunmak asli görevi
olanlar, iktidar buyruğu gereği bu ihaneti görmezden gelebiliyorlar.
Şimdi Soralım;
“Biz bütün siyasi akımlardan uzak
durmaya çalışıyoruz” diyen genelkurmay başkanı; Askerliğin kısaltılıp kısaltılmayacağı, İç
hizmet yasası değişikliği, profesyonel askerlik konuları öncelikle Genelkurmay
karargâhında ele alınması gerekirken, AKP
karargâhında karar verilmesinden rahatsızlık duymuş mudur?
Türkiye Cumhuriyetinin
ulusal çıkarlarını değil, Uluslararası güç odaklarının Türkiye Acenteliğini
yapan, “Laik Demokratik Cumhuriyet Karşıtlığı” Yüksek Mahkeme Kararı ile
tescilli AKP’nin iktidar hesaplarının gerçekleşmesine katkı koyan,
destek veren bir Genel Kurmay Başkanı;
Siyasi akımları Türk Silahlı Kuvvetlerinin
içine sokmuş ve “Türk Silahlı Kuvvetlerini karşı devrimin
muhafızı” durumuna düşürmüş olmuyor mu?
PKK’yla, terörle mücadele eden Türk askerlerinin,
devresini şehit veren komutanların, “terörist katliamı(!)”yla suçlanması,
yargılanması, cezalandırılmaları, Kahramanlardan “darbeci”, “katil” yaratılması, bu yolla Türk
Silahlı Kuvvetlerinin itibarsızlaştırılarak tasfiye edilmesi karşısında
suskunluk ülkeye ihanet değil midir?
Terör
örgütü PKK'dan “Özür dilemek” yerine, yalnızca
son iki ayda 710 subay 1308 astsubayın istifa etmiş olmasının nedenlerini
Türk halkına açıklamanız gerekmiyor mu?
Bir Genel Kurmay Başkanının; ABD'nin BOP gereği dayattığı "profesyonel
askerlik" yolunda AKP ile birlikte canhıraş çaba içinde olması, tarihe bağımsızlık savaşları ile adını yazdırmış Türk
Ordusu’nun onurlu geçmişini silmek, Türk Silahlı Kuvvetlerinin “Dünü”nü yok
ederek, “yarınının” da “yeniden tasarımlamak” anlamına gelmez mi?
Bu sorular göstermektedir ki, Türk Silahlı
Kuvvetleri
ılımlı İslamcı bir orduya dönüştürülmek,
Orta Doğu coğrafyasında emperyalist güçlerin arzu ettiği şekilde sınır
ötesinde kullanılmak, Kısacası RTE'nin söylemi ile “Yeni bir Türkiye, yeni bir
Silahlı Kuvvetler” yaratılmak amaçlanıyor.
Türkiye'nin çevresi ateş çemberi ile kuşatılmışken, İktidar ülkemizi, sınır komşumuz olan hemen
tüm ülkelerle savaşın eşiğine getirilmişken,
hiçbir önlem alınmadan askerliğin düşürülmesi, Türk Silahlı Kuvvetlerinin
en üst komutanlarına operasyonlar yapılması,
PKK’yla, terörle mücadele eden, Ülke
güvenliğinin dış odaklardan bağımsız olabilmesi için proje üreten Subayların,
zindanlara atılması, bu
yaşananlara isyan eden komutanların görevlerinden istifa etmeleri/ettirilmeri
Türkiye’nin yarınlarının ciddi tehdit altına sokulduğunun göstergeleridir.
Tüm bu nedenlerle, Genel Kurmay
Başkanı Org. Necdet ÖZEL’İN onurlu bir davranış göstererek istifa etmesi
kanımızca bu ülke ve ulusa yapabileceği en anlamlı hizmet olacaktır. 05.11.2013
Mahmut ÖZYÜREK
Ulusal Eğitim Derneği
Isparta Şube Başkanı
2 Kasım 2013 Cumartesi
Gaflet ve Dalaletin Son Durağı
Cumhuriyetin
90. Yılı kutlamalarından yalnızca bir gün sonra cumhuriyet rejimine meydan
okuyacak kadar fütursuzlaşan AKP Konya Milletvekili Gülay Samancı,
Kahramanmaraş Milletvekili Sevde Beyazıt Kaçar, Denizli Milletvekili Nurcan
Dalbudak ve Mardin Milletvekili Gönül Bekin Şahkulubey, TBMM Genel Kurulu
çalışmalarına başörtülü olarak katıldı.
Böylece
“Türban” ve temsilcisi olduğu “siyasal İslam” Türkiye’de yaşamsal bir mevziiyi
daha ele geçirmiş oldu.
Türban
bugün siyasi simge olmasının ötesinde tartışmasız karşıdevrimci, dinci, gerici
çevrelerin bayrağı haline gelmiştir. Bu bayrağın anaokulundan üniversitelere,
devlet kurumlarına ve TBMM de meşrulaştırılması karşıdevrimci güçler adına bir
mevzi kazanımıdır. Ayrıca emperyalizmin ülkemize biçtiği ılımlı İslam
cumhuriyeti yolunda zorlu bir dönemeç böylece aşılmıştır.
Cumhuriyete,
haçlı irticanın ölümcül darbeleri indirilirken, cumhuriyeti devrimleri
savunmasını umutla beklediğimiz CHP ise; “Dertleri sadece seçim öncesinde bir türban
mağduriyeti yaratmaktır. Tayyip Erdoğan'ın elinden bu silahı alacağız" gibi
dostu, düşmanı şaşırtan bir gerekçeyle, AKP’nin elindeki silahla cumhuriyet
mevzilerinin yıkılmasına yadsınamaz büyük bir katkı koymuştur. Yani
kurucularını, kuruluş felsefesini ret ve inkâr ederek AKP Türkiye’siyle ne
denli uyumlu bir Y-CHP olduğunu sergilemiştir. Parti adına “Seçmene selam”
bağlamında yapılan konuşmalar ise tabandan gelmesi olası tepkileri bertaraf
etmeye yönelik olarak anlaşılmalıdır.
Bilinmelidir
ki “Altıok
savunulmadan, Kemalist Devrime sahip çıkılmadan Türkiye Cumhuriyetini korumak
olanaksızdır. Zafer ve başarı Emperyalizme, onun iş birlikçilerine, irtica ve
bölücülere ödün verilerek, onlara göz kırparak kazanılmaz”.
Türban
sorununun çözümü uzlaşma değildir. Çünkü Türkiye’de bir türban sorunu değil AB-ABD
destekli gericilik sorunu vardır. Gericilik ile mücadele ise
uzlaşılarak değil, Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığı gibi, beslendiği her türlü
kaynak yok edilerek verilir.
Atatürkçüler,
Atatürk’ün çözümlerini savunmalıdır. Mustafa Kemal Atatürk “Hocaları memnun edelim, İslam
âlemini memnun edelim, herkesi memnun edelim dersek amacımıza ulaşamayız. İşi,
günün koşullarına göre düzenleyenler esaslı devrim yapamaz. Bugünkü sefalet ve
rezalet içinde esasen kimseyi memnun etmeye olanak yoktur. Ülke gelişmiş, ulus
zengin olduğu zaman herkes memnun olur” demektedir. Bu nedenle
gericiliğe ödün vermek, gerici kalkışmaları hak ve özgürlük olarak kabullenmek,
Cumhuriyetin, devrimlerin reddi ve inkarıdır.
1925
yılındaki Şapka ve Kılık Kıyafet Kanunu teklifinin Meclis'te görüşülmesi
sırasında, Bursa Milletvekili Nurettin Paşa, teklifin Anayasa'ya ve insan
haklarına aykırı olduğunu savunur. Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, karşı
çıkar ve "Özgürlüğün kaderinin, gericiliğin elinde oyuncak haline gelmek
olmadığını" vurgulayarak yanıtlar. Rize Milletvekili Ekrem Bey ise
"Devrim Meclisi olsaydınız burada
mali bir kanun tartışır gibi onunla tartışmayacak, o adamı söyletmeyecek ve
derhal kolundan tutarak içinizden atacaksınız ve sonra da milletvekilliğinden
çıkaracaktınız" der. İşte Devrim ve Cumhuriyet böyle savunulur.
Laik
devlette, hukuk devletinde “Kanunlar, tüzükler ve yönetmelikler, “Allah’ın
emrine” göre yapılamaz. Kimse, Meclisteki giyimini “Allah’ın emri” ne göre veya
bireysel özgürlük gerekçesiyle seçmeye kalkamaz. Her dinin başka Allah’ı var ve
emirleri farklıdır. Kimi mezhepler kadının tek gözle baktığı bir örtüyü
Allah’ın emri sayıyor. İş “Allah’ın emrine bırakılırsa”, dinler, mezhepler,
inançlar, düşünce ve kanaatler arasında eşitlik kalmaz. Özgürlük de kalmaz.
Nitekim kalmamaktadır. 7. yüzyıl toplumunun gereklerine göre konmuş kuralları
bugün geçerli hale getiremezsiniz. Ancak din ticareti yaparsınız ve insanları
Allah’la aldatırsınız.”
Kamuda(TBMM
de kamusal alandır) türban, laiklik ilkesi ile bağdaşmaz. Anayasa’nın 42.
maddesi ve 174. maddesi, 1, 2 ve 3’üncü maddeleri yürürlükte olduğu sürece
kamuda türban olanaksızdır. Bu nedenle AKP yüzde yüz anayasa suçu işlemektedir
Meclise
türban operasyonu bir kez daha göstermiştir ki, CHP'nin tam bağımsızlıkçı,
antiemperyalist, aydınlanmacı direncini kırmak, gerici saldırılara karşı
direnecek bütün güçleri etkisizleştirmek amacıyla düzenlenen uluslararası
operasyonun sonuçları bir bir ortaya çıkmaktadır. Bu bizim kurgumuz
değil, bizzat operasyonu planlayanların açıklamalarıdır.
Amerikan
RAND düşünce kuruluşunun daimi politik danışmanı, ABD Merkezi Haber alma
Teşkilatı'nın (CIA) eski yöneticisi, ABD Dışişleri Bakanlığı görevlisi Graham
FULLER; “Türkler Kemalizm’i terk edip ılımlı İslam’ı benimsemelidir. Ilımlı
İslam, Kemalizm’i silmeye yönelik bir karşı devrimdir ve bu devrimin
karşısındaki tek güç Türk Ordusu ile ulusalcı aydınlardır ve TASFİYE EDİLMELERİ
gerekir” diyor.
Bu
nedenle, tüm bu operasyonların arkasında duran emperyalizme, sömürüye,
NATO’culuğa, AB’ciliğe karşı mücadele vermeden, emeğin, emekçinin, üreten
köylünün haklarını savunmadan laikliğin devrimci savunusunu yaptığını,
gericilikle mücadele verdiğini söylemek, karşıdevrime dönüşmüş sistemin
varlığını ve sürekliliğini savunmaktan başka bir anlam taşımaz.
Karşıdevrime dönüşmüş sistemin varlığını ve sürekliliğini savunmak ise
Gaflet ve dalaletin ve hatta ihanetin son durağıdır02.11.2013
MAHMUT
ÖZYÜREK
ULUSAL
EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)