30 Aralık 2016 Cuma

Kültür Bakanı Nabi Avcı yalnız değildir!

Cumhuriyet tarihi boyunca görülmemiş bir gericilik dalgası her yandan saldırıyor. Her geçen gün saldırının dozu daha da artıyor. Bu giderek azgınlaşan, pervasızlaşan Siyasal dinci-gericiliğe karşı ortaya çıkması olası direnişi daha baştan yok etmek, etkisiz, eylemsiz kılmak için emperyalist sermaye ve işbirlikçileri tarafından projelendirilmiş planlar 1950’li yıllardan bu yana siyasal iktidarı elinde tutanlarca uygulanıyor. Siyasal dinci iktidarların bu amaçlarına ulaşabilmesi, ulusal kimlikten, ulusal bilinçten yoksun içinde bulunduğu topluma yabancı bir kuşak yaratmakla olanaklıdır. Buna ulaşmanın en temel araçlarından birisi ve en önemlisi ise eğitim sistemidir. 
  Eğitim ortamını dinselleştirme Çabaları; “İslamcı nesil yetiştirme” tasarımını kurgulayanların en başarılı örneklerinden biri olan Kültür Bakanı Nabi Avcı’nın, "İmam Hatip okulları özünde milletin eğitime müdahalesidir, bir halk hareketidir" söylemi ile,
Ya da “Proje okul” kapsamına alınan Kabataş Lisesi’ne müdür yardımcısı yapılan Şakir Voyvot’un “Bütün okulları İmam-hatip yapma zamanı geldi. Şimdi elhamdülillah dağı taşı dolduracağız”. Safsatası ile başlamış değildir.
Daha kurtuluş savaşının başlarında;
Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i ilhak Cemiyetlerine karşı, emperyalist devletler yanlarına padişahı da alarak diğer işbirlikçilerle (şeriatçılar ve Kürt milliyetçileri) birlikte Sevr’i dayatmak için; İngiliz Muhipleri cemiyeti, Wilson Prensipler Cemiyeti, Kürdistan Teali Cemiyeti, Teali İslam Cemiyeti vb. gibi kuruluşlarla Mustafa Kemal ve O’nun devrimlerine karşı savaş açarak O’nu ve arkadaşlarını ölüm cezasına mahkûm ettirmişlerdir.
Kemalist Cumhuriyetin Milli Eğitim sistemini altüst eden, Türkiye’yi parçalayacak alt yapıyı oluşturan ulusal bilinci, ulusal kimliği yok etmeyi planlayan ilk anlaşma ABD ile 27 Aralık 1949 tarihinde imzalanan "Fulbright” Anlaşmasıdır.
ABD Fulbright bürosu, Fulbright komisyonu, Fulbright bursu, Fulbright kredisi, …vb. çok sayıda ad altında, yalnız Türkiye’de değil, hemen bütün ekonomik, siyasal işgali altındaki ülkelerde çalışmalarını sürdürmektedir.
27 Aralık 1949 tarihli; "Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması hakkındaki Anlaşma”nın en önemli özelliği; Türkiye’de kazanılacak Amerikan yanlısı kadroların eğitilme biçiminin saptanması ve bu iş için gerekli giderleri karşılama yöntemlerinin belirlenmesidir. Belirlemeler aynı zamanda, Amerika’nın Türkiye’ye göndereceği uzman, araştırmacı, öğretim üyesi adı altındaki personel için de yapılmaktadır. ABD’ye, Türkiye’de "yardım” edip "iş birliği” yapacak, geleceğin "Türk” yöneticilerini yetiştirmek üzere, Amerika’ya götürülecek Türk öğrenci, öğretim üyesi ve kamu görevlilerinin konumları da bu anlaşmayla belirlenmektedir. Bu anlaşma yalnızca eğitim değil, siyasal yaşamı emperyalizmin güdümüne sokan bir karşı devrim hareketidir.
Emperyalizmin kurnaz sözcüleri "Fulbright” Anlaşması ile ulaşmak istedikleri amaçlarını ve beklentilerini saklamıyorlar. Mc.Namara ABD Senato Dış İlişkiler Komitesinde 1962 yılında yaptığı konuşmada şunları söylüyordu:
“Gelecek yıl Amerikan askeri okullarında yabancı uluslardan 18.000 kişi eğitim görüyor olacaktır. Bu kişilerden her biri, demokrasimizin nasıl çalıştığına tanık olacak, bizim hükümet geleneklerimizi ve felsefemizi öğrenecektir. Ülkelerine döndüklerinde de her biri bunun uygulayıcısı olacaktır” (Ç. Yetkin, Türkiye’de Askeri Darbeler ve Amerika, s.32)
İşte bu karşı devrim hareketinden sonra egemenlerin siyasal alandaki temsilcileri eğitim sistemini kelimenin tam anlamıyla “sömürge eğitim sistemine” dönüştürmüşler, eğitim sistemi akıl ve bilimden arındırılmış, çağdaşlığa sırtını dönmüş ve dinselleşmiştir. Bu anlaşmadan sonradır’ ki ülkemizde Türk kimlikli ABD yurttaşları, Bakan, Başbakan hatta Cumhurbaşkanı olabilmiştir.
Binlerce örnek arasından yalnızca birkaçını sıralayalım;

·Başbakan Menderes, 1957'de Ödemiş'te halka yaptığı konuşmasını bir kasaba imamı gibi bitiriyor: "Allah, münafıkların şerrinden hepimizi korusun." Genel seçimler yaklaşınca hızını alamıyor ve seçmene şu vaatlerde ulunuyor: "İstanbul'u ikinci bir Mekke, Eyüp Sultan Camii'ni de ikinci bir Kâbe yapacağız."
·3 Aralık 1950: Arap harfleriyle tedrisat yapmak için gizli ya da aleni dershane açanlar hakkında 23 Eylül 1931 günlü, 12073 sayılı kararnamedeki yasaklama kaldırılıyor. Böylece Kuran kursu ve imam hatip okullarına yeşil ışık yakılıyor.
·1955'te Başbakan Menderes, DP Meclis grubunda arkadaşlarına şöyle sesleniyor: "Siz öyle güçlüsünüz ki, şu anda isterseniz Anayasa'yı bile değiştirebilir, hilafeti bile getirebilirsiniz."
·26 Haziran 1965: Milli Eğitim bakanı Cihat Bilgehan, "İmam hatip okullarını bitirenlerin, ilkokul öğretmeni olabileceklerinin" müjdesini veriyor.
·17 Mayıs 1967: İmam hatip okullarını bitirenlere üniversitelere girme hakkı tanınıyor.
·19 Şubat 1969: Mehmet Şevki Eygi adlı, emperyalizmin maşası İslamcı yazar, ABD'nin 6. Filosu'nu protesto eden yurtsever gençler üzerine "ABD bizim Kâbe’miz, cihada hazır olun" sloganları ile dincileri saldırtıp o günün tarihlere "Kanlı Pazar" olarak geçmesini sağlamıştır.
·1974- 1977: Din kültürü ve ahlak dersi zorunlu kılındı.
·1975-1976: Bir yıl içinde 70 imam hatip okulu açılıyor.
·1976-1977: Bir yıl içinde 77 imam hatip okulu daha açılıyor.
·1977-1978: Açılan bu imam hatipler yetmemiş olacak ki bir yıl içinde 86 imam hatip okulu daha açılıyor.
·7 Eylül 1980: MSP'nin Konya'da düzenlediği Kudüs mitinginde yobazlar tarafından şu sloganlar atılıyordu: "Dinsiz devlet yıkılacak elbet... Şeriat gelecek... Laiklik dinsizliktir... Anayasa Kuran… Ya şeriat ya ölüm... Cihada hazırız..."
·12 Eylül darbesinin mimarı Kenan Evren, 10 Ağustos 1981 tarihinde Çanakkale'de yaptığı konuşmada: "Muhterem din adamlarının elini öpeceğiz" diyordu
·Darbe rejimi, 2842 sayılı yasayı 16.6.1983 tarihinde yürürlüğe koyarak bu yasanın 10. Maddesiyle İmam Hatip Lisesi mezunlarının yükseköğretim kurumlarına girmelerini sağladı.
·Bununla da yetinmeyerek, 1983 yılında 1739 sayılı yasanın 31. maddesinde yaptığı değişiklikle, cami imamı olarak yetişenlerin okullarda öğretmen olmalarına yasal dayanak hazırlandı.
·1980`lerde Demirel, "İmam Hatip Okulları`nın gayesi sadece din adamı yetiştirmek değildir. Dini bilen Türk vatandaşları doktor, mühendis, hâkim olsa daha iyi değil mi?"
·Süleyman Demirel, 1980`lerde çeşitli dergilere verdiği söyleşilerde ilginç açıklamalar yapmıştı. "Bugün Türkiye`yi bir arada tutan en büyük bağ, millet bağı olarak söylüyorum. Müslümanlıktır. Allaha şükür Müslümanız. Ve bizi millet yapan bağ olduğu için Müslümanız değil. Müslümanlığımız bizi millet yapmıştır. Kim bunu tahribe kalkarsa altında kalır"
·Mart 1987: Demirel, Öğretim Birliği Yasası'nın bir devrim yasası olduğunu ve değiştirilmesinin olanaksız olduğunu göz ardı ederek şunları söylemiştir: "Siyasetin emrinde din değil, başka hakların kullanılmasına yaptığı gibi, siyaset dine hizmet edecek. Bunda yadırganacak bir şey yok. ...Tevhidi Tedrisat Kanunu bir semavi kitap değildir. Şayet Kur’an kursları ve din eğitimi bu kanuna ters düşüyorsa, yanlış olan din eğitimi değildir. Tevhidi Tedrisat Kanunu'dur. Laiklik çiğneniyor diye yapılan tartışmalar, bir yerde din ve vicdan hürriyetinin kullanılmasını baskı altına almaktır."
·1989: TCK'nın Türkiye'de din devleti kurulmasını suç sayan 163. Maddesi kaldırıldı. Bu maddenin kaldırılmasına karşı çıkan aydınlar birer birer öldürülmeye başlandı.
·2 Temmuz 1993: Sivas'ta her yıl geleneksel olarak düzenlenen Pir Sultan Abdal Kültür Etkinliklerinin 3. gününde, yobazlar ortalığı kana buladı. Ülkemizin yetiştirdiği en değerli aydın, düşünür, bilim adamı, sanatçı ve edebiyatçılardan 37 kişi diri diri yakıldı.
·Çoğu çevre illerden gelerek Madımak Oteli'ni ateşe verenlerin attığı ortak sloganları şunlardı: "Zafer İslam'ın... Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu, Sivas’ta yıkılacak!.. Şeriat gelecek zulüm bitecek... Kahrolsun laiklik..."
·1997: Refah Partili Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız, "Laiklere şeriat enjekte edilecek" diyordu.
·1997: Şevki Yılmaz, "Allah'ın size soracağı soru şöyle: Küfür düzeninde İslam Devleti olsun diye niye çalışmadın?"
·Hasan Hüseyin Ceylan, "Bu vatan bizimdir, rejim bizim değildir kardeşlerim. Rejim ve Kemalizm başkalarınındır. Türkiye yıkılacak beyler!".
·Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe, “Bu törenlere içim kan ağlayarak katılıyorum. Bu düzen değişmeli. Bekledik, biraz daha bekleyeceğiz. Gün ola harman ola. Müslümanlar içlerindeki hırsı, kini eksik etmesin.”
·Şanlıurfa Belediye Başkanı Çelik, "Ben kan dökülmesini istiyorum. Demokrasi böyle gelecek, fıstık gibi olacak." diyorlardı.
·Bugün AKP yöneticilerinin rehber aldıkları Necip Fazıl Kısakürek, kendisinin tarikatlara bağlılığını böyle dile getirecek idi: “Benim şeyhim, bu tarikata kul olmuş, ben de köpek olurum.” dedi.
·20002 DEN SONRA;
·8 yıllık temel eğitimin kaldırıldı, 4+4+4 kesintili eğitim modelinin uygulamaya sokuldu.
·Program değişiklikleri tartışmaları ile öğretim programlarında dinsel referansların kullanılması, ders kitapları ve yardımcı kitaplara dini ifadeler konulması sağlandı.
·Ders yükünü azaltma bahanesiyle felsefe, bilim, sanat derslerinin sayısı azaltıldı, buna karşın seçmeli din dersleri dayatmasının arttı.
·MEB-Diyanet iş birliği ile okul öncesinde, kreşlerde, fiilen dini eğitim verilmeye başlandı.
·   Dini vakıflar aracılığıyla okullarda “değerler eğitimi” adı altında “dini değerler eğitimi” ve dini içerikli seminerlerin yaygınlaştırıldı.
·FETÖ’den ele geçirilen okulların büyük bir çoğunluğu imam hatip yapıldı.
·Siyasal iktidar FETÖ’nün okullarının boşluğunu Millî Eğitim Bakanlığı ile paralel çalışan, TÜRGEV, Maarif Vakfı ve ENSAR gibi Orta çağcı tarikat öğütlenmeleriyle doldurmaya başladı.
Görüldüğü gibi, “İslamcı nesil yetiştirme” tasarımını kurgulayanların en başarılı örneklerinden biri olan Kültür Bakanı Nabi Avcı yalnız değildir.
Türkiye'de gericilik, ABD emperyalizminin gölgesinde, onun himaye ve desteğinde palazlanmış hem batıcı sistemin evladı hem de sahte muhalefeti olarak bu düzen tarafından tekrar tekrar üretilerek, toplumsal güç kazanarak Cumhuriyet yükünden kurtulmak için elverişli bir olanak elde etmiş ve hatta iktidarı tüm kurumlarıyla ele geçirmiştir.
 Yazının başından bu yana yazdıklarımızdan anlaşılacağı üzere; Türkiye’de ne zaman ki emperyalizme, yabancı sermayeye bağımlılık artmıştır; faşist ve dinci gericilik yükselişe geçmiştir.  Batıcı yağmacı sistem bu yayılmacı saldırıda yalnız değildir. Türkiye’de batıcı yağmacılarla iş birliği içinde olan sermaye ile gericilik de fiilen ittifak halindedir.
Türkiye’de hemen her konuda siyasal iktidarlara aba altından sopa gösteren TÜSİAD – TOBB ve benzeri para babası sermaye örgütlerinin yukarıda sıraladığımız dinci gerici söylem ve eylemlere karşı suskunluğu bir yana örtülü ve açık destek verdiği bilinen bir gerçekliktir.
Türkiye tarihinin hiçbir döneminde ABD emperyalizmini, Batı yağmacılığını hedef alan en küçüğünden dahi bir gerici hareket yoktur. Tüm gerici yapılanmaların özü, mayası, aydınlanmaya, bağımsızlığa, özgürlüğe karşı saldırı amacıyla kurulmuş kontrgerilla yapılanmalarına dayanır.
Kemalist devrimin işgal güçlerinin top mermilerine bile aldırmadan ortaya koydukları devrimci eğitim programı, 27 Aralık 1949 tarihinde imzalanan "Fulbright” Anlaşması ile düzenlenen karşı devrim operasyonu ile emperyalizmin, batılı yağmacıların ‘etki ajanlarına’ teslim edilmiştir. Eğitim alanına sokulan bu virüs zaman içinde metastas yaparak (yayılarak) kan bedeli kazanılıp kurulan laik demokratik Devrimci Cumhuriyeti kemirerek çökertmiştir...
AKP iktidarı içten içe çürütülmüş, yozlaşmış, kendi özgür iradesinden yoksun hale getirilmiş bir sistem üzerinde tepinmekte, cumhuriyetin ayakta kalabilmiş son kırıntılarını silip süpürmektedir... 
AKP, iktidarını softalığa, bilim düşmanlığına, karanlığa, ilkesizliğe ve örgütlü cehalete son 50 yıldır verilen ödünlerin üzerine yapılandırmıştır. Bunun doğal sonucu olarak Türkiye Cumhuriyeti bugün emperyalist merkezlerin istemleri dışında bağımsız adım atamayan, laik sistemden kopartılmış, sosyal devlet yapısı İslami cemaat ve tarikat ağlarına teslim edilmiş, her düzeyde tarikat-cemaat koalisyonları tarafından yönetilen bir ülke haline getirilmiştir.
“Tüm bunlar olurken muhalefet ne yapıyordu?” diye sorulabilir. Bu haklı ve doğru bir sorudur.  Hemen yanıtlayalım.
Emperyalizm sömürgeleştirmeyi hedeflediği ülkelerde yalnızca gerici iktidarları değil, gericilik karşısında direnç göstermesi, toplumsal muhalefeti örgütleyip harekete geçirmesi olası partileri’ de sistemle uyumlu bir muhalefet olarak dizayn eder. Türkiye’de 1940’lı yıllardan bu yana emperyalizm tarafından dizayn edilerek “Üretilmiş, sınırlı ve kontrollü ve denetimli” bir muhalefet söz konusudur.
Yani emperyalizm etkiyi de tepkiyi de yönetip, yönlendiriyor. Türban olayında olduğu gibi, İktidarı kullanarak, muhalefeti de gericiliğin cenderesine sürüklüyor.  İktidar ve muhalefet biri diğerinin denge unsuru olarak çalışacak-çatışacak, ama oy aldıkları halka emperyalizmle hesaplaşmayı değil, uzlaşmayı önereceklerdir.
Denetim sınırları dışında örgütlenip güçlenen partiler, önce, her tür yöntem kullanılarak düzen dışında tutulur. Emperyalist-  kapitalist sistemle uzlaşmayı değil hesaplaşmayı önceliğine koyan partilerin eylemleri yasaklanır, örgütlenmeleri engellenir, öncüleri bir şekilde etkisizleştirilir.
Toplumsal muhalefetin kendi çatısı altında toplanmasını isteyen, Avrupa Birliği’nin acentesi, Gümrük Birliği’nin taşeronu, tahkim yasalarının müteahhitleri 1939’dan bu yana Batıcı sistemin, yani emperyalizmin meclis içindeki sözcülüğünden öteye bir işlev görmedikleri gibi, bilerek ya da bilmeyerek gericiliğin meşrulaştırılmasına hizmet etmişlerdir.
“Yolunda yürüyen bir yolcunun, yalnız ufku görmesi kâfi değildir. Muhakkak ufkun ötesini de görmesi ve bilmesi lazımdır” diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleri ile sonlandıralım yazımızı.
“Mandacılar diyorlar ki, bizi bağımsız bırakmayacaklar. Bizi bağımsız bırakmazlar düşüncesi maneviyat bitkinliğinden doğan bir iman eksikliğidir. Bir an için kabul ve teslim edelim ki, bizi devlet olarak yaşatmayacaklar, o halde bunu biz mi isteyelim?
Ahmaklar, memleketi Amerikan mandasına, İngiliz koruyuculuğuna bırakmakla kurtulacak sanıyorlar. Kendi rahatlarını sağlamak için bütün bir vatanı ve tarih boyunca devam edip gelen Türk bağımsızlığını feda ediyorlar.
Oh ne ala! Mücadele yerine mandayı kabul edeceğiz ve rahata kavuşacağız! Bu ne gaflet, bu ne körlük, bu ne budalalık. İstanbul’un yüce kişileri de bu fikirde. İçlerinden biri çıkıp da ya istiklal ya ölüm diyemiyor.”
 “Kurtuluş için, bağımsızlık için eninde sonunda düşmanla, bütün varlığımızla vuruşarak onu yenmekten başka karar ve çare yoktur ve olamaz. Ordu ile, savaş ile, inat ile bu işin içinden çıkılamaz biçimindeki kaynağı dışarda bulunan öğütlere uymakla bir vatan, bir ulus bağımsızlığı kurtarılamaz. Emperyalistlerin pençesine düşen bir kuş gibi yavaş, sefil bir ölüme mahkûm olmaktansa babalarımızın oğlu sıfatıyla vuruşa vuruşa ölmeyi tercih ederiz.” 30.12.2016 Isparta
Mahmut ÖZYÜREK


28 Aralık 2016 Çarşamba

Faşizm geliyorsa nasıl yaşamalı?



TBMM'DE faşizmin anayasası baskı, tehdit, şantaj, yıldırma ile kabul ettirilmeye çalışılıyor.
Bir kişinin "führer"i de aratacak diktatörlüğünün(fiilen uygulanıyor) yasal, meşru zemini hazırlanıyor.
15 yıldır bunun "kitle tabanı"hazırlandı.
İçinde yaşadığımız süreç fiilen faşizm koşullarıdır...
FAŞİZMİ ALT ETMEK, ENGELLEMEK, FAŞİZMİN ÖNÜNDE BARİKAT OLUŞTURMAK YAŞAMSAL DEĞER TAŞIYOR.
Bunu başkalarından bekleyen, bu koşullarda eylemli direnişi göze alamayan, yerinden kalkma gereği bile duymayanlar faşizmden etkilenmiyeceklerini, kendilerine dokunmayacağını düşünüyorlarsa ya süzme salak, yada zihinsel özürlüdürler.
RTE'ye "Çay vermem" diyen kantincinin tutuklandığı bir ortamda kimseni yarını, hatta bir saat sonrası bile güvence altında değildir.

Faşizm geliyorsa nasıl yaşamalı? Yale Üniversitesi'den Prof. Timothy D. Snyder'in öğütleri
Yale Üniversitesi'nde Holokost (Yahudi Soykırımı) çalışmaları yürüten Profesör Timothy Synder'in faşizm koşullarına göre nasıl yaşanması gerektiğini anlattığı öğütleri
Timothy D. Snyder'den Öğütler Yale'de Holokost çalışmalarında Profesör Timothy Snyder'den uyarlanmıştır.
(Çeviren/Derleyen: Prof. Zeynep Dİrek - İstanbul Üniversitesi)
1. Öğüt
Otoriterliğin gücünün büyük bir kısmı bizim ona kazandırdığımız bir güçtür: Şimdilerde yaşadığımıza benzer zamanlarda, baskıcı bir hükümetin uygulamaları yüzünden zarar görmekten çekinen insanlar o hükümetin kendilerinden daha neler isteyebileceğini düşünürler. Hükümet bunları talep etmeyi henüz aklına getirmemiş olabileceği veya göze alamadığı halde, insanlar kendilerine uygulanacağını hayal ettikleri baskıya göre hareket etmeye başlarlar.
Öngörüye bağlı itaat, hükümete halka daha fazla ne yapılabileceğini işaret eder ve özgürlüğün kaybını hızlandırır.
Bunu şimdiye kadar yapmış olabilirsiniz, bundan sonra yapmamaya dikkat edin.

2. Öğüt
Elde kalan kurumları savun. Savunulacak kurum bir gazete, bir okul, bir üniversite, bir sivil toplum örgütü, bir dergi, bir sanat kurumu, bir dernek olabilir. O kurumlarda etkin olmaya çalış, hiç olmazsa varlığını hissettir. Bir davayı takip et. Bir gazeteyi satın alarak yaşat. Biz kurumları sahiplenmezsek, onlar için ve onlar adına harekete geçmezsek kurumlar hiçbir zaman bizim olmazlar. Kurumlar kendi kendilerini savunamazlar. Baştan beri sahiplenilip savunulmazlarsa faşizm geldiğinde kurumlar domino taşları gibi düşerler.
Ek: Başkalarıyla mutlu hayat ancak adil kurumlar varsa mümkündür diyor Paul Ricoeur. Kendi hayatına çekilmek, kendini toplumsal olayların akışına teslim etmek sana mutluluk getirmez, çünkü kurumsal adaletin olmadığı yerde mutluluk da yoktur. Mutluluk içte yaşanan bireysel bir ruh haline indirgenemez.

3. Öğüt
"Faşizm koşullarında en büyük devrimcilik, işini iyi yapmaktır." (W. Benjamin)
Faşist rejimlerde devlet liderleri kötü örnek oluştururlar: Onların muktedir kıldığı bazı kişilerin artık yasaya uymama özgürlüğü vardır. Bazı kişilere, gruplara rant, talan, yalan özgürlüğü verilmiştir; zayıflara da sadece yalanlara inanma, katledilme, tecavüz edilme özgürlüğü kalmıştır.
Böyle zamanlarda, normal halde işler düzgün yürüdüğü için kullanılması pek gerekmeyen meslek ahlakı dilinizi hatırlayın. Meslek ahlakı, adil pratiği savunmaya yarar. Avukatlar işini iyi yaparsa, yargıçlar işini iyi yaparsa bir hukuk devletini yıkmak zorlaşır. Bu diğer kurumlar için de geçerli. Kurumlar insanlar sayesinde vardır. Meslek ahlakı, muktedirin sizden yapmanızı talep ettiği yanlış işleri niye yapamayacağınızı gerekçelendirmeye yarar.

4. Öğüt
Politikacıları dinlerken bazı kelimeleri nasıl kullandıklarına dikkat edin. Bu kelimeleri sorgulamayı öğrenin. "Terörist", "vatan haini" gibi kelimeler çok geniş bir anlamda kullanılmaktadır. "Olağanüstü hal", "aciliyet" gibi çok önemli kavramları duyduğunuzda uyumayın.
Olağanüstü halde hükümet yetkililerine göre terör, devletin bekasına karşı olduğuna hükmettikleri tutumların bütünüdür. Küçük bir çocuğun yaptığı yaramazlık, mini etekli bir kadın, öpüşen eşcinsel bir çift, bir popstarın bir mitinge katılma davetini geri çevirmesi, facebook'ta bir haber sitesinde çıkmış bir haberi paylaşmak, barış için verilen bir imza, bir gazeteyi okumak, sembolik dayanışma eylemleri terör ile yan yana getirilebilir. Terör unsuru olarak algılanan şeyler yeri geldiğinde taş, sopa, flama veya bir baret dahi olabilir.
Peki, gerçekte terör nedir? Terörist diye kime denir? Teröristlerin amacı veya hedefi nedir?Terör kelime anlamıyla herhangi bir amaç uğruna, konu ile ilgisi olmayan bireylere yöneltilmiş şiddet eylemlerinin bütünüdür. Terörist siyasal davasını kabul ettirmek için karşı tarafa korku salacak davranışlarda bulunan, eylemler yapan kimsedir. Politikacılar, gazeteciler, yazarlar terörist değildirler.
Yurtsever dil kullanılarak şiddete başvurmayan insanların "terörist" olarak adlandırılıp dışlanmasına veya cezalandırılmasına öfkelenin, öfkenizi uygun bir dille ifade edin.

5. Öğüt
Akıl almaz şeylerle karşılaştığında, örneğin ülkede bir yerde bir canlı bomba patlayıp yüz kişi öldüğünde veya başka bir terör eylemi gerçekleştiğinde sakin ol ve şunu hatırla: tüm otoriter rejimler, iktidarlarını daha da sağlamlaştırmak için böyle saldırılara gerek duyarlar, sivillerin zarar gördüğü böyle olaylara göz yumar, kışkırtır, hatta planlar ve gerçekleştirirler. Bu olaylara tanık olan insanlar korkacak, endişeyle yaşayacak, hayatlarını daraltacak, özgürlüklerini daha az talep edecek, kendiliğinden hareket etme güçlerini, bir araya gelme isteklerini kaybedeceklerdir. Bu duygulara kapılan bir halkın, güvenlik gerekçesiyle özgürlükleri elinden alınsa bile güçlü bir lideri destekleme eğilimi artar. Reichstag yangınını düşün. Hitler bu olayı bahane ederek güçler ayrımını ve dengesini ortadan kaldırmış, çok partili siyasal hayatı sona erdirmiştir. Bu eski bir oyundur, bu oyuna gelme.

6. Öğüt
Dile özen göster. Herkesin kullandığı cümleleri kullanmaktan kaçın. Herkesin söylediği bir şeyi söyleyeceksen bile onu nasıl söyleyeceğine kafa yor. Sadece ne dediğin önemli değil, nasıl dediğin de çok önemlidir. Faşizme karşı mücadele faşistlerin kullandığı dili kullanarak yapılamaz. Düşünen, kavramaya çalışan, kavramsallaştıran, sorgulayan, şüphe eden, ötekini dinleyen, duyan, hisseden, hatta konuşturan bir söyleme biçimi edinmeye çalış. Toplumsal olaylar karşısında kitlelerin kapıldığı heyecan, hiçbir 'şok' seni bu dilden vazgeçiremesin. Tepki dilini o anda kuramıyorsan tepki verme, daha sonra konuş.
Küfretme: küfrün kadın nefreti, cinsiyet temelli nefret söylemi, erkek iktidarını güçlendiren bir dil olduğunu aklında tut. Küfür, öfkesinin sebeblerini açıklayacak kadar düşünmeye ve konuşmaya vakti olmayanların çaresizliğidir. Lümpen faşistler böyle konuşur. Öfke dilini kullan, öfkeni ifade et, fakat bunu yaparken düşünmeyi bırakma.
Yatmadan önce internete girme. Elektronik aletlerini yatak odası dışında bir yerde şarj et ve oku. Bunun sebebi şu: Sadece sosyal medya okumamalısın. Düşünce dilini inceltmek, geliştirmek için kitap okumalısın. Yaşadıklarımızı daha iyi düşünmek için ne okumalı? Belki Václav Havel’in Güçsüzlerin Gücü’nü, George Orwell’in 1984’ünü, Czesław Milosz’un Tutsak Edilmiş Akıl’ını, Albert Camus’nün Başkaldıran İnsan’ını, Hannah Arendt’ın Totalitarizmin Kaynakları’nı ya da Peter Pomerantsev’in Hiçbir Şey Doğru Değil ve Herşey Mümkün’ünü.

7. Öğüt
İtiraz et. Birileri etmeli. Doğruyu söyle. Birileri doğruyu söylemeyi göze almalı. Bu senin karakterin için de önemli. Ne fazla gözü kara ol ne de çok korkak biri: Cesaret söyleyeceklerini doğru zamanda, uygun bir dille söyleyerek iki uçtan kaçınıp ortayı düşünerek bulmaya denir. Elbette hiçbirimiz kendimizi kolayca ele vermemeli, hapse girmemeye çalışmalıyız. Ama biz bile konuştuğumuz için hapse giriyorsak dışarısı içerisinden çok daha kötü hale gelmiş demektir. İnsan cesurca konuşa konuşa cesur biri olur. Bunu yapamazsak, yavaş yavaş yalanların içinde kendimizi de kaybederiz. Zamanla bizden eser kalmaz. En büyük kayıp hakikatin kaybı, kendiliğin kaybıdır.
Sözde ve davranışta etrafa uyum sağlayarak, sürüden biri gibi davranmaktan vazgeç. Çoğumuza çocukken öne çıkmamayı, göze batmamayı, böylece daha az zarar göreceğimizi öğretmişlerdir. Şimdi farklı bir şey yapmak ya da söylemek insana kendisini garip hissettirebilir. Çoğunluk susarken konuşmak seni tedirgin edebilir. Fakat zaten artık herkes tedirgin değil mi? Tedirginlikle yaşamayı başarıyorsak biraz daha tedirgin olmayı göze alabiliriz.
Aslında içinde bulunduğumuz şartlarda, bu huzursuzluk olmadan özgürlük mümkün değil. Sen bir örnek oluşturduğunda, sessiz çoğunluktan olmanın efsunu ortadan kalkar, korku eşiği daha kolay aşılır, diğerleri de seni takip edip itiraz etmeye başlayacaktır.

8. Öğüt
Doğru ile yanlışın birbirinden ayırt edilebileceğine, gerçeği bulabileceğimize ve doğruyu söyleyebileceğimize inan.
Gerçeğe ulaşma çabanda seni yoran, umutsuzluğa kaptıran, hakikat arayışından vazgeçmene sebep olabilecek bir bilgi kirliliği, siyasi çarpıtma, algı operasyonu, savaş propagandası var. Ülkede medya iktidarın söyleminin dışına çıkamıyor. Farklı düşünen gazetecilerin çoğu hapiste. Gerçeğe savaş açılmış sanki.
Medyaya bakarak savaş bölgelerinde ne olduğuna karar vermek zor. O bölgede çıkarları olan veya bilfiil savaşan devletler kendi amaçları doğrultusunda açıklamalar yapmaktalar. Sivil halktan kişiler kendi deneyimlerini aktarmaya çalıştıklarında onlar da, terörist olmakla suçlanıyor. Sosyal medyada muktedirlerin binlerce trolü dolaşıyor, sırf söyleme aykırı deneyimlerin bize iletilmesini engellesinler, biz gerçeğe ulaşamayalım diye.
Faşizmde yalanın toplumsal olarak örgütlendiğine tanıklık ederiz. Halkın bir kısmının bunu fark ettiğini, kabul ettiğini ve artık hakikatle, gerçekle, olgularla ilgilenmemeye başladığını hissederiz. Normal zamanlarda ahlaksızlık olarak görülen edimler artık kanıksanmaktadır. Muktedirin topluma söyledikleri yalanların, çelişkilerin, tutarsızlıkların, saçmalıkların artık önemi yoktur. Kitleler güçten yana olmayı varoluşunun koşulu gibi görmektedir.
Bu durumda sana da çeşitli söylemler arasında dolaşmak, farklı söylemleri, sözleri, yazıları birbiriyle karşılaştırarak hakikate ulaşmaya çabalamak kalmıştır. Her okuduğuna inanmaman, bağlamı gözden kaçırmaman, satır aralarını okuman, safsataları ayırt etmen, yapılan konuşmaların performatif boyutunu gözden kaçırmaman gerekir.
Dil gerçekliği şekillendiriyor elbette ve bunu yapmaya aday birden fazla dil var. Gerçeğe ulaşma çabanda başkalarının somut deneyimlerine, yaşananın diline öncelik vermeyi ilke edin. Tanıklıkları dinle.
Olgular çıplak değilse bile olgular yoksa özgürlük de yoktur. Eğer hiçbir şey doğru değilse iktidarı da kimse eleştiremez, çünkü eleştirinin bir zemini yoktur. Hiçbir şey gerçek değilse, herşey gösteriden ibarettir. Parası olan düdüğü çalıyor demektir.
9. Öğüt
Vatansever ol. Muktedirler vatansever bir söylem tutturabilirler fakat gerçekte vatansever olmayabilirler. Vatanseverler öncelikle hem gelecek kuşaklara hem de tüm canlılara yaşanabilecek bir doğa bırakmaya çabalayan kişilerdir. Vatanseverler kentleri kapitalist yağmaya karşı savunanlardır. Doğayı satılacak bir enerji kaynağı olarak gören, kenti zenginlere pazarlayan, kamu tesislerini ve fabrikalarını yabancı şirketlere satan, ahlaki ve siyasi yozlaşmayı önemsemeyen yöneticiler vatansever olamazlar.
Vatansever insanlar ülkede nasıl yeniden bir üretim ekonomisi kurulabileceğini düşünen, kurumları batırmaya çalışmak yerine yaşatmaya çalışan, ülke ekonomisinin batmasından herkesin, en çok da yoksulların zarar göreceğini bilen kişilerdir.
Eğitim çok kötü bir hale gelmiş, üniversiteler yozlaşmış olabilir: Yine de bu kurumları düzeltmek için elimizden geleni yapmalı, mücadele etmeye devam etmeliyiz. Ekonomi krize girmiş olabilir ama bankaların batmasını dilemek bir vatansevere yakışmaz. Halihazırdaki iktidar hepimize zarar veriyor ama zarar gördüğümüz için öfkelenip yaşadığımız yerin yok olmasını dilemek insanın kişisel olarak acılaşmasıdır.
Vatansever olmak evrensel etik değerleri sahiplenmeyi gerektirir. Yabancı düşmanlığını, batı düşmanlığını vatanseverlikle karıştırmamak gerek. Hangi kültürden gelirse gelsin eğer bir davranış doğruysa benimsenmeye değerdir. Hangi kültürde bulunursa bulunsun eğer bir davranış yanlışsa ondan vazgeçmek gerekir. Başkasından öğrenmek ayıp değil bir meziyettir. Gerçek vatanseverlik şovenizmi aşmayı gerektirir.
10. Öğüt
Dışarıya çık, gerçek dünyada siyasete katıl. Toplumsal bir meseleyle ilgili iktidarın benimsediği bir tavıra, şiddet içermeyen bir biçimde tepki gösterilmeye çalışıldığında, buna sadece sanal dünyadan destek verme; fiziken, bedeninle de katılmaya, orada olmaya gayret et.
Siyasi, sanatsal, kültürel olaylar etrafında tanımadığın insanlarla bir araya gel. Bu topluluklara katılmak sana kendini daha güçlü hissettirecek. İnsanlar birbirinden güç alır, bir araya geldikçe daha umutlu olur.
Toplumsal bağlarını sadece sanal dünyada kurma. İktidar, sandalyene çakılı kalmanı, duygularının ekrandan emilip kaybolmasını ister. Sanal dünyanın hayatımızda daha çok yer kaplamasıyla otoriterliğin artması arasında bir ilişki var.
Dışarı çık. Alışık olmadığın yerlerde daha önce tanımadığın kişilerle ol. Yeni arkadaşlar edin, ne düşündüklerini sor, onların deneyimlerini dinle, onlarla yürü.
11. Öğüt
Tek parti devletini engelle. Faşizme geçişin özelliği, çok partili siyasi hayatı ortadan kaldırmak veya demokratik rejimi değiştirmek isteyen bir partinin ortaya çıkmasıdır. Aslında bu parti de demokratik yollarla iktidara gelmiş, bir zamanlar demokrasinin usullerini kabul etmişti.
Demokrasinin paradokslarından biri de, bir siyasi partinin demokrasinin kurallarına göre oynayarak demokrasinin sonunu getirebilmesidir.
Söz konusu parti iktidardayken, tarihsel bir andan faydalanarak demokrasiyi güvence altına alan kurumları yıkmış, ardından da rakiplerinin siyasi varlıklarını ortadan kaldırmıştır.
Önerilen yeni rejim "demokrasi" olarak adlandırılsa bile aslında demokrasi değildir. Güçler ayrılığı, çok partili sistem, demokratik işleyen kurumlar olmadan ve azınlık hakları korunmadan demokrasi olmaz. Faşizmin yolunu çoğunluk demokrasisi açar.
Halkın tek parti devletini onaylaması için referandum yapıldığında oyunu tek parti devletine hayır demek için mutlaka kullan.
12. Öğüt
Bir özel hayatın olsun. Herkese her konuda açıklama yapmak zorunda değilsin. Otoriter rejimlerde muktedirler sana istediklerini yaptırmak veya seni susturmak için açıklarını bulmaya çalışırlar. İş dünyasında isen, cezalarla, kişisel yaşamında ise başka türlü tehdit ve şantajlarla sana boyun eğdirmeyi denerler. Özel hayatının sınırlarını çiz, onu sadece çok güvendiğin arkadaşlarınla paylaş. Sisteme sana karşı kullanacağı malzemeyi vermemeye çalış.
Yine de açık verebilirsin: Kendi yaşamın üzerine düşünür ve savunabileceğin gibi yaşarsan otoriter sistemin senin üzerinde kurmaya çalıştığı baskı da boşa çıkacaktır.
Sosyal medya paylaşımlarında kullandığın dile dikkat et. Söylemek istediğin şeyi söyle fakat sana dava açabilecekleri bir dil kullanma.
Düşündüklerini herkesin anlayacağı bir dille, evrensel değere müracaat ederek ve argümanlar kullanarak savun.
Bilgisayarını kötü yazılımlardan, virüslerden temizle. Hacklenmemek için gerekli dikkati göster. E-postalarının gökyüzüne yazı yazmak olduğunu bil. E-postalarının dikkatli yaz veya mümkün olduğunca az kullan. Önemli konuları yüz yüze konuşarak hallet.
Tüm hukuki sorunlarını çözmeye gayret et. Otoriter rejimler hukuk devleti değil şantaj devletidir. Hukuku bir silah gibi kullanmak için seni takacakları kancayı ararlar. Çok fazla kanca bırakma ortada.
13. Öğüt
Başka ülkelerde yaşayan insanlarla arkadaş ol ve onlardan öğren. Onların deneyimlerinin öğretici olmasının sebebi, tarihsel aktörler farklı olduğu halde, etkisi altında olduğumuz güçlerin benzer olmasıdır. Coğrafyalar bambaşka olsa ve toplumsal yaşam kültürel olarak çok farklı olsa bile, faşizme özgü mantık tek ve tarihsel olarak tanıdıktır. Anti-faşist mücadelenin esasları, uluslararası, kimlikler üstü bir direniş kültüründe ortaklaşmayı gerektirir.
Şu anda yaşadığımız problemler tek bir ülkeye özgü şeyler değil. Genel bir küresel trendin sonuçları. Hiçbir ülke buna tek başına bir çözüm bulamaz.
Şimdiden kendin ve tüm ailen için geçerli pasaport edinmeye çalış. İkinci dünya savaşında başka ülkelerin verdiği geçerli pasaportlara sahip Yahudiler ölümden kurtuldular. Para ve değerli eşyalar insanların hayatını kurtarmaya yetmedi.
Sonuna kadar mücadele etmek çok önemli, fakat hayatta kalmak için ne zaman gideceğini de bilmek lazım.