9 Nisan 2015 Perşembe

Şafak Pavey kimdir? Turhan Özlü ''Y-CHP'' kitabında yazmıştı!



CHP'nin Yüksek Seçim Kurulu'na sunduğu liste, parti içinde büyük tartışma yarattı. Kılıçdaroğlu'na yakın olduğu düşünülen isimlerin bile liste dışı kaldığı Milletvekili isimleri ise oldukça tartışmalı. İşte bunlardan biri. CHP İstanbul Milletvekili adayı Şafak Pavey. 2011 genel seçimlerinde İstanbul 1. Bölge'den Milletvekili Pavey bu dönem de CHP yöneticileri tarafından aday gösterildi.


Peki Şafak Pavey kimdir? Ulusal Kanal Genel Müdürü Turhan Özlü, Kaynak Yayınları'ndan Şubat 2015'te çıkan "Y-CHP" kitabının bir bölümünde yer verdiği Pavey'i şöyle tanımlıyor:

MECLİS'E TÜRBANLI VEKİL İÇİN CHP SÖZCÜSÜ

İlan edildiği gibi 31 Ekim günü 4 AKP’li milletvekili Meclis’e türbanla geldiler.
CHP yönetimi, Grup toplantısında benimsediği “direnmeme” kararını uyguladı. Kılıçdaroğlu Meclis’e bile gelmedi. Grup Başkan Vekili Muharrem İnce’nin “Benim bacım da türbanlı” diye yüksek perdeden konuşmasını AKP’li vekiller alaylı bir gülümsemeyle dinlediler. Çünkü sonucu biliyorlardı. Şafak Pavey’in konuşmacı olarak belirlenmesi bile CHP’nin tavrını anlamaya yeterlidir.

Pavey Meclis kürsüsünden şöyle seslendi:

“Türbanlı kadın vekillerden beklentim büyük. Artık türbanı bir insan hakları ihlalinden, bir insan hakları kazanımına dönüştürmek onların sorumluluğundadır.”

Dahası da var. Pavey, “Kadın polislerin” türban takmasına onay veren sözler söyledi: “Ben polisin başındaki türbandan değil bana -uyguladığı- şiddetten korkuyorum” dedi. Türban konusundaki “hassasiyetin”, Ruhban Okulu, azınlık okulları ve cemevleri için de gösterilmesini istedi. Konuşma AKP sıralarından da alkış aldı.

Pavey’in ardından kürsüye gelen AKP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Arınç, CHP, MHP ve BDP’ye teşekkür etti. Ertesi günü Tayyip Erdoğan da diğer partilerle birlikte CHP’ye teşekkür etti:

“Çok önemli bir birliktelik ve dayanışma vardır. Destek verenlere çok teşekkür ediyorum.”

Kılıçdaroğlu, Cumhuriyet tarihinde ilk kez Meclis’e türbanla girilmesini “Bugün çok mutluyum” sözleriyle anlatıyordu. Meclis’te konuşan milletvekillerine; ama özellikle Şafak Pavey’e teşekkür etti. “Tarih yazdık, çok önemli bir gerçeği Türkiye’nin gündeminden çıkardık” diyordu.

CHP yönetimi mutluluktan uçmaktadır. Grup Başkan Vekili Akif Hamzaçebi’nin şu sözleri; Şafak Pavey’in Meclis konuşmasıyla aynı kalemden çıkmış gibidir:

“Kadın milletvekillerimizin başörtülü olarak Genel Kurul’a girmeleri bir özgürlük meselesidir. Farklı yaklaşımlar yanlıştır. Sorun geride kalmıştır. Bu, demokrasi adına çok büyük bir kazanımdır.”

İNSANLIĞIN SERİ KATİLİ ABD'DEN ÖDÜL ALDI

ABD Dışişleri Bakanlığı, 2012 "Uluslararası cesur kadınlar ödülü"nü CHP milletvekili Şafak Pavey’e verdi.

Pavey ödülünü, 8 Mart 2012 tarihinde ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ve Obama’nın eşi Michelle Obama’nın ellerinden aldı.

Batıcı medya günlerce olaya büyük yer verdi. Pavey yıldızlaştırıldı. Ödül, “tüm dünyada savunmasız topluluklar, mülteciler ve engellilerin hakları için yaptığı çalışmalar” için verilmişti. Pavey’in bu alanda hangi çalışmalar yaptığı bilinmiyor.

Şafak Pavey tabi soramazdı! Ama bir tek CHP’li çıkıp da “Irak’ta, Afganistan’da, Libya ve Suriye’de ABD bombalarıyla sakat kalan kaç engelli var” diye sormadı.

Binlerce Müslüman kadına ABD askerleri ve müttefikleri tarafından tecavüz edildi. ABD işgali yıllarında Irak’ta Ebu Garip hapishanesindeki kadınlar dışarıya “biz artık kirletildik, yaşayamayız” diye haber gönderdiler. Hapishanenin vurulmasını istediler.

Iraklı direnişçiler hapishaneyi gören bir yerde cenaze namazı kılıp füzeleri fırlattılar.

Şafak Pavey ve Y-CHP yönetimi o kadınların çığlıklarını duymadığı gibi, insanlığın seri katilinden insan hakları ödülü aldılar.

Pavey ailece ABD ödüllü. 16 yıl öncede annesi Ayşe Önal’a Clinton, cesaret ödülü vermişti. ABD Büyükelçisi Ricciardone bu bilgiyi, Pavey’in onuruna düzenlediği resepsiyonda verdi.

Elçilikte düzenlenen davette Kılıçdaroğlu’yla birlikte Gürsel Tekin de yer aldı. BDP milletvekilleri Hasip Kaplan ve Sırrı Sakık da Ricciardone'nin davetlileri arasındaydı.


İNGİLTERE'DEN LAİKLİKLİK ÖDÜLÜ

Pavey’e, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Ödülü”nden sonra bir ödül de İngiltere’den geldi. 2014 Mart ayı sonunda verilen “yılın laik kişisi” ödülü, türban konusunda gösterdiği cansiperane çabayla ilgilidir! Pavey, ödülü İngiltere’nin “Gölge Dışişleri Bakanı” Kerry McCarthy’nin elinden aldı.

Kılıçdaroğlu'nun Ricciardone ile Büyükelçilik rezidansında buluşmasında yanındaki iki isim dikkat çekicidir: Sezgin Tanrıkulu ve Şafak Pavey; her ikisi de ABD devletinin ödüle layık gördüğü kişilerdir.

ulusalkanal.com.tr

8 Nisan 2015 Çarşamba

BALYOZDAN SONRA UYANAN GENERAL



9 Kasım 2014 Pazar günü İstanbul’da, Tüyap Kitap Fuarı’nda Nergiz Yayınları standında kitaplarımı imzalıyordum.
Yeni çıkmış kitabım “GELİN YÜZLEŞELİM” e ilgi büyüktü.
Altmışlı yaşlarda zeki ve sevecen bakışlı bir okurum bu yeni kitabımdan aldı, imzalatmak üzere bana uzattı. Düzmece Balyoz Davası’ndan on sekiz yıl hapse mahkûm edilmiş, üç yıldan fazla Silivri’de hapsedildikten sonra serbest bırakılmış emekli bir amiralimizdi.
Saygıdeğer amiralimize tezgâhta bulunan “ATATÜRKÇÜLER YENİLDİ” kitabımı da önerince, gülümseyerek şöyle dedi:
“Sizin bu kitabınızı Silivri’de okumayan komutan kalmadı!”
Merakla sordum:
“Komutanların görüşleri nasıldı?”
Yanıtı beni mutlu etti:
“Yüzde doksan beşi çok beğendi. Hatta bazıları ‘Dikbaş az bile yazmış!” diye yorum yaptılar!”
Bu karşılaşmadan çok daha önce, görev başındaki amirallerimizin, albaylarımızın ve binbaşılarımızın düzmece Balyoz Davası kapsamında sahte belgelerle tutuklanıp hapsedildiği Hasdal Özel Askeri Ceza ve Tutukevi’ne gitmiştim.
Kendileriyle sohbet ettiğim çok değerli amiral ve albaylarımıza “TÜRK MİLLETİNE SUİKAST” ve “ATATÜRKÇÜLER YENİLDİ” kitaplarımı armağan etmiştim.
Çok samimi sohbetten sonra ayrılırken, saygıdeğer komutanlarımız da bana, üzerinde “TCG HASDAL TD - 134” yazılı bir şapka armağan etmişlerdi.
Bir süre sonra, bu komutanlarımızdan ikisi, Hasdal’dan gönderdikleri mektuplarla, kitaplarımdan çok yararlandıklarını, çok beğendiklerini övgü dolu satırlarla anlatmışlardı.
Peki, ben size bunları niye anlattım?
6 Nisan 2015 Pazartesi günkü Hürriyet gazetesinin birinci sayfasında, kalın siyah büyük harflerle şu başlık atılmıştı:
“İŞİN İÇİNDE CIA OLABİLİR”
Bu başlık altında, fotoğraflar eşliğinde, Emekli Orgeneral Bilgin Balanlı ile yapılmış olan bir röportaj yer almaktaydı.
Orgeneral Bilgin Balanlı, görev başındayken, düzmece Balyoz Davası kapsamında tutuklanmış, iki yıl Hasdal Cezaevi’nde kalmıştı.
Şimdi serbest olan emekli General Bilgin Balanlı’nın, Hürriyet gazetesine manşet olan sözlerine gerçekten çok şaşırdım!
Görev başındayken ordumuzun içinde CIA ajanlarının at koşturduğundan haberi olmamış generalimiz, Hasdal’da hapis yatarken olsun, diğer komutanlar gibi, “ATATÜRKÇÜLER YENİLDİ” kitabımı okumamış mıydı?
Yoksa okumuş da itiraf etmekten mi utanmıştı?
Şimdi sizlerle, “ATATÜRKÇÜLER YENİLDİ” kitabımın Giriş’inden kısa bir bölümü paylaşacağım:
“Amerika Birleşik Devleri (ABD)’nin gizli istihbarat örgütü CIA, 1950’den sonra Türk ordusunun içine girip yuvalandı.
13 Şubat 1952 tarihinde Türkiye, NATO’ya girdi.
Çok kısa sürede görüldü, NATO demek, Amerika Birleşik Devletleri demekti.
20–25 Şubat 1952 tarihlerinde Lizbon’da yapılan NATO Konseyi Zirvesinde konuşan dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, şunları söylemişti:
“Karşınızda büyük bir istekle ve kayıtsız şartsız işbirliği zihniyetiyle hareket etmeyi ilke edinen bir Türkiye bulacaksınız.”
Türkiye, kayıtsız şartsız ABD’ye teslim olunca Türk ordusu ABD’nin denetimi altına girdi.
NATO’ya bağlılığı gerekçe gösteren CIA ajanları Türk ordusunun içinde istedikleri gibi, rahatça örgütlendiler.
Yüksek komutanlarımız bu gerçeği gördüler, ama ses çıkarmadılar.
Altmış yıl içinde ordumuzun en küçük birimlerine kadar giren CIA ajanları, bizim subaylarımızdan kendilerine ajanlar devşirerek istihbarat ve eylem ağını yaygınlaştırdılar.
Sayıları çok az da olsa elbette istisnalar var, ancak istisnalar genel yapıyı değiştirmez, yüksek komutanlarımızın tamamı CIA’nin denetim ve gözetimi altına girdi.
Bu sarsıcı fotoğrafı, kitabımın ilk sayfalarında tüm ayrıntılarıyla görecek; inanmakta zorlanacak ve üzüleceksiniz.
ABD’nin gizli istihbarat servisi CIA; sivil yönetimin, yani devletin belkemiği olan bakanlıklarına da 1950’den sonra girdi.
Sızdı demiyorum. Çünkü sızma yok.
Elini sallaya sallaya, göz göre göre, resmen girdi.
Bakanlıklarımızda denetim ve gözetimi ele geçirdi.
Bu durumu çok iyi bilen başbakan ve bakanlarımızın, hiçbir karşı önlem almadıklarını, CIA’nin devletimizin temeline bir dinamit gibi yerleşmesini çok doğal bir olguymuş gibi karşıladıklarını, bu kitapta göreceksiniz.
Her devletin bir gizli istihbarat örgütü vardır.
Devletimizin gizli istihbarat örgütü, MİT’tir.
MİT’in görevi; Türk ulusuna ve yurduna, yurt içinde ve dışında hain tuzaklar kuran kişi ve kuruluşları belirlemek, izlemek, gözlemek, haber almak ve bu unsurları suç işleme aşamasında güvenlik güçlerine bildirmektir.
1950’den sonra MİT’in de CIA’nin denetimi altına girmiş olduğunu, bu kitapta okuyacaksınız.
Son altmış yılda ordumuzun, bakanlıklarımızın ve MİT’in içine girip kök salan CIA; medyaya, üniversitelere, işçi sendikalarına, belediyelere ve sivil toplum örgütlerine de kanser gibi yayıldı. Girdiği her yerde, cebinde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kimliği taşıyan ajanlar devşirdi.
Bu yerli ajanlardan bazılarının adlarını, bu kitapta okuyacaksınız.”
Birinci baskısı Eylül 2012’de, ikinci baskısı Haziran 2014’de Nergiz Yayınları tarafından yapılmış olan “ATATÜRKÇÜLER YENİLDİ” kitabımı okuyanlar,
Emekli General Bilgin Balanlı’nın dürüst davranmadığını, gerçekleri anlatmadığını, gerçeklerle yüzleşmekten hâlâ korktuğunu üzülerek göreceklerdir…
Saygılarımla,
Yılmaz Dikbaş
8 Nisan 2015 Çarşamba
dikbas@kalinka.com.tr
www.kalinka.com.tr
www.dikbas.tv
0532 233 31 52

7 Nisan 2015 Salı

Tanzimat İlericiliğinin Bildirisi



Atatürkçü Düşünce Derneği; 7 Haziran 2015 Genel Seçimleri ile ilgili olarak; 28 Mart 2015 tarihinde  “Genel Merkez ve Şubeler Danışma Toplantısı” düzenlemiş, daha önceki toplantılarda olduğu gibi, alışılmış, bilindik bir “Sonuç Bildirisi” yayınlamıştır.
Öncelikle, toplantının yapılış şekli ve Sonuç Bildirisinin nasıl hazırlandığı konusunda birkaç hatırlatma yapalım.
Üzülerek belirtmeliyim ki bu tür toplantılar genellikle önceden yazılmış, amatör bir piyes ya da tiyatronun sahnelenmesinden ibarettir.
Daha toplantı başlamadan divan başkanı ve yazmanların kimlerden oluşacağı, toplantıda genel merkez adına kimlerin, hangi konuları konuşacağı Genel Yürütme Kurulu, daha doğrusu Genel Başkan tarafından belirlenir.
Divan Kurulu seçiminin/atanmasının ardından Çok önemli! İki konu Katılımcılara onaylattırılır. Bunlardan ilki şube başkanlarının öyle olur olmaz! Konuşmalarını, eleştirilerini önlemek için konuşma süresi genellikle 5 dakika ile sınırlandırılır. Düşünün KARS – VAN ya da Edirne’den birkaç sayfa ön hazırlık yaparak gelmiş Şube Başkanımız söz verilirse kürsüye çıkar. Daha selam faslı bitmeden; Divan başkanı uyarır. “…. Toparlar mısınız, (…) dakikanız kaldı”  Ne yapsın? Neredeyse 24 saat yol gelmiş, onca masraf etmiş. Hazırladığı notların başından- ortasından –sonundan kendince önemli cümleleri okumaya çalışır. Yine divan başkanı “lütfen tamamlayın, süreniz bitti!” uyarıları, salondan ise “biraz saygılı ol- in aşağıya- başkalarının hakkını gasp ediyorsun” sataşmaları arasında, başkanımız konuşmasını tamamlar. Söylediklerinden kendisinin bir şey anlamamış olması bir yana salondan dinleyen de olmamıştır zaten..
Katılımcılara onaylattırılan ikinci konu ise, kimler olacağı önceden belirlenmiş “Sonuç Bildirisi Hazırlama Komisyonu” dur.   Bu arkadaşlarımız daha toplantıya gelmeden biliyorlardır görevlerini. Kaza ile de olsa aralarına önerilip seçilen bir kişi olsa da sonuç değişmez.
Sonuç Bildirisi Hazırlama Komisyonu’na seçilenler/atananlar, genellikle genel başkanının uzun, içeriksiz konuşmasının ardından, Şube başkanlarını dinleme gereği bile duymadan, bildiriyi hazırlamak için ayrılırlar salondan.
Sonuç bildirisinin içeriği belli olmuştur. Daha önceki Sonuç bildirilerindeki genel durum tespiti ve Genel başkanın konuşmasının özeti. Bu tespite katılmayan arkadaşlarımız olursa “http://add.org.tr/ataturkcu-dusunce-dernegi-genel-secimlerde-ne-yapacak/” bağlantısında yayına konan Tansel Çölaşan’ın konuşmasını ve “http://add.org.tr/ataturkcu-dusunce-derneginden-kamuoyuna/” bağlantısında yayınlanan “Sonuç Bildirisi’ni izleyip okumalarını öneririm.
Bu tabloda,  Anadolu da kelle koltukta “Kemalizm” savaşımı veren Şube başkanlarının, eski deyimle bir “dahli” söz konusu olmadığı için, bundan sonra yazıp söyleyeceklerimizin, eleştirilerimizin onlara yönelik olmadığının bilinmesini isterim.

Toplantının düzenlenme amacı “7 Haziran 2015 Genel Seçimleri” olduğuna göre, sonuç bildirisinde; yaklaşan genel seçimlerde ADD nasıl bir duruş, eylem, sergileyeceğini, bu seçimlerde Atatürkçülerin istemlerini, amaçlarını hangi yol ve yöntemle dile getireceklerini öğrenebiliriz.
Bildiride bu konu aynen şöyle dile getirilmiş.

“Bu bilinçle; öncelikle tüm yurttaşlarımızı oy kullanmaya, geçersiz oy vermemeye, sandıklarda gözlemci ya da müşahit olarak görev almaya, oy verme işlemi bittiğinde de sandıkları terk etmemeye, sahip çıkmaya davet ediyoruz.”
…….
“7. BU NEDENLE ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ OLARAK; milletin birliğinden, vatanın bütünlüğünden yana olan tüm cumhuriyetçi güçlerin, 7 Haziran genel seçimlerinde aralarındaki her türlü önyargı ve ayrılıkları bir yana bırakarak, ülkemizi kaosa götürecek olan gerici – bölücü ittifaka karşı güç birliği oluşturmaları “İTTİFAK” yapmalarını bir zorunluluk olarak görmekteyiz.
Bu aşamada elini taşın altına sokmayanlar, Lozan yerine Sevr’e giden yolun taşlarını döşemeye hizmet edenler, seçim sonrası süreçte doğacak olumsuzların da sorumlusu olacaklardır.
UYARIYORUZ. BİZ BU İTTİFAK İÇİN VARIZ. SİZ DE VAR MISINIZ?”



 “ SEÇİM – SANDIK- OY” 
 Bildirinin birinci Maddesinde . “Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kritik günlerinden geçmektedir. Gelinen noktada ulusun birliği, vatanın bütünlüğü tehlikededir” tespiti yapılmış.
Peki, bizimde yürekten katıldığımız bu “TEHLİKE” karşısında Atatürkçü Düşünce Derneğinin çözüm önerisi nedir?  “SEÇİM – SANDIK- OY” 
Öncelikle belirtelim ulusun birliğini, vatanın bütünlüğünü” tehlikeye sokan temel etken, Türkiye’nin 1939’dan bu yana imzaladığı, başta Truman doktrini, Marshall planı, Fulbright antlaşmaları, NATO, batıya bağlanmanın yeni bir aşaması olan Avrupa Birliği olmak üzere çok sayıda uluslararası ve ikili anlaşmalarla ülkemize egemen olan emperyalizmin varlığıdır.
 Bu anlaşmalarla Türkiye bağımsız karar alma, ülkesini yönetme yetisini önemli oranda yitirdi ve egemenlik haklarını dışarıyla paylaşır duruma geldi. Bağımsızlığımızın, ulusal egemenliğimizin karargâhı olan Milli Meclis işlevsizleştirilmiş, düzenin karargâhına dönüşmüştür.
İşte emperyalizm ülkemiz üzerinde yeniden ele geçirdiği egemenliğini sürdürebilmek, pekiştirebilmek amacıyla 1946’dan beri çoğulcu demokrasi adı altında “SEÇİM – SANDIK- OY”  sarmalında halkımızı aldatıp, kandırmaktadır.
Elbette Demokrasilerde seçimler önemlidir. Ama demokrasi sadece TAM BAĞIMSIZ ülkelerde olur. Bağımsızlığını kaybetmiş, ekonomisi, siyaseti, kültürü, televizyonları, gazeteleri okulları emperyalizmin eline geçmiş ülkelerde DEMOKRASİ olmaz. Bağımsızlığını ve egemenliğini büyük oranda yitirmiş ülkelerde seçimler, sisteme meşruluk sağlamayı amaçlayan bir riyakârlık, ikiyüzlülük içerir. Kapitalizmin düşünce özgürlüğünden seyahat özgürlüğüne basın özgürlüğüne kadar tüm özgürlüklerinin taşıdığı aldatmaca, seçme seçilme hakkında da vardır.
1946'dan bu yana Kemalist Türk devrimine düşman olanlar, Kemalizm’le hesaplaşmak için fırsat kollayanlar, CHP dâhil siyasi partilerin içine girerek ya da kendi partilerini kurarak kendilerini meşrulaştırmışlardır.
Batıya karşı ölüm kalım mücadelesi vererek bağımsızlığını kazanmış olan Türk halkına Kemalist düşün sistemi ve İlerici hareketler Batıcı olarak sunuldukça halk gericiliğin pençesine düştü.  Atatürk’ün partisine büyük oranda sızmayı başaran Masonik, Misyoner laikçiler, Atatürkçülüğü Batı ile daha fazla bütünleşmek olarak dillendirip, uyguladıkça halkla Kemalist, ilerici güçlerin arası daha da açıldı.  Kemalist, cumhuriyetçi, halkçı devrimci ittifak bu yöntemle parçalandı
Diğer yandan, çok partili siteme geçildiği 1946'dan bu yana, Türk halkının seçimlerde kendi özgür iradesini sandığa yansıtmasına izin verilmemiştir.  Ayrıcalıksız her seçimde halkın yüzde 95’ini oluşturan işçi, köylü, emeği ile geçinen, üretenlerin önüne bir tehdit, tehlike üretilerek konulmuştur.  Sonrada “şu olağanüstü dönem de geçsindenilerek, biri diğerinden farksız seçeneklerden biri “ulusal iradeye ipotek konularak” seçtirilmiştir/seçilmiştir.
Böylece küresel çetenin ve Sistemin kolayca kontrol edebileceği “zararsız oyuncaklar”  geniş halk yığınlarının gerçeği görmelerini perdeleyerek iktidar olmuşlardır. Bu “zararsız oyuncakların” toplumsal yapıda çürüme, yılgınlık ve üretmesi kaçınılmazdır.
Kemalistler; tümüyle egemen emperyalist-kapitalist sisteme eklemlenmiş siyasal partilerden, yani “zararsız oyuncaklar”dan İşbirlikçi bir “ilericilik” ile işbirlikçi bir “gericilik” arasında bir ikilemden birini kabul edemezler. Kemalist olmak her iki seçeneği kökten reddetmektir!   
 Çünkü Kemalistler, Atatürkçülüğü  “işbirlikçi ilericilerden” değil, Mustafa Kemal Atatürk’ten öğrenmişlerdir.
Milli Mücadelenin önderi kurtuluşu “ya işgal ya padişah” ikileminden birinin tarafında yer alarak  “mandacı” bir siyasetle mi kurtarmıştır bu ülkeyi?
Atatürkçülük her koşulda emperyalizmin, işbirlikçiliğin, karşısında olmaktır. Bu nedenle emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin emellerini ve eylemlerini meşrulaştırarak, rejiminin meşruiyet peçesi olan sandığı kutsayarak, tümüyle tükenmiş, çaresizlik çırpınışları içinde olan işbirlikçi politikalara yaşama dönme öpücüğü” vererek  "Emperyalist tezgâhları meşrulaştırma" amaçlı girişimlere şiddetle karşı çıkmaktır Atatürkçülük.
Atatürkçü Düşünce Derneğinin işbirlikçi politikalara yaşama dönme öpücüğü” veren bir yapılanmaya dönüşmüş olması bir tesadüf ya da yanılgı değildir. ADD Emperyalizm adına misyonerlik yapan, devşirilmiş, mandacılar tarafından ele geçirilmiş olduğu için, “Yurt sorunlarına duyarlı, vatan savunmasında cephede. Tam bağımsız Türkiye savunucusu...” olmaktan, yani kuruluş amaçlarından, mason localarının katkı ve desteğini alanlar tarafından bilinçli bir operasyonla uzaklaştırılmıştır. Daha değişik bir söylemle ADD Masonlarca teslim alınmıştır.
 Bu nedenle Atatürkçü Düşünce Derneğinin “Genel Merkez ve Şubeler Danışma Toplantısı” sonuç bildirisi; KEMALİZM’İN DEĞİL  "TANZİMAT İLERİCİLİĞİ”NİN BİLDİRİSİDİR. “İŞBİRLİKÇİ GERİCİLİĞE VE BÖLÜCÜLÜĞE” karşı  “İŞBİRLİKÇİ- MANDACI-TANZİMAT İLERİCİLİĞİ” İLE İTTİFAK ÖNERİSİDİR.
Böylesi bir çağrının Atatürkçü Düşünce Derneği tarafından değil,  antiemperyalizmi, Tam bağımsızlığı, Ulusal Egemenliği, Kemalizm’i dillerinden ve kitaplarından silmiş, devrimden ve Kemalizm’den umudunu kesmiş bir yapılanma tarafından yapılmış olması bizi şaşırtmazdı.
Çünkü Atatürkçülük,  Emperyalist tezgâhları meşrulaştırmanın aracı olan işbirlikçi ilericiliğin siyaseten tıkanmışlığının çözümüne destek vermek değil, Kemalist devrim bayrağını açmak, Tam Bağımsızlık, emek ve demokrasi kavgasını büyütmektir. 
Çünkü Atatürkçülük bir TANZİM çabası değil DEVRİMCİLİKTİR. Atatürkçülük bir anayasacılık ve “hürriyetçilik” hülyası değil milli egemenlik ve halkçılık davasıdır. Devrim yapıp vatanı kurtarmanın adıdır.
Kemalistler için sorunun çözümü ”Graham Fullerler’in önermeleri değil, Mustafa Kemal'in Erzurum'da 5 Temmuz 1919 günü arkadaşlarına önerdiği ve en başta da kendisinin bağlı kaldığı yoldur:
"Açıkça ortaya çıkmak, ulusun hakları adına yüksek sesle bağırmak ve bütün ulusun bu sese katılmasını sağlamak gerekir." 07.04.2015  Isparta


Mahmut ÖZYÜREK