19 Ağustos 2014 Salı

“İNCE- İNCE” OYUNLAR




CHP Milletvekili ve Gurup Başkan vekili Muharrem İNCE, 5-6 Eylülde yapılacağı duyurulan CHP olağanüstü kurultayında Genel Başkan adaylığını ve Genel Başkan olursa izleyeceği politikaların ana çizgilerini de açıkladı.
"Bu noktada acil politikalar şunlar olmalı:
- Özgürlükçü demokrasiye ulaşmak ve yeni anayasa yapmak...
- AB ve 2023’de tam üyelik hedef olmalı.
- Dış politikanın saptırılan ekseni barış odaklı eksenine çevrilmeli.
- Kürt sorununun çözümünde TBMM etkin olmalı siyasi sorumluluğu olmayanlar etkin olmamalıdır”
Bu politika; Türkiye’nin bağımsızlığını ve egemenliğini ipotek altına alan AB üyeliğini, büyük bir ahmaklık ve utanmazlıkla savunan, Atatürkçü maskesi altında ABD ve AB Mandacılığı yapan siyasetin yol haritasıdır. Türkiye’nin Ulusal Egemenliğini Brüksel’e tesliminden yanadır.
AB’ye girmek demek, Ulusal Egemenliği AB devletine teslime razı olma anlamına gelmektedir. Peki, Ulusal Egemenliği AB’ye teslim etmenin anlamı nedir? Ulusal Egemenliği AB’ye teslim etmenin anlamı, Hıristiyan Avrupa Birliği’nin vesayeti altına girmek demektir.
 Adı, unvanı, makamı ve rütbesi ne olursa olsun, her kim ki AB yanlısıdır, o kişi “Ben Hıristiyan Avrupa Birliği’nin boyunduruğu altına girmeyi kabul ediyorum” demektedir.
AB yanlısı olan Kemal Kılıçdaroğlu ve (Genel Başkanlığa adaylığını açıklayan Muharrem İNCE)  AB mandacısıdırlar. Yani İnce ve Kılıçdaroğlu, Ulusal Egemenliğimizi Hıristiyan AB’ye teslime hazırdırlar. Ulusal Egemenlik elden gidince, ortada bir ulusal devlet kalmayacağı da bir gerçektir.”(1)
AB Mandacısı Muharrem İnce’nin “yeni anayasa yapma”önceliklerine koyması da Ulusal Egemenliğimizi Hıristiyan AB’ye teslime sabırsızlandığının göstergesidir. Çünkü Sömürgeci ABD, AB, uluslar üstü şirketler ve bunların içimizdeki uşakları, Türk Ulusunu ulusal egemenlikten yoksun ve savunmasız bırakmak için koro halinde ”YENİ ANAYASA” istemlerini her koşulda dillendirmekte ve dayatmaktadırlar.  
Yeni bir anayasa dayatmasındaki temel amaç, “Kayıtsız Şartsız Türk Milletine ait olan Ulusal Egemenliğin” Hıristiyan AB’ye devredilebilmesini sağlamaktır.
Mevcut anayasa ile yani 1982 Anayasası ile Ulusal Egemenliğimizin devri asla mümkün değildir. İşte bu nedenle, ABD-AB Mandacılarının “yeni anayasa yapma” konusunda “ayı ile yatağa girmeye bile razı” olmalarının nedeni budur.
İNCE, daha sonra Halk TV de katıldığı söyleşide; Atatürkçü olduğunu kanıtlayabilmek için;  Ne kadar Amerikancı, Ne kadar AB’ci, ne kadar bölücü, Ne kadar dinci olduğunu örnekler vererek açıkladı. Yani “merdi Kıpti şecaat arz ederken sirkatin söyler”(çingenin mert olanı, övünürken hırsızlığını söyler)  İNCE’DE öyle yaptı.
 Konuşmalarında; “Atatürkçülük” ten vazgeçtiğini,  sömürgeci ABD ve AB’ye, yani emperyalizme kayıtsız koşulsuz “biat” ettiğini, “deliğe süpürülmemek” için hiçbir onurlu devletin kabul edemeyeceği AB ve ABD dayatmalarını yerine getirebilecek bir “ehliyet ve deneyim” sahibi olduğunu kanıtlamak için çırpındı.
Arada bir “Atatürk adını” kullanarak izleyicilerin gazını almayı da ihmal etmedi. Biz Muharrem İnce’ye Yanıtı Atatürk’e bırakalım.
“Ahmaklar, memleketi Amerikan mandasına, İngiliz koruyuculuğuna bırakmakla kurtulacak sanıyorlar. Kendi rahatlarını sağlamak için bütün bir vatanı ve tarih boyunca devam edip gelen Türk bağımsızlığını feda ediyorlar.
“Oh, ne ala!... Mücadele yerine mandayı kabul edeceğiz ve rahata kavuşacağız!... Bu ne gaflet, ne körlük ve hatta ne budalalık! İstanbul'un yüce kişileri de bu fikirde. İçlerinden biri çıkıp da "Ya İstiklal, ya ölüm" diyemiyor."
”Yabancı bir devletin koruyuculuğunu istemek, insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü ve beceriksizliği itiraf etmekten başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağılık duruma düşmemiş olanların, isteyerek başlarına yabancı bir yönetici getirmeleri hiç düşünülemez. Oysa Türk’ün onuru ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür.”

Atatürk’ün “Bu ne gaflet, ne körlük ve hatta ne budalalık!” diyerek şiddetle kınadığı mandacıların Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurucusu olduğu CHP’ye Genel Başkan adayı olmaları “İNCE- İNCE” bir oyundan başka bir şey değildir..
RTE’nin  her seçimde kazanıyor olması, ne yurttaşların “makarna- kömür”e oy vermesinden, ne de şezlong tutkunluğundan.. Erdoğan karşıtı siyaset yapma iddiasında olan “İNCE”lerin ilkesizliği, omurgasızlığı, tutarsızlığıdır.
Çözüm Türkiye’nin tam bağımsızlığını ve egemenliğini ipotek altına alan AB üyeliğinin devlet politikası olmadığını açıklamak, Türkiye Cumhuriyeti anayasasının korunmasının ve Türk devletinin varlığının sürdürülmesinin her şeyin üstünde olduğunu yeniden hatırlamak ve hatırlatmaktadır.

19.08.2014
Mahmut ÖZYÜREK

(1)    Yılmaz Dikbaş

18 Ağustos 2014 Pazartesi

‘Kılıçdaroğlu kim?’




Son günlerde yolda, sokakta, dost sohbetlerinde hep aynı şey soruluyor.
Daha önce, “Ekmeleddin İhsanoğlu kim?” sorusuna yanıt arayanlar, şimdi bir başka soruya yanıt arıyorlar:
Kılıçdaroğlu kim?
Üstelik de soranların büyük bölümü CHP’li.
Bu soruyla sık sık karşılaşmaya başlayınca CHP kulislerine biraz kulak kabarttım.
Tabandaki CHP’lilerin kafası iyice karışmış.
Bu yaşadıklarımız normal değil” diyenlerin sayısı tahminlerden çok yüksek.
Sadece tabanda değil. Kılıçdaroğlu ile birlikte çalışmış, Parti Meclisi ve MYK’da görev almış kişiler de kuşkulu.
Sanki CHP’yi görünmez bir el yönetiyor” diyorlar. Daha fazlası da var...
CHP NASIL BU NOKTAYA GELDİ?
Herkes CHP’nin bu noktaya nasıl geldiğini konuşuyor.
Baykal’a kaset komplosu milat olmuş.
Bu işin içinde başka bir iş olduğu açık” deniyor. CHP’nin son yılları sorgulanıyor.
İnternette yer alan haberler tek tek incelenmiş. Öne çıkan sorulardan bazıları şunlar:
“Kılıçdaroğlu CHP’nin başına nasıl geldi?”
Daha kaset maset ortada yokken 2008 yılında, Amerikan derin devletinin kontrolünde olduğu bilinen, Johns Hopkins Üniversitesi’ne bağlı Amerikan-İsveç merkezli Silkroad Enstitüsü, Deniz Baykal’ın istifaya zorlanacağını ve CHP Genel Başkanlığına Kemal Kılıçdaroğlu’nun getirileceğini nereden bildi?
“Fethullahçılar CHP’ye nasıl sızdı? Kim izin verdi?
 “F tipi örgütün polislerine niye sahip çıkıyoruz?”
“Ekmeleddin İhsanoğlu kimin adayıydı?”
...
Hem soru çok, hem meraklı..!
KİM BU TANRIKULU, TOPRAK, ...
Sorular sadece Kılıçdaroğlu ile sınırlı değil.
Genel Başkan Yardımcıları, bazı PM üyeleri de hedefte.
Öne çıkan isimlerin başında Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu var.
Adı WikiLeaks belgelerinde “Gölge CIA” olarak bilinen Stratfor’un kod adı verdiği kişiler arasında geçiyor: TR 705. Kılıçdaroğlu’nun vazgeçemediklerinden. Kim bilir belki de “inisiyatifi” yok. 
Kürt kökenli seçmen için getirildiği söylenmişti.
Ama Diyarbakır’dan değil, İstanbul’dan milletvekili oldu.
Köyünden bile CHP’ye oy çıkmadı.
PKK’lılarla içli dışlı. Kimin kontenjanından milletvekili olduğu tartışılıyor.
Bir başka isim, Erdoğan Toprak.
İstanbul dükalığının” adamı deniyor. F tipi örgüte çok yakın olduğu konuşuluyor.
Kılıçdaroğlu’nun kararlarında etkili.
Bosna ziyaretinin organizasyonunu F tipi örgüte emanet etmişti. F tipi örgütle ilgili anılarının çok olduğu anlatılıyor.
FAİK TUNAY’I KİM MONTE ETTİ
CHP’nin en ilginç milletvekillerinden biri de Faik Tunay.
Milletvekilliği süresince CHP’den daha çok F tipi örgüte çalıştı.
Dünyanın birçok yerinde F tipi örgütün okullarını ziyaret etti.
Şimdi Genel Başkan Yardımcısı Aytun Çıray’ın yardımcısı.
Tuzluçayır’dan 40 yıllık CHP’li bir dostum söyledi. “Faik Tunay’ı Çıray’ın yanına bizzat Kılıçdaroğlu yerleştirdi. Çıray da kabul etmek zorunda kaldı” dedi.
Olay günü Genel Başkan katındaydım”  diye de ilave etti.
Tartışılan isim çok.
Aydın Ayaydın, Binnaz Toprak, Rıza Türmen, ...
Bu kişilerin Atatürk’ün kurduğu CHP’de ne işleri olduğu  sorusuna yanıt aranıyor.
Kılıçdaroğlu’nun bunlara sahip çıkmasının nedeni araştırılıyor.
CHP HDP’LİLEŞTİRİLİYOR
Kaygıları büyük.
CHP HDP’lileştiriliyor mu?” sorusu gündemde.
Olağanüstü kongre isteyen milletvekilleri için ayağa kalkan parti yöneticilerinin, “Demirtaş solun lideri” diyen İstanbul Milletvekili Melda Okur’a sessiz kalmalarına dikkat çekiliyor.
Anlayacağınız, CHP tabanında soru çok. Kafalar karışık.
Sanki karar aşamasına yaklaşmışlar gibi!..
İzliyoruz...
İsmet Özçelik- Aydınlık, 16 Ağustos 2014



17 Ağustos 2014 Pazar

ARAPÇA KUTSAL BİR DİL DEĞİLDİR!




İslam dininin kutsal kitabı Kuran, Hz. Muhammed’e Arapça inmiştir.
Çünkü Hz. Muhammed bir Arap’tı.
Arapça inmeyip de yabancı bir dilde mi inecekti?
Nitekim Kuran’da bir ayet bu konuya açıklık getirir.
Fussilet Suresi, 44. Ayet:  Ve eğer biz Kuran’ı yabancı bir dilde bir okuma yapsaydık, elbette onlar ‘Ayetler ayrıntılı olarak verilmeli değil miydi? Yabancı dil mi, Arapça mı!” diyeceklerdi…”
Öyleyse hiç tartışmasız şunu söyleriz:
Kutsal olan Kuran’dır, Arapça değil!
Kuran dili Arapçaya, “Standart Arapça” denilmektedir.
Standart Arapça, hiçbir Arap ülkesinde halk dili olarak konuşulmamaktadır!
Standart Arapçayı, yani Kuran dili Arapçayı eğitim görmüş Araplar anlayabilmekte ve konuşabilmektedir.
Standart Arapça dışında birçok Arapça lehçesi bulunmaktadır. Örneğin; Mısır Arapçası, Suriye Arapçası, Lübnan Arapçası, Ürdün Arapçası, Filistin Arapçası, Yemen Arapçası, Kuzey Afrika Arapçası.
Her ulusun kendi diliyle gurur duyması, kendi dilini övüp sahiplenmesi doğaldır.
Ancak Arapçanın, dünyanın en zengin dili olduğu söylemi tam bir safsatadır. Hiçbir ciddi, yerli ya da yabancı, dil uzmanı böyle bir safsatayı kabul etmez.
Parasal çıkarlarının elden gitmesinden korkanlar, Kuran başka bir dile çevrilemez yalanını uydurmuşlardır. Bunların bazıları da, Kuran başka bir dile çevrilirse anlamını kaybeder, palavrasına sarılmışlardır.
Bizim topraklarımızda 600 yıl süren Osmanlı Şeriatı döneminde, Kuran’ın Türkçeye çevrilmesi yasaklanmıştır!
Türklere ve Türklerin diline karşı yürütülen bu düşmanlık, Ulu Önder Atatürk tarafından yok edilmiştir. Ancak Atatürk’ün ölümünden sonra tekrar hortlayan ve günümüze kadar gelip yeniden iktidar olan Osmanlı Şeriatçıları, Türk soyuna ve Türk diline olan düşmanlıkları hortlatmışlardır.
Kuran’ın Türkçeye çevrilmesine engel olanlar, Osmanlı Şeriatçılarıdır.
Kuran’ın Arapçadan başka bir dilde okunup anlaşılmasına engel olanlar, Arap milliyetçileridir.
Türk milliyetçilerini dillerine sahip çıkmaya, Osmanlı Şeriatçıları ve Arap milliyetçilerine karşı ayaklanmaya çağırıyorum!
Yılmaz Dikbaş
16 Ağustos 2014
0532 233 31 52