9 Ağustos 2016 Salı

FETHULLAHÇI ÖRÜMCEK AĞI



Tarih 29 Haziran 2009...
Türk Solu'nun 242. sayısı "Fethullahçı Örümcek Ağı" kapağıyla çıkmıştı. (Yazının tamamı bu paylaşımın altında)
Ara başlıklar şöyle:
- Abant Platformu: Ordu düşmanı yaygara platformu
- Fethullahçı yaygaranın etkisi
- Fethullahçı yaygara Türk milletinin kafasını eziyor
- Fethullahçıların Emniyetten Yargıya sızma operasyonu
- Toplum içindeki Fethullahçı virüs
- Geleneklerindeki Ordu düşmanlığı
- Fethullahçı tehlikenin esas kaynağı: Amerikan desteği

Yazıyı da ben kaleme almışım. Çok iyi hatırlıyorum, bu yazı yüzünden hem yazarı hem de derginin sorumlu yazı işleri müdürü olarak hakkımda dava açılmıştı Fethullah Gülen tarafından.

Tarihi tekrar hatırlatıyorum: 2009. AKP ile Cemaatin kol kola neşe içinde ülkeyi yönettiği yıllar. Ergenekon tertibinin en karanlık günleri. Pek çok muhalif ismin "aman bana da dokunmasınlar" dediği o dönemde bu kapağı çıkarmış ve devlet içindeki Fethullahçı örgütlenmeyi anlatmıştık.

Bugünlerde bakıyorum da herkes Cemaat düşmanı kesilmiş. Eeee, nasıl olsa AKP de Cemaat karşıtı oldu, şimdi kolay Fethullahçılar şöyledir, böyledir demek. Ama tekrar ediyorum, bugün televizyonlarda atıp tutanlar, şu kapağı yaptığımız 2009 yılında ne yapıyordu? Cemaate nasıl yanaşırım da bir ihale kaparım, çocuğumu okuturum, yeğenimi memur yaparım derdinde pek çoğu. O dönem Cemaatle kol kola girenler, mesela Melih Gökçek gibileri, bugün gelmiş Başyazarımız Gökçe Fırat'a (haşa) FETÖ'cü diye saldırıyor. Aslında yapmak istedikleri hem kendilerinin Cemaat ile ittifaklarını unutturmak hem de Gökçe Fırat'ı hapse atıp "sahte diploma" mevzusunu unutturmak.

------

29 Haziran 2009 tarihli yazımı aynen paylaşıyorum:

FETHULLAHÇI ÖRÜMCEK AĞI

ABANT PLATFORMU: ORDU DÜŞMANI YAYGARA PLATFORMU

Geçtiğimiz hafta sonu toplanan Fethullahçı Abant Platformu’nun sonuç bildirgesi şu maddeyle başlıyor:

“Askeri darbeler ve demokratik siyasi sürece karşı gerçekleştirilen müdahaleler, Türkiye’nin siyasal, sosyal ve ekonomik gelişmesine büyük zarar vermiştir. Demokrasimizin gelişip yerleşmemesinin en önemli sebebi bu darbe ve müdahalelerle yerleşen vesayet rejimidir.”

Bu bildirge 12 Eylül Askeri darbesinin ardından ortaya konulan “solu yok etme, bütün toplumsal muhalefeti ezme, serbest piyasa rejimini kurumsallaştırıp yerleştirme” programına karşı mı yazılmış. Hayır!

Ya da 12 Mart faşist askeri darbesini uyguladığı “Atatürkçü ve ilerici bütün aydınları içeri alma, devrimci gençlik hareketinin önderlerini yok etme, işçi ve köylü örgütlenmesini tarumar etme” programına karşı mı? Yine hayır...

Bu iki darbe de Türk toplumunu Amerikancı politikalar etrafında tekrar biçimlendirme, Amerikancılığa karşı çıkanları ezme amaçlıydı.

Tabii Abant Platformu’nda tartışılan bu değildi.

“Askeri darbelere ve askeri anayasalara karşıyız” derken neyi kastettikleri yapılan konuşmalarda ortaya çıktı. “Askeri darbe” derken idam edilen bir başbakan ve iki bakana ağıtlar yakıyorlardı. Yani 27 Mayıs’ı kastediyorlar. “Askeri anayasa” derken de 12 Eylül’den bahsediyorlar. Ama onu da hep belirttiğimiz gibi Kürtçü-İslamcı şekilde değiştirmek için eleştiriyorlar.

Çünkü normali şudur: Madem 12 Eylül Anayasasına karşısın, 12 Eylül döneminin baskısından, işkencelerinden, solu nasıl ezdiğinden bahsetmelisin!

Bunu tabii ki yapmazlar.

Solu ezen darbeye alkış, sağı durduran 27 Mayıslara hayır! Fethullahçı yaygaranın özü budur..,

FETHULLAHÇI YAYGARANIN ETKİSİ

Tabii Abant Platformu toplantısını tüm Türkiye’nin tartıştığı şu Taraf gazetesinin “Eylem Planı” manşetiyle birlikte değerlendirmek gerekiyor.

O zaman meselenin basit bir darbe karşıtlığı ve 27 Mayıs düşmanlığı olmadığı ortaya çıkacaktır.

Fotokopiyle yaratılan, bir tane A4 belgeyle yaratılan fırtınaya bakar mısınız?

Ordu içindeki darbe tezgâhı dedikleri şeyin belgesi olarak sundukları fotokopi kâğıt, boşanma davalarında bile kanıt olarak kullanılamaz.

Ancak yaratılan fırtına o kadar büyük ki, CHP’sinden MHP’sine bütün siyasi partiler “Ordu içindeki darbe yanlıları varsa hesap sorulmalı” masallarına ortak ediliyor.

Bütün toplum bir anda “darbe karşıtı” yapılıveriyor.

Öyle bir darbe korkusu yaratılıyor ki, bunu Abant Platformu’nda da duyuyoruz. Bakın konuşmacılardan biri ne demiş:

“Halkın iradesini bir türlü içine sindiremeyenler bugün bile BAAS rejimi ya da Pol Pot rejimi özlemiyle hükümeti devirmeyi, binlerce kişiyi yok etmeyi planlıyorlar. Bu kişi ve gruplar halkın iradesine karşı plan yapmaktan ne usanıyorlar ne de utanıyorlar.”

İnsan gerçekten de irkiliyor. Binlerce kişiyi yok etmeye çalışan darbe tezgâhçıları varmış... Kim demiş bunları? Bolu Valisi Halil İbrahim Akpınar. Bir nevi toplantının da ev sahibi.

Ama devletimizin bir valisi!

Kiracınızı evden çıkarmak isteseniz, “ıslak imzalı” bir kira sözleşmesi ister mahkeme.

Ama birileri fotokopi belgelerden yola çıkarak “binlerce kişiyi öldürme planları” yapan darbelerden bahsediyor.

Bu bir kampanya.

Bir yaygara.

Açık bir sindirme operasyonu.

AKP iktidarının Şeriatçı uygulamalarına, PKK’nın Kürt devleti kurma hayallerine dur diyecek bir Ordu’yu en başından sindirme operasyonu.

Bu operasyonun aktörleri ortada.

Sözde belgeyi CIA bülteni gibi çalışan bir gazete verdi: Taraf.

Amerikancı AKP iktidarı ve Başbakanı Tayyip, belge üzerinden “yasal yollarla Ordu’dan hesap sorma” görevini üstlendi.

Ancak bu senaryoda bir kesim var ki özellikle üzerinde durmak gerekiyor: Fethullahçılar.

Şu Abant’ta bir araya gelip “darbelere karşıyız” toplantıları düzenleyenler yani.

Fethullahçıların son “Eylem Planı” tartışmalarında toplumu ve Ordu’yu sindirme kampanyasının önde gideni olduğunu görebiliyoruz.

Bunda da medyadaki güçleri büyük önem taşıyor.

Şöyle bir düşünelim.

Yandaş medya denilen AKP işbirlikçisi medya Fethullah’ın kontrolünde. Aksiyon, Zaman, Samanyolu TV ve Mehtap TV cemaatin resmi yayın organları. Bugün gazetesi ve Kanaltürk Fethullahçı işadamı Akın İpek’in.

Yeni Şafak ve Vakit gibi dinci gazetelerde (söylemeye gerek yok) Fethullahçı yazarlar cirit atıyor.

Sabah ve Star gibi “Şeriatçı gözükmeyen” yandaş medya organlarında da Fethullahçı yazarlar ön planda. Örneğin Sabah’taki Emre Aköz ve Mahmut Övür. Star gazetesinin yeni ortağı da zaten başka bir Fethullahçı, Alaattin Kaya.

Fethullah’dan bağımsız gözüken Aydın Doğan medyasında bile önemli güçleri var.

Son olarak, Hürriyet gazetesinde haber koordinatörlüğüne getirilen Eyüp Can Sağlık cemaate bağlı gazetecilerden biri.

Cemaate ait Cihan Haber Ajansı da basının en önemli haber kaynaklarından. Kısacası Türk basınında önemli bir Fethullahçı yapılanmayla karşı karşıyayız.

FETHULLAHÇI YAYGARA TÜRK MİLLETİNİN KAFASINI EZİYOR

Fethullahçılar basında yarattıkları bu koroyla bir “yaygara gücü” oluşturmuş durumda.

Bu güç, resmen Türk milletinin kafasına kafasına vuruyor. Hem gerçek anlamda hem de mecazi anlamda...

Başını kaldıran Atatürkçünün kafasına Ergenekon tertibiyle vuruyorlar.

AKP’nin yaptıklarını sorgulayan Kürt-İslamcı rejime gidilmesini içine sindiremeyen askerin kafasına “Eylem Planı” haberleriyle vuruyorlar.

AKP’nin Anayasaya ve Türk yasalarına aykırı hareketlerine karşı gerekeni yapmak isteyen hukukçuları yürüttükleri yayınlarla ezmeye çalışıyorlar.

Ama çok daha önemlisi Türk milletinin “kafasının içini” değiştirmeye çalışıyorlar. Türkiye’de oluşabilecek her türlü milliyetçi yükselişe, Türk milletinin şehit cenazelerinde gösterdiği milliyetçi refleksten “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözüne kadar, milliyetçi her şeye karşı bir “ırkçısınız” baskısı oluşturuyor.

Ve bu “yaygara gücü” Türk basınında önemli noktaları ele geçirdiği için de çok ses çıkarıyor.

Son “eylem planı belgesi” tartışmalarının bu kadar gürültü koparmasının nedeni de bu.

FETHULLAHÇILARIN EMNİYETTEN YARGIYA SIZMA OPERASYONU

Ancak sadece basın değil tabii ki Fethullahçıların sızdığı yerler.

Devlet kurumlarına da on yılların birikimi sonucunda sızmış durumdalar.

Bunu Fethullahçı yayın organlarının, özellikle Ergenekon tertibinin her yeni dalgasında bir polis bülteni gibi çıkmasından da anlayabilirsiniz.

Gözaltına alınanlar daha savcılığa çıkarılmadan, aramalarda ele geçirilenlerden tutun, polis sorgusunda sorulanlara kadar her şeyi ilk Fethullahçı gazetelerden okursunuz.

Haber metinleri bile polis tutanaklarına benzer.

Ama bu basit bir olay değil. Emniyet içindeki Fethullahçı yapılanmanın sızdırdığı bilgilerle yazılmıyor o haberler.

Gerçekleşen şey Emniyet içindeki Fethullahçı yapılanmanın tertiplerini kendi yayın organlarının desteğiyle devam ettirmesidir.

Yani ortada Fethullahçı Emniyet ile Fethullahçı medya arasındaki işbirliği var anlayacağınız.

Ancak bu işbirliğinin bir ayağı daha var: Yargı. Fethullahçılar Yargı içerisinde de yıllardır örgütlenmeye çalışıyorlar. Bunda belli oranda başarıya da ulaştılar.

Tabii Yargı diğer devlet kurumlarına göre hükümetlerden daha özerk olduğu için ve Atatürkçü bürokrasi bu kurumda daha zor kırılabildiği için, yargıdaki örgütlenmeleri henüz Emniyet’le karşılaştırıldığında çok zayıf.

Ama belli bir güç oluşturmuşlar.

Şemdinli İddianamesi hazırlanırken Fethullahçı bir savcının neler yapabildiğini görmüştük. Bu ülkenin Kara Kuvvetleri Komutanı’nın terörle mücadelesini “çete örgütleme”ye benzetebilmişti.

Şemdinli’de tek bir savcının başının altından çıkmıştı o iddianame.

Ancak yıllar geçtikçe karşımıza yeni iddianameler de gelmeye başladı.

Ve Ergenekon tertibiyle son noktaya vardı.

Artık Yargı içerisinde bir ekibin AKP iktidarıyla ortak bir çalışma içerisinde Atatürkçü hâkim ve savcıları tasfiye etmeye çalıştığını görüyoruz. Ama çok daha önemlisi, Yargı’nın gücünü Hükümet’in faşist baskılarıyla birleştirerek her tür muhalefeti ve Atatürkçü direniş odağını ortadan kaldırmaya çalışıyorlar.

Son “Eylem Planı” tartışmalarında meselenin ısrarla sivil yargıya taşınmak istenmesinin nedeni de bu. Fethullahçı yargı mensuplarıyla Ordu’dan da hesap sormak istiyorlar.

TOPLUM İÇİNDEKİ FETHULLAHÇI VİRÜS

Tabii Yargı içinde bu kadar örgütlenebilen bir cemaatin devletin diğer kurumlarında çok daha sağlam ve köklü bir yapılanma oluşturduğunu söylemeye gerek yok.

Fethullahçılık bir örümcek ağı gibi devlet içerisindeki gücünü yıllar yılı büyüttü.

Ama sadece devleti değil, toplumu da benzer bir şekilde sarıp sarmaladı.

Dershaneleri ve okullarıyla gençlerin beyinlerini yıkadılar. Cemaate ait şirketlerle Türk milletinin parasını cemaatlerine aktardılar ve büyük bir “saadet zinciri” oluşturdular.

Yüzbinlerce satan ve sokak sokak dağıtımını yaptıkları gazeteleriyle toplum içerisinde çok büyük bir etki yarattılar.

Zaten cemaat olarak camilerde, Kuran kurslarında da etkinler.

Ama yalnızca dini mekânlarda değil, meslek odalarından sendikalara, derneklerden vakıflara, her tür sivil toplum kuruluşuna da sızmış durumdalar. Bir kısmını bizzat kendileri kurmuş, bir kısmını da ele geçirmişler.

Kısacası, yalnızca devlet kurumlarına, Emniyet’e ve Yargı’ya sızan değil, toplum içine sızan bir yapılanmayla da karşı karşıyayız.

Doğal olarak bu çok daha tehlikeli.

Toplum içindeki bu Fethullahçı virüsün programı da belli:

Atatürk’e ve Atatürkçülüğe karşı gericilik.

Milliyetçiliğe karşı kozmopolitizm. Kürtçülük. Türk düşmanlığı.

Tam bağımsızlıkçı lığa karşı Amerikancılık.

Devletçiliğe karşı piyasacılık.

Devrimciliğe karşı cemaatçilik.

Cumhuriyetçiliğe karşı Kürt-İslam faşizmi.

Laikliğe karşı Şeriatçılık.

Halkçılığa karşı Ümmetçilik.

Demokrasiye karşı AKP’nin Ergenekon tertibine tam destek, faşist baskısını övme.

Asıl tehlike bu. Bürokrasi içindeki Fethullahçıları gücünüz oldu mu temizleyebilirsiniz. Ama toplum içindeki bu Fethullahçılıkla mücadele çok daha zor ve uzun bir süreç...

GELENEKLERİNDEKİ ORDU DÜŞMANLIĞI

Son “Eylem Planı” tartışmaları Fethullahçılardaki Ordu düşmanlığının da en güncel kanıtı.

Bu, Said’i Kürdi’ den beri geleneklerinde olan bir şey. Said’i Kürdi, Türkiye’nin en önemli gerici ayaklanmalarından biri olan 31 Mart’a katılanlardan biriydi. Hatta cami avlularında ayaklanmacıları provoke eden konuşmaları yapan hatiplerdendi. 31 Mart ayaklanması bilindiği gibi hem Meşrutiyete bir son verip gerici bir rejim kurmak, hem de Türk Ordusu içindeki ilerici örgütlenmeyi ortadan kaldırmayı amaçlıyordu. Zaten ayaklanan gericilerin ilk hedefleri de hep subaylar oluyordu.

Tam 100 yıl önce sokaklarda “din elden gidiyor” diye Türk subaylarına saldıranlar, bugün de aynı naralarla Ordu’dan hesap sormaya kalkışıyor.

Sordukları hesap aslında ele geçirdiklerini iddia ettikleri “Eylem Planı’nın hesabı değil.

Gerici yürüyüşlerinin Ordu, Atatürk ve bir bütün olarak Atatürkçüler tarafından 100 yıldır engellenmesini içlerine sindiremiyorlar. Sordukları hesap o.

Abant’ta bir araya gelip 27 Mayıs’ı hâlâ gündeme getirmelerinin, idam edilen Menderes’lerin ardından ağıt yakmalarının nedeni de bu.

Fethullahçılar Ordu’ya düşmandır, çünkü Türklükle, milletle, devletle alakası olmayan, hatta onlara karşı olan bir cemaat yapılanmasıdır.

Türk Ordusu da onların Şeriatçı yapılanmasına karşı olduğu için ve cemaat örgütlenmelerine aykırı olduğu için ortadan kaldırılmalıdır.

Tabii Türk’ün ordusu olduğu için de tehlikelidir.

Ordu onlar için bir engelden öte, yok edilmesi gereken bir hedeftir.

O yüzden Fethullahçıların Ordu düşmanlığını bir çeşit “nefsi müdafaa” gibi görmemek lazım. Köşeye sıkışmış kedinin son çırpınışları değildir Fethullahçıların Ordu karşıtlığı. Avının etrafında ağlarını sabırla ören örümcektir onlar. Yalnızca beyinleri “örümcek” büyüklüğünde değildir. Ağları da “örümcek ağı” kadar görünmez, sinsi, ama etkilidir.

Son yıllarda, Ordu düşmanlığının yanı sıra Ordu içerisinde de “sızma” hareketine devam ettikleri ortada. Fethullahçı yayın organlarının Ordu’dan sızan belgelerle yaptıkları, Ordu kaynaklı provokasyonlarının ve yalan haberlerinin bu kadar artması bile bunun göstergesi.

Son fethedilecek kale olarak gördükleri Ordu’yu da ele geçirdiler mi, işlerinin çok daha kolay olduğunu düşünüyorlar.

FETHULLAHÇI TEHLİKENİN ESAS KAYNAĞI: AMERİKAN DESTEĞİ

Peki, Fethullahçıları Türkiye Cumhuriyeti için bu kadar tehlikeli kılan esas şey ne?

Bu sorunun yanıtını Fethullah’ın yeni prenslerinden Alp Aslandoğan’ın açıklamalarında bulabilirsiniz:

“Gülen hareketinin yok edilmesinden bahsetmek anlamsız. Çünkü hareketin içindekiler, toplumun her kesiminden gelen Türk halkıdır.”

Bu meydan okumayı yapan Aslandoğan kim? Houston Üniversitesi’ndeki “Gülen Enstitüsü” nün yönetim kurulu üyesi. Açıklamayı da CIA’nın yan kuruluşlarından biri olan CSIS’in düzenlediği “Gülen Hareketi” toplantısında yapmış. (CSIS: Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi).

Houston Üniversitesi’nde Fethullah Gülen adına bir enstitünün neden açıldığını bir kenara bırakıyoruz.

Mesele de Alpdoğan’ın ne söylediğinden öte, nerede söylediği.

Beyefendi toplumun her kesimini temsil ediyoruz buyuruyor ama nereden? ABD’den! CIA kuruluşunda bir konferans düzenlemiş, Türk toplumunu ve Fethullahçılara direnen herkesi tehdit ediyor.

Cemaat lideri Fethullah deseniz, 10 yıldır ABD’de. O da hatırlarsanız ABD’den buyurmuştu “Ulusalcı dalgayı aşacağız” diye.

Üstelik onlar yalnızca ABD’de değiller. Aynı zamanda, ABD nerede isterlerse oradalar.

Fethullah’ın Türkiye dışındaki okullarının açıldığı ülkeleri dünya haritasında bir işaretleyin. Ve üstüne ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ni yerleştirin. Nasıl da oturuyor değil mi?

Orta Asya’dan Afrika’ya, Ortadoğu’dan Balkanlar’a ABD operasyonlarının hedefindeki bütün ülkelerde görebilirsiniz Fethullah okullarını.

Bu bir tesadüf değil elbette.

Lideri ABD’de olan bir hareketin “kafası” da ABD’de olur.

ABD’nin Fethullahçıları yalnızca desteklemediğini, daha da ötesinde bizzat yönettiğini görmeden bu cemaatin Türkiye’ye yarattığı tehlikenin boyutları anlaşılamaz.
 29 Haziran 2009
Özgür Erdem