(Ben
biliyorum amma terbiyem müsait değil söylemeye)
Fransız
yazar Michel Paillarès’nin 1920’de basılan “Müttefikler Karşısında Kemalizm”
(LE KÉMALISME DEVANT LES ALLIÉS1) başlıklı kitabından bir alıntı ile başlayalım
sorgulamaya.
“General
Townshend’ın bir röportajda itiraf ettiği gibi Fransız ve İngiliz karargâhları
arasında irtibat subayı olan Albay Azan da bazı açıklamalarında, ateşkesten bu
yana İngiliz’in Fransızları ve Türkleri aldattıklarına işaret etti. Bu
aydınlatılması gereken bir noktadır.
Neyse
ki İngilizler, eğer büyümesine izin verilirse Kemalizm’in ne büyük bir tehlike
haline gelebileceğini anlamakta geç kalmadılar. Ayrıca, Ağustos’ta, (1919)
Milliyetçilerin Ankara toplantısı sırasında [İngiliz] İstihbarat Bölümünden
Suriye'de görevli Binbaşı Noel Halep’ten Diyarbakır’a geldi; Ankara Hükümeti’ne
karşı Kürtleri ayaklandırmaya çalıştı. Jön Türkler’den [olduğunu sandığım] bu
kişi Mustafa Kemal’e suikast amaçlı bir komplo düzenledi. Bu konuda büyük bir
yaygara koptu; bize, İngilizleri zor durumda bırakacak belgelerin
yayınlanacağını söylediler fakat sonunda bir şey çıkmadı. Binbaşı Noel amirleri
tarafından azarlandı, ihtar verildi fakat hepsi bundan ibaret kaldı.”
1919
Ağustos’unda “büyük bir tehlike”den bahsediyorlar; Mustafa Kemal’in o güne
kadar yaptığı tek şey ise, Haziran ayında yayınladığı Amasya Genelgesi. Daha
bir şey yapmadan, yalnız niyetini belli etmesi emperyalistleri telâşa
düşürüyor.
Ortada
henüz Millet Meclisi yok, silah yok, ordu yok, para yok; bir avuç yaşamını
bağımsızlık yoluna adamış vatanseverden başka görünen hiçbir şey yok.
Biz
Türkler ise, Kemalizm sözcüğünü henüz duymamışız bile 1919’da; adamlar
Kemalizm’in “ne büyük bir tehlike” haline gelebileceğinden korkuyorlar.
Ve
buralarda başlıyor Kemalizm’e saldırılar, bu güne kadar bitmeyen ve artan bir
hızla da devam eden.
Emperyalistler
tarihleri boyunca aşağılık gördükleri ülkeler karşısında mağlubiyeti hiç
tatmadılar; ta ki 1915’de, Anafartalar’da, o güne kadar tanımadıkları Mustafa
Kemal ve Türk askeri onları doğduklarına pişman edene kadar.
Türkiye’yi
bir ayda işgal altına alarak emperyalistlerin sömürgesi haline getirmesi
beklenen Yunan ordusunu 9 Eylül’de İzmir’den denize döken Mustafa Kemal, 19
Mayıs 1919’da, içlerine yerleşen o korkunun haksız olmadığını gösterdi.
WikiLeaks,
ABD Dışişleri Bakanlığına ait 1996 ile 2010 arasında yazışmalarından yaklaşık
250 bin kadarını ortaya döktü. Bunların arasında, Türkiye’de görevli ABD
diplomatlarının merkezle yazışmaları diğer bütün ülkelerden çok daha fazla
sayıda, tam 9562 belge var.
Bu
belgelerin 226 tanesinde de “Kemalizm” ve “Kemalist” sözcükleri geçiyor. Her
defasında, bir türlü başlarından def edemedikleri bir beladan bahseder gibiler,
her defasında bu beladan bir kurtuluş yolu arıyor gibiler.
Bu
belgelerden seçilen alıntılar 95 yılın silemediği korkunun bugün de devam
ettiğini göstermeye yetiyor.
1989-1992
arası Misyon şefi, 1994’den 1997’e kadar ABD Büyükelçisi olarak Ankara’da
bulunan Marc Grossman 18 Kasım 1996’da merkeze gönderdiği mesajda bakın ne
diyor.
“TÜRKİYE’DE
ŞERİAT ALÂMETLERİ 2
Başbakan
Necmettin Erbakan’ın İslamcı Refah Partisi’nin artan oy sayısı ile Türkiye’de
Şeriat düzenini geri getirme hevesinde olanların sayısı da artıyor görünüşünde.
Aşağıda, Refah’ın İslamcı çevreleri ve Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan
edindiğimiz görüşler ülkede, din, politika ve toplumun nereye yönlendiğinin
alâmetleri. Burada, Türkiye’nin çoğunluğu inancına bağlı olan Kürt azınlığı
başrolde olabilir.
Kürtler:
Şeriat’a sadık
31
Ekimde, elçiliğin siyasi ataşesi ile görüşen Refah İstanbul milletvekili Kürt
Mehmet Fuat Fırat kendi ırkından olanlar için dinin önemli olduğundan bahsetti.
Fırat, Refah’ın Merkez Yönetim Kurulu (parti politikası belirleyen en yüksek
kurul) üyesi ve Kürtlerin çoğunlukla yaşadığı, kendinin de köklerinin bulunduğu
Hakkâri, Siirt ve diğer güneydoğu bölgesindeki illerden sorumlu olduğunu
söyledi. (Not: Fırat’ın Kürtler ve İslam konusundaki uzmanlığı ünlü şeceresine
dayanıyor. Fırat, 1925’de henüz emekleme devrinde olan laik Türkiye
Cumhuriyeti’ne karşı ilk büyük isyanın başı olan Palu’lu [Elâzığ’ın ilçesi]
Şeyh Said’in torunu. Özellikle İslamcı Kürt milliyetçileri arasında olmak
üzere, Şeyh Said bir nevi tarikat kahramanı oldu.)
Fırat,
Kürtler şeriata sadıktırlar diyor. Bu, Fırat’ın ailesinin de bağlı olduğu (resmen
yasak olan) Nakşibendi Tarikatı’nın öğretilerinin sonucu. Türkiye’de Nakşibendi
müritlerinin çoğunluğunun Kürt olduğu söylüyor. Fırat, Nakşibendi Kürtler
fanatik değiller diyor; kanıtlamak için daha sade ve ölçülü Nakşibendi
ayinlerini vecit haline gelen Kadîrî Tarikatı mensupları ile karşılaştırdı.
Fırat’ın görüşü, Kürtlerin istediği sadece ABD’de olan hukuksal düzen benzeri,
kendi dillerini kullanabilme, kültürlerini geliştirebilme hakkı. Fırat’a göre,
Şerait hukuku altında bu haklar tanınacak.
Müritlerini
harcayarak, kendi çıkarları peşinde olan, devletle işbirliği yapan pek çok
Nakşibendi şeyhinin kendini hayal kırıklığına uğrattığını söylüyor Fırat. Tek
istedikleri şey para diyerek yakındı. Aşikâr bir gururla, bunların aksine, Şeyh
Said bütün servetini bir ordu kurmaya kullandı; “parasını askerleri için
harcadı” dedi.
Fırat,
gençliğinde, eserleri mistik Nurcu hareketinin temeli olan İslam bilim adamı
Said i Nursî (namı diğer Said i Kürdî) ile nasıl tanıştığını anlattı. Fırat’a
göre Nursî, Müslümanlık ve Kürtlerin kültürel bağımsızlığı için
faaliyetlerinden dolayı Mustafa Kemâl Atatürk tarafından hapsedilmişti. Nursî
1960’da ölümünden önce bir grup içinde Fırat’ın da bulunduğu Kürt ileri
gelenine “Kürtler, Kemalistlerden intikamlarını alacakları” yemini ettirdi.”
Emperyalistlerin
emirleriyle AKP’nin yaptığı “Kürt Açılımı” ve şimdi de Tayyip Erdoğan’ın Said i
Nursî’yi göklere çıkararak, “Mekânı Cennet Olsun” demesi aslında Kemalistlerden
intikam alırken aynı zamanda Şeriat’ı da geri getirme gayretidir.
12
Kasım 2002’de ABD Büyükelçisi W. Robert Pearson, iktidara geleli daha henüz iki
hafta bile olmamış AKP’nin, devlet içindeki Kemalistlerle “başa çıkabilmesi”,
“intikam alabilmesi” için ABD’ye muhtaç olduğunu merkeze anlatıyor.
“AK
PARTİ DİNAMİKLERİ VE ABD ÇIKARLARI 3
Erdoğan’ın
danışmanları isteseler de istemeseler de, devlet içindeki Kemalistlerin
baskısına karşı koyabilmek için, ABD ile iyi ilişkilerin onlara yardımcı
olacağını biliyorlar.”
Hemen
ertesi gün, 13 Kasım’da çare arıyor, direktif veriyor Büyükelçi.
“AK
PARTİ, PARTİ GENEL BAŞKAN ERDOĞAN’IN BAŞBAKAN OLMASININ ÖNÜNDEKİ ENGELLERİNİ
KALDIRABİLİR Mİ? 4
Erdoğan’ın
ve arkasındaki tabanın beklentilerini karşılayacak ve devlet istikrarını devam
ettirecek çözüm:
Erdoğan
sabırsızlığını kontrol edecek, yavaş fakat muntazam adımlarla ilerleyecek ve
Kemalist Devletin sembollerine karşısına alıyor görünmeyecek”.
Hatırlasınız
muhakkak; verilen emri yerine getiren Erdoğan, “Ben değiştim” diyordu o
günlerde.
Hiç
vakit kaybetmiyorlar; 16 Kasım’da Gül, Büyükelçiye beklediği müjdeyi veriyor.
“AK
PARTİ ABDULLAH GÜL BAŞBAKAN OLARAK YENİ TÜRK HÜKÜMETİNİ KURUYOR 5
Gül
sivil-asker ilişkilerindeki dengesizliğin düzeltilmesi gerektiği düşüncesinde;
bizimle özel görüşmesinde açıkça, bu tür demokratik bir reformu getirmenin
Kemalist Düzen tarafından ‘istikrarsızlaştırma’ olarak algılanacağını söyledi
ve ‘olursa olsun’ dedi.”
Resmin
bütününe baktığımızda ortaya çıkan, emperyalist çetelerin Kemalizm’den
kurtuluşu iktidara getirdikleri AKP’de gördükleri ve ellerindeki bütün
imkânlarla AKP’yi yönlendirdikleri, teşvik ettikleri, cesaret verdikleri ve
destekledikleri.
Mustafa
Kemal ne büyük bir kişi imiş ki ölüsü canlısından daha korkutucu bu emperyalist
çeteler için.
Tam
95 yıl geçmiş aradan, adamlar bizim hainlerimizin de işbirliği yaptığı
kumpaslarla hâlâ yıkamadılar Kemalizm’i ve biliyorlar ki hâlâ bela olarak devam
etmeye yeminli, yolunda canını vermeye hazır milyonlar var.
Erkan
Güçiz
erkanguciz@gmail.com
________________________________________
1.
https://archive.org/download/lekmalisme ... ail_bw.pdf
2.
http://wikileaks.org/cable/1996/11/96ANKARA12278.html
3.
https://wikileaks.org/cable/2002/11/02ANKARA8139.html
4.
https://wikileaks.org/cable/2002/11/02ANKARA8165.html
5.
http://wikileaks.org/cable/2002/11/02ANKARA8358.html
Uluslar,
egemenliklerini geçici bile olsa, bırakacağı meclislere dahi gereğinden fazla
inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile despotluk yapabilir ve bu
despotluk bireysel despotluktan daha tehlikeli olabilir. Meclislerin öyle
kararları olabilir ki, bu kararlar ulusun yaşamına giderilmesi olanaklı olmayan
zararlar verebilir.
Gazi
Mustafa Kemâl Atatürk