“AVRUPA
BİRLİĞİ’NE KESİNLİKLE İNANMIYOR”
"Ahmet
Davutoğlu, Batı’nın otoriter yayılmacı mantığıyla İslamcılığı harmanlıyor. Ulus
öncesi düşünce yapısına sahip ve bu gerçekten şok edici"
"Pan-İslamist
Ortadoğu'da, merkezinde Türkiye'nin bulunduğu ve Sünni inanışın hakim olduğu
bir düzen istiyor"
Davutoğlu, Neo-Osmanlıcı değil, Pan- İslamist*
Davutoğlu'nun
1990-2000 arasında yazdığı 300 makaleyi tarayan eski öğrencisi Dr. Behlül
Özkan, yeni başbakanın plan ve fikirlerine ilişkin hayli çarpıcı
bulgulara ulaştı.
Amberin Zaman
Türkiye’nin
yeni başbakanı Ahmet Davutoğlu ile ilgili bu soruyu ortaya atan eski öğrencisi
ve son günlerde uluslararası çapta ilgi toplayan Marmara Üniversitesi Uluslararası
İlişkiler Bölümü’nden Yardımcı Doçent Behlül Özkan.
Davutoğlu’yla
aynı lise, aynı üniversite ve aynı bölümden mezun olan Özkan, Davutoğlu’nun
1990 ile 2000’li yılları arasında kaleme aldığı 300 küsur makaleyi taradı.
Geçtiğimiz günlerde Londra merkezli The International Institute for
Strategic Studies adlı düşünce kurulusuna bağlı ve akademik dünyanın
en prestijli dergileri arasında sayılan Survival dergisinde
Davutoğlu’nun entelektüel donanımına dair son derece çarpıcı bir makale
yayınladı. Türkiye’yi yakından izleyen çevreler arasında şok etkisi yaratan
makale Davutoğlu’nun fikir dünyasına ilişkin epey iddialı tezler içeriyor.
Bunların
başında Davutoğlu’nun genel kabulün aksine “neo-Osmanlıcı” değil, “pan-İslamcı”
olduğu yer alıyor.
Davutoğlu’nun
dış politikadaki yaklaşımına sert eleştiriler getiren Özkan epey tartışma
yaratacak bu tezlerini Taraf’a
anlattı.
***
AZ: Davutoğlu nasıl bir başbakan olacak?
Davutoğlu son derece ihtiraslı, siyasi
idealleri olan bir politikacı. Asla bir emanetçi olmayacaktır. Eğer yeterli bir
süre AK Parti içinde liderliğini devam ettirebilirse partiye damgasını
vuracağını tahmin ediyorum.
İslamcı camia üzerinde 20 yıllık
ağırlığı olan, saygı duyulan bir akademisyen ve siyasetçi.
AZ: Davutoğlu’nun makalelerini tarama
fikri nasıl oluştu sizde?
28 Şubat sürecinde 1998’de Marmara
Üniversitesi’nde yüksek lisansa başlamıştım. Davutoğlu’ndan ders almıştım. İyi
bir hocaydı. Uluslararası Teori dersini almıştım o dönem. Stratejik Derinlik konseptini anlatmıyordu
ama klasik emperyal yayılmacı jeo-politikanın Davutoğlu üzerindeki etkilerini
ilk derslerde görmeye başlamıştık. “Stratejik Derinliğin”
ve teorik altyapısını oluşturan emperyal jeo-politika 1870’lerden sonra dünyada
ve Batı’da özellikle hâkim olmuş, Amerika, İngiltere ve Almanya’nın
yayılmacılığını meşrulaştırmaya çalışan bir düşünce akımı. Temsilcileri Harold Mackinder, Karl Haushofer, Nicholas Spykman. Bunların Davutoğlu üzerinde ciddi
etkisi olduğunu görmüştüm derslerde ve daha sonra bu makaleyi [Survival yazısını kast ediyor]
yazmaya başladığımda bakalım Ahmet Davutoğlu’nun düşüncesinde bunların
etkisinin ne zaman başladı diye araştırmaya başladım.
Ulaştığım üç yüze yakın makalesi var.
Bunların çoğu İslami yayın organlarında yayımlanmış.
AZ: Keşfettikleriniz sizi şaşırttı mı?
Şaşırmadım ama şaşırdığım bir nokta var.
Davutoğlu üzerinde bu yayılmacı politikanın 1990 yıllarında başladığını
sanıyordum. Oysa Davutoğlu doktorasını dış politika üzerine yapmamış.
Uluslararası ilişkiler üzerine de yapmamış. İslam ve Batı siyaset felsefesini
karşılaştırmış. Fakat Davutoğlu, 1986’dan itibaren baktığım zaman 27 yaşında
genç bir doktora öğrencisiyken İskender Paşa Cemaati’nin dergilerine
yazdığı yazılarda bu emperyal jeo-politikaların etkileri net bir şekilde
görülüyor. Ben Davutoğlu’nu Türkiye’de siyasal İslam’ın “organik aydını” olarak tanımlıyorum. Bu [İtalyan
Marksist] Antonio Gramsci’nin kavramı. Davutoğlu ait olduğu
ideolojik yapıya organik olarak bağlı. Düşüncesiyle o yapıyı sorgulayamaz, çünkü o
yapı içinden çıkmış biri ve o yapının bütün ideolojisini benimseyerek çıkmış.
AZ: Yani düşündüğünüzden daha mı radikal
biriyle karşılaştınız?
“Stratejik Derinlik” veya Dışişleri
bakanlığı döneminden çok daha sert bir Davutoğlu gördük makalelerde.
Davutoğlu Batı’nın otoriter yayılmacı
mantığıyla İslamcılığı harmanlıyor.
Ulus öncesi düşünce yapısına sahip. Bu
beni şoke etti. Türkiye’nin 21. yy’deki stratejisini çizdiğini iddia ettiği
kitapta Batı’da artık kullanılmayan birtakım kavramları kullanıyor.
Örneğin Lebensraum veya “yaşam alanı”na “Stratejik Derinlik”te sık sık rastlanıyor.
AZ: Askerî önlemler öngörüyor mu bu
yayılmacılık politikası?
Hayır. Siyasal olarak yayılacak, İslami
düşüncelerle. İslamcı grupları entegre edecek ve genel olarak İhvan (Müslüman Kardeşler)
üzerinden düşünülüyor. Davutoğlu şunu iddia ediyor: Ortadoğu’da da otoriter
rejimler çökecek ve bunun yerine İhvan benzeri İslamcı grupların iktidarında
yeni bir Ortadoğu kurulacak. Lideri de Türkiye olacak. Ama bu dünya tarif edilirken
“demokrasi” kelimesine hemen hemen hiç rastlamıyoruz.
Davutoğlu Osmanlı sonrası Ortadoğu’da kurulan bütün devletlerin yapay olduğunu
düşünüyor. Ama Avrupa Birliği modeli post ulus-devleti idealize etmiyor. Tam
tersi ulus-devletin gerisine gidiyor. Yani İslami düşünceye gidiyor. 200 yıl
öncesine gidiyor. İslam birliği üzerinden yeni düzen istiyor.
AZ: Bu düzen nasıl kurulacak?
Davutoğlu diyor ki Türkiye bugünkü
Misak-ı Milli sınırları içerisinde kalamaz. Soğuk savaş sonrası statükocu pasif
Batı yanlısı politikasında ısrar ederse ve sınırları içerisinde kalmakta ısrar
ederse yıkılır diyor. Etrafını domine eden bir hegemonya kurmalı bölgesinde ama
bunu kurmazsa yıkılır diyor. Tıpkı 1920’lerin 30’ların Almanya’sı için edildiği
gibi.
AZ: Anlaşılan Ahmet Davutoğlu Türkiye’de
siyasal İslam’ın önemli bir figürü.
Aynen. Ahmet Davutoğlu Türkiye’deki
Siyasal İslam’ın “project boy”u (idealleştirdiği isim). Ona hep bir yıldız olarak
bakmışlar. İstanbul Erkek Lisesi mezunu. Boğaziçi’nde lisans ve yüksek lisans
yapmış. Ama ailesi fakir değil. Babası Konyalı bir tüccar ve İstanbul’a göç
ediyor. Oğlunu okuması için teşvik ediyor. Aldığı eğitim ile bir yandan Batı
tedrisatından geçiyor ama bu onun İslamcı ideolojisinin tonunu bozmuyor çünkü
aynı zamanda Kur’an eğitimi de alıyor. Dinsel eğitimini aksatmıyor ama bir
taraftan da Batı tedrisatında bu Batılı düşünce yapısıyla tanışıyor. Davutoğlu
tam bu ikisinin sentezi.
AZ: Batılı düşüncenin etkileri
Davutoğlu’nda fikir dünyasının neresinde yer alıyor?
Davutoğlu’nun Batı’dan esinlendiği
Batı’nın demokratik insan haklarına saygı duyan, bireysel özgürlüğü savunan
yönü değil. Davutoğlu’nun Batı’dan esinlendiği 1945 öncesi özellikle Almanya’da
kendini gösteren çok daha otoriter, devleti ön plana çıkaran siyasal hayatı bir
güç mücadelesi şeklinde gören ve Makyavel’in “sonuca giden her yol mubahtır” siyasi düşünce
anlayışıdır. Aslında Davutoğlu Batı’yı içi boş bir uygarlık olarak görür.
Savunulması gereken değer İslami değerler der ama bunların tam olarak ne
olduğunu sorduğumuzda cevaplar bulamıyoruz.
AZ: Davutoğlu için ısrarla “pan-İslamist”
terimini kullanıyorsunuz. Neden?
Davutoğlu’na sürekli “neo-Osmanlıcı” deniyor. Oysa değil. 300 makalesinde
hiçbir zaman neo-Osmanlıcı olduğunu söylememiş; dahası yeni Osmanlıcılığı da
eleştirmiş. Osmanlıcılık gayrı Müslimleri de içeren bütün farklı etnik ve
dinsel grupları Osmanlı kimliği altında toplamayı ve entegre etmeyi düşünüyordu
ve ciddi bir Batılılaşma hamlesi başlattı.
Davutoğlu Özal’ı Tanzimat paşalarına
benzetir, Batıcı olmakla eleştirir. Abdülhamid dönemi İslamcılığını idealize
eder ama yanlış okuyor, çünkü Abdülhamit döneminin İslamcılığı defansif
İslamcılık ve Osmanlı’nın bütünlüğünü korumaya yönelik. Davutoğlu pan-İslamist
çünkü defansif değil yayılmacı, pasif değil aktif. Türkiye’yi Ortadoğu’da
merkez olarak konumlayıp Ortadoğu’da yeni birliktelik düşünüyor. Hatta buna
Bosna ve Arnavutluk’u da katıyor. Pan-İslam dünyası Sünni inanışın hegemonik
olduğu düzen. Aksi düşünülemez çünkü bu pan-İslamist dünyada İran yok mesela.
AZ: Türkiye’nin dış politikasını Davutoğlu
tek başına mı götürdü?
AK Parti’nin siyasetinde Başbakan’ın [O
şimdi Cumhurbaşkanı] her alanda özgül bir ağırlığı olduğunu görürsünüz. Bunun
tek istisnası dış politika. Bu, Erdoğan’ın tek yetkin olmadığı alan. Yabancı
dil bilmiyor. Eğitim tedrisatı olarak oradan gelmiş bir insan değil, yerel
yöneticilikten geldi. Dış politikaya, dinamiklere vâkıf değil. Başbakanın,
üzerinde hiçbir bakanın olmadığı kadar, hâlâ danışmanken Davutoğlu’nun üzerinde
çok etkin olduğu görülüyor. Davutoğlu’na kredi verebileceğimiz bir nokta 2007’e
kadar olan dış politika. Onda da Gül çok etkin ve Ortadoğu’da çok stabil bir
ortam vardı. Davutoğlu şablonlarla düşünüyor. Sabit şartlarda Gül’ün
kontrolünde başarılıydı.
YENİ BAŞBAKAN’IN DIŞ POLİTİKASI
HAYALLERDEN İBARET
AZ: Davutoğlu’nun Suriye politikası tam
olarak neydi? Neden çöktü?
Suriye dış politikasında yaşadığımız
kriz ve sorunlar beni hiç şaşırtmadı, çünkü etik bakıyoruz deniliyor ama ben
etik değer olarak neyin savunulduğunu net olarak göremiyorum. Esad’ı 2011
Ağustos’undan sonra altı ayda devireceklerini düşündüler. Esad devrildiğinde de
yerine Müslüman Kardeşler’in Suriye kolu iktidara gelecek dediler. Ortadoğu
konusunda Davutoğlu sürekli şunu söyler: “Şam’ı
Kahire’yi sokak sokak biliriz.” Davutoğlu’nun dış politikası yüzünden
bırakın Şam’ı Bağdat’ı sokak sokak bilmeyi, Türkiye Ortadoğu’da yönünü
kaybetmiş, çünkü Davutoğlu’nun dış politikası realiteyi yansıtmıyor. Onun hayal
dünyasından ibaret. Çünkü Davutoğlu tarihi 1918’de bitmiş gibi kabul ediyor.
Osmanlı yıkıldı, tarih dondu ve şimdi tekrar Türkiye 1918 yılında bıraktığı
yerden devam edecek diyor. Ancak 1918’den itibaren Arap milliyetçiliği,
sosyalizm akımları oldu. Mısır ve Suriye’de ordu gibi siyasete çok önemli etki
eden kurumlar var. Bunları bir kenara itti. İhvan gibi siyasi İslamcı grupları
iktidara taşımaya yönelik tüm gücünü kullandı. Türk dış politikasını buna
angaje ettiler.
Baas rejimi her ne kadar son derece
diktatoryal ve insanlık dışı eylemlerde bulunsa da o ülkede toplumun bir yerine
tekabül eden bir desteği var. Suriye’yi bilen uzmanlar 2011 Ağustos’unda rejim
çok daha uzun sürer gitmemek için direnecektir dediler. Fakat yanlış politikada
ısrar edildi. Suriye’deki iç savaşın taraflarından biri oldu Türkiye. Esad’ı
devirmek için gittikçe daha radikal grupları desteklemekte beis görmediler.
AZ: Amerika Ağustos 2011’de Esad’ın
devrilmesi gerektiğini söylemeseydi Türkiye bu kadar angaje olmazdı ama.
Davutoğlu’na haksızlık edilmiyor mu?
Ortadoğu’da önemli bir aktörseniz hiçbir
ülkeye güvenerek dış politikanızı belirlemezsiniz. Komşunuzda iç savaşın
taraflarından biri olmazsınız. İç savaş çıkartmamak için her çabayı sarf
etmezsiniz. Türkiye Davutoğlu döneminde Suriye’yi Afganistanlaştırmış,
Türkiye’yi de Pakistanlaştırma tehlikesiyle karşı karşıya bırakmıştır.
Ortadoğu’ya demokrasi, insan hakları getirmek isteyen hangi ülke Katar ve Suudi
Arabistan’la beraber hareket eder?
AZ: İlk etapta Esad ile Erdoğan’ın arası
çok iyiydi. Burada bir çelişki yok mu?
90’larda Davutoğlu otoriter rejimler
yıkılır diyor. 2002’de bu rejimler ayakta duruyor. Davutoğlu realist
davranıyor, bunlarla ekonomik ilişki, kültürel ilişkileri geliştirelim bu
toplumlarla etkili konuma gelelim diyor. Davutoğlu son derecek pragmatik aynı
zamanda. Batı’yla ilişkileri de son derece pragmatik. Zamanı geldiğinde bu
ülkelerin iç siyasetinde etkili olabiliriz diye düşündüler. Aslında sıfır sorun
politikası 2011’e kadar diktatörlerle sıfır sorun politikasıydı.
AZ: Değişen neydi?
Davutoğlu için iki önemli dönüm noktası
var. Kaddafi’nin devrilmesiyle bundan böyle bütün diktatörlerin devrileceğini
ve istedikleri siyasal İslam liderliğinde bir Ortadoğu kurulacağını düşündü.
Çok yanlıştı çünkü Kaddafi Batı’nın müdahalesi sonucunda devrilmişti. İkinci
dönüm noktası Mısır’da İhvan’ın devrilmesi ve darbe sürecidir. İdealize
ettikleri Siyasal İslam iktidara geldi ardından hayalleri çöktü. Bizde de
benzer bir süreç yaşanır korkusu yayıldı.
“AVRUPA BİRLİĞİ’NE KESİNLİKLE İNANMIYOR”
AZ: Davutoğlu Batı’ya güvenmiyor mu?
Türkiye’nin 1945’lerden beri süren dış
politikasına baktığımızda NATO üyeliği ve benzeri Batı’yla olan ittifakı
zorlayanlar bir tek Sol olmuştur. Siyasal İslam’da Batı’yı eleştirmek vardır
ama hiçbir zaman TR’yi ABD’nin karşısına çıkartacak, NATO’dan ayrılacak gücü
kudreti kendinde görmez. Türkiye’yi bölgesel güç olarak görür ve bunu ABD’nin
şemsiyesi altında şekillendirir. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanı
olarak görür. Kürecik radarına izin verdiğini görüyoruz. Bunun tek istisnası
İsrail.
AZ: Ne gibi?
Yazılarında İsrail’in varlığına karşı
çıkacak doğrudan bir şey demiyor ama hep ima yoluyla söylediğini görüyoruz.
İsrail’i 1945-48 öncesinde Avrupa’daki sorunun Ortadoğu’ya ihracı gibi görür.
AZ: Din Davutoğlu’nun politikalarını ne
kadar etkiliyor?
1983 yılında Kudüs’ü ziyaret ediyor.
Kıldığı sabah namazından bahsediyor. Öyle bir yazıyor ki bunu, dinin düşünce
yapısını çok etkilediğin görüyoruz. Bir taraftan İslamcı öbür taraftan dini
diplomaside kullanmaktan, dış politikada rasyonalize etmekten çekinmediğini
görüyoruz. Burada diyalektik ilişki var. Hem din kendisini etkiliyor hem dini
de kullanıyor kendi dış politika amaçlarına ulaşmak için. Dünyayı medeniyetlere
ayırıyor. Türkiye İslam medeniyetine ait. Türkiye ne yaparsa yapsın, İslam’ın
içindedir. Avrupa Birliği’ne kesinlikle inanmıyor. Almazlar bizi diyor. Ve
Davutoğlu’nun düşünceleri kendi camiasında sorgulanmıyor. Yenilmezlik unvanı
yapıştırıyorlar. İnanılmaz karakter, yaptığı her şey doğru. Kendini tarihe yön
veren, tarihin sahnesinde bir aktör olarak görüyor. Ama Türkiye orta ölçekte
bir devlet. Buna göre hayal kurarsınız, Türkiye’yi küresel bir devlet olarak
hayal ederseniz işte böyle Musul’da 49 diplomatınız bir radikal örgütün eline
esir kalır ve ağzınızı açıp tek kelime söyleyemez hâle gelirsiniz.
*Pan-İslamizm : Her surette İslam âleminin yekpare oluşunu
arzeden ve Müslümanların birliğini temin etme noktasında kullanılan İttihad-ı
İslam, 19. yüzyıla geldiğinde farklı bir hüviyete bürünerek, Batı’dan
nakledilen Pan-İslamizm terimiyle eş değerde kullanılmış ve gerek Türkiye’de
gerekse de Batı’da yapılan birçok çalışmaya konu olmuş olan bu terim, II.
Abdülhamid dönemiyle özdeşleştirilmiştir.