23 Ocak 2018 Salı

“İKİ KURUŞ ELİME GEÇİNCE BUNUN BİR KURUŞUNU KİTABA VERİRDİM”


Cemal Granda, 3 Temmuz 1927 tarihinde Atatürk’ün hizmetine girer. 10 Kasım 1938 günü Atatürk ölünceye kadar, yani 12 yıla yakın bir süre Büyük Devrimcinin yanından hiç ayrılmaz.
Cemal Granda, birçok ünlü kişinin Atatürk’le olan konuşmalarına tanık olur. Gördüklerini, duyduklarını, yaşadıklarını bir kenara not eder, ancak bu anıları bir gün yayınlayacağı aklının ucundan bile geçmez.
Atatürk’ün ölümünden sonra, dönemin ünlü yazarı Falih Rıfkı Atay ve Atatürk’ün yakın arkadaşlarından Kılıç Ali, anılarını düzgün bir biçimde yazıp yayınlamasını önerirler.
Cemal Granda oturur, anılarını “Atatürk’ün Uşağı” başğı altında kitaplaştırıp yayınlar.
“Hizmetkâr”, Arapça bir sözcüktür. “Uşak” ise bunun Türkçe karşılığıdır. Cemal Granda, kendisini “uşak” olarak tanımlar.

Değerli Dostlar,

Şimdi sizlere, Cemal Granda’nın anılar kitabından bir anısını aktaracağım.
Cemal Granda anlatıyor:
Boş zamanlarında Atatürk’ün elinden tarihle ilgili kitapların düşmediğini hatırlarım.
Bir gün yine Atatürk, tarihle ilgili kalın bir kitap okuyordu. Öylesine dalmıştı ki, çevresini görecek hali yoktu. Bir sürü yurt meselesi dururken devlet başkanının kendini tarihe vermesi, o sırada ziyarete gelmiş olan Vasıf Çinar’ın biraz canını sıkmış olacak ki, Atatürk’e şöyle dediğini duydum:
- Paşam! Tarihle uğraşıp kafanı yorma, 19 Mayıs’ta kitap okuyarak mı Samsun’a çıktın?

Değerli Dostlar,

Atatürk’ün Vasıf Çınar’a verdiği, hepimize ders olması gereken yanıtını paylaşmadan önce, sizlere Vasıf Çınar hakkında çok kısa, özet bilgi vermem gerekiyor.
Vasıf Çınar, 1895 yılında İzmir’de doğmuş. İzmir Lisesi’ni bitirdikten sonra Hukuk Mektebi’nde eğitim görmüş.
Yunanların İzmir’i işgal etmeleri üzerine Vasıf Çınar, Balıkesir’de Kuvay-ı Milliye örgütüne katılmış.
İki dönem TBMM’de milletvekillik yapan Vasıf Çınar, iki kez, Mustafa Kemal Atatürk tarafından Milli Eğitim Bakanlığı’na getirilmiş.
Öğretim Birliği Yasası’nın (Tevhid-i Tedrisat) çıkmasında önemli rol oynamış olan Vasıf Çınar, kendisi bakan olduğunda bu yasayı ilk uygulamaya koyan olur.
Uzun boylu ve güçlü yapılı oluşundan dolayı ona “Çınar” soyadını Atatürk vermiştir.
Vasıf Çınar, 2 Haziran 1935 günü, Moskova’da büyükelçi iken ölmüştür.

Değerli Dostlar,

Şimdi gelelim, Vasıf Çınar’ın, “Paşam! Tarihle uğraşıp kafanı yorma, 19 Mayıs’ta kitap okuyarak mı Samsun’a çıktın?” diye sorduğu soruya Atatürk’ün verdiği yanıta.
Cemal Granda’nın “Atatürk’ün Uşağı” adlı kitabından devam ediyorum.

Atatürk, Vasıf Çınar’ın bu çok samimi yakınmasına gülümseyerek şöyle karşılık verdi:

- Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydım, bu yaptıklarımın hiçbirisini yapamazdım!”

Şimdi ben, “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz!” diye haykıran gençlerimize, sevgiyle soruyorum:
Sizler de tıpkı Mustafa Kemal gibi, elinize iki kuruş geçtiğinde bir kuruşunu kitaba veriyor musunuz?
Kitap okumayıp sadece slogan atarak Mustafa Kemal’in Askerleri olabilir misiniz?
Biliyor musunuz, Atatürk, Çanakkale Savaşı sırasında, gemici feneri altında 37 kitap okumuştur.
Biliyor musunuz, Atatürk yaşamı boyunca, çoğu satırlarının altı çizili, sayfa kenarlarına notlar düşülmüş 3 bin 997 kitabı okuyup bitirmiştir.

Değerli Dostlar,

Tüm Atatürkçüleri bir araya getirme amacıyla 19 Mayıs 1989 tarihinde Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) kurulmuştur.
ADD’nin günümüzde Türkiye genelinde yaklaşık 600 şubesi ve 200 bine yakın üyesi bulunmaktadır.
Eğer ADD’nin 600 şubesi bir “Atatürk Okulu” gibi çalışsaydı, son 29 yılda yüz binlerce bilgili, donanımlı, özgür düşünceli, gerçek Mustafa Kemal Askerleri yetiştirmiş olmaz mıydı?
Peki, neden bu gerçekleşmemiştir?
Çünkü uzun bir süredir, ADD’nin genel başkanlığını Masonlar ele geçirmiş, yönetim kurulları Lions’lar ve Roteryan’lar arasında paylaştırılmıştır. Mason genel başkan ve Lions ve Roteryan yöneticilerin amacı “Atatürkçüymüş gibi” görünerek üyeleri gerçek Atatürkçü düşünceden uzak tutmak olmuştur. ADD’nin 600’e yakın şubesi; yılbaşı takvimi, Atatürk rozeti satan birer mahalle bakkalına dönüştürülmüştür.
Peki, ADD Genel Merkezi’nin yörüngesi dışına çıkan gerçek Atatürkçü, daha doğrusu Kemalist şube başkanları ortaya çıkmamış mıdır?
Sayıları az da olsa elbette Kemalist şube başkanları görev almışlar ve onların döneminde ADD şubeleri gerçek bir “Atatürk Okulu” gibi çalışşlardır.
İşte, bu gerçek Kemalist şube başkanlarından bazıları:
Mahmut Özyürek, ADD Isparta Eski Şube Başkanı.
Ali Çevikyiğit, ADD Çerkezköy Eski Şube Başkanı,
Doç. Dr. Necmi Akyalçın, ADD Çanakkale Şube Başkanı,
Sabri Eken, ADD Çorlu Eski Şube Başkanı.

Değerli Dostlar,

Vatanının topraklarını işgal etmiş dünyanın yedi en güçlü devletini en ağır bir biçimde yendikten sonra ulusunun yeniden doğmasını sağlayıp, kısa zamanda yaptığı büyük devrimlerle halkını karanlıktan aydınlığa çıkaran ve sonra oturup halkının çocuklarına GEOMETRİ kitabı yazmış, dünya tarihinde Atatürk’ten başka bir devrimci var mıdır?
Şimdi size, Atatürk’ün yazdığı GEOMETRİ kitabının çok kısa özetini sunacağım.

Atatürk 13 Kasım 1937 tarihinde Sivas’a gider ve 1919 yılında Sivas kongresinin yapıldığı lise binasında bir geometri dersine girer.
Kısa bir süre dersi izleyen Atatürk,
“Bu anlaşılmaz terimlerle bilgi verilemez. Dersler Türkçe terimlerle anlatılmalıdır” diyerek karatahtanın başına geçer ve dersi kendi buluşu olan Türkçe terimlerle ve çizimleriyle anlatır:

Osmanlıca:
“Müsellesin sathı yatalay, dikeley zarbının müsavatına müsavidir.”

Türkçesi:
“Üçgenin alanı, tabanı ile yüksekliğinin çarpımının yarısına eşittir.”

Osmanlıca:
“Müsellesin, zaviyetan-ı dahiletan mecmu’ü 180 derece ve müselles-i mütesaviyü’l-adla, zaviyeleri biribirine müsavi müselles demektir.”

Türkçesi:
“Üçgenin iç açıları toplamı 180 derecedir ve eşkenar üçgen, açıları birbirine eşit üçgen demektir.”

İşte burada, yine sorgulamam gerekiyor.
Ey Osmanlı sevdalıları!
Üçgen ile ilgili yukarıdaki Osmanlıca tanımları ezberleyebilir misiniz?
Ey Osmanlı palavralarıyla kandırılmak istenen gençlerimiz!
Bir üçgenin alanının neye eşit olduğunu Osmanlıca söyleyebilir misiniz? Ezberleseniz bile aklınızda tutabilir misiniz? Geometriyi bugün, Osmanlıca mı öğrenmek isterdiniz?

Değerli Dostlar,

Osmanlı şeriatçılarının sürekli söylediği bir kara yalan vardır:
Atatürk’ün harf devrimiyle Türkler tarihlerinden, kültürlerinden, köklerinden koparılmıştır!
Gerçekler ise şunlardır: 600 yıla yakın Osmanlı boyunduruğunda yaşaya Türklere “Arap alfabesi” dayatılmış, ancak Türkler bu alfabeyi öğrenmeyi reddetmişlerdir!
Yıkılıp giden Osmanlı’dan geriye kalan Anadolu’da Türk halkının yüzde 5’i bile okuryazar değildi! Türkler, Arapçayı ve Osmanlıcayı öğrenmeyi reddetmişlerdi!
Atatürk Devrimleriyle Anadolu Türk halkı itildiği karanlık çukurdan çıkıp aydınlığa erişmiş, 600 yıl sonra öz benliğine kavuşmuştur.

Değerli Dostlar,

Atatürk’ün 50 sayfalık GEOMETRİ kitabını mutlaka okumanızı öneririm.
Büyük Devrimci Atatürk’ün, kendi bulduğu Türkçe deyimlerle geometriyi nasıl kolaylaştırdığını, Türk çocuklarına nasıl anlatıp sevdirdiğini öğrenmeden Atatürkçü olunabilir mi?

Yılmaz Dikbaş
18 Ocak 2018, Perşembe
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52

22 Ocak 2018 Pazartesi

AKIL DURDU!.. AFRİN HAREKATINDA İNANILMAZ İDDİA!.. BU SAVAŞ KİME YARAR

Ta en başta hani şu HANİ ŞU Fırat Kalkanı adı verilen harekâtla Türk Ordusu neden Suriye’ye gönderildi? 

Diyelim ki “IŞİD tehdidi” ya da “sınır güvenliği” için.

Peki, Türk Ordusu Suriye’ye girince ne oldu?

Esad’a karşı rejim muhalifi ÖSO güçlendi. IŞİD ele geçirdiği toprakları PYD'ye devretti. Yani bu iş bize yaramadı.

Şimdi Türk Ordusu Afrin’e neden gönderiliyor?
IŞİD’le bağlantılı PKK terör örgütünün uzantısı PYD teröristlerini temizlemek için.

Ama ortada şöyle bir gariplik var…
Esad rejimi IŞİD’e karşı, Türkiye de karşı… Esad rejimi PKK/PYD’ye karşı, Türkiye de karşı ama… Türkiye bu karşı olduğu unsurlara karşı Esad rejimiyle işbirliği yapmıyor. Neden?

Öte yanda…
ABD Esad’a karşı, İsrail de Esad’a karşı ama ilginçtir AKP de Esad’a karşı, bu nasıl oluyor bu iş?

“İSRAİL’İN İSTEDİĞİ DE BU”


Olan biten şu; şu anda Esad muhalifi olan Özgür Suriye Ordusu dedikleri ÖSO Esad’a karşı güçleniyor hem de Türkiye eliyle güçlendiriliyor. Bu da hem İsrail’in hem de ABD’nin işine geliyor.

IŞİD’e gelince… O teröristler zaten ABD’nin ve İsrail’in kontrolünde…

Yani?
Yani Türkiye yapacağı bu Afrin harekâtıyla PKK’lı teröristleri ortadan kaldırmıyor, Esad’a karşı olan unsurları yine Esad’a karşı güçlendiriyor.

PYD’ye gelince…

PYD’yi besleyen ana kaynak Barzani bölgesindeki Hakurk, Basyan, Avaşin ve Zap. Bu kamplar duruyor ve himaye altında. Bu kamplar yok edilmeden ne PKK biter ne de PYD, onları besleyen kaynak burası. Ve buraya biz nedense harekât yapamıyoruz, hükümet izin vermiyor.

Yani?
Yani PYD’ye olacak bir şey yok, üç beş çatışma ve bizi yakacak olan şehit haberleri ama… Ama ardından PYD daha güçlü çıkacak çünkü Terör üzerinden meseleyi uluslararası Kürt sorununa dönüştürecek ve güçlenecek VE BU DURUM Türkiye’de iç siyaseti de etkileyecek. Belki bununla bağlantılı yeni bir çözüm süreci gelebilir…

Peki, bu neye yol açar? 
Böyle giderse eğer, Suriye’nin eninde sonunda parçalanmasına…

Peki, Suriye’nin parçalanmasını kim istiyor? 
İSRAİL! Evet, İsrail istiyor çünkü Araplara karşı Arap olmayan unsurlardan kendine müttefik devletçikler kurmak peşinde…

İsrail planında yer alan şu hususlar bu tespitlerimizi tartışmasız bir şekilde kanıtlamaktadır:

“LÜBNAN PARÇALANSIN”

“…Lübnan’ın beş bölgeye bölünmesi Mısır, Suriye ve Irak da dahil olmak üzere tüm Arap dünyası için bir başlangıçtır ve aslında Arap yarımadası şimdiden bu yolda ilerlemektedir.”

“İSRAİL’İN HEDEFİ IRAK VE SURİYE”

“Suriye ve daha sonra Irak’ın feshi ve Lübnan’da olduğu gibi etnik ve dini bölgelere ayrılması İsrail’in uzun vadede Doğu cephesindeki bir numaralı hedefidir ve bunun için kısa vadede bu devletlerin askeri gücünün feshi ana hedeftir.”

“SURİYE PARÇALANSIN”

"Suriye etnik ve dini yapısına istinaden tıpkı bugün Lübnan’da olduğu gibi birkaç eyalete bölünecek ve kıyıda Şii-Alevi bir eyalet, Halep bölgesinde Sünni bir eyalet, Şam’da Kuzey komşusuna düşman olan bir diğer Sünni eyalet olacak ve Dürziler de belki bize ait olan Golan’da, mutlaka Havran’da Kuzey Ürdün’de başka eyaletler kuracaklardır. Bu gelişmeler uzun vadede barış ve güvenlik için garantör olacaktır ve bu hedef bugün bile erişebileceğimiz bir noktadadır.”

Bu İsrail planı 1982’de Dünya Siyonist Dergisi Kivunim’de yayımlandı. İsrail burada hem Lübnan’ı hem Suriye’yi parçalamak için elinden geleni yapacağı söylüyor.

“BU SAVAŞ KİM İÇİN SAVAŞ”

Türkiye ise Suriye’nin toprak bütünlüğünden yana olduğunu söylüyor ama Türk Ordusunu Suriye’ye göndermekle hem Esad muhaliflerini güçlendiriyor hem de Suriye’nin toprak bütünlüğünü tehlikeye atıyor.

Peki, bu siyaset kime hizmet ediyor?

Erdal Sarızeybek

20 Ocak 2018 Cumartesi

Kıyamet alametleri

Dini kamu yaşamına sokmanın en ağır bedelini kadınlar ve çocuklar ödüyor. Kadınları sistematik bir biçimde öldürüyor, linç ediyorlar. Çocuklar cahil yobazların insafına bırakıldı. Çoluk çocuk demeden tecavüz, taciz meşru. Altıncı yüzyıl çöl kültüründen yasa devşirdiler. Eski Arapçanın nereye çeksen uzar, hangi kaba koysan uyar sözcükleri havada uçuşuyor. Tarikat şeyhleri çocuğu cinsel obje görme yaşının ne olacağı konusunda 1 ile 6 arasında kararsız. Devlet tarikatı Diyanet 9 dedi, tepki gelince 17’ye çekti. Ama halen yürürlükte olduğu söylenen yasalar 17 yaşı da çocuk sayıyor. Yargıları farklı olsa da referansları aynı. Fiilî bir şeriat hüküm sürüyor yani
Kadrolaştılar, AKPli veya tarikat erbabı olmayan kimseyi almıyorlar devlete. Hastaneden okula, vergi dairesinden park ve bahçeler müdürlüğüne dağ taş bu tiplerle dolu. Onlar da ilk önce dini, sonra yasaları esas alıyorlar icraatlarında. İstanbulda o hastanede patlayan skandalın esası bu.
Koca devlet hastanesi, kapılarını son beş ayda çalan yaşları 18in altında 115 çocuğun hamile olduğu anlaşılmış. Çocukların 39u Suriyeli, bir o kadarı 15 yaşından küçük. Görmemiş, duymamış hastane yöneticileri. Niye görsün? İnançları, onların çocuk olmadığını söylemiyor mu?
Vicdanını ve aklını bu sapkınlıktan koruyabilmiş bir hastane emekçisi, olayın örtbas edildiğini anlayınca durumu savcılığa bildirmiş. İlk kurban kendisi olmuş tahmin edilebileceği gibi. Hakkında inceleme başlatılmış ve görev yeri değiştirilmiş. Bu ahlaksızlığı açığa vurmasa her şey güllük gülistanlık çünkü. O vicdanlı emekçi hastaneye yılda 450-500 hamile çocuk geldiğini belirtiyor. Hastanede görevli psikolog ise çocukların çoğunun bir akrabası tarafından hamile bırakıldığını söylüyor. Normalleşmiş bu kadar çok olunca, yadırgamamış kimse.
Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma açtı neden sonra. Ama o sırada İstanbul Valisi çıktı, 15 yaşın üstündeki hamileliklerin bildirilmesi zorunlu değil dedi. Hastane yöneticileri hakkında da soruşturma izni vermedi haliyle. Henüz çıkıp açıkça savunamıyorlar yaptıkları pislikleri ama hazırlıyorlar toplumu adım adım. Yakındır her türlü sapıklığın topyekûn meşru sayılması.
Artık bebelere dadanan tarikat şeyhi kılıklı sapıklara sapık, pedofil, ahlaksız demek suç. Sonucu ortada. Devlette dini referans almanın nasıl bir tahribata yol açtığının işaretlerini görüyorsunuz. Az zamanda kadın ve çocuk cehennemi oldu ülke. Arabistan çöllerindeki hukuk bile bu kadar tanımsız kuralsız değildi. Yobazın çölünde yolunu kaybetmiş zavallı kurbanlara döndük hepimiz.
***
Bir de şov tarafı var işin. Cübbesiz Adnan Hoca ve tarikatından söz ediyorum. TVsi bile var bu küçük, tuhaf tarikatın. Şeyhi çıkıp program yapıyor etrafında tornadan çıkmış gibi görünen kedicikleriyle. Kedicik dedikleri şişme bebek görünümlü abartılı kadınlar. Öteki tarikatlar kadınlara örtünmeyi tembihlerken bunlar soyunun diyor. Cemaatin bütün kadınları anadan üryan
Geçenlerde Avusturya'da yaşayan bir baba, uzun süredir haber alamadığını belirttiği biri 17 yaşında olan iki kızını Adnan Hocanın programında görmüş. Apar topar ülkeye dönerek kızlarının zorla tutulduğu iddiasıyla suç duyurusunda bulunmuş. Nasıl olduysa sonuç da almış. Kızların annesi ve Adnan Hoca hakkında 6 ay süreyle "uzaklaştırma" kararı çıkarıldı babanın başvurusu üzerine. Belli ki anne de kedigiller familyasından, tarikatın müridi. Çok tuhaf şeyler anlatılıyor cemaatin kadın hukuku hakkında. Normal düzlemde yaşayan herhangi bir insanın hayal edemeyeceği şeyler bunlar.
Hoca’nın kedicikler dışında en bilinen eylemi Evrim Teorisine karşıtlığı. Yaradılış yanlısı hoca inancı gereği. Tanrısının üç beş bin yıl önce evreni müminler için yarattığına inanıyor. Evrimi karalayan kitaplar basıp bedava dağıtıyor. Bir de imkân bulduğu her yerde evrimin yalan olduğunu gösteren fosil sergisi açıyor.
Neye yorabiliriz? Geçenlerde Donald Trump için “tersine evrimin ilk örneği demişti bir yorumcu. Bunlar hep tersine evrimin örnekleri. Alametler çoğalıyor
***
Maɾquis de Sade aristokrat bir Fransız yazarı. Kitapları kadar hayatı da sert rüzgârların ürünü. Ömrünün 29 yılı hapishanede, 13 yılı akıl hastanesinde geçen bir insandan söz ediyoruz. En önemli eseri sayılan “Sodom'un 120 Günü”nü hapishanede yazmış. Yazdıklarında ahlakı, yasaları, dini ezip geçen radikal bir yan var. Hatta arı bir ahlaksızlığı resmediyor kitaplarında. Böylelikle yeni yeşermekte olan burjuva ahlakını yerle bir ediyor. Ama öte yandan bu ahlaksızlığı doğal bir şeymiş gibi gösteriyor. O kadar ki Sadizm'in kökeni onun yazdıklarıdır.
Sade, acıdan, işkenceden, her türlü ahlaksız eylemden cinsel haz duyan tuhaf bir yaratığın doğuşunu müjdelemektedir okuyucusuna. Bir toplulukta insani yan bastırıldığında ortaya çıkacak vahşi ilkelin serüvenleri de diyebiliriz yazdıklarına. İçgüdülerinin peşinden giden Sadist bir yaratıktır bu; Cani, acımasız ve sapkındır. Haliyle irkilticidir. Göstermeyi vaat ettiği dünya mı, yoksa gösterdiği dünya mı daha tiksindirici karar verebilmiş değilim. Elime aldığım her kitabını yarıda bıraktım çünkü tahammül edemedim sonunu getirmeye. Sade’da cinsellik bugün olduğu gibi hemen herkese yönelmiş bir şiddet eylemi olarak baş gösterir. Sert bir pornografidir sergilenen.
İyi kurgu gerçeğin önünde ve ötesindedir. Böylesine sert bir pornografi kurgulayabildiğine göre Sade’ı dinle tahkim edilmiş piyasa toplumunu öngörmüş sayabilir miyiz? Bizim Taylan Kara ve Sadık Albayrak bir gün yazar belki, öğreniriz.
Dönüp tekrar bakın şimdi olup bitene. Din ve ahlakın izinden gittiğini iddia eden bu sapkın tuhaf yaratıklar gerçekte Sadist kişilikler değil mi? 6 yaşındaki çocuklara göz koyanlar, regl olan her kız çocuğunu yatağa atmak isteyenler dindarlar mı yoksa Sadistler midir? Yurtlarına kapattıkları oğlan çocuklarını taciz edenler, üstelik bütün bunların dinlerinin emri olduğunu söyleyenler Sadist değilse nedir başka?
“Sodom’un 120 Günü”nde anlatılan “Dincinin 15 Yılı”dır. Ve görebildiğim kadarıyla dinci Sade’ı aşmıştır!
***
Alametler çoğalıyor, evet Muğlada bazı ilkokullarda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerine okulda o branş öğretmeni olmasına rağmen "gönüllü öğreticiler" adı altında bazı cemaat ve tarikatlara üye olan kişilerin girdiği ortaya çıktı mesela. Sivas'ta imam hatip lisesi öğrencilerini kar duası”na çıkardılar. Müdür duanın İnşallah kabul olacağı” kanısında. Öğretmen Recep Doğan duada, Allah’ım sen zenginsin, biz fakiriz. Bize bol rahmetini ihsan et. İndirdiğin kar ve yağmuru bize kuvvet ve güç eyle. Kar ve yağmuru muhtaç olduğumuz güne kadar indir yarabbi. Rahmetini üzerimize saç ve dağıt Allah’ım. Ölmüş topraklarımıza hayat ver. Allah’ım bize yardım eden, içimize sinen, bol ve faydalı, her tarafa akıp giden kar ve yağmur ihsan eyle dedi. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın başlattığı Gençlerle Medeniyet Dünyamıza projesi kapsamında Sinop Fen Lisesi’ni ziyaret eden Sinop İl Müftüsü Ali Hayri Çelik, öğrencileri sabah namazına davet etti. Fen Lisesi öğrencilerine konuşan Çelik şöyle dedi; Fizik ve matematik bir yerde biter, iman ve ahlak bizi ebediyete taşır.
Bunlar olurken Şehzade Bilal imam hatiplilere seslendi, "Sizler Erdoğan neslisiniz" dedi. Ne diyebiliriz ki başka? Doğrudur ne söylediyse!
Tarikattan gelen öğretmenler, öğrencilere karın duayla yağacağını öğretiyor. Fiziği, matematiği cami avlusuna bırakıp kaçtılar haliyle. Bakmayın din-ahlak lakırdılarına. Vahşi ilkelleri çoğaltmaya çabalıyorlar. İnsanlık ailesinin bildiği, biriktirdiği ne varsa silmeleri o yüzden. Bu sapkınlığın, insanlığa bu saldırının altyapısıdır hazırlanan.
***
Dinle tahkim edilmiş piyasa toplumunun yepyeni bir haline tanıklık ediyoruz hep birlikte. Sadist bir toplumdur bu, ne ahlaka, ne bilime, ne akla, ne de mantığa yer vardır. Bu toplumun insanı cinsel organı ile tanrısı arasında sıkışmış zavallı bir yaratıktır.
Öyleyse bilim, ahlak, akıl, mantık, insan olma, insan kalma sosyalist bir iştir artık.
Şimdilik söyleyebileceğimiz şu: Çoluk çocuk yobazın tasallutu altında. Kıyamet alametidir.

20/01/2018 Cumartesi


http://haber.sol.org.tr/yazarlar/orhan-gokdemir/kiyamet-alametleri-225671