20 Şubat 2013 Çarşamba

Hepimiz "Kürt'üz" Dedirtmek İçin mi?!


PKK’nın siyasi kolu BDP ve diğer etnik grupları CIA direktifinde ‘hareketlendirmek’ için kurduğu ‘Halkların Demokratik Kongresi’ oluşumu Atlantik ötesinden verilen emirle Karadeniz turuna karar verdi.
2009’da Habur, 2012’de Oslo ifşaası ve İmralı-Turları...
2013 hızlı başladı...

Ocak: Paris’de infaz edilen PKK’lıların cenazesinin Diyarbakır’dan kaldırılması!
Şubat: BDPKK’nın, Karadeniz çıkartması!

Washington’dan verilen yol haritasına göre ;
Türk milleti kimliksizleştirilecek, ‘Türk’ kavramı yok edilecek!..
Koltuk sahipleri çıkıp ‘Türk milliyetine ve Türk milletine’ küfür edecek.
Medya sabah akşam “Türk denen şey yalan, her şey yalan” diyecek. Arada binlerce polis, asker şehit edilecek!
Bu arada her 4 kişiden biri işsizleşecek, işsizler tv yarışmalarında ödül kapmak için birbirini yiyecek!
Yarışmacılar eskaza gömleklerine Türk bayrağı iliştirirlerse, siyah bantla üstü örtülecek!
Bunlar sadece birkaç örnek!
Böylesi bir psikolojik savaş uygulanan başka bir millet yok...
Yazar çizeri sadece 'Batı'nın türküsünü söyleyecek, milletine ‘koyun’ diyecek, en ulusalcısı bile bölücüleri milletine tercih edecek...
Bu kadar yalnız bırakılmış başka millet yok!..

Ve tüm bu ahval ve şeraitte NATO askerleri vatan toprağına çöreklenecek, milletin ordusu dağıtılıp tarumar edilecek, yabancı üs ve tesis sayısı 40’ı bulacak, koltuk sahipleri: “Ne var! Burası NATO toprağı!” diyecek… Veeeeee tam o arada Amerikalı ajan, askeri istihbaratçı, psikolojik savaş erbabı, Samsun’da Adana’da, Trabzon’da, Sivas’da, İzmir’de, Eskişehir’de boy gösterecek.

Satın alınmış, sarartılmış, Soros çocuklarının sivil toplum örgütleri gazeteleri, tvleri, Kürt, Çerkez, Laz, ırkçılığı pompalayacak, “en iyi Türk ölü Türk” diyecek…
Ve, BDPKK; Karadeniz ‘barış’ turuna çıkacak!
Az zaman önce bir şehit daha veren Sinop’a gelecek, öğretmen evinden kafayı çıkarıp tepki gösteren şehit ailesi ve yakınlarına, “Ulan ne diyorsunuz o. çocukları, köpekler !”diye bağıracak.
Halk tahrik olunca, solcusu, sağcısı, halkı suçlayacak, yine ABD eliyle tezgahlanan Sivas katliamını hatırlatarak, ‘2. Sivas bu!’ diye bağıracak. Burada duralım!..

Sivas’ta olan ABD’nin, ‘sağ’ ‘dinci’ maskeli maşalarını sahneye sürerek, katliam yaptırmasıydı. Buradaki taktik farklı. Burada maşalar ‘sol’ maskeli, oyunları ‘mağduru’ oynayarak, saldırtmak’! Kışkırtmak ve yol almak!
Biri sayfaya yazmış: “Hakkari’ de, Şırnak'ta, Diyarbakır’ da bölücüler sokağa inince demokrasi! Samsun’da Sinop'ta Türkoğlu eline bayrağı alınca provokasyon!..”
‘Barış’ havarileri, önce Karadeniz ‘de ardından Akdeniz, Ege, Trakya’da ‘kardeşlerini kucaklayacaklarmış’! Yerel dertleri dinleyip, muhalefetin sesi olacaklarmış… ‘Türk’ olmayan tüm unsurları biraraya toplayacaklarmış…
İmralı’da yatan bebek katilini önce ev hapsine sonra meclise götürecek yolun taşlarını koyacaklarmış!
Bu, BDP’nin ‘Türkiye partisi’ olma turu... Karadeniz bu oyunu kustu...

Halkın sesi olduğu iddiasında olan bazı kesimler, mide bulandırıcı bu oyunu görenlere ‘ırkçı’ ‘faşist’ yakıştırması yaptılar.. Bu doğal… Emperyalizmin ‘bölme –çarpma’ planına karşı gelen herkes ‘ırkçı ve faşist’ olmakla suçlanacak, gerçek ırkçı ve faşistler arada işlerine bakacak!
‘Ulusal ses’ olduğu iddiasını taşıyan bir kesim tüm olanları görmezden gelecek!
Milliyetçi maskeli birileri ‘Bırakın ABD maşaları rahat iş görsün! Siz evinizde oturun!’ diyecek.
Şehit aileleri, esnaf, öğretmen, işçi, mahalle bakkalı, gençler, yaşlılar, örgütsüz HALK bunlardan uzaktı. Bayrağını kaptı, cellâdının maşaları kapıdan pencereden küfür sallarken, sadece ‘git evimden’ diyerek bayrağını salladı.

Süreç bir turnusol kağıdı! Herkes saflarını belli ediyor, milletten yana mısın, başka milletlerden yana mı, ayrışma son derece hızla ilerliyor. Bu milletin etnik kökenlere göre ayrışması değildir! ABD’nin ağzının suyu akarak beklediği, Kürt - Türk ayrışması da değildir. BDPKK, Kürtleri temsil edemez, etmemektedir!.. Sinop’ta da Samsun’da da Kürt kökenli, Çerkez kökenli bir çok vatandaş bu kışkırtma turunu protesto etmişlerdir!

Şimdi Akdeniz, Ege, Trakya turları yaparak, nabız yoklayacaklardır.
Bu turlarda Allah muhafaza kışkırtmaya gelen olur ya da provokasyon zamanı olduğunu düşünen birileri çıkar, istenmeyen durumlar yaratırsa, istedikleri ‘iklim’i yakalamış olacaklardır.
O iklim Ermeni ‘açılımı’na bahane hazırlamıştı! Hırant Dink’i kendi elleriyle katlederek Ermeni ‘açılımı’nı sağlamışlardı. O ‘iklim’le ‘Türk’, ‘katil’ ilan edilmiş, ‘Hepimiz Ermeni’ olmuştuk...
Belki de Washington’daki toplum mühendisleri, ‘Hepimiz Kürdüz!’ sloganını hazırlayacak benzer bir operasyon için yol haritası çizmişlerdir.
Sonuç olarak, şimdilik Karadeniz sağ duyuyla oyunu tersine çevirmiştir. Yurdun her yanında bu sağduyu bu akıl önplânda olacaktır. Bu millet bu oyunları tersine çevirecek güçtedir ve bu süreç tüm unsurlarıyla bu milleti tek yumruk yapacaktır. Millî olanlar ve gayrı millî tüm açıklığıyla ortaya çıkacaktır.


Banu AVAR, 19 Şubat 2013
banuavar@superonline.com
Not: Sayın Banu AVAR, 19 Nisan Cuma günü İsparta  SDÜ'deaynı gece Burdur’da ADD davetlisi olarak söyleşi yapacaktır. Bilginize...

Tarih bu ihaneti mutlaka yazacaktır



B A S I N A Ç I K L A M A S I
(Türklüğü;  Adsız ve kimliksiz bir topluluğa dönüştürmek ihanettir. Tarih bu ihaneti mutlaka yazacaktır.)

Türkiye Kurtuluş savaşından buyana hiç olmadığı kadar dış tehditlere açık ve böylesi teslimiyetçi ve savunmasız duruma düşmemiştir
Başbakan Tayyip Erdoğan, Türklüğü, Türk kimliğini ret ve inkâr eden söylemini yineledi.  “Her türlü milliyetçiliği ayaklarının altına almış bir iktidarız. Bu süreçte kimse bizim karşımıza Kürtlükle çıkmasın, kimse bizim karşımıza Türklükle de çıkmasın…” diyerek Türk’ü, Türklüğü bir millet adı, bir millet kavramı olmaktan çıkarttı.
Türk adından, Türk kimliğinden ve Türklüğü anımsatan her olgu ve olaydan, şeytan görmüşçesine rahatsız olan bu zihniyetin, “TÜRKİYE VATANDAŞLIĞI” uydurması,  küresel yağmacı çetenin, yüz yıllık planlarının gerçekleşmesi Kimliği ile birlikte Türk ulusunun Anadolu’dan atılması hayallerine ulaşma sevdasıdır.
Emperyalizmin Ortadoğu’daki temel projesi 19. Yüzyıldan beri neredeyse hiç değişmemiştir. Bu proje Sevr’i, Türkiye’nin bölünerek Türkiye-İran-Irak- Suriye eksenli Kürt devletinin kurulmasını, İsrail’in varlığını sürdürmesini ve Ermenistan’ın yine Türkiye aleyhine genişlemesini hedeflemektedir. Böylece, Türkiye, İran ve Suriye’nin sömürgeleştirilmesi sağlanacak ardından da ABD, tüm Ortadoğu ve Orta Asya ya rahatça egemen olacaktır
Bu nedenle, Üniter yapı bozulup, parlamenter sistemin yerine Başkanlık sistemi dayatması yapılarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bir Amerikan projesi olan Ilımlı İslam modelinde "Federe Anadolu İslam Devletine" dönüştürüp, oradan da Yugoslavya örneğinde olduğu gibi küçük etnik devletçiklere ayrılması planlanmaktadır.
Türk Milliyetçiliği dışında; Arap, Kürt, Ermeni,  Amerikan milliyetçiliğini yücelten bu teslimiyetçi zihniyet, Türk milliyetçiliğini ayaklar altına almaya kalkışmaktadır.  Türk ulusunun varlığı, adı, kimliği kendi anayasasından çıkartılmak istenmektedir. Böylece birleştirici adından ve kimliğinden yoksun kalan halk içindeki etnik ayrımcılık körüklenerek, yeni çatışmalara zemin hazırlanacaktır.
Cumhuriyetten intikam almaya yeminli AKP-BDP ittifakı, olası bir Anayasa referandumunda, Türkiye Cumhuriyetinin kurucu unsuru olan “TÜRK  KİMLİĞİ” ni , Türklük kavramını oylamaya sunarak,  yüzyıllık emperyal proje olan, Türkiye’yi bölme, Kürdistan'ın kuruluşunu tamamlama hesabını yapmaktadır.
Öncelikle hatırlatalım ki; Türklük, Türk kimliği, Türk ulusuna birileri tarafından sunulan bir ad değil, Batılı yağmacılara karşı, savaş meydanlarında, Kan ve ateşle kazanılmış, Bağımsızlık savaşı sonunda kurulan Cumhuriyetin adıdır. Yani; Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına “Türk Milleti” denilmiştir. Türk adını, Türk kimliğini tarihten silme dalalet ve ihanetinin çığırtkanları bir an için bile bu gerçeği unutmamalıdırlar.
Tarihin hiçbir döneminde başka ulusların ayakları altına düşmemiş bu millet,  birkaç “inkârcı çığırtkana” teslim olmayacaktır.
Türklüğü, Türk kimliğini inkâr ederek, Türk ulusuna ihanet eden, Dürrizade Abdullahların, Nemrut Mustafaların,  Artin Kemallerin, Damat Feritlerin, Şeyh Saidlerin, İskilipli Atıfların hazin ve acı sonlarını nasıl görmüşsek, bugün  “Türk Kimliğini ayaklar altına aldığını”  söyleyerek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne ihanet edenlerin hazin sonlarını da mutlaka göreceğiz.
Nasıl ki 1920'li yıllardaki İhanet erbabı Zaferden sonra işbirliği içinde oldukları kimi Yunan Ordusu’nun, kimi İngiliz, Fransız Ordularının peşine takılıp, ihanet ettikleri vatanı terk etmek zorunda kalmışlarsa,   Bugünün inkârcıları da uşaklığını yaptıkları küresel yağmacılara sığınmak zorunda kalacaklardır.
Yönetim Kurulu Adına
O.Mümtaz ÇAPÇI
ADD ISPARTA ŞUBE BAŞKANI

17 Şubat 2013 Pazar

SİZ DE UYUYANLARDAN MISINIZ? “Dünyayı Kimler Yönetiyor?

CIA, FORD, ROCKEFELLER ve TAVİSTOCK (SİNAN MEYDAN)
CIA’nın yaklaşık 50 yıldır uyguladığı en etkili toplumsal kontrol yöntemlerinden biri kamuoyunu değişik yapay uyarıcılarla ve şişme gündemlerle uyutmaktır.
CIA, bu uyutma projesi için "insan hakları" ve "yardım kuruluşlarına" gizli fonlar aktarmıştır. "Eski Bir CIA yetkilisi, etkin ve prestijli vakıfların CIA’ya fon aktararak gençlik grupları, işçi sendiklaları, üniversiteler, yayınevleri vb kuruluşlara sayısız gizli operasyonlar düzenlettiğini, bunlara 1950′lerden itibaren ‘İnsan Hakları Gruplarının ilave edildiğini açıklamıştır. " (Erol Bilbilik, İşgal Örgütleri, CIA, NATO, AB, 2.bs, Asya Şafak Yay, İst, 2008, s.9)
CIA, kontrol etmek istediği ülkelerde operyasyon yapabilmek için Soğuk Savaş döneminin en önemli emperyalist kültürel projelerinden Ford Vakfı’nı ve Tavistock İnsan İlişkileri Enstitüsü’nü kurmuştur.
Ford Vakfı, ABD ve CIA’nın Avrupa’daki bütün gizli operasyonlarında görev almıştır. Vakfın temel amacı antiemperyalist ve ulusal sol hareketleri etkisiz kılmaktır. Guatemala’da Demokrat Arbenz ve İran’da Musatlık hükümetinim deviren, Küba, Dominik Cumhuriyeti ve Nikaragua’da açık insan hakları ihlalleri gerçekleştiren CIA’nın Ford Vakfı’dır.
CIA, toplum mühendisliğine soyunarak dünyayı ABD istekleri doğrultuusnda biçimlendirmek amacıyla ise Tavıstock İnsan İlişkileri Enstitüsü’nü kurmuştur. Enstitü, 1921′de Londra’da kurulmuştur. I ve II. Dünya Savaşı yıllarında Psikolojik Savaş Örgütü olarak çalışan Tavıstock Grubu, Rocefeller Vakfı’nın yaptığı büyük bağışlarla 1946 yılında görev alanını genişleterek yeniden yapılandırılmıştır. Rocefeller, Tavistock’a daha geniş çaplı psikolojik savaş araştırmaları yapma ve uygulama görevleri vermiştir. (Age, s.17).
Tavistock Enstitüsü’nün ilham kaynağı ünlü psikanalist Sigmond Freud’un "İNSAN DAVRANIŞLARININ KONTROLU" konusundaki araştırmaları olmuştur.Enstitü, insan davranışlarını kontrol ederek, toplumları ABD çıkarları amacıyla biçimlendirmek amacıyla kurulmuştur.
Tavistock, KİTLESEL BEYİN YIKAMA TEKNİKLERİNİ ilk defa Kore Savaşı’nda denemiştir.
"Geliştirilen, kalabalıkların kontrol metotları gizli ve halkın tepkisini çekmeyecek şekilde ABD halkı üzerinde denenmiş ve onların psikoljik tavırları tespit edilmiştir." (Age, s.18). Örneğin, 1933′de Tavistock Direktörlüğü’ne getirilen Alman Mülteci Kurt Lewin, ajanlarını düşmanalar arasına sızdırarak Harward Ünversitesi’nde geliştirilen propaganda ve beyin yıkama kampanyaları ile Amerikan halkını ABD’nin Almanya’ya karşı savaşa girmesi için hazırlamaya çalışmıştır. (Age, s.18).
Tüm CIA Programları TAVİSTOCK’un rehberliğinde oluşturulmuştur.
Roosevelt ve Churchill’in hava saldırılarının tümü Tavistock laburatuvarlarında kitlesel terörden elde edilen deneyimlere göre gerçekleştirilmiştir. (Age, s.18).
TAVİSTOCK’un önecelikli hedefi "halkın psikolojik gücünü kırmaktır." Bu amaçla Dünya Düzeni Diktatörlerine muhalefeti engellemek, aile bağını zayıflatarak, aile, din, onur, milliyetçilik ve seksüel davranışları çökertmek için teknikler geliştirmek Tavistock bilim adamlarınca yıllarca üzerinde çalışılan konulardır. (Age, s.18).
Tavistock Programları, kontrol edilecek toplumdaki "kişilerin kimlik ve ırksal mensubiyetlerinin çökertilmesine göre dizayn edilmiştir." (Age, s.19).
Tavistock stratejilerinden biri de "uyuştucu haplar" kullanılması ve "sesksüel davranışların çarpıtılmasıdır". Bu amaçla 1960′ların LSD aykırı kültürü ve öğrenci devrimi için CIA 25 milyon dolar para harcamıştır.(Age, s.19).
Bugün Tavistock, ABD’deki vakıflar ağını 6 milyar dolarlık bir bütçe ile faaliyette bulundurmaktadır. ABD’nin dünya düzeni üzerindeki kontrolünü artırmaya yönelik programlar üreten 10 büyük vakıf ve bu fakıflara bağlı olan 400 kuruluş, 3000 araştırma ve düşünce kuruluşu, Tavistock’un doğrudan kontrolu altındadır.(Age, s.20)
Tavistock Enstitisü ile kol kola çalışan Rockefeller Vakfı, aklınıza hayalinize gelmeyecek projelerle dünyayı kontrol etmenin hesaplarını yapmaktadır. Örneğin, Vakıf, dünya tarımını kopntrol etmek için projeler geliştirmiş ve uygulamıştır. Vakfın Direktörü Kenneth Wernimont bu projeleri Meksika ve Güney Amerika’da uygulamıştır. Programın hedefinde bağımsız çiftçiler vardır. Çiftçilerin yok edilmesi, bağımlı hale getirilmesi, üretimin bitirilmesi anlamına gelmektedir. Bu şekilde dünya ABD’ye muhtaç hale getirilmek istenmektedir.(Age,s.21).
Tavistock’un en önemli programlarından biri BEYİN YIKAMA TEKNİKLERİ’dir.Tavistock Enstitiüsü, sürekli ve kitlesel Beyin Yıkama yapmaktadır. İnsanların gerilim, korku ve endişe seli karşısında bırakılarak beyinlerinin sinirsel durumlarının değiştirilmesi amaçlanmaktadır.Nitekim Tavistock’un çalışmalarıyla, Küba Füze Krizi, bibiri peşi sıra dünyanın değişik yerlerinde siyasi liderlerin öldürülmesi, ve tvlerde hergün defalarca yayınlanan kanlı ve vahşi Vietnam Savaşı görüntüleri ile sarsılan ve bunalan 1960′lar Amerikan ve dünya gençliği zihinlerini sürekli meşgul eden milliyetçilik, sosyal sorumluluk, kamu yararı, etik değerler dünyasından uzaklaştırılarak, bireyselliği öne çıkaran Rocak müzik, uyuşturucular, holiganizm ve çarpık seks dünyasında teselli bulur hale getirilmiştir.
Özetle, CIA; Tavistock Enstitüsü, Ford Vakfı, Rokefeller Vakfı gibi kuruluışlarla hedef toplumları MIŞIL MIŞIL UYUTMUŞTUR.
NASIL UYUTULUYORUZ?
Uyutulucak toplum, öncelikle CIA uzmanlarınca siyasi, sosyal, kültürel ve psikolojik incelemelere tabi tutulur, daha sonra elde edilen veriler doğrultusunda o topluma uygun bir "uyutma paketi" hazırlanır ve bu uyutma paketi söz konusu toplumu istenilen yönde biçimlendirmek için yavaş yavaş uygulamaya konulur….
Uyutma paketi uygulamaya konulurken de çok dikkatli hareket edilir, söz konusu toplumdaki en güzide kişiler ve kurumlar seçilerek devreye sokulur… Zaman zaman bu kişi ve kurumlar bile "neye ve kime" hizmet ettiklerinden habersiz ABD ve CIA’nın gönüllü neferleri olarak toplumun uyutulması projeseinde yer alırlar. Uyutma Paketi daha çok medya iletişim araçlarıyla uygulanmaktadır.
Dr. Emery, Tavistock Enstitüsü’nün projeleri doğrultusunda toplumsal UYUTMANIN üç sahfada gereçekleştiğini belirtmiştir:
1. Sahfa: Moral değerlerini yitirme (Demoralisation)
2. Safha: Zihni Bölünme (Segmentation) Bu sahfada birey, zihninde yerleşik olan ulus devlet görüşünden kopar ve cemaat görüşüne geçer.
3. Sahfa: Zihni Ayrışma (Disassocation) Bu safhada birey, fantezilerle, gerçekleri birbirine karıştırıp bir anlamda "robatlaşmış bir birey" haline gelir. (Dr. Emery, "Gelecek 30 Yıl Konsept, Metot ve Antipati", Tavistock Magazine (Human Relations), ABD, 1967.)

TAVİSTOCK’UN TÜRKİYE’DEKİ AKTÖRLERİ
CIA’nın, Tavistock Enstitüsü aracılığıyla "uyutma paketi" uyguladığı ülkelerden biri de 1946′dan beri ABD’nin stratejik ortağı olan Türkiye Cumhuriyeti’dir… Türkiye Paketi, 1946′da hazırlanmış, 1950′lerden sonra ilk uygulamaları yapılmış, 1980′lerden itibaren ise uygulanmaya başlamıştır. Özal dönemi uyutma paketinin en iyi uygulandığı dönemlerden biridir. Nitekim o dönemde kurulan ilk özel tv’inin adının Magic Box star 1 (Sihir/büyü kutusu) olması çok manidardır!
Türkiye’deki "uyutma paketinin" belli başlı aktörleri şunlardır:
1. KİTLE İLETİŞİM ARAÇLARI: Bunlar bazı İnternet siteleri, bazı gazeteler, bazı radyolar ve özellikle de bazı Tv’lerdır. Ülkemizde 1990′lardan sonra büyük bir hızla artan kitle iletişim araçlarının önemli bir kısmı malesef hep CIA’nın Tavistock Enstitüsü’nün etkisi altında olmuştur. İnternet sitelerinden yerel gazetelere ve radyolara kadar her yere el kol uzatan Tavistock son zamanlarda Türkiye’de özellikle tv’leri ve gazeteleri kontrol etmek istemiş ve bunda da büyük oranda başarılı olmuştur. Bugün Türkiye’de TAVİSTOCK ENSTİTÜSÜ’nün BEYİN YIKAMA PROJESİ doğrultusunda yayın yapan çok sayıda büyük tv kanalı ve gazete vardır.Bu kitle iletişim araçları daha çok "dolaylı" yoldan Tavistoc’a hizmet etmektedirler. Öyle ki birçoğu ona hizmet ettiğini bilmememektedir. Daha çok reklam, daha çok tüketim, daha çok seks, daha çok eğlence, daha çok para, daha çok şehret…daha çok… daha çok… diyerek ortaya konan yayın ilkeleri (ilkesizlikleri) Tavistock’a yaramaktadır. Ayrıca bilerek isteyerek TAVİSTOCK’un kölesi olanlar da yok değildir! Hatta TAVİSTOCK, Türkiye’deki "sınırsız özelleştirme" furyasından yararlanarak kendi tv kanalını (kanallarını) kurmuş bile olabilir!!!
a) Zaman Tüketen, Yalnızlaştıran ve Tüketim Toplumu Yaratan Programlar: Bu programlar CIA’nın ve TIVİSTOCK’un aslında bütün "Turunucu Devrimler" yaşanan ülkelerde gösterime sokulmasını sağladığı PRİME TİME TV PROGRAMLARDIR. Bu programların özelliği, toplumun büyük bir kesimini aynı anda tv başına kilitlemesi ve bu büyük kitlenin adeta beynini ykamasıdır… Bu programlarda üç temel amaç güdlür. 1. Kamuoyunu anlık zevklerle uyuşturarak asıl sıcak gündemi unutturmak, 2. Akıl, bilim, çalışma gibi değerlerin yerine, şans, kadar, huarafeyi yerleştirmek; 3. Kapitalist ekonomiyi beslemek ve ayakta tutmak için sürekli tüketimi teşvik etmek… Ülkemizde bu amaçlara yönelik belli başlı programların hangileri olduğunu kolayca bulabilirsiniz. (Lütfen Türkiye’deki tv’lerin tamamını bu çerçevede değerlendiriniz, bakalım hangileri uyutma porejesinin birer parçası, hangileri değil!)
2. CEMAATÇİLİK: Atatürk, 20 yüzyılın başında gerçekleştirdiği "ulusal ve çağdaş" devrimle "tekke" ve "tarikatları" ve onların beslediği "cemaat kültürünü" ortadan kaldırmış, insanları Padişahın kulları olmaktan kurtarıp, "özgür bireyler" haline getirmiştir. Ancak 1950′lerden beri yaşanan ABD destekli KARŞI DEVRİM sürecinde Türk insanı yeniden BİRİLERİNİN KULU OLMAYA zorlanmıştır. Hatta zamanla insanlar "kul olmak için" cana atar olmuştur. Cemaatçilik; mezhepler, tarikatlar ve bunlar arasındaki ayrılıkların canlı tutulması Tavistock’un temel politikalarından biridir. İşte bu nokta da Türkiye’de yeniden tekkeler, tarikatlar ve CEMAAT KÜLTÜRÜ’nün önü açılmıştır. CIA, dinsel kaynaklı kişi otoritesine dayanan Cemaatçiliği, SİVİL TOPLUM adı altında, DEMOKRASİ adı altında topluma yaymaya çalışmaktadır… ABD’nin Türkiye’yi biçimlendirmede cemaatlere ne kadar büyük bir önem verdiğini ABD de ikamet eden FETHULLAH GÜLEN’e verilen destekten anlamak mümkündür… Burada amaç "özgür" akılla düşünen bireylerden, "bağımlı", sürüler (reaya) yaratmaktır. Çünkü "bağımlı sürüleri" gütmek (yönelendirmek) çok daha kolaydır.
3. EMPERYALİZME UYGUN MÜFREDAT ve SINAV BUNALIMI: ABD ve CIA’nın "uyutma paketinde" potansiyel tehlike olarak görülen gençlerin takip edilmesi, ABD çıkarlarına uygun olarak beyinlerinin formatlanması ve gerekirse "kıpırdayamaz" hale getirilmesi çok önemlidir. Bu çerçevede ABD ve CIA, 1949′dan beri Türkiye’de faaliyette bulunarak Türk gençlerini ABD çıkarlarına hizmet edecek biçimde eğitmek ve gerekirse hareketsiz kılmak için yoğun çaba harcamıştır. Öncelikle Türk Milli Eğitim Bakanlığı ABD’li uzamanların kontrolüne geçmiş ve Türk gençlerine "ulusal bilinç aşılayan" Atatürk’ün tarih kitapları kaldırılmıştır. Türkiye’deki müfredatı belirlemek ve ders kitaplarının içeriklerini saptamak için 4′ü Türk, 4′ü Amerikalı uzamandan oluşan "Fulbrayt Komisyonu" kurulmuştur. Atatürk’ün hazırlattığı (4 cilt) tarih kitaplarını, (ki bu kitaplar Türklerin uygarlık tarihine yaptıkları hizmetlerden söz eder) yerli işbirlikçilere kaldırtıp, onların yerine ABD çıkarlarına hizmet edecek tarih kitaplarını (ki bu kitaplar Türklerin sadece savaşçılıklarını anlatır) koyduran bu kuruldur.
Daha sonra yine MEB’deki ABD’li uzmanlarının önerileri ve istekleri doğrultusunda Türk gençlerini hareketsiz kılacak bir SINAV SİSTEMİ uygulamaya konulmuştur. 1960′larda ÜSS, 12 Eylül’de ÖSS ve ÖYS, 2000′lerde LYS ve SBS olarak adlandırılan Orta Öğretim ve Üniveriste Giriş Sınavları Türk gençlerini en verimli çağlarında TEST BUDALASI haline getirmiş, gelecek ve iş kaygısıyla üniversite kapılarına yığılan gençlik, siyasi, sosyal ve kültürel konulara kafa yormak yerine daha ilk okuldan itibaren ezbere dayalı ve sonuca endeksli TEST TEKNİĞİ ile adeta düşünmeyen, üretmeyen, anlamayan, analiz edemeyen "a politik" bir genç kuşak halini almıştır. Günümüzde CIA’nın Türkiye’den sorumlu uzmanları bu a politik kuşaktaki kısmı kıpırtılardan rahatsız olmuş olmalı ki, Türkiye’de, ilk öğretimden Üniveriste sonrasına kadar bir dizi yeni sınav uygulanması gündeme getirilmiştir. Son olarak üniveriste mezunu, üretmeye ve düşünmeye hazır genç kuşağı da "etkisiz" ve "edilgen" hale getirmek için KPSS icad edilmiştir. Türkiye’de Karşı Devrimin tarihiyle, test tekniğine dayanan sınav sisteminin neredeyse yaşıt olması sadece bir tesadüf değildir anlayacağınız!
4. FUTBOL VE YAN ÜRÜNLERİ: Futbol yaklaşık 150 yıllık bir spor… İngilizlerin keşfettiği bu ilginç oyun, uzun yıllar boyunca dikkatörlerin toplumu uyutmak için kullandıkları bir araç olarak politik bir işlev gördü… İspanya Diktatörü Franco, "Yüzbin kişilik bir uyku tulumu yapın" dediğinde Bernabeu Satadı inşa edilmişti. Latin Amerika ülkelerinden Arjantin’de Videla ve Portekiz de Diktatör Salazar da aynı taktiği uygulayınca tüm dünya da 3f’den söz edilmeye başlanmıştır. Futbol, fiesta ve fado… Özetle futbol, uzun yıllar boyunca demokrasi geleneği oturmamış ülkelerde diktatörlerin oyuncağı olmuş, dikkatörler, futbolla toplumu uyutarak uzun yıllar ayakta kalmayı başarabilmişlerdir.
Avrupa ülkelerinin "tam demokratikleşmelerinin" ardından futbol Avrupa’da kısmen politik işlevini yitirmiş (kısmen diyoruz çünkü, hala Avrupa da bazı büyük kuluplerin başkanları aynı zamanda başbakandırlar) sportif boyutu ön plana çıkmıştır. Ama Latin Amerika ve Türkiye gibi "gelişmekte olan ülkelerde" futbol hala çok önemli bir uyutma aracıdır. Ve bu gerçeğin farkında olan ABD ve CIA bu durumdan alabildiğince yararlanmaktadır… ABD’nin uyutma paketi çerçevesinde futbol hiç bir zaman sadece futbol değildir. Futbol gazeteleri, futbol tvleri, futbol internet siteleri ile futbol, aynı zamanda Diktatör Franco’nun dediği gibi , "Büyük Bir Uyku Tulumudur"… Tv’lerdeki saatlerce süren anlamsız futbol programlarını düşünün!!!
5. TARIMI ve HAYVANCILIĞI BİTİRMEK: İnsanlık tarihinin dönüm noktası "Tarım Devrimi" dir. İnsanoğlu avcılık ve toplayıcılıktan buğdayı evcilleştirip Tarım Devrimi ile yerleşik hayata geçerek kurtulmuştur. Böylece insanoğlu üretmiş, özel mülkiyeti keşfetmiş, evler yapmış, hayvanları evcilleştirmiş, köyler, şehirler, devletler kurmuş, toplumsal kuralları belirlemiş, ticaret yapmış, temel ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra sanat, bilim kültür alanlarında ilerlemeye başlamıştır. İnsanlık tarihinin en büyük "hareklendiricisi" Tarım Devrimi’dir. Dolyısıyla insanları, toplumları ve devletleri kontrol etmenin en kolay yolu da tarımsal etkinlikleri bitirmektir. Tarımın bitirilmesi, biraz önce anlattığımız "tarih çarkının" adeta tersine çevrilmesidir.
Tarımın bitirilmesi beraberinde hayvancılığın ölmesine yol açacak, tahıl üretmeyen bir toplum, üreten toplumlara muhtaç olacak ve eninde sonunda açlığın pençesinde "esir" olacaktır. Günümüzün Yeni Dünya Düzeni’nde "tohum üretimi", "tohum ıslahı" ve "tohum kontrolü" ve GDO bunun için çok önemlidir. ABD ve ABD işbirlikçisi İSRAİL’İN bu konulara çok önem vermelerinin alemet-i farikası buradadır. Türkiye’de Atatürk’ün "Köylü milletin efendisidir…" diyerek ve Aşar Vergisi’ni kaldırıp İskan Kanunu’nu yaparak hayata geçirmek istediği "Toprak Reformu" ve tarım konusundaki devrimci adımları bu bakımdan çok önemlidir. Nitekim, Atatürk’ün sağlığında 10 milyon dekara yakın toprak, topraksız çiftçiye dağıtılmıştır. (Bkz. Sinan Meydan, AKL-I KEMAL, "Atatürk’ün Akıllı Projeleri, " C.2, İstanbul, 2012).
Türkiye yakın zamanlara kadar tarımsal üretim açısından dünyada kendi kendine yetebilen az sayıdaki ülkeden biriyken, bu gün ABD ve yerli işbirlikçilerinin çabalarıyla, Türkiye Güney Amerika’dan Mısır, Orta Avrupa’dan Angus ithal eden bir "bağımlı ülke" haline gelmiştir. Uyutma paketi çerçevesinde "tarım" ve "köycülük" gericilik olarak adlandırılır; insanların bu konularla uğraşmaması için gereken her şey yapılır. Hükümetlerin tarım politikaları kontrol edilerek, tarımı özendirecek adımlar engellenir. Çiftçi, muhtaç duruma düşürülür ve sonunda çiftçi/köylü, toprağını, köyünü, çiftini bırakarak büyük kentlere göç eder…. Bu aslında sonun başlangıcıdır…. Tarih çarkı geri çevrilmiş, o toplum yeniden en başa dönmüş, yaşamsal üretim etkinliğini terk ederek yeniden bir anlamda aycı ve toplayıcı olmuştur. Lütfen, büyük kentlere gelip yaşam savaşı veren köylü/çiftçi/kırsal insanını düşünün!!!
6. SANAL RAKAMLAR: ABD ve CIA, uyutma paketi çerçevesinde, Kredi derecelendirme kuruluşlarıyla ekonomileri istediği gibi yönlendirir. Somut verilerden, reel ekonomiden çok, rakamlara ve sanal ekonomiye önem verir. Borsa denilen "yalan dünyayı" parlatır. Gayri Safi Milli Hasıla, Enflasyon Oranları, Kalkınmışlık Düzeyi gibi kavramlarla toplumu uyutur. "Enflasyon rakamları tek haneye indi.", "Büyüme oranı arttı…", "Borsa tavan yaptı…" biçimindeki açıklamalar, İşsizliğin yüzde 20′lere yaklaştığı, insanların açlık sınırında yaşadığı bir ülkede hiçbir anlam ifade etmese de "uyutma paketini" hazırlayanların yarattıkları sanal dünya, insanları öylesine kuşatmıştır ki, cebinde beş parası olmayan insanlar bile neredeyse bütün tv’lerin alt yazı olarak akıttıkları Borsa rakamlarını takip etmekten kendilerini alamazlar; cebinde beş parası olmayan insanlar, cüzdanlarındaki, asgari ödemesi bile yapılmamış kredi kartlarına güvenerek alış veriş merkezlerinin yolunu tutmaktan kendilerini alamazlar!…. Çünkü "uyutma paketi" bu insanları çoktan etkisi altına almıştır….
Yoksa siz de CIA’ ve TAVİSTOCK’un uyuttuklarından mısınız? Uyanın artık!

Sinan MEYDAN

KÖRÜZ BİZ

KÖRÜZ BİZ

Ne varsa otu ot çiçeği çiçek yapan
Tan yerinden söken umut ışığı
Sizin olsun çekik gözlü kardeşlerim
Aydınlıklar sizin olsun körüz biz

Bakmayın gözlerimizde yansıyan yıldızlara
Göremeyiz ateş böceklerini biz körüz
Çakıp sönen deniz fenerlerini uzak kıyılarda

Bir bulut ne zamandır üstümüzde
Yurt genişliğinde bir bulut kurşun ağırlığında
Nilüferler sularımızda açar mevsimsiz
Dolanır ayaklarımıza boğum boğum
Yapraklarında iri leş sinekleri uçuşa hazır
Göz göz oyulmuş gözlerimiz biz körüz
Göz çukurlarımızda radarlar fırıl fırıl döner
Körüz el yordamıyla yaşıyoruz bu yüzden

Yeni körler peydahlarız uyur uyanır
Ayak altında eziledursun karınca sürüleri
Ezenlerle bir olmuş yaşıyoruz ne güzel
Çizme onlardan içindeki ayak bizden ne iyi

Körüz biz kör uçuşlara açmışız toprağımızı
Ha düştü ha düşecek çelik gagalardan
Mantar mantar açılan tohumlar sıcakta

Gözlerimizi bir pula satıp geçmişiz bir yana
Ölmesini bilenlere yüz çevirmemiz bundan
Körüz gözbebeklerimize mil çekilmiş mil
Acımasız bir namlu şakağımızda soğuk
Tetikte kendi parmağımız yabancının değil

(1968)
Karakılçık adlı şiir kitabından 1969
Bütün Şiirleri 1927-1991(Çınar Yayınları)

Rıfat ILGAZ

Banu AVAR İle Söyleşi : Türkiye Üzerinde Oynanan Gizli Oyunlar Ve CHP

Çarşamba, 26 Mayıs 2010 09:15
AddThis Social Bookmark Button

banuavar-gazete5-soylesi

Banu AVAR İle Söyleşi : Türkiye Üzerinde Oynanan Gizli Oyunlar Ve CHP

İktidarın “yasaklı” gazetecilerinden Avar, gündeme ilişkin yine çok çarpıcı değerlendirmelerde bulundu. İl il gezerek, Türk gençliğini “bilinçlendirme” misyonunu görev edinen, kitapları gündemi sarsan Banu Avar ile siyaseti, değişen dengeleri, Türkiye üzerinde oynanan gizli oyunları konuştuk… Ve tabii bir de CHP’yi…

GAZETE5- Türkiye’de bazı merkezler tarafından “seçilerek yetiştirilmiş” yöneticilerin varlığına işaret ediyorsunuz. Konuşmalarınızda, önümüzdeki dönem için; sağ ve soldan bir takım isimlerin belirlendiğini ifade ediyorsunuz. Bu isimlerin şu an Türkiye’de aktif bir görevde olduğunu söyleyebilir miyiz?

B.AVAR- Sadece Türkiye’de değil dünyanın bir çok ülkesinde iktidarlar bir küresel çete tarafından belirleniyor. Biz bunu nereden biliyoruz?  Kendileri söylüyorlar...  Listeleri kendileri veriyor. Açın ABD Dışişleri Bakanlığı Eğitim ve Kültür İşleri Sitesini ya da ABD Uluslar arası Liderlik Kursları sitesine  bakın. Orada onlarca ülkenin zirve isimlerini göreceksiniz.  Afrika cumhurbaşkanlarından Avusturya Genel Valisine, NATO genel Sekreterinden tüm Avrupa’daki zirve isimlere kadar birçok ‘belirlenmiş’ ‘eğitilmiş’ isim var bu listelerde.  Abdullah Gül’ün adı da bu listede.

GAZETE5- Sizin Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan’ın da bu ‘listelerde’ olduğuna dair iddialarınız oldu. Bunu nereden biliyorsunuz?

B.AVAR- 1994’de BBC için rehberlik yaparken yaşadıklarımı anlatmıştım.  Avusturya ABC, Amerikan PBS ve BBC’den Nick Gowing gibi kuruluş ve isimler  ısrarla Türkiye’den 3 isimle görüşme talebinde bulunmuşlardı. Konu Refah Partisi idi. Erbakan partinin başındaydı ama, kimse onunla görüşmek istemiyor hepsi  Tayip Erdoğan, Abdullah Gül ve Fehmi Koru’dan randevu  alınmasını istiyordu… Aldım, görüşmeler yapıldı…

1994 yılı sonunda ABD büyükelçisi Morton Abromowitz  bir beyanatında “Erbakan’dan daha şehirli daha modern biri lazım. Tayip Erdoğan gibi!” demişti. Bir süre sonra bu arzuları gerçekleşti… Bugün de benzer şekilde her kesimden eğittikleri favorileri var ve gerektiğinde sahneye sürüyorlar...

GAZETE5- Bunu neden yapıyorlar?

B.AVAR- Çünkü psikolojik savaşta ‘Biz her şeye hakimiz. Ne dersek o olur!’ havası vermeyi amaçlıyorlar. Ama ne planlarlarsa planlasınlar bir millet uyanık olduğu sürece tuzaklara düşmüyor.  Bunun yakın tarihte en iyi örneğidir 1 mart tezkeresi!

GAZETE5- Bu sürecin 68 ülkede aynı anda başlatıldığını belirtiyorsunuz. Türkiye’deki süreç, Yugoslavya ya da renkli devrimlerin yaşandığı devletlerden farklı mı seyrediyor?

B.AVAR- Bence bu sürecin nasıl başladığını iyi anlamak ve belgelerini görmek için herkesin Emin Değer’in “Oltada Balık Türkiye”  kitabını ders kitabı gibi okuması gerek.  2. dünya savaşı sonrası ABD Türkiye arasındaki anlaşmalara bakın… Amerika İçimize sızmak için bir yığın madde koydurmuştur, yardım anlaşmaları içine.  Yapılan birçok araştırmada Türkiye’de ‘Batılı kalıpta öncü kuşak yetiştirmekten’ söz ediliyor.

Türk toplumu gelenekçiler, modernler ve aradakiler olarak öbeklere ayrılıyor ve nasıl Amerika çıkarlarına uygun yönlendirilecekleri karara bağlanıyor. Ve bu çerçevede bir toplum mühendisliği yapılıyor.. Tutuyor mu?  O başka dava!  Her ülkenin kendi dinamikleri var. O dinamiklere göre farklı operasyonlar planlanıyor...  Yugoslavya veya Gürcistan’da ya da Kırgızistan’da  ‘turuncu’ operasyonlar yapıldı. Ama unutulmasın bu ülkelerle Türkiye kıyaslanabilir değildir.  Türkiye, İran ve Rusya; bulunduğumuz coğrafyada İmparatorluk geleneği olan 3 devlettir. Diğerleriyle değil ancak birbirleriyle kıyaslanabilirler…  Bu üçüne benzer operasyonlardan söz edilebilir.  Her üçünde de bir yandan enerji operasyonları yapılmakta, diğer yandan etnik ve dini parçalama faaliyetleri yürütülmektedir.

GAZETE5- Türkiye’de görev yapan yabancı misyonların, elçilerin “hangi kriterlere göre” seçildiğini düşünüyorsunuz?

B.AVAR- Tek tek ele alıp biyografilerine iş tecrübelerine bakın. İnternette bile hepsini bulabilirsiniz. Her biri konusunda uzmandır.  Yakında Ankara’daki ABD elçisi Bağdat’a gidecek yerine bir başka Türkiye ‘uzmanı’ gelecek… Her biri  Ortadoğu’da uzmanlaşmış, Türkçe bilen ve enerji konusunda keskin   ‘diplomat/ istihbaratçılardır’…

TÜRKİYE, ORTADOĞU’DA “BATI BEKÇİLİĞİ” YAPIYOR

GAZETE5- Dünyanın pek çok ülkesinde bulundunuz ve program yaptınız. Türkiye, “dışarıdan” nasıl görünüyor. Bunu biraz geliştirirsek, Doğu’dan ve Batı’dan nasıl görünüyor? Bu tabloda Türkiye’nin “bağımsız” bir ülke olarak değerlendirildiğini söyleyebilir misiniz? Özellikle İslam ülkelerinin Türkiye’ye bakış açısı nasıl?

B.AVAR- TRT’de Sınırlar Arasında ile 82 ülkeye gittim.  Kovulmadan önce  Ortadoğu ve Afrika ülkelerinden raporlar hazırladım.  Mısır, Lübnan,  İran, Irak, Ürdün, Suriye, Sudan gibi… Bunları BÖL ve YUT  adıyla kitaplaştırdım.  Batının bize bakışı malum. Denetim altında tutulan ‘Ortadoğu’da Batı  bekçisi’!

Komşularımız özellikle Orta Doğu ülkeleri ya işgal altında ve kan ağlıyor, ya da küresel çetenin denetlediği hükümetlerce yönetilerek inliyor. Suriye ve İran dışında… Ortadoğu’da herhangi bir ülkede “Ben Türk’üm” dediğiniz zaman halkın büyük sevgisi ile karşılaşırsınız… Çünkü o ülkelerin  nüfuslarının belli yüzdesi Türk’tür, tarihimiz ortaktır, emperyalizmden çektiklerimiz benzerdir. Bu Cezayir’de de Mısır’da da böyledir.  Ve bir Atatürk’leri olmadığı için  hepsi Türkiye’den çok daha  geridedir. Ve gıptayla bize bakarlar, büyük sevgileri var. Öte yandan neden Amerikalıymış gibi kararlar aldığımızı da anlayamazlar… Mesela Cezayir’de yüzbinlerce insan Fransızlar tarafından soykırıma uğradığında, Türkiye Fransızların yanında yer aldı ve Cezayirli bunu bir türlü anlayamadı! Lübnan’ın karasularına Amerikan savaş gemileri girdiğinde Türkiye Amerika’dan taraf çıktığında Lübnanlı şaştı kaldı… Sudan’ın başkentinin adı bile Türkçe Hortum! Bu iyi bir örnek aslında . Adını verdiğimiz Hortum’a bugün aydınlarımız Amerikan aksanıyla Khartom! diyor.  Olay budur.  Onlar bu uzaklığa bu değişmişliğimize milli olamamamıza şaşırıyorlar… Atatürk Türkiye’si bir zamanlar hepsine emperyalizme direnme gücü vermiş oysa!

GAZETE5- Biraz da iç siyasete ilişkin konuşalım mı? Son dönemde biraz aksayan ancak halen sürdürülen bir “demokratik açılım” var. Bunun Türkiye’ye getirileri, Türkiye’den götürecekleri konusunda düşünceniz nedir?

B.AVAR- Açılım, değişim gibi havada kalan laflara karnımız tok. Türk milleti de bu gibi içi boş laflara itibar etmediğini ispatladı.  Burada söylenecek sözü Bismil köyü Muhtarı Mehmet Tanrıkulu aylar önce söyledi:  ‘Demokrasi demokrasi diyeceğinize bizim gibi yoksul köylüyü perişan eden büyük toprak ağalarının bölgedeki egemenliğine son verin!’  dedi… Bu gibi politik manevralar ve söylemler  Batının psikolojik harp dairelerinin emriyle gündeme gelir… ’Açılım’ ‘değişim’ vs gibi laflar sanaldır anlamsızdır...

-HÜKÜMET ŞOVUNA MEZE OLMAM-

GAZETE5- Hükümet bu işi çok ciddiye alıyor ama… Hatta sanatçı ve yazarlardan da destek aramaya başladı. Başbakan Erdoğan’ın sanatçı ve yazarlarla yaptığı açılım toplantılarına siz de davet edildiniz mi?

B.AVAR- Daha önce  söylediğim gibi  başarısızlığa uğramış  ‘açılım’ yani bölücülük  adımlarına yaşam öpücüğü verebilmek amacıyla halkın bağrından çıkan, sanatçıları kullanmaya çalıştılar… O da tutmadı.  Sanatçıları, yaşlanınca tarla başındaki küçük odalarda aç ölen, hiçbir sosyal güvenliği olmayan bir ülkede, hükümetler ne yüzle şaşaalı kahvaltılarda  VIP girişi konuşurlar, onları ne yüzle kimler dinler? Davet aldım mı? TRT‘den  küresel ellerce atılmış olan ben, tabii ki  hükümet şovlarına davet edilemezdim. Edilseydim, böyle bir şova meze olmam düşünülemezdi..

GAZETE5- Biraz da CHP’yi konuşalım… Malum, siyaset ve Türkiye gündemi CHP’deki değişimi konuşuyor. Baykal’ın istifasıyla sonuçlanan süreci siz nasıl okuyorsunuz? Baykal’ın Pennsylvania göndermesini nasıl değerlendirdiniz?

B.AVAR- Türkiye’de siyaset tahminimizden çok daha karışık…  Amerikan istihbaratı açıkça “Meclis’teki tüm partilerin içine nüfuz ettim!”  diyebiliyor. Dolayısıyla en üstten en alta kadar kirlenmiş bir siyaset kadrosuyla karşı karşıyayız.  Baykal’ın,  açıkça adını söyleyemeden Fethullah Gülen’e temenna çakması; durumun, ilişkilerin ne kadar karmaşık olduğunun iyi bir göstergesi... Ne amaçla söylediğini bilemem ama en azından Fethullah Gülen ve onun arkasındaki Amerikan yönetimine  bir sempati  avcılığı yapıldığı ortada…

GAZETE5- Türkiye’de kültür dezenformasyonuna dikkat çekiyorsunuz. Bu süreç nesilleri ve genel anlamda Türk toplumunu nasıl ‘dönüştürmeyi’ planlıyor?

B.AVAR- Ömür Kurt kardeşimin ‘Banu Avar’la Konuşma!’ adlı kitabında uzun uzun değinildi bu kültürel soykırıma. İlgilenenler okusunlar.  Batı yüz yıllardır  kolejleriyle, masonik örgütleriyle American board ile verdiği burslarla, yaydığı modasıyla, filmlerle müziğiyle alış veriş merkezleriyle kültürel soykırım yapmaktadır. 1947 anlaşmasıyla Türkiye, Amerika’nın kültür hegemonyasını resmen kabul etmiştir.  Eğitim tümüyle ABD ve AB denetimine girmiştir.  Medya ele geçirilmiş ve kültürel soykırım en acımasız bir biçimde gerçekleştirilmektedir…

Bu operasyon sonucu aptallaştırılmış, sersemletilmiş, hipnoza uğramış bir gençlik, kadın kitlesi yaratılmak istenmiştir. Ama tüm çabalara yüksek maliyetli ‘projelere’ rağmen bekledikleri oranda başarı kazanamamışlardır. Emperyalizm tüm gücüyle projelerini toplumumuza dayatmaya devam edecek ama karşısında bunları deşifre eden, satın alınamayan aydınlar ve sessizce ve sabırla direnen  bir halk bulacaktır.

GAZETE5- Türkiye’de medyanın durumunu nasıl görüyorsunuz? Küresel senaryolarda Türk medyasının “dönüştürüldüğünü” düşünüyor musunuz?  Aynı soruyu Türk aydınları için sormak isterim…


B.AVAR- Amerikan senatosunda 1983’de kabul edilen Demokrasi Projesi, çeşitli ülkelerde ‘ince operasyonlarla dönüştürme’ projesiydi...  Burada en önemli 2 silah tespit edilmişti.  Medya ve Eğitim Kurumlarının ele geçirilmesi…  Türkiye’de de bu yapıldı.  Yılmaz Dikbaş’ın son makalesinde 2000 gazetecinin AB fonlarından yararlandırıldığı belgeleniyor. Sivil Örümceğin Ağında kitabında Mustafa Yıldırım isim isim, kurum kurum dışarıya cüzdan ve beyin olarak bağlananların listesini veriyor.  Daha da somutu ‘Karen Fogg’un Epostalları’ adlı kitabdır.  Burada AB yetkilisi Karen Fogg’un e-maillerinde  birçok aydın ve gazetecinin nasıl satın alındığının örnekleri vardır…

GAZETE5- Peki  aydınlara ve medya mensuplarına yapılan bu öncelikli operasyonun sebebi ne?

B.AVAR- Attila İlhan şöyle özetlemişti: Tam olarak sanayileşememiş, milli demokratik devrimini  tamamlayamamış ülkelerde  işçi sınıfı öncü güç olarak sınıfsal ağırlığını koyamaz. İşçilerin de içinde olduğu, çiftçi, köylü, esnaf tabakaları yani HALK,  tümüyle ezilenleri oluşturur. Bu dağınık grubun, içinde bulunduğu duruma direnç gösterebilmesi, aydınlarla bir araya gelmeleriyle mümkündür.  Bunu emperyalizm iyi bilir ve önce her ülkede aydınları kendi tarafına çekmek için düzenekler kurar. Onları Fulbright’larla erasmus’larla eğitir. O aydınları mankurtlaştırır. Onlar  artık Batı gözlüğü takarlar. Kendi halklarının yanında değil karşısındadırlar!  İşte olan budur…

Ama unutulmasın Batının beslemesi ‘aydıncıklardan’   çok daha fazladır Türkiye’nin aydınlarının sayısı. Sadece sesleri duyulmamaktadır. Çünkü medya operasyonu yapılmış sadece batı gözlüklere duyulma şansı tanınmıştır.

GAZETE5- Türkiye’de etnik çatışma ortamının yaratıldığını savunuyorsunuz. Bu süreç nasıl gelişti? “Etnik sendika” kavramını açabilir misiniz? Küresel senaryolarda sendikaların rolü nasıl belirlendi?

B.AVAR- Bu 1998  Rand Corporation  Türkiye raporlarında var. Arslan Bulut bunları hem köşesinde, hem Açılımın Şifreleri adlı kitabında yazdı. Teoman Alili, Yugoslavya dersleri yazısında bunları özetledi. Ayrıca  tarih bize Batı’nın yani emperyalizmin  her daim etnik ve mezhepsel çatışmaları kullanarak ülkeleri bölüp parçaladığını  ve kendi çıkarları çerçevesinde kullandığını belgeliyor.

Biraz önce söylediğim Attila ağabeyin deyimiyle ‘aydınların iğdiş edilmesi’ operasyonu kadar, bu tarihsel dönemin öncü gücü İŞÇİlerin de ‘halli’ gerekiyor. O nedenle şimdi adı bile kalmayan Yugoslavya’da  önce özelleştirmeler başladı. Coca Cola gelip ülkenin bağrına yerleşti. İlk adımını etnik sendikacılığı kurarak attı.  Sonra düşmanlıklar arttı. Ve Yugoslavya böyle başlayan sürecin sonunda 8 parçaya bölündü… Tüm fabrikaları kapandı. Tüm madenlerine el kondu. Topraklarında üsler kuruldu…  İnsanları tüm değerleri unuttu ve perperişan!

GAZETE5- Türklüğe dair her söylem “ırkçılık” eleştirileriyle sindiriliyor. Ancak Batı’da yükselen bir milliyetçilikten söz etmek mümkün… Bu çifte standardı nasıl değerlendiriyorsunuz?

B.AVAR- Türkiye’de bir operasyon yapılıyor. Artık bunu görmeyen kalmadı... Aslında bu yüz yıllık bir saldırının devamı.  Batı ‘Türk’ deyince onun çıkarlarını alt üst edecek, emperyal hedeflerine ulaşmasını  engelleyecek,  üstelik Müslüman olan bir  insan topluluğunu  düşünür ve nefret ile bu kelimeyi ‘TÜRK’ü  özdeşleştirmiştir.  Hangi Dünya Düzeni kitabımda alıntıladığım Senatör Dwight Upshow’un sözleri iyi örnektir. Lozan Anlaşması nedeniyle Atatürk’ü ’ Timurlenk kadar  hunhar, korkunç İvan kadar sefih  ve  kafatasları piramidi üzerine  oturan  Cengiz Han  kadar kepaze’  diye niteleyen senatör büyük öfkesini şöyle dillendirmişti: Okuyorum: “Lozan’a Türk zaferi dediler!... Dünya parlamentolarını  bu anlaşmayı kabule  ikna  ettiler  ve büyük sermaye  grupları,  ticaret erbabı  ve  bazı din temsilcileri  bile  Türkiye’yi  uygar  uluslar masasında, uluslararası bir  konuk  durumuna  yücelterek,  Amerika’yı yüksek ülkülerinden uzaklaştırmada  birleştiler.’ (1927)

İşte mesele budur.  Bugün de Türklüğümüze, dinimize, dilimize, ordumuza yargımıza  yüksek ülkülerini korumak adına saldırmaktadırlar. Yüksek ülküleri  enerjidir, enerji yollarıdır. Tüm dünya pazarlarını ele geçirmektir...

GAZETE5- Türkiye’nin en çok ülke dolaşan kadın aydınları arasında ilk sırada yer alıyorsunuz.Bu perspektiften baktığınızda, Türk kadınını nasıl görüyorsunuz? Dünya ülkeleri Türk kadınını nasıl görüyor?

B.AVAR- Biraz önce söz ettiğim gibi   Demokrasi Projesi ile ‘küresel çete’ yani dünyayı ele geçirmeye çalışan işgal eden küresel şirketler, çokuluslular, birçok ülkede gizli bir savaş yürütüyorlar. Bu savaşın önceliklerinden biri de kadınlar ve gençlerin tahribi… Bu yapılırken 3 alan  bozulup dönüştürülüyor.  ‘Sivil toplum’ adı altında zehir zerk ediliyor.  Bu zehirle siz demokrasi yolunda sosyal, siyasal haklar yönünde ilerlediğiniz zehabına kapılıyorsunuz ve çok fena yanılıyorsunuz. Sadece yanılmakla kalmayıp bir de onların değirmenine su taşıyorsunuz…

GAZETE5- Bu bozulup dönüştürülen üç alan nedir?

B.AVAR- Sendikalar yerine SİVİL (!) toplumun öne çıkarılması! Sivil Toplum örgütlerinin çözüm olarak ortaya konulmasıdır. Bu operasyona göre sivil toplum yavaşça sendikaların yerini alacaktır.  İkincisi Feminizm yaygınlaşmalı, iki cins sınıfsal tabanından uzaklaştırılmalıdır. Omuz omuza veren kadın ve erkeklerdense, ortadan bölünmüş  sınıflar  oluşturmak hedeflenmiştir. Üçüncüsü Çevrecilik akımlarıdır.  Sahte bir çevreseverlik yaptırılarak Green Peace gibi sistemin çıkarlarına ‘su taşıyan’ örgütlenmeler yaygınlaştırılır.   Bakın Hidro Elektrik santralleri  satılıyor. Çevreciler ne diyor? Gren Peace’in sesi çıkacak mı bakalım bütün derelerimiz ve akarsularımız çokuluslu şirketlerce tarumar edilirken?!

En fazla 5 yıl içinde tüm otomobillerin elektrikle çalışacağı ve bu bağlamda tüm otomobil fabrikalarının gerekli değişimleri tamamladığı bilgisiyle  akarsularımızın ve hidro elektrik santrallerimizin elimizden alındığı bilgisini birleştirin.

Yine kadınlarımıza dönecek olursak kadın en önemli birleştirici örgütleyici ögedir.  Emperyalizm o nedenle kadınları pasifize etmeyi ya da cinsel bölünmenin aktörleri haline getirerek işlevsiz kılmayı hedefler. Kadınlar ancak MİLLİ bir HÜKÜMET ile nefes alabilecekler, çalışabilecek üretebilecek vatana ve ailelerine faydalı olabileceklerdir. O nedenle anti emperyalist cephede birleşmeli ve birleştirmelidirler. Önlerine konan  sahte gündemi ellerinin tersiyle itmeyi bileceklerdir..

GAZETE5- Ben şimdi soracağım soruyu tüm konuklarıma yöneltiyorum. Türkiye için bir “rejim kaygısı” yaşıyor musunuz? Yanıtınız ne olursa olsun nedenlerini öğrenmek isterim…

B.AVAR- Türkiye Asya’nın kilididir. Ve burada çok büyük oyunlar oynanmakta olduğu bellidir. Bunları sadece Rand Corporation gibi ABD düşünce kuruluşları raporlarından değil, Avrupa ve Amerikan başkanlarının ağzından da duyduk.  Asya’nın kilidi olan Türkiye ‘kırılmalı ki’ Batı, Asya’nın derinliklerine elini soksun, nesi var nesi yok el koysun.  İşte bu kırılma aşamasında Türkiye’de etnik ve dini parçalama gayretleri var. Osmanlıcılık ile Türkiye’yi siyasi intihara sürükleme gayretleri var. Avrupacılık ile Türkiye’yi var eden tüm parametrelerin yok edilmeye çalışıldığını görüyoruz. Yani ağır saldırı altındayız ama bu pes ettiğimiz anlamına gelmez. Türkler sabırlı insanlardır.  Genetik hafızaları inanılmazdır. Ve son noktada ayağa kalkarlar.  Bu ülke dıştan ve içten birçok bedhahla uğraştı. Her seferinde kazandı... Son 70 yıldır ne yazık ki ağır bir süreç yaşıyor ama üstesinden geleceğinden en ufak bir şüphem yok? Neden dersen hiç beklenmedik anda insanlar ‘Türkçe’ duruşu ortaya koyarlar! Buna güvenim tam.

GAZETE5- Bu güne kadar kaç ülkeye gittiniz? Bu ziyaretleriniz sırasında sizi en fazla etkileyen ülke hangisiydi? Neden?

B.AVAR- 80 küsur  ülkede bulundum. Tabii olarak anne ve babamın kökleri nedeniyle  batı Trakya ve Makedonya ve de Dağıstan beni çok etkiledi. Kitaplarımda mesela Avrasyalı Olmak’da bu bölümleri okuyanlar heyecanımı hissedeceklerdir. Ayrıca Venezuela ve Küba da beni çok etkiledi. Caracas’da beni gezdiren genç siyasetçi, 8 yıl gibi kısa bir zamanda Venezuela’nın gönenmesinin sebebi olarak ‘Biz Atatürk modeli uyguluyoruz!’ demiş beni ağlatmıştı..

GAZETE5- Sizi ekranlarda görmeyi özledik. Yeni bir proje var mı?

B.AVAR- Programlarıma devam etmeyi çok isterdim ama davet eden yok ya da bütçe sorunu yaşayan birkaç kanal  benim programımı yapabilecek  maddi altyapı kapasitesine sahip  değil... Umarım bir yol bulur devamlı bir program yapabilirim.  Kanal B ile konuşmalar oldu  ama nedense oradan da ses gelmedi.

GAZETE5- Günlerinizi nasıl geçiriyorsunuz?

B.AVAR- Kasım 2009 ile Mayıs 2010 arasında 92 okul üniversite ve sendikada konuşmalar yaptım. Yurdun büyük bölümünü gezdim, dolaştım. Bu yıl böyle geçiyor. Ayrıca kitap, makale çalışmalarım var. Tekel İşçileri dayanışma Grubu olarak çalışmalar yaptık. Öğrencilerle gençlerle çok sıkı ilişkiler içindeyim…  Bana gün yetmiyor..

GAZETE5- Hangi gazeteleri okuyorsunuz? Sürekli takip ettiğiniz köşe yazarları var mı?

Tüm gazeteleri okuyorum ama Yeniçağ gazetesini ilk olarak okurum. Orada Arslan Bulut, Selcan Taşçı, Sabahattin Önkibar’a bakarım. Diğer bütün yazarları Afet Ilgaz’ı dikkatle okurum. Akşamda Oray Eğin, Milliyet Fikret Bila Melih Aşık, Vatan’da Can Ataklı, Sözcü’de Necati Doğru ve şimdi aklıma gelmeyen birçok yazarı her gün okuyorum.  Özellikle Zaman, Taraf gibi belli sesler çıkaranları izliyor, onlara verilen sinyalleri takip etmeye çalışıyorum.

CHP FAZLA MİLLİ DURUNCA, OPERASYON YAPILDI


GAZETE5- Hem şahsınız hem de ülkeniz açısından geleceği nasıl görüyorsunuz?

B.AVAR- Türkiye bir operasyonun ortasından geçiyor .. Ben milli kodlarımıza çok güveniyorum.  Bakın CHP’ye ‘fazla milli’ durunca bir operasyon yapıldı… Sayın Kılıçdaroğlu gibi son derece dikkatli, halk tarafından sevilen bir lider başa geldi. Bu iyi tarafı. Ama işin perde arkası çok hareketli... Parti meclisindeki isimlere baktım. Özellikle genç olanların, Batı’nın tedrisatından geçtiklerini görülüyor… Didem Engin adlı genç hanım bir röportajında “Avrupa Komisyonu tarafından eğitildim. Price Waterhouse Cooper's adına ve şimdi de Hazine Müsteşarlığı'na bağlı olan bir kamu kurumunun kurulması projesinde görev aldım. Bu kurum, Türkiye'deki AB destekli projelerin ihalelerini yapmak üzere Avrupa Komisyonu'nun da şart koştuğu bir kurumdu…” diyor.  Umut Oran, Korkmaz Karaca, Enver Aysever  gibi isimler  Avrupa Birliği’nin sıkı destekçileri... Oysa artık bir AB’den bahsedilebilir mi? Sanmam..

Kılıçdaroğlu çevresi bir AB-ABD çemberiyle kuşatılmak isteniyorsa bu kısa sürede koku verecektir. Ayrıca bu ve benzeri operasyonlar dik duran MHP’ye ve dik duran kim varsa onlara karşı da denenecektir. Milli ve gayrimilli arasında yoğun çatışma yaşanacak bir döneme giriyoruz. Milletimiz ve ülkemiz bu tarihsel dönemde adına yakışır bir sağduyu  gösterecek ve zeki çözümlerle bu millete düşman olanları hüsrana uğratacaktır.

Bana gelince bastonla da olsa TRT ekranlarına yeniden döneceğim!!

TRT Şimdilik işgal altında ama ne fizik yasaları ne tarih,   ‘durağanlığın devamlılığını’ kaydetmemiş..  İla nihaye böyle gitmeyecek!

Gazete5 okurları adına size teşekkür ederiz…

16 Şubat 2013 Cumartesi

O Fotoğrafa Bir de Böyle Bakın!..Ahmet Takan

Tarih:12/02/2013 Okunma Sayısı:3313 Türü:İç Politika

Erdoğan-Gül ikilisinin Saygun’a olan vefa borcu nereden kaynaklanıyor? AKP’nin 2007 seçimlerinde yüzde 47 oranında oy almasını sağlayan ve Abdullah Gül’e Cumhurbaşkanlığı yolunu açan e-muhtıra’nın hazırlandığı süreçte, Saygun Genelkurmay Karargahı’nda 2’nci Başkan olarak görev yapıyordu. Dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın, e-muhtıra’yı ben yazdım’demesi gerçeklerle bağdaşmıyor.
 

Muhteşem’, yoğun bakımda Balyoz’dan 18 yıl hapse mahkum olan emekli Org. Ergin Saygun’u ziyaret etti.
Elini tuttu Paşanın “Muhteşem”. Çok duygu yüklü fotoğraf kareleri anında basına servis edildi. Bu ziyarete müsaade edilmesinden dolayı Saygun ailesi çokça da tepki aldı. Aileden tepkilere, “insani boyut” yanıtı geldi. Ailenin çok hassas ve duygusal olduğu konularda gerçekleri yazmak zordur. Ama o fotoğraf karesi üzerinden hareket ederek bir daha, bir daha gerçekleri anlatmak da fayda var. Çünkü;
Söz konusu vatan..

Şimdii!..
Gelişmeleri yakından takip eden eski Milli Savunma Bakanlılığı Genel Sekreteri emekli kurmay Albay Ümit Yalım’ın tarihe ışık tutacak şok açıklamasını dikkatle okumanızı öneriyorum;
“Erdoğan-Gül ikilisi kamuoyuna neden şirin görünmeye çalışıyor?.. Orhan Aykut isimli şahsın basın yolu ile yaptığı açıklamalarda, Peygamber Ocağına karşı yürütülen tertiplerin arkasında, eski AKP Milletvekili İhsan Arslan’ın olduğunu iddia etmesi kamuoyundaki tüm algılamaları değiştirdi. Balyoz davasındaki sanık avukatlarının, Orhan Aykut’un tanık olarak dinlenmesini talep etmesine rağmen mahkemenin bu talebi kabul etmemesi, tertiplerin arkasında AKP’nin olduğu kanaatini güçlendirmeye başladı.
Erdoğan-Gül ikilisi bu durumu etkisiz kılmak için çaba sarf ediyor.
Erdoğan-Gül ikilisinin Saygun’a olan vefa borcu nereden kaynaklanıyor? AKP’nin 2007 seçimlerinde yüzde 47 oranında oy almasını sağlayan ve Abdullah Gül’e Cumhurbaşkanlığı yolunu açan e-muhtıra’nın hazırlandığı süreçte, Saygun Genelkurmay Karargahı’nda 2’nci Başkan olarak görev yapıyordu.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın, e-muhtıra’yı ben yazdım’demesi gerçeklerle bağdaşmıyor. Genelkurmay Karargahı’nda her evrak, ilgili başkanlık tarafından hazırlandıktan sonra 2’nci Başkan’ın onayına sunulur ve onayı müteakip Genelkurmay Başkanı tarafından parafe edilerek veya imzalanarak yayımlanır. Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde, Hilmi Özkök’ün Ankara’ya gelerek AKP’li bazı bakanlar ile yemek yediği ve Cumhurbaşkanlığına aday olduğu haberi Genelkurmay Karargahı’na ulaştı. Hilmi Özkök, Cumhurbaşkanı olacağına Abdullah Gül olsun düşüncesi benimsenmesine rağmen, bir müddet sonra e-muhtıra’nın yayımlanması Genelkurmay Karargahı’nda çok büyük tepkiye yol açtı. Karargahtaki birçok general ve subay, e-muhtıranın AKP’nin oylarını artırmak ve Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı olmasını sağlamak maksadıyla yayımlandığını ve danışıklı dövüş olduğunu belirterek rahatsızlıklarını açıkça dile getirdi. Dönem içerisinde de, e-muhtıra’ya emeği geçenler üst rütbelere terfi ettirilerek ödüllendirildi. E-muhtıra’ya karşı çıkanlar ise önce kızağa alındı arkasından emekliye sevk edildi.
Amerikan Yönetimi, Ergin Saygun’un Genelkurmay Başkanı olmasını istiyordu. Ancak Saygun’un önü kapalıydı. Saygun’un önünü açmak için ilk hamle 2007 Yüksek Askeri Şurası’nda yapıldı. Saygun’u kıta’ya yani 1’nci Ordu Komutanlığı’na erken göndererek Genelkurmay Başkanlığı yolunu açma formülü bir orgeneralin şiddetle karşı çıkması üzerine gerçekleşemedi. Tayyip Erdoğan’ın Kasım 2007’de Beyaz Saray’da Başkan Bush ile yapacağı görüşmeye, Ergin Saygun ile birlikte Genelkurmay Karargahı’ndaki ilgili generallerin katılması da planlandı. Saygun ve generallerin Amerika’ya gitmesi için askeri uçak hazırlandı. Ancak Tayyip Erdoğan, Saygun’u kendi uçağına davet etti ve Saygun Amerika’ya Erdoğan’ın uçağı ile gitti. E-muhtıra veren Genelkurmay Karargahı 2’nci Başkanı Saygun’un Erdoğan’ın uçağına alınması ödüllendirme olarak değerlendirildi. Beyaz Saray’da Başkan Bush tarafından sırtı sıvazlanan Saygun’un, Türkiye’ye döndükten sonra çok keyifli olduğu görüldü. Tayyip Erdoğan’dan, ’Sayın Başbakanımız’diye bahsederken gözleri parlıyordu. Erdoğan’ın Saygun’a mavi boncuk verdiği anlaşılıyordu.
Saygun’un 2’nci Başkanlığı döneminde askerlere karşı operasyon başlatıldı. 1 Temmuz 2008 tarihinde Hurşit Tolon ve Şener Eruygur’a karşı yapılan operasyon Silahlı Kuvvetlerde büyük infial yarattı. O gün Genelkurmay Sosyal Tesisleri’ne öğle yemeği için gelen general/amiral ve subaylar burnundan soluyor ve özellikle hakim sınıfından olan subaylar, Tolon ve Eruygur’un görevli ve yetkili olamayan polis ve mahkeme tarafından gözaltına alınmasına isyan ediyorlardı. O sırada, Genelkurmay Başkanı Büyükanıt ile birlikte Ergin Saygun’un sanki hiçbir şey olmamış gibi güle oynaya, şen kahkahalar atarak yemeğe gelmeleri general ve subaylarda şok tesiri yarattı. Büyükanıt-Saygun ikilisi, Tolon ve Eruygur’u güle oynaya teslim etmişlerdi. Bu olayın arkasından Peygamber Ocağı’na karşı büyük bir tasfiye operasyonu yürütüldü.
Saygun, 2008 Ağustos ayında 1’nci Ordu Komutanlığı’na atandı ve o dönemde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından tam üç sefer Huber Köşkü’ndeki yemeğe davet edildi. E-muhtıra’nın danışıklı dövüş olduğu açığa çıkmasın diye, Saygun bu yemeklerden ikisine komuta kademesinden gizli olarak katıldı. Ancak komuta kademesi durumu fark etti, kendisini ağır bir şekilde ikaz etti ve Saygun üçüncü yemeğe katılamadı. Halbuki Saygun 2’nci Başkanlık yapmıştı ve Cumhurbaşkanı, Başbakan gibi devlet erkanının davetlerine katılmak için mutlaka Genelkurmay Başkanlığı’ndan izin ve onay alınması gerektiğini biliyordu.
Tayyip Erdoğan tam 255 gün sonra Saygun’u Selimiye’deki 1 nci Ordu Karargahı’nda ziyaret etti. Saygun’un önünü açmak için manevralar devam etti. Düzmece olay ve belgeler ile Başbuğ istifaya zorlandı. Ancak Başbuğ tertibi fark etti ve istifa etmedi. Saygun, 2009 Ağustos’unda emekliye ayrıldı.
2010 Yılının başında Balyoz davası gündeme geldi. Dava sürerken, diğer sanıklar gibi suçsuz ve günahsız olduğu halde Ergin Saygun da tutuklanarak ceza evine konuldu ve ceza aldı. Saygun’u Genelkurmay Başkanı olarak görmek isterken cezaevinde gören Amerikan yönetimi bu rahatsızlığını çeşitli yollarla AKP Hükümetine iletti. Abdullah Gül ile Tayyip Erdoğan’ın geçmiş olsun telefonları ve Erdoğan’ın hastane ziyareti, Amerikan yönetiminin rahatsızlığını giderecek mi, hep birlikte göreceğiz. ”
Ahmet Takan - Yeniçağ