12 Ocak 2014 Pazar

Tekme/Kemal Okuyan

















AKP rejimi öngörülenden hızlı ve çok büyük bir gürültüyle çöküyor. Adalet Komisyonu’ndan gelen höykürme sesleri de bu gürültünün parçası.
Tekme
Adalet Komisyonu’nda HSYK yasasını görüşecekler. Adalet dağıtım mekanizmasını ayarlayacaklar dilediklerince. Buna karşı çıkanları iki gündür tehdit ediyor, itekliyor, yumrukluyorlar.
Komisyon çalışmaları sürerken bir kamu görevlisi, bir yargıç, temsil ettiği meslek örgütünün görüşünü sunmak için verdiği konuşma dilekçesinin akıbetini sormak istiyor. “Provokatör” diye bağırıyor bir AKP’li. Arkasından küfürler, su bardakları, tablet bilgisayarlar uçuşuyor. Derken, Erdoğan’ı Meclis’te en iyi şekilde temsil eden, liderine çok yakışan bir vekil uçuşa geçiyor. Ömer Faruk Eminağaoğlu’nun, aynı zamanda soL gazetesi yazarı olan yargıcın suratına tekmeyi yapıştırıyor. Gözü dönmüş güruhun arasından, kalleşçe…
Bu manzara karşısında birçok kişinin nasıl tepki verdiğini biliyorum.
Küfürbaz ve tekmeci zatı dövmek için millet dün resmen aşeriyordu. Kimse “hukuk”tan, “mahkeme”den, “Meclis iradesi”nden söz etmiyordu. Bunlara hiç inanmayan ama şimdilik başka bir şeye de inanmayan bir toplum var ortada.
Benzeri olmayan bir siyasi kriz ile karşı karşıyayız.
AKP rejimi öngörülenden hızlı ve çok büyük bir gürültüyle çöküyor. Adalet Komisyonu’ndan gelen höykürme sesleri de bu gürültünün parçası.
Sürdürülemez.
Öte yandan “sonlandırıcı” irade ne siyasal ne toplumsal düzlemde belirginleşmiş değil.
Buradan çıkacak sonuç, “sürebilir” olamaz. Çünkü sürmemeli, çünkü süremez.
Zamana karşı yarış. Gerici koalisyonun kendini yenilemesine, kendi içinden seçenek üretmesine, şu ya da bu parçasının kendini aklamasına ya da güçlenmesine izin vermeyecek ve doğacak boşluğu emekçi halk adına dolduracak bir mücadele kendini dayatıyor.
Bu mücadele, mevcut iktidarın meşruiyetinin bittiği gerçeği hesaba katılarak verilebilir ancak.
Siyasette bunun anlamı, “kepenk kapatma” değildir. İktidarın meşruiyetinin bitmesi, eğer toplumda devrimci bir yükseliş yoksa, farklı siyaset kanallarını sürekli açık tutmayı, iktidarı yalnızlaştırmayı ve onun toplumsal tabanını daraltmayı gerektirir.
Sistemi kuralsızca işletmeye kalkıyorsa bir gayrımeşru iktidar, mekanizmaları önemsizleştirmek, hatta işlevsizleştirmek halkın meşru hakkıdır.
Halkın temsilcileri orada örgütlü bir biçimde temsil edilseydi örneğin, iktidarın terör estirdiği Meclis çalışmaları boykot edilirdi. Doğrusu bu olurdu.
Şimdi olansa şudur: Meşruiyeti kalmayan bir iktidar, Meclis’te tekmeyi yapıştırmış ve dünya başına yıkılmamıştır.
İktidarın kendisi meşru değildir ama tekme meşrulaşmıştır!
Saçmalığa bakın…

10 Ocak 2014 Cuma

10 Ocak “Basın Özgürlüğü İçin Mücadele Günüdür



BASIN AÇIKLAMASI
(10 Ocak, "Çalışan Gazeteciler Bayramı" değil “Basın Özgürlüğü İçin Mücadele Günüdür”)

Gazetecilik haber yaparak toplumu aydınlatmak ve gerçeği açığa çıkarmaktır. Bilinmelidir ki, bir ülkede basın ve ifade özgürlüğü yoksa o ülkede yaşayan ulusun da özgürlüğü yoktur. Basının özgürlüğü halkın özgürlüğüdür. Bu nedenle, çalışan gazetecilere, gazetecilerin özgürlüklerine sahip çıkmak, aynı zamanda kendi özgürlüğümüze sahip çıkmaktır.
 1961 yılında gazetecilerin çalışma haklarında yadsınamayacak değerde iyileştirmeler getiren 212 sayılı Yasa'nın yürürlüğe girmesi üzerine, 9 gazete Patronu, yasayı protesto etmek için 3 gün boyunca gazeteleri yayımlamama kararı aldılar. Bu gelişme karşısında, gazetelerin çalışanları 10 Ocak 1961 günü haklarına ve basın özgürlüğüne sahip çıkmak amacıyla Gazeteciler, patronların boykot kararı karşısında Türkiye Gazeteciler Sendikası öncülüğünde, BASIN adıyla kendi gazetelerini 11–12–13 Ocak 1961 tarihlerinde yayımladılar. O tarihten sonra 10 Ocak, "Çalışan Gazeteciler Bayramı" olarak kutlandı. 1971 yılındaki 12 Mart müdahalesinden sonra ise çalışanların hakları ve basın özgürlüğüne getirilen kısıtlamalara tepki olarak 10 Ocak, "Bayram" olmaktan çıkarıldı ve "Çalışan Gazeteciler Günü" olarak anılmaya başladı.
Basın özgürlüğüne getirilen kısıtlamalar 1971 yılı 12 Mart müdahalesi ile sınırlı kalmadı. 1980 darbesi ile başlayan ve her geçen yıl biraz daha sıkılarak boğulan basın ve ifade özgürlüğü günümüzde artık ölüm döşeğine yatırılmıştır.
Ne yazık ki ülkemizde, gerek yasalardan kaynaklanan nedenlerle, gerekse fiili uygulamalar nedeniyle, basın emekçileri hem devletin hem de medya patronlarının baskılarına karşı korumasız durumdadır. Mesleğe yeni başlayan gazetecilerin yıllarca Stajyer adı altında, sosyal güvenceden, yoksun çalıştırılmaları, mesleğe yıllarca emek vermiş basın çalışanının sendikalaşması engellenerek,   iş güvenceleri patronun iki dudağı arasına sıkıştırılmıştır. 
Bu ortamda, ülkemizde gerçek anlamda basın ve ifade özgürlüğünden söz edebilmemiz mümkün değildir. Gazeteciler sansür ve oto sansürün etkisi altındadır. Tutuklamalar, davalar ve soruşturmalarla yaratılan korku ortamı; siyasi iktidarların tehditleri karşısında çok sayıda basın emekçisinin işten atılması; gazetecilerin özgürce çalışabilme koşullarını ortadan kaldırmıştır.
Bir de tüm bunlara iktidara muhalif olduğu için cezaevlerine tıkılan 100’e yakın gazeteci de eklendiğinde, bu ülkede 10 Ocak’ın kutlanacak bir gün olarak ne kadar anlamsızlaştığı bir kere daha ortaya çıkmaktadır. 
Bu nedenlerle 10 Ocak, "Çalışan Gazeteciler Bayramı" olarak değil “Basın Özgürlüğü İçin Mücadele Günü “olarak adlandırılmasının anlamlı ve gerekli olduğunu düşünüyoruz. 
Tüm bu olumsuzluklar içinde bile, her şeyi göze alarak gerçek anlamda gazeteciliği sürdürme mücadelesi veren, bu uğurda ağır bedeller ödeyen tüm çalışan gazetecilerin günlerini kutluyoruz.

YÖNETİM KURULU ADINA:
                                                                    Mahmut ÖZYÜREK
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI

9 Ocak 2014 Perşembe

GOYGOYCU SERA ATATÜRKÇÜLERİ



Not: Bu yazı Ocak 2013 te yayınlandı. Güncelliği nedeniyle bir kez daha yayına koyduk..

Goygoycu Sera Atatürkçüleri; Tıpkı sera sebzeleri gibidirler. Mandacı ve yandaş medya tarafından özel olarak parlatılmışlar ve Atatürkçülerin en ön saflarına servis edilerek konumlandırılmışlardır. Dava için, varsıllığından, rahatından asla vazgeçmezler. Ne eline taş alırlar, ne de ellerini ceplerine atarlar.
Goygoycu Sera Atatürkçülerinin; Yaşantıları hep dingin sularda geçmiştir. Karşı çıktıkları sistemi temelinden sarsmak yerine, kenarından dolaşmayı tercih ederler. Çok konuşurlar ama boş konuşurlar. Söylemleri genellikle eleştiri ve başkalarına saldırıdan ibarettir. İyi birer demagoji uzmanıdırlar. Nasıl ki, sera ürünleri damağınızda özgün bir tat bırakmazsa, bunların söylemlerinden de hiçbir tat alamazsınız.
Goygoycu Sera Atatürkçüleri;Tam Bağımsızlığın, Antiemperyalist, halkçı bir devrimle değil, parmak hesabıyla sağlanabileceğine halkı inandırma adına, şeytanın aklını zorlayacak hokkabazlıklar yaparlar. Mevcut iktidarın bir araç olduğunu, zamanı gelince o aracın kullananlarca deliğe süpürüleceğini, yedeklerinin daima hazır tutulduğunun üzerini hep örterler. Mevcut iktidar giderse, “yerine kim gelirse gelsin daha iyi olur” yalanını yığınlara şırınga etmekle görevlidirler.
Goygoycu Sera Atatürkçüleri Olayları çarpıtarak aktarırlar, yalan-yanlış olgularla olayları tahlil ederek zihinleri bulandırmakta ustadırlar. Bir yanlışı kabullendirmek için yanında “dokuz doğru” söylerler ki, o yanlış da doğrulardan görülsün. Bunları tanımayan, yeterli bilgi ve bilince sahip olmayanlarsa “Ne kadar doğru söylüyor” diye düşünür. Çünkü dokuz doğrunun tuzağına düşmüş, yanlış bilgi beyinlere enjekte edilmiştir.
Goygoycu Sera Atatürkçüleri; İktidar olma, koltuk edinme aşkına İlkelerini pazarlamaktan çekinmezler. Hak etmediği yerlere gelmek için düzenin kayığına binmeye teşnedirler. Her dönemde iktidardırlar ve mutlaka her iktidar döneminde bir yerlerde “dayıları” vardır.
Goygoycu Sera Atatürkçüleri Sürekli olarak “laiklik” sorununu gündemde tutarlar. İşsizlik, yoksulluk, yolsuzluk pek umurlarında değildir. Çünkü kendilerinin böylesine küçük ve önemsiz! sorunları yoktur. Böylece bilerek ya da bilmeyerek geniş halk yığınlarının Atatürk sevgisini ve devrimlere olan bağlılığını yok etmektedirler. Çünkü İşsizlik, yoksulluk, yolsuzluk bataklığında çırpınan milyonlar, sorunlarının çözümünü Atatürkçülükte değil, din tacirlerinin kokuşmuş karanlığında aramaya başlarlar.
Goygoycu Sera Atatürkçülerinin; Atatürk devrimciliğinden anladıkları, ellerinde karanfillerle Anıtkabir’e “dalalet ve hıyanetle”le suçladıkları halkı şikâyet etmektir,
Goygoycu Sera Atatürkçüleri; goygoycudurlar, yaygaracıdırlar, bağırarak seslerini yüksek tutup karşılarındakini susturmak isterler. Ama bir o kadar da korkak ve pısırıktırlar. Zoru görürlerse bukalemun örneği “araziye uyma” konusunda kimse ellerine su dökemez.
Goygoycu Sera Atatürkçüleri; Halkı (yani işçiyi, köylüyü, emeğiyle geçinenleri) günahları kadar sevmezler. Kendi halkından utanırlar, onu aşağılarlar. Tepeden bakarlar, kibirlidirler. Onlar için “halk”, salonlarda, kokteyllerde, balolarda boy gösteren entel-dantel salon zübükleridir.
Goygoycu Sera Atatürkçüleri; Yaşamlarında bir kez bile bir işçinin nasırlı elini sıkmamışlardır. Bir hamala bir bardak çay ısmarlayıp, iki laf edip dertleşmemişlerdir. Amale sofrasında kuru soğan – pilava kaşık salladıklarını duyan gören olmamıştır. Ama Onlar, lüks salonlarda, konken partileri, çay günleri düzenleyip “şekerim vallahi boşuna uğraşıyoruz! bu halktan adam olmaz ….’’ Diyerek, ne denli özverili Atatürkçü olduklarını birbirlerine ballandıra, ballandıra anlatırlar.
Goygoycu Sera Atatürkçüleri; Atatürkçülük adına salonlarda, kokteyllerde sabahtan akşama ahkâm keserler. Türkiye’nin tüm sorunlarının tek çözümü onlardadır. Laiktir, Çevrecidir, insan hakları savunucusudur vs.. Ama halkçı, devrimci, devletçi, antiemperyalist ve ATATÜRKÇÜ asla değildir ve olamazlar. Bu konularda örtülü olarak “küresel sermayenin peçetecisi” olma görevini eksiksiz yerine getirirler. Küresel çetenin halkın boynuna vurduğu Zinciri, peçeteleri ile öylesine parlatırlar ve güzelleştirirler ki, oyunun farkına varma bilincinden yoksun hale getirilmiş olan halk, zincirlerini beğenmeye, onunla birlikte yaşamanın gerekliliğine inanmaya başlar.
Goygoycu Sera Atatürkçüleri; Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’cıdır, gözü, gönlü davada değil, ikbaldedir. Bu nedenle Sera sebzeleri gibi “dölsüz” dürler. Yani “demagoji” dışında bir şey üretmezler. Ama kendilerini gelmiş, geçmiş en büyük filozof sanırlar.
Goygoycu Sera Atatürkçüleri; Eğitim, sağlık başta olmak üzere ülkenin tüm değerleri, küresel sermayecilere peşkeş çekilirken seslerini çıkarmayan, çocuklarına malum “Kolejlerde” eğitim aldıran, “hastaneler beş yıldızlı otel gibi oldu” diyerek, soğuk algınlığında bile “özel hasta hanelere” koşan, kısaca yıkım ekibinin taşeronları ile al-gülüm ver gülümcülük oynayanlardır. Maskeli, mandacı ve vesayetçidirler.
Goygoycu Sera Atatürkçüleri; Gelmiş geçmiş hatipleri bile yok sayarak, en güzel sözü kendilerinin söylediklerini sanırlar, ne söylediklerini sorarsanız, kendileri bile anlamamıştır ki size anlatabilsinler.
Goygoycu Sera Atatürkçüleri; Yüksek zekalıdır! Zekalarını . amaçlarına ulaşmak için çevresindekilerin zayıf taraflarını kullanmakta gösterirler. Eleştiriye tahammülsüzdürler, sürekli övülme ihtiyacı içindedirler ve bu ihtiyaç temel gıdalar gibi yaşamsal değerdedir onlar için. Bu nedenle dalkavukları çok severler ve onları yanlarından ayırmazlar. Kendilerinin “üstün”, “özel” ve “ayrıcalıklı” olduğu düşüncesindedirler. Pişmanlık duymazlar, hep doğru yaptıklarını ama başkalarının onları anlamadığını düşünürler. Konuşmak, ahkâm kesmek, her şeyi ben bilirim demek, dedikodu, rehavet, dalkavukluk, çıkarcılık en ayrıcalıklı meziyetlerindendir.
Goygoycu Sera Atatürkçüleri; omurgasızdır, fırdöndüdür. Nabza göre şerbet verir, ahlak nedir, etik nedir düşünmez. “ışığı halkın önüne değil, gözüne tutarlar” ki halk önünü, yolunu, yönünü göremesin.
Son söz; Goygoycu Sera Atatürkçüleri, sahte Atatürkçüler, baş tacı edilmiş olabilir. Ülkemizin her köşesi ele geçirilmiş, yönetim organlarının çivisi çıkmış olabilir. Aymazlık –Gaflet- İhanet tavan yapmış olabilir. Ancak gerçek Atatürkçülerin/Kemalistlerin kitabında “umutsuzluk” diye bir kavram yazmaz. Umutsuzluğa kapılırsak, Goygoycu Sera Atatürkçülerini üretip servis edenlerin oyunlarına gelmiş oluruz. Kimse oyuna gelmeyecek. Meydanı Goygoycu Sera Atatürkçülerine asla bırakmayacağız. Göreceksiniz “BİZ KAZANACAĞIZ!” 21.01.2013- ISPARTA
Mahmut ÖZYÜREK
İLK KURŞUN

8 Ocak 2014 Çarşamba

Zahide Uçar: BEYAZ ATLI, TBB KANATLI PRENS

Zahide Uçar: BEYAZ ATLI, TBB KANATLI PRENS
Dolarlar ortaya saçılmışken, kırk harami saltanatı tam da topuğundan vurulmuşken… Kiralık katil suçüstü yakalanmışken…
AK BİT Suriye’ye gönderdiği silah yüklü olduğu söylenen tıra çarpmışken…

Erdoğan ve müritleri gırtlağına kadar terör, kara para ve yolsuzluk bataklığına saplanmışken..
Beyaz atlı, BARO kanatlı bir prens, sihirli değneğiyle Ankara ufuklarında beliriverdi.
Oysa daha önce kırk haramilere ve kiralık katillere savaş açmış bir Kara Murat rolündeydi(!)..
Hırsızlar ve arsızlar üzerinden geleceğin şiyaseti şekilleniyor. Ve asıl operasyon Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne yapılıyor.
57. Hükümet döneminde bankalardan bir gecede altı milyar dolar çekerek ekonomik kriz yaratanlar, geleceğin siyasetini de dizayn etmişti.

Siyaset kırk haramilerin yolsuzlukları üzerinden yeniden dizayn ediliyor. Kırk harami saltanatına duyulan tepki enerjileri, öne çıkartılan bazı figürleri geleceğe taşıyacak itici güce dönüştürülüyor.

Yolsuzluklar sır değildi. Her vatandaş kendi ilinde, beldesinde zaten bu yolsuzlukları görüyordu. Bakanların karıştığı yolsuzluğun boyutunun 100 milyar Euro’yu bulduğu yazıldı. Bence bu miktar buzdağının görünen bir ucudur.
Alanya’dan Gazipaşa’ya gidiyordum. Demirtaş’ı geçtik, yolun üzerinde bulunan tepeye bir otel yapılmış. Yolu üstten bir tünelle geçip, asansör ile denize inişi sağlamışlar. Yakınlarında başka tesis yok. Yerleşim de yok. Epey maliyeti olduğu görülen otelin sahibini merak ettim. Otelin yapıldığı arazi ikinci dereceden sit alanıymış. AKP’nin Diyarbakır milletvekili olan eski bir bakanına aitmiş. İkinci dereceden sit alanı olan arazi daha önce hazinecilerin gizlice kazı yaptığı bir yermiş(!)… Gömü alanlarından yol geçirmek, bina yapmak AK şeytanların ayrı bir icraatıdır.
Evet, bir operasyon var. İki suç ortağını birbirine kelepçeleyen efendileri kağıtları yeniden karıyor. Kartlar karılırken operasyonlar iftira üzerinden değil, gerçekler üzerinden yapılıyor. O kadar gürültü çıkarılmasının nedeni de mermi gibi gelen bu gerçekliktir.
Yani, Beşiktaş yargısının polis görünümlü BTÖ elemanlarının Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin telefonuna suç örgütlerinin telefonlarını eklemesi gibi sehven bir durum yoktur. Milyon dolar paralar sehven ayakkabı kutularına konmadı. Gemiciklerin, villaların, mücevher dükkanlarının sehveni olamayacağına göre, soygun açıktır.
Bu ülkede Cumhuriyetin bütün maddi kazanımları satıldı. Üzerine Cumhuriyet döneminde (80 yıl) yapılan toplam borcun üç katı borç yapıldı. Üretime yönelik hiçbir yatırım yapılmadı. Devlet memuru ve işçi sayısı beşte bire indi. Yani kamu gideri azaldı. Devlet taşeron işçi çalıştırıyor.
Halk giderek daha çok fakirleşti. Alım gücü düştü.
Erdoğan yemedik diyor. Halk zaten aç. O zaman Nasrettin Hoca misali adama sorarlar. Bu kediyse et nerede? Et buysa kedi nerede?
Kurmaca davalar üzerinden AK Darbe yapıldı. Devletin çivileri söküldü. Bütün değerler ters-yüz edildi.
17 Aralık günü başlayan yolsuzluk operasyonu gerçekler üzerinden yürütüldüğü için oynanan oyun çok daha büyük olacaktır. Halk önüne konan çözümlere daha kolay sarılacaktır.
Çünkü oyun kurucuların dönüştüremedikleri vatansever Türk sorunu var. Çözüm diye önümüze koyacakları aktörlerin görevi, bu kesimi rapt-ü zapt altına almak olabilir mi?
Metin Feyzioğlu, bütün bu yolsuzluk kavgalarının ortasına beyaz atlı prens gibi düşüverdi(!).. Gündem değişti. Kasım kasım kasılan kibir abidesi Erdoğan, geçmişte kendine muhalif olan Feyzioğlu ile görüşmeyi kabul etti(!)..
TBB Başkanı Feyzioğlu’nun Amerikan Büyükelçisiyle yaptığı görüşmelerin haberini hatırlayalım:
“Amerikan Büyükelçisi Ricciardone’yle bir ayda iki defa görüşen TBB Başkanı Feyzioğlu, diğer ziyaretlerin aksine görüşmeleri Barolar Birliği sitesine koymadı. Hukukçu Yrd. Doç. Dr. Sinan Kocaoğlu, ‘Ulusalcı görünüp Amerikancılık yapanlara karşıyız’ dedi.
Öte yandan Metin Feyzioğlu’nun eşi Birgül Feyzioğlu’nun ABD Büyükelçiliği’nin avukatı olduğu da belirtildi. (stargazete.com)” 16 Eylül 2013
Bu durum bana başka bir olayı hatırlattı.
Kemal Kerinçsiz Büyük Hukukçular Birliği Başkanı iken Amerikan Başkonsolosluğundan bir davet alır ve reddeder. Gerisini kendi savunmasından kısa bir kesit alarak okuyalım:
(CELSE TARİHİ :22.04.2011
Başkanım ABD Başkonsolosuyla görüştüğüm iddia edilmişti. Oysa ben net bir şekilde gelen talebi reddettim ve bu gelen talebi de Dışişleri Bakanlığına bildirdim. Buradan Dışişleri Bakanlığına yazılan yazıya gelen cevapta da; benim bu talebi reddettim açık bir şekilde ifade edilmişti. Wikileaks Belgelerinde de yayınlanan bu delil şu anda tam olarak kanıtlanmış durumdadır. ABD Başkonsolosluğu maslahatgüzarının 3 Ağustos 2006 tarihli telgrafında aynen şu cümleyi kullanmış, okuyorum. “Kerinçsiz ve onun Büyük Hukukçular Birliği isimli örgütü AB karşıtı, NATO karşıtı ve ABD karşıtı. Biz Kerinçsiz’le görüşme talebinde bulunduk, o bunu kendi örgütünün bir üyesinin bir dış gücün ajanıyla görüşmesinin uygun olmayacağını söyleyerek reddetti. Daha sonra bu reddedişini Milliyetçi Hareket Partisinin yayını Yeniçağ’da yayınladı” şeklinde bir ifadeye yer verilmiş. O Wikileaks Belgesinde yayınlanmayan bir şey var. Dediler ki; “siz bizimle görüşmüyorsunuz ama sizin ülkenizin vatandaşları bizimle görüşmek üzere kapımızda kuyruklar. Siz bu beyanlarınızın bedelini ödeyeceksiniz” diye bir tehditte bulundular.”)
Bedelini ödedi, hala ödüyor. 2008 yılından beri esir evinin tutuklusu…
“Görüşmeyenler bedel ödüyorsa, görüşenler ödül mü alıyor” diye sorabiliriz.
Erdoğan’ın izdüşümü Sarıgül…
Belli pazarlıklar sonucu çıkarıldığını düşündüğüm Balbay…
Balbay ne buyurmuştu?

“Freedom House başta olmak üzere ABD’deki pekçok kuruluş benimle ilgilendiklerinde tabii kendimi kişi olarak daha güçlü hissederim!”

Ve gündeme paraşütle düşen beyaz atlı, TBB kanatlı Metin Feyzioğlu…
Eşi ABD Büyükelçiliği’nin avukatı…
Ve Feyzioğlu “Amerikan Büyükelçisi Ricciardone’yle bir ayda iki defa görüşüyor…”
Sarıgül, Balbay, Feyzioğlu…
Geleceğin filmi çekiliyor…
Ve benim aklıma bir fıkra geliyor:
Köyün birinde adamın adı eşek imiş… Bu isimden çok sıkılan ve utanan adam çare ararken köylüler;
“Sen iyisi mi bir sofra yemek ver. Adını değiştirelim” der.
Adam bir sofra yemek verir. Adı değiştirilir. Eve gelince hanımı;
“Adam ne ad verdiler” diye sorar. Adam;
“Sıpa” diye cevap verir. Hanımı;
“A salak herif, sıpa büyüye büyüye eşek olur. Senin adın değişmemiş ki” der.
Umalım ki millet eşek adını sıpa yapan bu adamın durumuna düşmesin.
NOT: Yeniden yargılama bir tuzak olabilir. Komplo kuruldu deniyorsa, önce komplo kuranlar tespit edilip yargılansın. Bunu yapamazlar. Ucu kendilerine dokunur. Örtülü ödenekten bu davalara ayrılan paralar ortaya saçılır. O zaman ne?
Yolsuzluk ve rüşvet davalarını kapatmak için yeniden yargılama yapılır. Cezalar yeniden onanır. Göstermelik birileri bırakılır. Bir taşla çok kuş vurulmuş olur. Bu tuzağa düşülmemeli.
İLK KURŞUN