Vatan topraksa eğer
Ormansa nehirse madense vatan
İşçiyse köylüyse aydınsa vatan
Yani yapıp yaratmaksa her şeyi yeni baştan
Sevmeyi yeni baştan
Alkışı yeni baştan
Bir hesabı vardır bunun sorulur
Bir hesabı soracaklar bulunur
Akgün kara günden öcünü alır bir gün
(Hasan Hüseyin Korkmazgil)
Bir hesabı soracaklar bulunur
Akgün kara günden öcünü alır bir gün
(Hasan Hüseyin Korkmazgil)
10 yıl içerisinde Türk Telekom, TÜPRAŞ, ERDEMİR, TEKEL, SEKA ve
PETKİM gibi sanayi tesisleri başta olmak üzere, limanların tamamı, 195 kamu
tesisi, 2.629 adet arsa, bina ve lojman satıldı. Satılanların çoğu AKP
iktidarına yakın yerli ve yabancı sermaye tarafından kapışıldı.
Kamuya ait varlıkların satışından 38 milyar 84 milyon dolarlık
gelir elde edildi. Bunun bir kısmıyla IMF’ye olan 23,5 milyar dolarlık borç
kapatıldı.
VARLIK FONU'NA AKTARILAN ŞİRKETLER 5 Şubat 2017
Bakanlar Kurulunca, Türkiye Cumhuriyet Ziraat Bankası AŞ, Boru
Hatları ile Petrol Taşıma AŞ, Türkiye Petrolleri AO, Posta ve Telgraf Teşkilatı
AŞ, Borsa İstanbul AŞ, TÜRKSAT Uydu Haberleşme Kablo TV ve İşletme AŞ'nin
sermayelerinde bulunan Hazineye ait hisselerin tamamı, Türk Telekomünikasyon
AŞ'nin yüzde 6,68 oranındaki Hazine'ye ait hissesi ile Eti Maden İşletmeleri
Genel Müdürlüğü ve Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğünün Türkiye Varlık Fonuna
aktarılması kararlaştırıldı.
(7) Başka ülkeleri bilemem ama Türk tarihi bu tür
mali buluşlarla doludur. III. Selim’in padişahlığı sırasında 1793
yılında İrad‑ı Cedid Hazinesi kurulmuş ve böylece Osmanlı İmparatorluğu'nda
tek ve merkezi Hazine düşüncesinden ilk sapma ortaya çıkmıştır. Bunu Tersane
Hazinesi ve Zahire Hazinesi izlemiştir. Sonraki dönemlerde Hazine sayısı
artmaya devam etmiştir. Mukataat Hazinesi, Mansure Hazinesi, Redif Hazinesi,
Darphane Hazinesi ve Maliye Hazinesi bunların en önemlileridir. Hazinelerin
çoğalması Osmanlı mali sistemini rahatlatmamış, tam tersine mali disiplini alt
üst etmiştir. Hazine sayısının artmasının Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünde
özel bir yeri vardır. 1839 yılında tek ve merkezi Hazine sistemine geri
dönülmüştür.
1980'li
yıllar, bütçe dışı fonların yarattığı çoklu hazine sistemine geri dönüş yılları
olmuştur. Çoklu hazine sisteminin en zararlı yönü, merkezi hazinenin
gelirlerinin dağılması, gider önceliklerinin kaybolması, belirli gelirlerin
belirli giderlere ayrılması nedeniyle zorunlu olan bir takım giderlerin
yapılamaması ve bütün bunların sonucunda kamu yönetiminde mali disiplinin
ortadan kaybolmasıdır. 1994 ve 2001 krizlerini hazırlayan altyapıda bu
fonların olumsuz katkısı önemli yer tutmaktadır.
*Mahfi Eğilmez
***
Varlık Fonu, Türkiye’nin gelecek rehnidir
Bugün, ülkenin kaderini belirleyecek önemdeki bir düzenleme Plan
Bütçe Komisyonu’nda görüşülmeye başlanacak: Türkiye Varlık Fonu.
Parlamento’nun laf olsun diye değil, gerçekten ciddiye alındığı
koşullar altında, adamakıllı bir kanun tasarısı halinde gelmesi gereken bu
düzenleme, AKP’li 16 milletvekilinin imzasını taşıyan “kanun teklifi” olarak
komisyon önünde.
Kanun teklifinin, tasarıyla kıyaslandığında, çok daha kısa ve
“çöpsüz üzüm” tadında zahmetsiz bir yol kat ettiğini anımsatıp düzenlemenin
getireceği sistemi özetleyelim:
Bu teklif yasalaşıp yürürlüğe girdiği gün, Türkiye Varlık Yönetimi
A.Ş. kurulmuş oluyor.
Başbakanlık’a bağlı olacak bu şirket de Türkiye Varlık Fonu’nu
kuruyor.
Muhalefet bu teklife “kanunlar üstü” diyor ama maddeler
incelendiğinde bu niteleme enikonu naif kalıyor. Fon ve şirket, kanunlar üstü
değil, resmen “kanunlar dışı” bir biçimde tasarlanmış.
***
Öyle şirket düşünün ki, özel hukuk hükümlerine tabi ama
Başbakanlık’a bağlı.
Kurulur kurulmaz Ticaret Sicili’ ne tescil edilmiş sayılacak.
Ama Kurumlar Vergisi’ne tabii değil.
Tahvil ihraç edecek, repo - ters repo yapacak, gayrimenkul
sertifikaları çıkaracak, yabancı şirketlerin yatırımlarına ortak olacak.
Ama Sermaye Piyasası Kanunu’na tabi değil.
Her düzeyde yüzlerce çalışan istihdam edecek.
Ama Devlet Memurları Kanunu’na tabi değil.
Onlarca ihale açacak, milyonluk alımlar yapacak.
Ama ihale mevzuatına tabi değil.
Otoyol, Kanal İstanbul, 3. köprü, 3. havalimanı, Akkuyu Nükleer
Santralına finansman sağlayacak.
Ama Sayıştay denetimine tabi değil.
Meseleyi biraz daha açmak adına bir ayrıntı paylaşalım: Kanun
teklifinin 8. maddesinin gerekçesinde, bu Fonun hangi yasalara tabi OLMAYACAĞI
listelenmiş. Bir A4 sayfasına yakın bu listede ben 18 kanun ve KHK saydım.
***
İşin uzmanları, “etmeyin eylemeyin, Varlık Fonları, zengin
madenleri doğal kaynakları olan, kaynak, nakit fazlası yaratan ülkelerin
işidir” diyor ama aldıran yok.
Bilakis, teklifin gerekçesine baktığınızda, onca laf kalabalığının
arasında gerçek niyeti apaçık görüyorsunuz:
“Otoyollar, Kanal İstanbul, üçüncü köprü ve havalimanı, nükleer
santral gibi büyük altyapı projelerine kamu kesimi borcu artırılmadan finansman
sağlanması.”
E, hani bu projelerin finansmanında sorun yoktu? Herkesçe bilinen
büyük müteahhitlik şirketleri kredileri bulup getirmişti. Hani, Hazine bu
borçları bir yönetmelikte üstlenmişti?
Ne oldu? Dolar üzerinden 20-30 yıl sürelerle verilen alım, araç
geçiş, yolcu garantilerinde sıkıntı mı var acaba?
Hani yap-işlet-devret modeliyle yapılan bu büyük projelerde
devletin cebinden bir kuruş çıkmıyordu?
Türkiye Varlık Fonu teklifinin gerekçesine baktığınızda, kurulacak
şirketin sermayesini 50 milyon TL olacağı ve Özelleştirme Fonu’ndan
karşılanacağı yazıyor.
Bu sermayenin kaynağı kamu değil mi?
Fona devredeceği belirtilen kurumların nakit fazlası, bu milletin
değil mi?
Bir yandan yatırımcıyı “ayağına turkuvaz halı” sereceğiz diye
teşviklere boğarken, diğer yandan hukuku ve denetimi hiç sayan bir mekanizma
kuruyor iktidar.
Sadece bizlerin değil, gelecek kuşakların yaşamını rehin edecek bir
düzenlemeden söz ediyoruz.
Kimse kimseyi kandırmasın:
Türkiye Varlık Fonu, “büyüme artışı” maskesi arkasında bu rejimin
yere göğe koyamadığı 3. havalimanı, 3. köprü, Osmangazi Köprüsü ve ihalesi yeni
yapılacak Kanal İstanbul’u, baş göstereceği anlaşılan finansman sıkışıklığından
kurtarma işidir. Çiğdem Toker