Bugün 29 Ekim!
İkinci Kurtuluş Savaşımızın
Meşalesinin Alevlendiği Gün!
Bugün 29 Ekim! AB-D
Emperyalizmi ve Yerli Satılmışlar Cephesinin, Sevr’i yırtıp attığımız günden
beri süregelen ayak oyunlarıyla en sonunda enkaz haline getirdikleri
Cumhuriyet’imizin 93’üncü yılı.
Ancak bugün artık bir bayram
günü değil! Yeni Sevr’e karşı, İkinci Kuvayimilliyeciliğimizin meşalesinin alev
aldığı bir birlik, bir mücadele günüdür!
Çünkü Antiemperyalist Birinci
Kurtuluş Savaşı’mızla canla, başla mücadele ederek kapıdan kovduğumuz emperyalistler
önce bacamızdan girdiler, bugünse artık ellerini kollarını sallayarak cirit
atıyorlar vatanımızda!
Çünkü saltanat özlemcisi Kaçak
Saraylı Reis’in kazanı, tüm Ortadoğu ve dünya halklarının baş düşmanı ABD
Emperyalizminin ateşi üzerinde kızdırıldıkça, içindeki halkımız diri diri
kaynatılmaktan kurtulamadı!
Çünkü Laik Cumhuriyet’i
elbirliğiyle enkaz haline getirdiler, yıktılar ve vatanımızı Ortaçağ
karanlığına sürüklüyorlar!
O nedenledir, dinci faşist
düzenlerine yani Ortaçağ karanlığına doğru giden yolun en önemli aşaması olan
15 Temmuz’u yere göğe sığdıramamaları, adını caddelere, parklara, meydanlara
kazımaları, zafer günü ilan etmeleri!
O nedenledir kendileri için
yas günü olan 19 Mayıs’ları, 23 Nisan’ları, 30 Ağustos’ları, 29 Ekim’leri
parçalama, yok etme ve öç alma günlerine dönüştürmeleri!
Şimdi anlamak için soralım:
Cumhuriyet nedir?
Emperyalizme karşı dünyada ilk
başarılı Kurtuluş Savaşı’nın zaferinin ilanı olan Cumhuriyet’imiz nasıl bu hale
gelmiştir? Cumhuriyet kalemiz nasıl düşmüştür?
Bu sorulara daha çocuk denecek
yaşta, 17 yaşında Ege’de Yörük Ali Efe Çetesi’nde Kurtuluş Savaşı’mıza katılan
ve yiğitliğiyle o yaşta Köyceğiz Kuvayimilliye Komutanı olan Hikmet
Kıvılcımlı’nın 29 Ekim 1968’de yayımlanan “Cumhuriyet Bayramı Nedir?”
başlıklı yazısından alıntıyla cevap verelim:
“Bunu, bize en iyi özetleyen
kişi, Cumhuriyet’in ölümsüz kurucusudur.
Mustafa Kemal, Türkiye’yi yüzyıllardan beri iki büyük kahredici gücü, iki büyük lanetleme gücü ezdiğini haykırdığı gün, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin gönderesine ilk Cumhuriyet bayrağını çekmişti. Bu İki kahredici, lanetleme, baş belası güç neydi?
Mustafa Kemal, Türkiye’yi yüzyıllardan beri iki büyük kahredici gücü, iki büyük lanetleme gücü ezdiğini haykırdığı gün, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin gönderesine ilk Cumhuriyet bayrağını çekmişti. Bu İki kahredici, lanetleme, baş belası güç neydi?
Mustafa Kemal’e göre birisi
Emperyalizm, öteki Saltanat’tı.
Emperyalizm neydi?
Batıda, serbest rekabetçi
tasını tarağını toparlamış ve iç çatışmalarını, dünya ölçüsünde
kangrenleştirmiş olan, tekelci kapitalizmdi.
Saltanat neydi?
Kadim Tefeci-Bezirgân
Sermayenin her türlü gelişimi taşlaştırıp dondura koymuş olan derebeylik
biçimiydi.
Bu iki güç birbirileriyle
domuz topu olmuştu. Emperyalizmin yeryüzündeki egemenliğini sağlayan yerli
avadanlık, geri ve sömürge ülkelerde emperyalizmin teslim aldığı irili ufaklı
saltanatlardı.
1919 yılı, yalın savaş
kılıcıyla. Kadim Çağ derebeyliği olan emperyalizmin yüzde yüz emrine
geçirilmişti. Onun için, Anadolu içlerinde, gâvura karşı kıpırdayan baş
kaldırma karşısında, ilkin sözde Müslüman olan saltanatı buldu. Emperyalizmin
Papaz Fru’ları, Saltanatın Molla Necmettin’lerini parayla tuttular. Ve Anadolu
topraklarına sarıklı-cübbeli kılıklarla, casus ve baltalayıcı olarak
gönderdiler. Ege Cephesinde Milli Kurtuluş Cephesinin ilk kurşunu, Yunanlıdan
önce, sözde mütegallibe Hacıağalarına karşı sıkılmak zorunda kalındı.
Onun İçin Türkiye’de
Cumhuriyet demek. Türk Milletinin bağrına oturmuş olan emperyalizmle Saltanat’a
karşı kurduğu bir savunma kalesi demektir.”
(…) Cumhuriyet
emperyalizme, yani Cihan Finans-Kapitalizmine ve Saltanat’a, yani Osmanlı
Tefeci-Bezirgânlığına karşı savaşarak doğdu.
Türkiye’de Cumhuriyet’in
anlamını yücelten ve kutsallaştıran, Mustafa Kemal’in hiç hayale kapılmaksızın
pek açık belirttiği, o her iki irtica cephesinde, her iki gericilik cephesinde
başardığı savaştır.
45 yıldır Türkiye’de neler
olupbitti?
Her canlı ya da cansız varlık
gibi, toplumumuz da zamanla bir sıra değişikliklere uğradı. Ana çizgisiyle,
yani ekonomik temel ve sosyal sınıf yapısı bakımından geçirdiğimiz
değişikliklerin anlamı ve yönü ne oldu?
Soruya duruca karşılık bulmak
için kendi kendimize bir daha sorabiliriz: Türkiye’de Cumhuriyet, Mustafa
Kemal’in ilk olarak gördüğü ve gösterdiği hedefe vardı mı? Daha kabaca
söyleyelim: Türkiye’de, Saltanatı kökünden devirip, emperyalizmi kökünden
kazıdı mı?
Bu sorulara yuvarlacık bir
EVET, yahut HAYIR ile karşılık verecek kadar bozuk metafizik veya skolastik bir
düşünce ve davranış olamaz. Cumhuriyetimizin gerçekliğinde yatan diyalektik
büsbütün beklenmedik, şaşırtıcı gelişmeler gösterdi.
1- SALTANAT’ın tepesi
Padişahlık ve Hilafetti. Saltanatın tabanı derebeyleşmiş Tefeci-Bezirgânlıktı.
Cumhuriyet, tepedeki padişahlığı ve hilafeti kaldırdı. Tabandaki Kadim
Tefeci-Bezirgân Hacıağalık ne oldu?
Vaktiyle “irtica” denilen
gericilik isyanlara, suikastlara giriştikçe ezildi. Kabuğuna çekildikçe rahat
bırakıldı, hatta ayrıcalandı. Yalnız ara sıra tefeciliğe karşı resmi savaşlar
açıldı. Yüzde ondan “aşırı” faizler kanunla yasaklandı.
Oysa, politikanın
etkileyemediği kanunlar vardı. Türkiye ekonomisinde Kadim Tefeci-Bezirgân
Sermayenin kökünü ancak genlikli (prosper: Müreffeh) ve hızlı bir modern
sanayileşme kazıyabilirdi. Geniş üretim alanımız, toprakta küçük ekici,
sanayide esnaf eliyle yürütüldükçe kaçınılmaz sonuç belliydi. En ufak
teşkilatına göz yumulmayan, her kımıldanışı “ağa” ağırlığıyla ile boğulan,
binbir devlet vergisi ve banka mükellefiyetleri altında her gün biraz daha
ezilen KÜÇÜK ÜRETMENLER Tefeci-Bezirgân torbasında kekliktiler.
O yüzden en iyi niyetli olsun
veya olmasın, bütün resmi yasaklar ister istemez kitapta kaldı. Hayatta Kadim
Tefeci-Bezirgân ilişkileri, şehir bankalarından güç alarak bütün hınçları ve
uğursuzluklarıyla işlediler. Eski “saltanatlarını” (yeni egemenliklerini)
yürüttüler ve gitgide büyülttüler.
2- EMPERYALİZM’in tepesi -o
günler- Yunan Kıralı ile Türk Padişahının gölgelerine çöreklenmiş: İngiliz,
Fransız, Amerikan, İtalyan vb… emperyalist silâhlı güçleriydi. Emperyalizmin
Türkiye içindeki tabanı: yabancı komprador sermaye. yani bankalar ve
şirketlerle onların acenteleriydi.
Mehmetçik, Yunan Ordusu’nu
baskına uğratınca Yunan Kralı’nı, maymun ısırdı, Türk Padişahının kavuğu
devrildi. Emperyalist silahlı güçler paratonersiz kaldılar. Ana yurtlarındaki
grevlerde, halk hareketlerinde Sovyet İhtilalini bastırmaya vakit bulamayan
emperyalizmin silâhlı güçlerini de şeytan aldı götürdü.
Tabandaki modern yabancı
şirketlerle acenteler ne oldular?
Düyunu Umumiye alacaklıları
“Şark isyanlarını” ve şirketler “Gaziye suikastları” kışkırttıkça,
yerli-yabancı firmalar devletleştirildi. Çoğunluğu Rum, Ermeni, Yahudi olan
komprador burjuvazi “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyalarıyla sindirildi.
Sermayeci tıkırına baktıkça okşanmaktan da öteye şımartıldı ve varsa yoksa
biricik devlet gözdesi yapıldı
Bunun üzerine pek imrendiğimiz
özel sermaye külahları silâhları değiştirip yerli milli şirketler kılığında
“adanmış toprağına” kavuştu. Uluslararası Finans-Kapital bütünlüğü içinde bir
öz ve özel parça oldu, Türkler “Medenî Kıyafet” takınıp “Avrupalılaştılar”.
Batılı kodaman turistler ve vaktiyle Türk’e tepeden bakan kompradorlar da
“Türkleştiler”.”
Duruca gördüğümüz gibi ne
saltanatın tabanı Tefeci-Bezirgânlık ortadan kaldırılabildi, ne de
emperyalizmin Türkiye içindeki tabanı bankalar ve şirketlerle, onların
acenteleri… Hal böyle olunca ve bu iki gericiliğe karşı Antiemperyalist,
Antifeodal, Antişovenist örgütlü bir halk örgütlenmesi ve mücadelesi
yaratılamayıp, Demokratik Halk Devrimi başarılamayınca bu son kaçınılmaz oldu.
AB-D Emperyalizminin ülkemizi Yeni Sevr’e sürüklemesine de engel olamadık,
Ortaçağ karanlıklarına bayır aşağı sürüklenmeye de!
O nedenledir ki bugün Mustafa
Kemal’in gençliğe hitabesindeki uyarılarının tamamı gerçekleşmiştir.
Ne demişti Mustafa Kemal?
“İstiklâl ve Cumhuriyet’ine
kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili
olabilirler.
“Cebren ve hile ile aziz
vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün
orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.
“Bütün bu şerâitten daha elîm
ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet
ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri
şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler.
Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.”
(Gençliğe Hitabe)
AB-D Emperyalizmi
memleketimizin iliklerine dek işleyerek kaleyi içten fethetti. Batı gericiliği
doğu gericiliğiyle yani Ortaçağcı Türkiye gericiliğiyle ve Batı aşığı ve uşağı
Modern Türkiye gericiliğiyle etle tırnak gibi kaynaştı. Ekonomiyi de iktidarı
da tekellerine aldılar.
1950’den sonra iktidarları da
muhalefetleri de tamamen o belirledi. Halkımız da sandığa gidip oy verdi,
memleketinde “demokrasi” var zannetti. Oysa bilmedi ve görmedi ki yapılan
“seçimler” kendisini harap ve bîtap düşürmekten öteye gitmeyecek bir aldatmaca,
bir oyun, bir sürek avı! Ha berideki kuklasını seçmişsin, ha ötedekini!
Ordumuzu da saltanatın
mollası, ABD Emperyalistlerinin kuklası Celal Bayar-Adnan Menderes eliyle
1952’de NATO’ya teslim ettik. Sonrası çorap söküğü gibi geldi. Al gülüm, ver
gülüm oldukları dönemde, “ben bu davanın savcısıyım” diyen Kaçak Saraylı Reis
ve Pensilvanyalı İmam’ın yargıdaki, emniyetteki, MİT’teki alçak kadroları
sayesinde Ergenekon ve Balyoz operasyonlarıyla Mustafa Kemal’ci, laik,
yurtsever subaylar ve komutanlar Silivri zindanına tıkıldı. Askeri okullardaki
kendilerinden olmayan öğrenciler kumpaslar kurularak atıldı ya da çeşitli
işkencelerle okulları bıraktırıldı. Ordu böylece iğdiş edildi.
Yetmedi. ABD Emperyalizminin
uşağı, işbirlikçisi, vatan haini bu iki Ortaçağcı İrticai güç, bildiğimiz gibi
17-25 Aralık 2013’ten sonraki ikinci ganimet paylaşım savaşını en son
geçtiğimiz 15 Temmuz’da Ordumuz üzerinden yaptı. Takke düştü, kel göründü!
Ordumuzun neredeyse yarısının Ergenekon-Balyoz katliamı sonucunda, İmam
Fethullah’ın ordusu haline dönüştüğü ortaya çıktı.
Son darbeyi de Kaçak Saraylı
Reis ve avanesi bu bahaneyle vurdu; askeri okulları, hastaneleri kapattı,
kışlaları önce düşmanı zapt eder gibi Ortaçağcı güruhuna “kuşattırdı”, sonra da
şehir dışına sürdü, Ortaçağ ordusuna dönüştürme harekâtına girişti. Mustafa
Kemal’in dediği ve uyardığı gibi memleketimizin bütün orduları da dağıtılmıştır
böylece!
Bütün bunları bir araya
getirdiğimizde, görünürde Birinci Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızda
olduğu gibi fiili bir “düşman işgali” olmasa da acı veren gerçekliğimiz budur!
Bu gerçeği ne emperyalizmin kanlı postallı askerlerinin topraklarımızda,
şehirlerimizde, sokaklarımızda açıktan dolaşmıyor olması değiştirir ne de başta
Kaçak Saraylı Reis olmak üzere Meclisteki Dört Amerikancı satılmış partinin
“yerli” olması!
Onlar BOP’u, Yeni Sevr’i,
Türkiye’nin en az üçe bölünmesini ve Ortaçağcı bir din devletine
dönüştürülmesini bu şekilde gerçekleştirmekle görevlidir. Bu süreçte epeyce yol
almışlardır ve bayram etmektedirler.
Ancak erken bayram etmesinler!
Bundan gayrı yapılacak tek şey
vardır: Antiemperyalist, Antifeodal, Antişovenist İkinci Kurtuluş
Savaşı’mızı vermek!
Bu topraklar bereketlidir!
Kurtuluş Savaşı Destanı’nın yazıldığı topraklardır! Zalimlere karşı cesaret
vatanıyla insanlık onuru için direnen Şeyh Bedrettin’lerin, Pir Sultan’ların,
Mustafa Kemal’lerin, Hikmet Kıvılcımlı’ların doğduğu topraklardır!
Bu topraklar Nazım’ın:
Ve kanlı bankerler pazarında
Memleketi Alaman’a satanlar,
yan gelip ölülerin üzerinde
yatanlar
düştüler can kaygusuna
ve kurtarmak için başlarını
halkın gazabından
karanlığa karışarak basıp
gittiler…
Kuvayimilliye Destanı
dizelerinde söylediği gibi, vatan hainlerinin Tarihin çöplüğüne fırlatılıp
atıldığı topraklardır!
Bizler destan yazan Birinci
Kurtuluş Savaşçılarımız gibi, yenilgiyi baştan kabullenmektense savaşarak
ölmeyi yeğ tutan İkinci Kurtuluş Savaşçılarıyız! Bu savaşın önderleriyiz!
Memleketi satanları, halkımıza
kıyanları Tarihin çöplüğüne fırlatacağız!
Eninde sonunda biz
kazanacağız!
Yaşasın 29 Ekim!
Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
29 Ekim 2016
Halkın Kurtuluş Partisi
Genel Merkezi