15 Şubat 2016 Pazartesi

OSMANLI’DA ÇÖKÜŞÜN BAŞLANGICI: TANZİMAT FERMANI Metin AYDOĞAN



Türkiye’nin yeri Avrupa Birliği’dir. Kaybedecek zamanımız yoktur! Tren kaçıyor! Tamtam çığlıklarıyla AB’ye girmezsek milli bütünlüğümüzün tehlikede olduğunu söyleyerek, AB Muhipliği’ni ihanet boyutlarına ulaştıranlara tarih yanıt veriyor.

1838 yılında İngiltere’yle imzalanan Serbest Ticaret Antlaşması, günümüzdeki Avrupa Gümrük Birliği Protokolüne; 1839’da başlayan Tanzimat uygulamaları ise, Avrupa Birliği uyum düzenlemelerine denk gelir. Konu incelendiğinde, tarihin yüz yetmiş yedi yıl sonra bu denli yinelenmiş olması çoğu kimseye şaşırtıcı gelecektir. Tarihten ders alınmadığı için, yaşananlar yeniden yaşanmaktadır. Tanzimat Osmanlıyı çökertti, Avrupa Birliği Türkiye’yi yok oluşa götürüyor. 
1838 Osmanlı-İngiliz Serbest Ticaret Anlaşması

“Islahat hareketlerinin babası ve 19.yüzyıl Osmanlı siyaset adamlarının fikir ustası” 1 olarak tanınan Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa, 16 Ağustos 1838 günü, İngiltere’yle Serbest Ticaret Anlaşması imzaladı. Baltalimanı’ndaki Reşit Paşa Yalısı’nda imzalanması nedeniyle Baltalimanı Anlaşması da denilen bu anlaşma, ülkeyi “Avrupa’nın açık pazarı” 2 durumuna getirdi. Yol açtığı ekonomik çöküşle, Osmanlı İmparatorluğu’nu dağılmaya götürecek süreci başlattı. Ticari ve siyasi ayrıcalıkların (kapitülasyonların) kaldırıldığı Cumhuriyet’e dek, devlet siyasetine yön ve biçim verdi.
1838’den sonraki 80 yıl boyunca uygulanan dışa bağımlı politika; sürekli uygarlaşma, gelişme ve yenileşme söylemiyle sürdürüldü ama her zaman ve kesin olarak ekonomik ödünler üzerine oturtuldu. “Islahat hareketlerinin evrimi, her aşamada, ekonomik sömürgeleşmenin evrimini” izledi. 1839 Tanzimat Fermanı, nasıl 1838 Balta Limanı Anlaşması’nı; 1856 Islahat Fermanı nasıl 1854 Borç Anlaşması’nı izlemişse; 1878 Berlin Anlaşması da, 1875 malî iflasın arkasından geldi. Ekonomik her ödün, siyasi ödünlerle tamamlandı. Batılı devletler, ekonomik bağımlılığa atılan her adımda, Osmanlı Devleti üzerindeki siyasi etkilerini daha çok arttırdı. 3
Baltalimanı Anlaşması’nı, “Capo d’Opera” (şaheser) diyerek coşkuyla karşılayan, dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Henry Palmerston, 1839 başında İstanbul’daki büyükelçisine bir yazı göndererek şu buyruğu veriyordu: “Serbest ticaret yoluyla Sultan’ın tebaasının servet ve refahı artacak, sanayi önemli gelişme gösterecek. Türkiye bu anlaşmayı uygulamakla, Batı uygarlığına girecek. Gereken kişilere bunları anlat”. 4
Büyükelçilik görevlileri buyruğun gereklerini yerine getirip, devlet politikasına yön veren yetkililere bunları “anlatırken”, İngiliz ekonomi uzmanları, ilişkilerde uygulanacak yöntemi saptıyordu. İngiliz hükümetine, Türkiye’de nasıl davranacaklarını öneren raporlar verecek kadar İngiliz yanlısı olan Dışişleri Nazırı Mustafa Reşit Paşa, ölüm döşeğindeki Padişah’a, “serbest ticaret yoluyla hızla kalkınmanın zor olmayacağını” anlatıyor, onu ikna etmeye çalışıyordu. 5
Anlaşma imzalandıktan sonra İngiltere’de, “Osmanlı liberalizminin yüksek nitelikleri” dile getiriliyor, “Osmanlı rejiminden Avrupalıların bile örnek alması” gerektiği söyleniyordu. Palmerston, yapılan anlaşmalardan o denli hoşnut kalmıştı ki, aradan 10 yıl geçtiğinde, 1849’da; “Osmanlı Devleti ticari ilişkilerinde, dünyadaki bütün devletler içinde, serbest ticareti en geniş biçimde uygulayan ülkedir” diyecektir. 6

Anlaşmanın Özü

1838 Osmanlı–İngiliz Ticaret Anlaşması, Türkiye zararına işleyen tek yanlı ve bağlayıcı başlamlarla (maddelerle) doluydu. Bu anlaşmayla, sürmekte olan kapitülasyon ayrıcalıklarına ek olarak; “Büyük Britanya uyruklarına ve gemilerine” yeni imtiyaz hakları tanınmış ve bu imtiyazların “şimdi ve sonsuza dek süresiz olarak geçerli” olduğu hükme bağlanmıştı. İngiliz vatandaşları ve tüccarları, Müslüman olsun ya da olmasın, “iç ticaretle uğraşan Osmanlı tebaasının en çok kayırılan sınıfının ödediği vergilere eş vergi ödeyen” bir konuma getirilmişti.
Anlaşmaya göre dışalım (ithalat), dışsatım (ihracat) ve iç ticaret tam olarak serbest kılınmıştı. Herhangi bir Türk ürünü, Britanyalı bir tüccar ya da vekili tarafından dışsatım amacıyla satın alınırsa, bu ürünleri satın alan Britanyalı tüccar ya da vekili, hiçbir ticari kısıtlamaya bağlı olmayacak ve dilediği gibi davranmakta serbest olacaktı.
Günümüzdeki Avrupa Gümrük Birliği Protokolü’nün, yüz yetmiş yedi yıl önceki sürümü (versiyonu) olan ve Tanzimat dönemini başlatan 1838 Baltalimanı Anlaşması’nın yol açtığı sonuçlar çok yıkıcıydı. Devletin bağımsız dış ticaret politikası ortadan kalkmıştı. Hükümetler kendi istençleriyle (iradeleriyle) ekonomik politikalar üretemiyordu. Osmanlı Devleti, kendi gümrük vergilerini Avrupa devletleriyle birlikte belirlemeyi kabul etmişti. Türk tüccarlar, kendi ülkesinde Avrupalı tüccarlar karşısında eşit olmayan koşullarda çalışıyordu. Ticari ilişkilerde yabancılar, Türklere göre daha ayrıcalıklı bir konuma gelmişti. Yurt içi ticarette Türk tüccar yüzde 12 vergi öderken, yabancı tüccar yüzde 5 vergi ödüyordu. 7

Osmanlı’nın Düzeni: Yitirilen Değerler

Baltalimanı Anlaşmaları’ndan önce Osmanlı İmparatorluğu’nun kendine özgü ekonomik düzeni ve ticari işleyişi vardı. Gerileme döneminden sonra bozulmalara uğrasa da ticaretin geçerli kuralları, kökleri eskiye giden ve iyi işleyen geleneklere dayanıyordu. İmparatorluk, daha önce kimi alanlarda, yabancılara kapitülasyon hakları vermişti ancak kendi ekonomisini ve tüccarını da koruma altına almaya çalışmıştı. İç ticaret Osmanlı uyruklulara aitti.
Yabancı tüccar, iç ticarete girip rekabet edemezdi. Birçok malın alım–satımı, bir ruhsat bedeli karşılığı, yerel unsurların tekeline verilmişti (yed-i vahit). Bu işleyiş, yalnızca iç ürünlerde değil, dışalım mallarında da uygulanmaktaydı. İç ticaretten, devletin önemli gelirleri vardı. Malların bir şehirden ötekine taşınması ruhsat tezkeresini gerektiriyordu. Bu da vergiye tabiydi. Türk–İngiliz Ticaret Antlaşması’nın imzalandığı 1838 yılında, Osmanlı İmparatorluğu’nun dış borcu yoktu. 8

Üretim Yok oluyor

Avrupa fabrikalarının rekabetinden en önce pamuklu sanayii zarar gördü. 1838 öncesinde yalnızca Osmanlı İmparatorluğu’nun tüketimini karşılamakla kalmayıp, tüm Doğu Akdeniz pazarlarının ve Avrupa’daki birçok ülkenin gereksinimini karşılayan çok sayıda atölye ve imalathane, 1853 yılında ortadan kalkmış ya da can çekişir hale gelmişti. 1812 yılında Tırnova’da 2000 müslin tezgahı varken, 1843 yılında tezgah sayısı 200’e düşmüştü. Anadolu’da kadife ve satenleriyle ünlü Diyarbakır, ipekleri ile ünlü Bursa, eski üretimlerinin artık yüzde onunu üretebiliyordu.9
Yünlü dokuma, 19.yüzyıl başlarından beri sürekli gelişen bir üretim dalıydı. Osmanlı pazarının serbest ticarete açılmasıyla, yün dokumacılığı kendini koruyamadı ve köylerdeki basit tezgahlar dışında yok olup gitti. 1855 yılına gelindiğinde, yalnızca İngiltere’den yünlü dışalım, otuz yıl önceye göre yüzde 1700 artmıştı. Fransa ve Avustralya yünlüleri, bu artışın dışındaydı.10
İpekliler, Osmanlı Devleti’nde en çok korunan ve ülkeye sokulması kesin olarak yasaklanan üretim dallarından biriydi. Şam, Halep, Amasya, Diyarbakır ve Bursa’da çok sayıda ipekli dokuma tezgahı vardı. Ancak, “serbest ticaretin” kabulünden sonra bu tezgahlar gitgide azaldı ve bu sanayi ayakta duramaz duruma geldi. Bursa’da 1840 yılında 25 bin okka ipek işleyen 1000 kadar tezgah varken, tezgah sayısı 1847 yılında 75’e, üretim miktarı da 4 bin okkaya düşmüştü.11
İstanbul Islah-ı Sanayi Komisyonu raporunda, 1838’den sonraki otuz yıl içinde 1868’de; Üsküdar’daki kumaşçı tazgahlarının 2750’den 25’e, kemhacı (ipek ve kadife üreticisi) tezgahlarının 350’den 4’e, çatma yastıkçı tezgahlarının 60’dan 8’e indiğini belirlemişti.12
Kendisini korumayı uzunca bir süre başarabilen, el işçiliğine ve atölye üretimine bağlı sanayiler, ağır ağır ama kesin bir biçimde çöküyordu. Basit iş aletleri ve bıçakçılık bunlardan biriydi. İngiltere’den bu alanda yapılan dışalım, otuz yıl içinde yüzde 700 artmıştı.13 Deri sanayii de hızla çöküyordu. Islah-ı Sanayi Komisyonu’nun 1866 yılında dericilikle ilgili raporunda şöyle söyleniyordu: “Eskiden pek mamur, servet ve iktidarı diğer esnafın fevkinde olan tabaka esnafı (dericiler), otuz yıldır günden güne tenezzülâta (kötü duruma) düşmüş ve tabakhaneler külliyen muattal (toptan işlemez) olmak derecesine gelmiştir”. 14

Madenler Kapanıyor

Madencilik alanında da durum ayrımlı değildir. 1853 yılında yapılan bir araştırmaya göre, daha önce Anadolu’da tam kapasiteyle işleyen 82 maden ocağı vardı. Bu sayı 1852’de 14’e düşmüştü. Bu ocakların sağlayabildiği üretim miktarı ise, eski üretimin ancak üçte birine ulaşıyordu.15
1808 yılında Tokat’ta, yılda 500 bin okkalık kalay üretiliyordu. 1855 yılında İngiltere’den yapılan yıllık kalay dışalımı, 28 900 İngiliz Lirasına çıkmıştı. Dışalım, Tokat kalaycılığını yok etmişti. 1825 ile 1855 arasında yalnızca İngiltere’den yapılan demir dışalımı yüzde 1450, Kömür dışalımı ise yüzde 9660 oranında artmıştı.16

Tarımda Çöküş

1838’de başlayan “serbest ticaret dönemi” yıkıcı etkisini tarım alanında da göstermekte gecikmedi. Türk pamuk üretimi Amerikan pamuğuna, Türk yün üretimi ise Avustralya ve Arjantin yünlülerine karşı ayakta kalamadı. İngiltere bu ürünleri, elde ettiği ticari ayrıcalıklara dayanarak yoğun olarak Türkiye’ye sokarken, Türkiye’den yaptığı dışalımı da sürekli düşürdü.
Türkiye’nin İngiltere’ye yaptığı moher, tiftik ve deve yünü ihracatı sıfırlanmıştı; koyun yünü dışsatımında ise, İngiltere’nin yün ithal ettiği ülkeler arasında 16.sıraya düşmüştü. Türk kuru üzümü 1825 yılında İngiltere dışalımında birinci sıradayken, 1855 yılında onuncu sıraya düşmüştü.17
Osmanlı İmparatorluğu ile İngiltere’nin 1839–1847 arasındaki dış ticaret evrimi, Baltalimanı Anlaşmalarının ne anlama geldiğini ortaya koyar. Osmanlı İmparatorluğu, 1838 yılında İngiltere’ye 1,81 milyon sterlin tutarında dışsatım, 3,85 milyon sterlin tutarında dışalım yapıyordu; dışsatımın dışalımı karşılama oranı yüzde 47’ydi. 1853 yılına gelindiğinde, dışsatım 2,58 milyon, dışalım ise 8,95 milyon sterline çıkmıştı. Dış ticaret açığı, o zaman için çok büyük bir miktar olan 6,37 milyon sterlindi; dışsatımın dışalımı karşılama oranı yüzde 29’a düşmüştü.18

Tanzimat Nedir?

Tanzimat, o dönemde Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa’nın, 16 yaşındaki Padişah’ı (Abdülmecit) “kandırarak” başlattığı; halkın sorunlarıyla ve toplumsal gerçeklerle bağı olmayan, özgüvenden yoksun, yüzeysel ve içi boş bir “yenileşme” hareketidir. Oluşum ve uygulamalarının kaynağı, Türkiye değil, Avrupa’dır.
Savaşlar ve ekonomik çöküntünün neden olduğu toplumsal bozulma, Tanzimat uygulamalarıyla yaygınlaşmış ve Türk toplumunun tarihsel değerlerindeki yozlaşma, bu dönemde hız kazanmıştır. Dinler ve etnik yapılar arasındaki eşitliği sağlama ve ekonomik kalkınma adına yapılan değişiklikler, devlet yönetim geleneklerinin yerine yeni bir şey koyamadığı gibi, bu dengelerin dağılmasına neden olmuştur. Yayılan dinsel ve etnik ayrılıklar İmparatorluğun çöküşünü hızlandırmıştır. Tanzimat, yenileşme değil kapsamlı bir çöküş hareketi olmuştur.
Bu gerçeği, Türkiye’de uzun süre kalarak araştırmalar yapan ve Tanzimat hareketi konusunda güvenilir eserler veren Fransız tarihçi E.D. Engelhardt, “Tanzimat” adlı kitabında şöyle dile getirmiştir: “Tanzimat, Avrupa’nın Osmanlı İmparatorluğu üzerinde gerçekleştirdiği manevi bir fetih hareketidir”. 19
Tanzimat Dönemi, Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa’nın, 3 Kasım 1839 günü Gülhane Parkı’nda açıkladığı Gülhane Hattı Hümayunu (Padişahın yazılı buyruğu) ile başladı. Tanzimat Fermanı adı verilen bu açıklama, değişik alanlarda “yenileşme” isteklerini içeriyor ve yeni bir “Batılılaşma” dönemini başlatıyordu. Tanzimat’ın mimarı olan Mustafa Reşit Paşa, daha birkaç ay önce padişah olan 16 yaşındaki Abdülmecit’i, Tanzimat’ın Osmanlı yönetimi için yaşamsal bir zorunluluk olduğu konusunda, “gizli görüşmelerle” “ikna” etmiş ve genç padişaha, Tanzimat Fermanı’nı imzalatmıştı.

Azınlıklara Yeni Ayrıcalıklar

Tanzimat Fermanı’na göre, vergi toplamada Müslüman–Hıristiyan ayrımı ortadan kaldırılacak ve eşitlik sağlanacaktı. Yurttaşlık haklarından ırk ve din ayırımı gözetilmeksizin herkes eşit olarak yararlanacak, Hıristiyanlar da devlet memuru olabilecekti.
Tanzimat kararları, Türk toplum yapısıyla uyum göstermese de, “gerilikten kurtulmak” gibi haklı bir gerekçe üzerine oturuyordu. Ancak, bu garip ve kendine özgü rejimin ulaştığı sonuç, Osmanlı İmparatorluğu’nun “yenileşip” güçlenmesi değil, kapitülasyonlar nedeniyle zaten ayrıcalıklı durumda olan azınlıkların daha da ayrıcalıklı duruma gelmesi oluyordu.
Müslümanların, Hıristiyan ve Musevilerin eşit oranda vergi vermesi, başlıbaşına bir eşitsizlikti. Ülkenin hemen her yerinde, mali ve ticari işleyişi ele geçirmiş olan azınlıklar, Müslümanlara göre ekonomik olarak çok daha üstün bir durumdaydı. Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan beri devlete karşı sorumlulukları, haraç ve cizye vergisi vermekle sınırlı kalıyordu. Savaşlara katılmıyor ve büyük bir serbestlik içinde tüm güçlerini ticari etkinlikler için kullanıyorlardı. Bu nedenle varsıllaşmışlar ve etkili bir güce ulaşmışlardı.

Tüzel (Hukuki) Durum

Tanzimat döneminde tüze alanında gerçekleştirilen “yenileşme” girişimi, tüzel düzeni tam anlamıyla bir karmaşa içine soktu. Geleneksel mahkemeler yanında Konsolosluk Mahkemeleri, Karma Mahkemeler, Nizamiye Mahkemeleri gibi değişik konum ve işleyişte birçok mahkeme ortaya çıktı.
Mahkemelerin çeşitliliği nedeniyle, insanlar arasında adli eşitliği sağlayacak, herkesin kolayca yararlanabileceği bir hukuksal düzen ortadan kalktı. Halk, sorunlarını, değişik yöntemlerle ve mahkemeye başvurmadan kendince çözmeye başladı.

Müslümana Eşitsizlik

Tanzimat’ın getirdiği Müslüman–Müslüman olmayan eşitliğinin, ekonomik yönden eşit konumda olmayan Müslümanlar için yeni bir eşitsizliğin kaynağı durumuna gelmesi, halkın Tanzimat’a ve onun uygulayıcısı batıcı “aydınlara” karşı tepki duymasına neden oldu. Daha önce, ekonomik yetersizliklerini yönetim ayrıcalıklarıyla dengeleyen Müslümanlar, Tanzimat’la birlikte bu ayrıcalıklarını da yitirdiler ve kendi ülkelerinde ekonomik güçten yoksun, eğitimsiz ve örgütsüz ikinci sınıf yurttaşlar haline geldiler.
Tanzimat uygulamalarından Müslüman olanlar değil, Müslüman olmayanlar hoşnut kalmışlardı; mali ve ticari güçlerini geliştirerek zenginliklerini arttıranlar onlardı.

Halktan Kopuk Aydınlar

Tanzimat Fermanı’nın ortaya çıktığı 19.yüzyıl ortalarında, yüzyıllar süren saray politikalarıyla toplumun kültürel kaynakları o denli kurutulmuş, eğitim o denli ilkelleştirilmişti ki, Müslüman nüfus içinden ulusal kimliğin beyni olacak aydınlar ortaya çıkmıyordu. Olayları ve gelişmeleri gerçek boyutuyla ele alıp irdeleyecek siyasi kadro yoktu. Kolaycılıkla birleşen boyun eğici ve öykünmeci (taklitçi) eğilimler yaygınlaşıyor, özgüvenden yoksun ve kişiliksiz “aydınlar” ortaya çıkıyordu.
Tanzimat kararlarını, “bir anayasa çıkışı” olarak ele alıp kendilerini “medeni batı dünyasıyla” bütünleşmeye yönlendirmiş bu “aydın” türü, varlığını bugüne dek sürdürdü ve Batı işbirlikçiliğinin, temeli o zaman atılan dayanakları oldu.
Tanzimat’la ortaya çıkan “aydın” türü, “kara cahil” ve “sürü” olarak gördükleri halka hizmet etmek bir yana, ondan “tiksinti” duyan ve uzak durmaya çalışan garip insan durumuna geldi. Batıcılık bir modaydı artık ve bu moda tam anlamıyla bir Batı çılgınlığıydı.20
Lalaların yerini mürebbiyeler, geleneksel davranış biçimlerinin yerini Batılı tavırlar aldı. Fransızca öğrenmek ve Fransız jargonuyla (Jargon: bozuk, yanlış hatta anlaşılmaz konuşma) konuşmak, uygar olmanın göstergesi haline geldi. Kültürel bozulma ve yozlaşma o denli yoğunlaştı ki, Türk ve Türklük, geriliği ve ilkelliği temsil eden bir aşağılama sözcüğü olarak kullanıldı.
Dönemin tanzimatçı “aydınlarından” Prens Sebahattinci ve İngiliz yanlısı Abdullah Cevdet, işi, dışardan “damızlık erkek” getirilmesini istemeye dek götürdü. “Batı medeniyeti, ona ancak uyulabilecek, karşı durulursa yerle bir edici coşkun bir seldir... Neslimizi ıslah edip güçlendirmek için, Avrupa ve Amarika’dan damızlık erkek getirmeliyiz” diyen yazılar yazdı.21

DİPNOTLAR

1      “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” Stefanos Yerasimos 2.Cilt, Belge Yay., 7. Baskı, İstanbul-2001, sf.40-41
2      “Türkiye’nin Düzeni” Doğan Avcıoğlu, 1.Cilt, Bilgi Yay., 5.Bas. Ank.-1971, sf.71
3      “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” Stefanos Yerasimos 2.Cilt, Belge Yay., 7. Baskı, İstanbul-2001, sf.50
4      “Türkiye’nin Düzeni” D.Avcıoğlu, 1.Cilt, Bilgi Yay., 5.Bas., Ankara-1971, sf.73
5      a.g.e. sf.73
6      “Türkiye’nin Düzeni” D.Avcıoğlu, 1.Cilt, Bilgi Yay., 5.Bas., Ankara-1971, sf.70
7      “1938 Osmanlı-İngiliz Ticaret Anlaşması: Çöküş” Prof. Dr. Cihan Dura, Gazete Müdafaa-i Hukuk, 26.01.2001, Sayı 36
8      a.g.e. sf.71
9      “Lettres sur la Turquie” A.Ubicini Paris, 1853; ak. Stafanos Yerasimos, Belge Yay., 7.Baskı, 2001, sf.60
10   “British Policy and the Turkısh Reforme Movement” F.E. BAILEY, Cambridge 1942, ak. Stefanos Yerasimos, Belge Y., 7.Baskı, 2001, sf.61
11     “Voyage dans la Turquie d’Europe 1848–1855” VIQUESNEL, ak. a.g.e. sf.62
12     “Tanzimat ve Sanayimiz” Ö.C. Sarç, İstanbul 1940, ak. a.g.e. sf.2
13     “Geri kalmışlık Sürecinde Türkiye” S.Yerasimos, Belge Yay., 7.Bas., 2001, sf.62
14    “Tanzimat ve Sanayimiz” Ö.C. Sarç, İstanbul, 1940, ak. Stefanos Yerasimos, “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” Belge Yay., 7.Baskı, 2002, sf.62
15     “Letters sur la Turquie”, A.UBICINI, Paris 1853, ak. a.g.e. sf.62
16     “British Policy and the Turkish ReformeMovement” Cambridge, 1942; ak. a.g.e. sf.63
17     “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” S.Yerasimos Belge Yay., 7.Baskı, 2001, sf.65
18    “British Policy and the Turkısh Reforme Movement” F.E.BAILEY, Cambridge 1942, ak. Stefanos Yerasimos, Belge Yay., 7.Baskı, 2001 sf.55
19    “La Turquie et le Tanzimat ou Histoire des Reformes Dans L’Empire Ottoman Depuis 1826 Jasgu’a nos Jours; Paris C.I, 1882; C.II, 1884” E.D.Engelhardt, ak. Prof.Dr. Çetin Yetkin, “Başlangıçtan Atatürk’e Türk Halk Eylemleri” Ümit Yayıncılık, Ankara 1996, sf.263
20     “Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi” İletişim Yay., 6.C.ilt, sf.1790
21     “Türkiye Tarihi 3-Osmanlı Devleti 1600-1908” Cem Yay., 4.Bas.İst-1995, sf.359 ve “Türkiye’nin Düzeni” D.Avcıoğlu, 1.Cilt, Bilgi Yay.,            5.Bas., Ank.-1971, sf.162



13 Şubat 2016 Cumartesi

Küresel Çetenin Gizli Karar Örgütü Bilderberg Üyelerinden “Atatürkçü”!



Son günlerde adından sık söz edilen, CHP Ekonomi Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve Parti sözcüsü Selin Sayek Böke kimdir?
1972 yılında doğdu. Dr. Füsun Sayek in ve Prof. Dr. İskender Sayek(İskenderun/arsuz) kızı. Lise eğitimini 1989 yılında TED Ankara Koleji’nde tamamladı. 1993 yılında ODTÜ İktisat Bölümü’nden lisans diplomasını aldı.
1993-1999 Dünya Bankası projelerinde danışmanlık görevlerinde de bulundu. Bu danışmanlık görevleri kapsamında Güney Afrika, Doğu ve Orta Avrupa ekonomilerine dair projelerde çalıştı.
2001-2003 yılları arasında IMF’nin Washington DC ofisinde Ekonomist olarak görev aldı.
2007 yılında Almanya’daki Kiel Dünya Ekonomisi Enstitüsü’nün verdiği ‘Küresel Ekonomide Mükemmeliyet Ödülü’nü (Excellence Award in Global Economic Affairs) kazanan dört ekonomistten biri oldu.
CHP’nin 2014 yılında gerçekleşen kurultayı sonrasında, Ekonomik Politikalardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı görevine getirildi.
7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde CHP’den İzmir kontenjan Milletvekili olarak parlamentoya girdi
2014'de CHP'nin Antalya'da düzenlediği kampta Selin Sayek Böke'nin sunumunda "Kapitalizme uyum sağlamalıyız. CHP’nin kapitalizme uyumlu, insana dokunan sosyal demokrat bir üretim modelini toplumun önüne koyması gerekmektedir" dedi
Buraya kadar yazdıklarımızı özetlersek Selin Sayek Böke;
 Emperyalizmin yeni Haçlı Seferi küreselleşme çalışmaları ile  ‘Küresel Ekonomide Mükemmeliyet Ödülü’ alacak kadar küreselleşmeci,
Tüm dünyada krizin yükünü emeği ile geçinenlerin üzerine yıkan, azgelişmiş ülkeleri borç sarmalına sürükleyen örgütün en tepesinde görev alabilecek kadar IMF’ci,
 Avrupa Birliğini ekonomimizin can damarı olarak tanımlayan bir AB bağımlısı ve Dünya Bankasının özel görevlisidir.
Dünya Bankası ve IMF yatırımlar için verdikleri kredilerle borçlandırdıkları ülkelere çeşitli dönüşüm projeleri dayatıyor. Şu anda Türkiye'nin de uygulamakta olduğu sosyal güvenliğin yok edilişi, eğitimin, sağlığın, suyun, enerjinin piyasalaştırılması, tarımın çok uluslu tekeller lehine serbest piyasaya açılması gibi yıkım politikalarının arka planında hep “reform” adıyla dayatılan Dünya Bankası ve IMF projeleri var.
Özetle;  Mustafa Kemal Atatürk’ün “Efendiler! Biz bu hakkımızı saklı bulundurmak, bağımsızlığımızı güven altına almak için toplumumuzca, milletimizce bizi yok etmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı milletçe mücadeleyi uygun gören bir mesleği takip eden insanlarız.”  Diyerek şiddetle karşı çıktığı, bağımsızlığımızı, ulusal egemenliğimizi yok eden ne kadar uluslararası emperyalist örgüt varsa CHP’li Selin Sayek Böke onlarla sarmaş dolaş.
Peki, CHP’nin kuruluşunun temeli ve özü “Kemalizm ve Türk devrimi” değil midir?
 Peki, Kemalizm nedir? Kemalizm; antiemperyalizmdir, Tam bağımsızlıktır. Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Laiklik, Devletçilik, Halkçılık ve Devrimciliktir.
“Kemalizm tam da bu gün Dünya Bankasının, IMF’nin, Dünya Ticaret Örgünün ve Bilderberg’ in kurduğu/kurdurduğu sömürgeci düzenin yıkılmasını hedefleyen Ulusal Bağımsızlıkçı bir düşün sisteminin adıdır.
O zaman soralım Dünya Bankasının, IMF’nin, Dünya Ticaret Örgünün ve Bilderberg’ in özel görevlisi, Osmanlı’nın son dönemindeki mebuslarını çağrıştıran Böke’nin CHP’deki görevi nedir
Daha bitmedi. Selin Sayek Böke aynı zamanda tüm bu küresel çete örgütlenmelerinin en tepesinde yer alan, Masonik gizli bir CEMAAT örgütlenmesi olan Bilderberg’ in de üyesidir.
Sn. Banu AVAR bu örgütlenmeyi anlatıyor.
Bu masonik gizli CEMAAT 1920’lerden beri dünyanın geleceğine el koyuyor. Küresel çete dünyadaki tüm sermayenin yüzde 65’ini elinde tutuyor ve tüm ülkelerde GİZLİ gündemlerini uygulamak için ÖRÜMCEK AĞLARI örgütlüyor.
CFR (Dış İlişkiler Konseyi), Trileteral ve BİLDERBERG her yıl gizli toplantılarla dünyanın en güçlü 100 küsur kişisini bir yerde topluyor ve hepimizi etkileyecek kararlar alıyor. Erol BİLBİLİK bu çeteyi şöyle özetliyor:
‘Uluslararası dev tröstler adına dünyayı yöneten üç gizli örgüt vardır.
Bu yapılanmanın en üst örgütü Dış İlişkiler Konseyi (CFR), onun bir alt örgütü Üçlü Komisyon (TC) ve bunun bir alt örgütü de Bilderberg Grubu (BG)’dur.
Her üç örgütün de Kuzey Amerika, Batı Avrupa ve Japonya’dan olmak üzere toplam beş bine yakın üyesi vardır.
Türkiye’nin Bilderberg Grubu‘na mensup yaklaşık 40′a yakın yaşayan üyesi vardır.’
SONUÇ: Derin dünya olaylarının şifrelerini istiyorsanız, Bilderberg toplantılarına ve katılanlara bakınız.”
Avusturya'nın Tirol bölgesindeki Telfs şehrindeki Interalpen Otel'de 11-14 Haziran 2015 tarihleri arasında gerçekleşen Bilderberg’ in toplantısına Türkiye'den de 6 kişi katıldı. Bu isimler: CHP Genel Başkan Yardımcısı Selin Sayek Böke, CHP'den milletvekili seçilen İlhan Kesici, Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç, Google ve Twitter'in Türkiye'deki avukatı Gönenç Gürkaynak, gazeteciler Nuray Mert ve Soli Özel.
Toplantıda ne konuşulduğu sır gibi saklanıyor ve bunun nedeni ise toplantının ana kuralı: Hiç kimse toplantıda konuşulanlar hakkında detaylı bilgiler veremez. Toplantı sonrasında varılan kanılar hakkında herhangi bir rapor sunulmuyor.
CHP’yi dönüştürmek üzere özel görevli olarak atanan Kemal Kılıçdaroğlu, 1 Kasım hezimetinin hemen ardından yaptığı açıklamada “CHP’de yaşanan değişim olumludur ve kararlılıkla devam edecektir” demişti.
Bu değişimin ne olduğunu anlamak için Selin Sayek Böke’nin CHP içindeki önlenemez yükselişini görüp bilmeniz yeterlidir. Bu değişim; küreselleşmecilik, neoliberalizmin “yeni muhafazakârlık” ve “kimlik siyaseti” AB’cilik ve Bilderberg’ den yana,  Kemalizm’e ve Altı Ok’a karşı olmaktır.
Son kurultayda CHP delegelerinin ezici çoğunluğu oylarıyla Dünyaya yön verenlerin gizli karar örgütü Bilderberg üyelerinden nasıl  Atatürkçü ve devrimci!” yaratılacağını göstermiş oldular!
Ne diyelim “layığınızı bulun!” 13 Şubat2016 Isparta
Mahmut ÖZYÜREK