Doğu ve Güneydoğu’da
sivil isyan başlatıp, mahkeme kurup vergi toplayan, korsan Kürtçe okullar
açarak devletin resmi okullarını yangın yerine çeviren, sözde kaymakamlarına
paçavra flamalı resmi araç tahsis ederek, bölgede denetleme yaptıran, asker ve
polis kurşunlayıp, şantiye basarak işçi kaçıran ve devlet kara yolunu günlerce
ulaşıma kapatanlar “Paralel Devlet”lerini açıktan ilan ettiler. PKK’nın Doğu ve
Güneydoğu’da yaktığı okul sayısı 30’u buldu
IŞİD’den kaçan binlerce Kürt Türkiye’ye
sığınıyor. Bunların arasına sızan ÖSO’cusu, El-Nusracısı, IŞİD’cisi Suriye’den
Türkiye’ye elini kolunu sallayarak giriyor. El Kaide, El Nusra, IŞİD gibi
cihatçı örgütler Türkiye'yi lojistik üs olarak kullanıyor
IŞİD'e karşı "ehveni
şer" cihatçı ve bölücü örgütlerle işbirliği devletin yüce
katlarında, kapalı kapılar ardında gündeme alınıp tartışılıyor. Böylece İslami
terör örgütleri meşrulaştırılmakta, "ehveni şer" olan cihatçı ve bölücü
kimi örgütlerin AK’lanması algısı pompalanıyor.
İzmir’de bulunan
17'nci Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa, İzmir’in Yunan askeri tarafından işgal
edileceği sırada verdiği bir emirle, askerin kışla dışına çıkmasını yasaklaması
gibi, tüm bu olup bitenlere karşı ülke ve ulusunu savunma öz görevi olan Türk Askeri, günümüzün Ali Nadir
Paşasının verdiği bir emirle kışlasına hapsedildi.
Türbanı ilköğretime
soktular. Yürütme üzerindeki yargı denetimini aşureye dönen, torba/çuval
yasanın içine sıkıştırdıkları “yeni
Türkiye” yasaları ile sıfırladılar
4+4+4 denilen cahilleştirme ve yobaz
üretme düzeneği, giderek cihatçı örgütlere militan üreten fabrikalara dönüşmektedir.
Piyasalaşma ile kol kola ilerleyen gericileşme sürecinin
tamamlayıcısı olarak
hedeflenen, Devlet okullarının yaygın şekilde imam hatipleştirilmesi, görevden alınan 7 bin müdürün yerine atanacak olan
“öz” kadrolaşmayla eğitimdeki gerici adımların sağlamlaştırılması ve okullarda
derinleştirilmesi amaçlanmaktadır. Şimdi sıra, türbanın tüm kamu ve eğitim
kurumlarında zorunlu hale getirilmesinde.
Özetle Türkiye’de,
özellikle son 12 yıldır iyice örselenen laiklikten ve aydınlanmadan kalan son
kırıntıların da tamamen süpürüldüğü, yaşamın tüm alanlarında, özellikle de
eğitimde gericileşmenin, piyasalaşmanın zirve yaptığı bir süreç yaşıyoruz.
Bu iç karartıcı ama gerçek olan
süreci durdurmak için, Milletin meclisi olmaktan çoktan çıkmış
parlamentoda soru önergesi vermek, kolu kanadı kırılmış, yürütmenin denetimine
girmiş mahkemelerde dava açmak, savcı olmayan savcılara suç duyurusunda
bulunmak karanlığa yumruk sallamaktan farksızdır.
Sorunu "örtünme” ye ya da dar
anlamıyla dinselleşmeye indirgersek, Türbanın neyi örttüğünü anlayamayız.
Yukarıda özetlemeye çalıştığımız tablo, bir “neden” değil, yıllardır egemenlerce
oluşturulmuş bataklığın ürettiği bir “sonuç” tur.
Türbanla örtülüp önümüze sürülen; ülkenin
yağmalanması ve talanıdır, akla karşı açılan savaştır, bilime düşmanlıktır, iş
cinayetleridir, tüm topluma dayatılan ortaçağı karanlığıdır,
özelleştirmelerdir, HES’lerdir, ABD’nin emriyle komşu ülkelere karşı açılan
savaştır, bunların özeti olan “YENİ TÜRKİYE”dir.
“YENİ TÜRKİYE” den kurtulmadan ne
laikliği, ne cumhuriyeti, ne ülke ve ulus birliğini güvence altına alabiliriz.
“YENİ TÜRKİYE” den kurtulmadan ne iş
cinayetlerini, ne özelleştirmeleri, ne yağma ve talanı, ne eğitimde dinci
gericiliği, piyasacılığı, ne çöküşü ve çürümeyi, ne de savaşları
engelleyebiliriz.
Özünde Üniversitede dinci gericiliğe
- piyasacılığa karşı mücadele eden bir öğrenciyle, çocuğunun okulunun İmam
Hatip’e dönüştürülmesine karşı duran bir velinin, HES’lere karşı mücadele veren
köylünün, Özelleştirmeye ve iş cinayetlerine karşı direnen işçinin, savaşa
karşı çıkan asker ailesinin, AB-D'nin kanlı sömürüsünü ortaya döken, karanlığa
karşı duran aydının mücadelesi, mücadele hedefleri ortaktır.
Bu noktada tek sıkıntı, tek çıkmaz,
“YENİ TÜRKİYE” den kurtulma mücadelesinde bir arada hareket edememektir. Başka
bir söylemle örgütsüzlüktür, örgütlü
mücadelede buluşamamaktır!
Öyleyse çözüm önümüzdedir. “YENİ
TÜRKİYE” den kurtulmak, yeniden Kemalist Türkiye’yi inşa etmek için işçisini, köylüsünü,
öğretmenini, esnafını, aydınını kucaklayan, tam bağımsızlığı şiar edinmiş bir
örgütlenmeye yakıcı gereksinim vardır.
Sözümüzü Mustafa Kemal
Atatürk’ün bu günleri görmüş gibi 1921 de TBMM de yaptığı konuşma ile
bitirelim. “Milletimiz yüzyıllardan beri iki zorba kuvvetin, iki yok edici
kuvvetin baskısı altında üzülmüş, acı duymuştur.
O kuvvetlerden biri, doğrudan doğruya ülke ve milleti yönetmek
iddiasında bulunan despotlar; ikincisi, bütün bir emperyalist ve kapitalist
dünyasıdır.
Yüzyıllarca bu iki kuvvetin baskısı altında kalmış olan millet, doğal
olarak çok zayıf bir haldedir. Fakat arkadaşlar, baskıların sonucunda büyük
uyanışlar oldu. İşte bizim milletimizde de o hakiki uyanış gerçekleşti ve biz
böyle bir uyanış döneminin içinde bulunuyoruz.”
1921 (Devre: 1, İçtima: 1, Toplantı. 139, I. T.B.M.M. Zabıt Cerideleri,
1944) 26.09.2014
Mahmut ÖZYÜREK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder