Cihan DURA
İki Mustafa
Kemal vardır: Biri benim, et ve kemikten, geçici Mustafa Kemal...
Diğeri Ölümsüz
Mustafa Kemal… Onu "ben" kelimesiyle anlatamam; o, ben değildir, o
bizdir! O, ülkemizin her köşesinde yeni fikir ve yeni hayat için, büyük ülkü
için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasıyım sadece.
Benim girişimlerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir.
O Mustafa Kemal
sensin; o Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan Mustafa Kemal,
yaşaması ve başarılı olması gereken, Ölümsüz Mustafa Kemal sizlersiniz!
Bu yazıda
Mustafa Kemal, milletimizin iç düşmanlarını tanıtıyor. Ölümsüz Mustafa Kemal
tamamlıyor, yorumluyor ve güncelliyor.
‘***’
1-Bağımsızlığımızın düşmanı
olan, bizi ekonomimizi geliştirme
gayretinden, böylece kalkınma hedefimize erişmekten alıkoyan iki kuvvet vardır.
Biri dış bedhahlar, dış düşmanlardır. Bunlar ülkemizi sömürge yapmak isteyenlerdir,
bunun için de uyanmamızı, kalkınmamızı istemeyenlerdir.
2- Ancak, bizim
için dış düşmanlardan daha zararlı, daha öldürücü birileri daha vardır ki onlar
da iç bedhahlardır, aramızdaki hainlerdir. Bunlar “biz büyük bir devletin
yardımı olmaksızın varlığımızı koruyamayız” der, dış düşmanlara yanaşır, onlara
hizmet ederler. Ulusal bağımsızlığımızın
en büyük düşmanı, asıl bunlardır. Çünkü onların
işbirliği olmasa, dış düşmanlar zerre kadar zarar veremez bağımsızlığımıza.
3-İç bedhahlar Millî
Mücadele’de karşımıza iki düşman zümre olarak çıktı. Bunlardan biri kişisel
çıkarlarına genel çıkarları feda eden hükümet; ikincisi de tükenmemizi bekleyen
birtakım iç düşmanlarımızdı. O bedhahlar ki, Milletin kudret ve iradesini
takdirden acizdiler. Düşmanlarla vatan ve millet aleyhinde haince tertip ve
hareketlerde bulundular. Birtakım budalaların ahmakça kuruntuya dayalı
vaatlerine kapıldılar, milletimiz ve vatanımız için zararlı olan yabancılara
vicdanlarını satarak alçaklıklar yaptılar. Onlara dedim ki, yaptıklarınızın
milletçe uygulanacak sorumluluğunu göz önünde tutunuz. Güvendiğiniz kişilerin
ve kuvvetin sonunu öğrendiğiniz zaman, kendi sonunuzla karşılaştırmayı
unutmayınız.
4- Sevgili
gençler! Sizi Nutuk’ta uyardım, ah o iç bedhahlar, o iç düşmanlar!… Onlar millî
birliği ihlal ve ülkeyi parçalanmaya götürmek için, düşman emellerine âlet
olanlardı. Onlar İngilizlerin satın aldığı, milleti birbirine düşürmek
maksadını güden hainlerdi; halkı aldatmak için türlü yalanlar söylüyorlardı.
Düşman istilasına uğramış vatanımızı savunanları, din ve milletin şerefi için
kan döken kardeşlerimizi arkadan vurmak ve vurdurmak isteyen alçaklardı.
5-Onlar
vicdan yerine düşman parası taşıyan alçak şahıslardır. Onlar birtakım eli
kanlı, muhteris, vatansız adamlardır ki bugün de aranızdadır. Sırf çıkar temini
amacıyla yabancı parmağı ve parasıyla, ulusal varlık ve bağımsızlık için, ülke
namusu için mücadele eden milletin evlatlarını birbirine kırdırmaya çalışırlar.
Allah’ın laneti düşmana yardım eden bu hainlerin üzerine olsun.
6-Dâvâmız çok
büyüktü. Bir ölüm kalım savaşına girişmiştik. Batıdan düşman kan dökerek
geliyordu, ocakları söndürerek geliyordu. Vatanın dört yanı ateşten bir çembere
dönmüştü, her taraf alev alev yanıyordu. Vatansız, istiklalsiz kalmak tehlikesi
her gün biraz daha yaklaşıyordu. Ayrıca, bir de içimizdeki düşmanlarla uğraşmak
ne güçtü, ne kadar acı idi. Biz o vatan hainlerine merhamet edemezdik. Eğer biz
onları yok etmesek, onlar bizi daha feci şekilde yok edeceklerdi.
7-Halkımızın bu çıkarcı hainlere karşı tutumunu, onlara
itibar etmeyişini, Ocak 1923’de İzmit’te bazı gazete temsilcilerine yaptığım
bir konuşmada şöyle açıklamıştım: Artık millete karşı namusluca, kesin gerçeği
ilân edenler çoktur. Milletimiz ise gerçekleri iyi anlamaya ve gereklerini
uygulamaya çok elverişli ve yeteneklidir. Bu anlayışlı lığı ispat için yakın
tarihin bile verebileceği örnekler çoktur. Felâketini anlayan milletimiz ne
şeyhülislâmların “dinin gereğidir” diye irticaya davet eden fetvalarına ne de
halife ve padişahın camilerden çalınan ayetler ve peygambere ait hadislerle
süslü ve yaldızlı sancakları başlarında taşıyan hilafet ordularına değer
vermemiştir. Milli Mücadele’ye devamın, hiçbir şey elde edilemedikten başka
büsbütün yok olma sebebi olacağını söylemelerine de önem vermemiştir. Babıâli
ileri gelenlerinin dikkatsiz ve bilgisiz çalışmalarına ve en sonunda halifenin,
padişahın bildirilerini uçaklarla muharip ordumuz saflarına atan ve halife
adına hareket ettiğini söyleyen Yunan ordusunun aldatmalarına zerre kadar
iltifat göstermedi ve göstermeyecektir. Özellikle bundan sonra kesinlikle
göstermeyecektir. Çünkü bu millet yüzyıllardan beri bu gibi gericilerin,
cahillerin, riyakârların, çıkarcıların, serserilerin sözlerine inanmak
saflığını gösterdiğinden dolayıdır ki, bugün çamurdan ve sazdan izbelerde
oturmaya mahkûm, çıplak ayaklarıyla ve çıplak vücutlarıyla çamurların,
karların, yağmurların amansız şamarları altında yeniden aklını başına toplamak
zorunda kalmıştır.
8- Bir ülkenin,
bir ülke halkının düşmandan zarar görmesi acıdır. Fakat kendi soyundan, büyük
tanıdığı ve başlarında taşıdığı insanlardan vefasızlık, felaket görmesi ondan
daha acıdır. Bu, kalp ve vicdanlar için onulmaz yaradır.
9-Onlar yalnız ülkelerine hainlik yapmakla yetinmediler,
fakat aynı zamanda kendi öz milletlerini aşağıladılar, hâkir ve yeteneksiz
gösterdiler. Milletin tarihini okumamış veya millî duygudan yoksun kalmış bazı
kişiler, yabancıların aleyhimizde söyledikleri suçlamaları reddetmedikleri gibi
milletimizi suçlu göstermekten çekinmediler. Bir örnek vereyim size: Sevr’i
imzalamak üzere Paris’e giden heyetin üyelerinden Rıza Tevfik, Fransız
delegasyonuna, bakın, ne kişiliksiz laflar ediyordu: “İngilizlerden çok şey
öğrendim. Fransız uygarlığına tutkunum. Bende duygu ve fikir olarak beğenilecek
ne varsa sizindir. Bende fena olan her şeyin kaynağı benim.”
10-Herhalde
dünyada bir hak vardır ve hak kuvvetin üstündedir. Şu kadar ki milletin,
haklarını idrak etmiş olup savunma ve koruma için her türlü özveriye hazır
olduğuna dair dünyaya bir kanaat vermek gerekir. İşte düşmanlarımızın milletimizi
zalim ve yeteneksiz gösterme girişimleri, milletimizi bu idrakten ve bu
fedakârlık duygusundan yoksun sanmalarından ileri gelmiştir.
11-Teslimiyetçi hükümetlerin tavır ve hareketleridir ki
milletimizin; yanlış olarak, geçmişini unutmuş, milliyetin ve uygarlığın
bahşettiği haklardan habersiz, kansız, miskin bir millet olarak tanınmasına yol
açmıştır. Ne var ki milletimizin, kendisini bu şekilde kabule meydan vermesinde
çok büyük bir kabahati vardır. Peki, nedir bu kabahat? Bu kabahat, sevgili
yurttaşlarım, hükümetin icraatı ile Avrupa’nın namusuna aşırı ölçüde güven
göstermiş olmasıdır. İşte bu kabahatten dolayıdır ki onu kendi değerini,
mahiyetini, erdemlerini unutturmak derecesine düşmüştür.
‘***’
12-Hükümdarlar
teorik olarak bağımsızlığa karşı olamazlar. Bir halkın başında bulunanlar, o
halkın daima kendi ellerinde kalmasını isterler; fakat buna karşılık halkın
iradesinin gerçekleşmesine düşmandırlar. Bu düşmanlık o kadar büyüktür ki, bu
konuda yenik düşme olasılığı karşısında yabancı güçlere başvuran hükümdarlar
yok değildir. Tarih bu tür hükümdarları kaydetmiştir.
13-
Bu, bizde de böyle olmuştur. Şöyle ki, 29 Ocak 1921 tarihli Meclis konuşmamda
anlattım, İngilizler esaretleri altında bulundurdukları İslam âlemi üzerindeki
baskılarını muhafaza edebilmek için değerli bir alete, bir araca muhtaçtı. Bu
ihtiyaçlarını dönem dönem göstermişlerdir. Onların gözünde bu değerli araç,
hilafet makamına oturtacakları zattı. İşte bu girişim içinde bulunan İngilizler;
Mütareke’nin ardından o aradıkları aracı –ki kendi tabirlerince, kendilerinden
işittim: “pek değerli cevher” anlamında “ün şoz presiyöz”dü- o cevheri mutlaka
avuçlarında bulundurmak gerektiği kanısındaydılar. Gerçekten de onu avuçları
içinde buldular. İngiliz avucunun içine giren bu şey, Padişah Vahdettin’di.
14-İngiliz veya
herhangi bir millet, herhangi bir hükümet ancak kuvvet karşısında konum alır,
kudretten ve kuvvetten yoksun olduğu maddeten sabit olmuş olan bir şahsın,
kendi tabirlerince “Petro”luğu kalmamıştır. Artık, kendilerince hiçbir değeri
kalmayınca, Zatı Şahane’yi de bırakıvermişlerdir.
15-Oysa
ben o padişaha daha önce yazmıştım ki, Selçuk Türklerinden beri nerdeyse bin
yüz yılı aşan bir zamandır, bağımsızlık, özgürlük ve din için gaza eden büyük
milletiniz, Asya’nın ve İslam’ın bayraktarı diye dünya çapında şöhreti olan
milletiniz; kurtuluşunu, hiç canına susamış düşmanlarının merhametinden bekler
mi?
‘***’
16-Hükümete
gelince, ülkenin ve milletin mukaddesatını teminde acizlik ve miskinlikten
başka bir kudret gösterememiş olan merkezî hükûmet; milletin sesini boğmak,
ortak millî bağları kırmak ve bu şekilde milleti daima mağlûp göstermek gibi
ancak düşmanlarımızın çıkarları hesabına yazılan boğazlama ve tutarsızlık
hareketlerinde bütün mücadeleciliğini takınmıştı. Bu durum millî tarihimizde
doğal olarak merkezî hükûmetin hesabına pek şaibeli bir fasıldır. Teşekkür
olunur ki, millet ve millî kudretin tamamen yardımcısı olan namuslu ordumuz,
merkezî hükûmeti uyararak zararları sonuçsuz bırakmıştır.
17-Evet,
acı gerçek buydu: Milletimiz, o büyük vatandan artakalan son parçada, son
kaleye çekilmiş, en son savunmasını yaparken, hükümet adını alan heyetler
düşman hesabına, düşman safları arasında kendi milletleri aleyhine
çalışıyorlardı. Bizans’ın son günlerinde, Fatih’in teslim çağrısına karşı
"Allah’ın bana bir emaneti olan bu ülkeyi, ancak Allah’a teslim
ederim" diyen son Rum kayserinin tahtına vâris bir hanedandan gelen
bugünkü halife ve sultanın hükümeti; esir olmamak isteyen milleti, kendi eliyle
bağlayarak düşmanlara teslim etmeye çalışıyordu.
18-Damat
Ferit'in kurduğu hükümetler ki, her ne pahasına olursa olsun, İtilâf
Devletleri’ne karşı kesin itaat fikrini benimsemişti. Ülkenin kendi hukuk ve
egemenliğini devam ettirmek için esirgemediği fedakârlıkları, düşmanlarla
çalışmak suretiyle başarısızlığa uğratmayı özel bir iş edinmişlerdi. Bu
düşüncenin taraftarları, ülkenin şer ve hıyanete elverişli ne kadar nankör
evlâdı varsa, hepsini tahrik ettiler, donattılar; kendilerini milleti savunmaya
adayan yurtseverler aleyhine kullandılar. İslam dini adına yayımlanan sahte
fetvaların, paşalıkla ödüllendirilen Anzavur’larla bağımsızlık ve savunma fikri
aleyhine yaydıkları manevi, maddî zehir ve fesat kuvvetleri ile Anadolu aylarca
çarpışmaya mecbur kaldı. Onlar, düşmanların hesabına cephelerimizi kaç defa
arkadan vurdu.
19-Halife’nin
ta kendisi değil miydi Sevr Antlaşması’na kuzu kuzu boyun eğen? Benim hakkımda,
Anadolu İhtilali’ni başlatan, ben, Mustafa Kemal Paşa hakkında, arkadaşlarım
hakkında idam fetvasını Şeyhülislam vermedi mi? Bu fetva İngilizler tarafından
bastırılmıştı! Anadolu içlerine Yunan uçakları ile attırılmıştı; evet, Yunan,
Yunan!...
20-Düşmandan
merhamet dilenerek sonuç alınmaz. Oysa İstanbul Hükümeti böyle yapıyordu. Onlara duyurdum ki, İtilaf devletlerine karşı
böyle sahte yaranma tavırları göstermekle hakkımızda merhamet uyandırmayı
başaracağınızı ve bu ikiyüzlü hareketlerin, barış koşullarının değişmesine
tesir edeceği zannını besliyorsanız, sizin bu gafletinize acırız.
21-Ferit
Paşa “Paris Konferansı kararlarına boyun eğmekten başka yapacak bir şey yok.
Şimdilik iyi geçinme şıkkını seçmek uygun gibi görülüyor” deyince ona şu yanıtı
verdim: İstanbul hükümetince iyi geçinme yolunun seçilmesini esef verici
buluyorum. Çünkü bence iyi geçinme, zaafı kabul etme ve devam ettirme
değildir. Mütareke’nin imzalanmasından
sonra da merkezî hükümetlerin maalesef birbirini taklit ederek aciz ve zayıf
durumlar alıp millî kuvvetten zerre kadar güç almaması; sonunda İtilaf
devletlerinin ülkemizi engelsiz istila emellerini kolaylaştırmıştır. Bu iyi
geçinme yoludur ki, düşmanı, Anadolu’nun batı kısımlarında ve payitahtımızda
padişahın saraylarına kadar feci bir şekilde işgale, ulusal kuvvetleri ayırmaya
ve imhaya giriştirmiş, Doğu Anadolu için de aynı türden muameleyi hazırlamaya
başlamıştır.
22-Türk milleti
hiçbir zaman, hiçbir bahane ile yazgısını ve geleceğini, düşman elinde oyuncak
olmaya mahkûm bir hükümete teslim edemezdi.
‘***’
23- İstanbul’da
birtakım başka adamlar vardı ki, görünen halleriyle ikiyüzlüydüler. Dünyayı
aldata gelmişlerdi ve aldatıyorlardı. Dolayısıyla her nasılsa şöhret kazanmış
ve kendilerini hamiyetli ve yurtsever tanıtmış olan bu insanları bizim
okuduğumuz kadar bütün milletimizin ve bütün İslam âleminin okumasının imkân ve
ihtimali yoktu. Kazanabilmiş oldukları mevkiin verdiği yetkiyle dünyayı
aldatıyorlardı. Biz, milletimize ve İslam âlemine karşı bu görünüşteki ve
aldatıcı vaatlerle hareket eden insanların içyüzünü göstermeyi görev bildik.
24-
Bana bu milletin içinde yıllarca bulunmuş, bu milletin parası ile ekmeği ile
yetişmiş, en büyük makamlarına çıkmış, dünyaya şöhret salmış en büyük
adamlarından birisi demişti ki: “Arkadaş, senin maksadın, zaten harap olmuş
ülkemizi sonuna kadar harap mı ettirmektir? Dolayısıyla bugünün akıl ve
mantığının kabul ettirdiği şey, düşmanlarımızın dediğini kabul edelim. Bunun
sonucunda bağımsızlığımız elden gidecektir. Fakat zararı yok. Dünyada
bağımsızlığından mahrum edilmiş ve fakat bir zaman sonra tekrar, çalışa çalışa
bağımsızlığına kavuşmuş milletler vardır. Ne yapalım, kader böyle imiş. Bir
defa bunu teslim edelim. Sonra elde etmeyi düşünelim.” Ben bu zatın adını
söylesem hayret edersiniz.
25- Milletimiz
artık şu büyük, şu küçük, şu ortanca adammış gibi birtakım kuruntularla kendi
kendini kandırmasın. Emin olasınız ki, arkadaşlar, bizi, milleti daima
aldatanlar büyük tanıdığımız ve fakat çok küçük olan adamlardır. Ben öylelerine
kendim şu yanıtı vermiştim: Orta yerde namustan, şereften, bağımsızlıktan ve
egemenlikten yüz çevirmeyi gerektiren bir miskinlik vardır, bir alçaklık
vardır. Fakat baylar, bu miskinlik ve bu alçaklık, bu soylu ve yüce milletin
kalbinde değil, senin kalbinde ve senin habis beynindedir. Dolayısıyla benim
anladığıma, gördüğüme ve kesin olarak hüküm verdiğime göre bu millet karar
vermiştir. Ya namusu ile yaşayacaktır veyahut bütün ülke yansın, yıkılsın,
harap edilsin, yine hep bu olacaktır. Biz bu ülkenin en son tepesine çıkacağız.
Ve orada taş taş üstünde kalmayıncaya kadar savaşacağız ve en son orada
öleceğiz. Ancak ondan sonradır ki, düşmanlar bu ülkeye sahip olabilirler.
Cenabı Hakka çok şükrederim ki, bu kanaatlerimde ve bu kanaatlerimi açıkça izah
eden ifadelerimin hiçbirinde aldanmadım. Olaylar sözlerimi ve kanaatlerimi
doğruladı. Fakat doğrulanan, benim kanaatlerim, benim duygu ve fikirlerim
değildir. Zaten millette var olan duygu idi, fikir idi, kanaat idi. Eksik olan,
bunların billurlaşmamış olmasından başka bir şey değildi.
26-
Cumhuriyet rejimi kurulunca, bana en çok direnenler ise, Osmanlı’nın batıcıları
olmuştur. Bir örnek olarak, ittihatçı Cavit Bey’i verebilirim; işte onun Batı
yanlısı görüşü: “Büyük Avrupa devletlerinin yardımı olmaksızın ve bu yardımı
sağlayacak ödünleri vermeksizin, Anadolu’nun ortasında tek başımıza devlet
kurup yaşamamız mümkün değildir.” Ve yıllar sonra, 1945’ler… İç bedhah yine
sahnede!… CHP Hükümeti Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Feridun Cemal Erkin:
“Türkiye, kaderini ancak Amerika ve Büyük Britanya’ya bağlarsa, esenliğe
kavuşabilir.”
27- Konuyu
önemli gördüğüm birkaç hususu daha ekleyerek tamamlamak isterim: Birincisi, ben
yalnız emperyalizmle değil, yalnız iç düşmanlarla değil, en yakın çalışma
arkadaşlarımla bile mücadele ede ede başarıya ulaştırdım tam bağımsızlık
davamızı. “Parasız, ordusuz ne yapabiliriz? Amerikan mandası olmak tek kurtuluş
yoludur” diyenlere karşı Millî Misak anlayışını savundum.
28-İkincisi,
ben irticaya da, hurafeye de karşı oldum; ancak aynı kefeye koymadım onları.
İrticayı en ağır biçimde mahkûm ettim, özellikle hıyanet karakteri yüzünden.
Bize göre hıyanet “ülkeyi, bir biçimde, emperyalist sömürgecilerin denetim veya
esareti altına sokmaya çalışmaktı.”
29-Hain
gericilere bir örnek İskilipli Atıf Hoca’dır. O, Müdafaai Hukuk mücadelesine
ihanet etmişti. Suçu Türkiye Cumhuriyeti’nin Teşkilatı Esasiye Kanunu’nu
bütünüyle veya kısmen tağyir etmekti. Asılma sebebi buydu, şapka risalesi
değildi.
30-Atıf
Hoca Millî Mücadele’de Batı Anadolu’yu işgal eden Yunan ordusuna karşı
çıkılmaması için çaba gösterdi, düşman safında yer aldı; mahkemece
belgelenmiştir bu. Başında bulunduğu Teali-i İslam Cemiyeti’nin imkânlarını
kullanarak İngiliz ve Yunan işgallerine direnilmemesi için çalışmış, bu yolda
hazırlattığı beyannameleri Türk köylerine dağıtmıştır. Millî Mücadele’ye değil
ihanet, en küçük bir yamukluk bile bizim affedeceğimiz şey değildi.
31-Üçüncüsü,
Millî Mücadele’de milletin bağımsızlığını kurtarmak gayesinden ibaret olan
millî azmi ihlal için, düşmanlarımızın en önce girişmek istedikleri çare, iç
nifak oldu. Çünkü en çok başarıyı milletimizin, yaşamsal çıkarlarını idrak
edemeyerek münafıklara kapılmalarından bekliyorlardı. Biz de ulusal
bağımsızlığı temin için, özellikle içerdeki nifak sokucu girişimlere karşı
kesin karar ve önlemler aldık. Anzavur, Gâvur İmam gibiler milletimizi
birbirine kırdırmaya araç olan fesat başlarındandı.
32-Yurttaşlarım,
unutmayın! Direncinizi kıracak bir araç, düşmanın Türkiye’yi içerden oyarak
çökertmesidir. Düşman, ülkede mevcut siyasi nifaklardan ve yüksek makamların
teslimiyetçilik eğiliminden istifade ederek çalışır her zaman. Dış düşmana
karşı aldığınız önlemleri, gösterdiğiniz birliği iç düşmanlara, iç bedhahlara
karşı da daha uyanıklıkla, daha bir şiddetle gösteriniz, gerçekleştiriniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder