2 Ağustos 2014 Cumartesi

“TRT6 “NIN MEŞRULAŞMASINA YADSINAMAZ KATKI KOYANLAR




1-    ADD Isparta Şubesi Olarak “01.01.2009 tarihinde resmen yayına başlayan “TRT 6” nın yayınının, TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASININ 3, 10,11,13,14 ve 174. maddeleri’ne aykırılık oluşturduğundan durdurulması” istemi ile  2009 yılı şubat ayında açtığımız dava “ DERNEĞİ TEMSİLE YETKİLİ ORGANIN  ADD  GYK OLDUĞU, ADD ISPARTA ŞUBESİNİN TEK BAŞINA DAVA AÇMA EHLİYETİNİN BULUNMAMASI NEDENİYLE”  Danıştay 13. Dairesince reddedilmişti.
2-    Tıpkı “,”BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ HAZRETLERİNİN YAŞADIĞI TOPRAKLARDASINIZ” davası gibi, durum ADD Genel Başkanlığına belegeleri ile ulaştırılmıştı.
3-    Hangi gerekçelerle olduğu anlaşılmaz bir şekilde ADD GENEL BAŞKANLIĞI  davayı açmamış, böylece “Cumhuriyetin Anayasada belirtilen temel niteliklerine, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı” bir uygulama olan “TRT6 “nın meşrulaşmasına  yadsınamaz bir katkı koymuştu.
4-    Dava dilekçesini ve Danıştay 13. Dairesinin RET kararını bilginize sunuyorum..
Mahmut ÖZYÜREK

DANIŞTAY BAŞKANLIĞI’NA
                                                                           ANKARA

(Sunulmak üzere
İDARE MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA
ISPARTA)

Yürütmenin Durdurulması ve iptali istemlidir

DAVACI               :: Atatürkçü Düşünce Derneği Isparta Şubesi Adına: Mahmut ÖZYÜREK         ADD Isparta Şube Başkanı
DAVALI         :           Radyo ve Televizyon Üst Kurulu/ ANKARA
D.KONUSU  :           Radyo ve Televizyon Üst Kurulu(RTÜK) tarafından 25.01.2004 gün ve 25357 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan  Türk Vatandaşlarının Günlük Yaşamlarında Geleneksel Olarak Kullandıkları Farklı Dil ve Lehçelerde Yapılacak Radyo ve Televizyon Yayınları Hakkında Yönetmeliğin” tümünün iptaline ve bu yönetmeliğe dayanarak 01.01.2009 tarihinde resmen yayına başlayan “TRT 6” nın yayınının, TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASININ 3, 10,11,13,14 ve 174. maddeleri’ne aykırılık oluşturduğundan durdurulmasına ve  Anayasa Mahkemesine götürülmesine karar verilmesi istemidir.
TARİHİ          :           01.01.2009

AÇIKLAMALAR      :   1-)     Gerek Anayasamıza, gerekse Siyasi partiler yasasına göre “ülke ve ulus bütünlüğü”, devletin bölünmezliğinin temel öğeleridir.
      Ulus, tarihsel ve sosyal gelişmenin yarattığı birlikte yaşama olgusudur. Irk gibi antropolojik ve filolojik niteliklere dayanan dar bir kavram değildir. Mustafa Kemal Atatürk '' Ulus ''u dil, kültür ve ülkü birliği olarak tanımlamıştır. 
     Anayasa Mahkemesi’nin siyasal partilere ilişkin 20.07.1971 günlü Esas: 1971/3 Karar:1971/3 sayılı kararında değinildiği gibi;
     ''1924 Anayasa'sından 1961 Anayasa'sına değin sürekli olarak üzerinde durulmuş bir ilke olan ( Erzurum ve Sivas Kongreleri'nde saptanan biçimi ile Misak- ı Milli'nin gösterdiği sınırlar içinde birbiriyle kaynaşmış olarak yaşayanların gerçekten ve hukukça ayrılık kabul etmez bir bütün oldukları kesinlikle ve bu bütünlük içinde Kürt halkından hiçbir zaman söz edilmemiş olduğu gibi, Lozan barış antlaşması görüşme ve kararlarında da Misak-ı Milli'nin çizdiği sınırlar içindeki azınlıklar sayılırken '' Kürt '' ayrımına yer verilmemiştir.
     Devleti yıkmaya yönelik faaliyetlerin “demokratik haklar kapsamında ve bir özgürlük” olarak değerlendirilmesi olanaksızdır.
            Nitekim Birleşmiş Milletlere üye devletlerin katılımlarıyla 14–25 Haziran 1993 günlerinde, Viyana'da gerçekleştirilen Dünya İnsan Hakları Konferansı sonunda yayınlanan Deklarasyonda:
  Kendi geleceğini belirleme hakkının , '' Eşit Haklar '' ilkesine uygun olarak ırk, din ve renk ayrımı gözetmeksizin ülkesine ait bütün insanları temsil eden bir hükümete sahip egemen ve bağımsız bir devletin, ülke bütünlüğünü ve siyasi birliğini kısmi veya bütüncül biçimde parçalayacak herhangi bir eylemin desteklenmesi ve bu eyleme yetki verilmesi anlamında yorumlanamayacağı
Yer almıştır.
   Demokrasilerde ırk ayrımcılığı bir siyasi partinin dayanağı ve amacı olamaz. Devletin ülkesi ve ulusuyla birlikte bütünlüğünü koruması en doğal hakkı olup, kamu düzenini ve insan haklarını koruma yönünden de savsaklanmayacak görevidir
denilmektedir.
2-) Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının “değiştirilmesi teklif edilemez” maddeleri arasında sayılan 3. Maddesinde Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir” denilmektedir. Ayrıca Ana dilimiz olan Türkçeye Anayasamızın 14. 26. 42. maddelerinde ayrıca tekrar yer verilmiştir.
Yine Anayasamızın 174. maddesinde “1 Teşrinisani 1928 tarihli ve 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun” nun; Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamayacağı ve yorumlanamayacağı belirtilmektedir.
3-) 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkındaki Kanunun 4. Maddesinde ise; "Madde 4: Halk tarafından vaki müracaatlardan eski Arap harfleriyle yazılı olanlarının kabulü 1929 Haziranının birinci gününe kadar caizdir. 1928 senesi Kânunuevvelinin iptidasından itibaren Türkçe hususi veya resmi levha, tabela, ilan, reklâm ve sinema yazıları ile kezalik Türkçe hususi, resmi bilcümle mevkut, gayrı mevkut gazete, risale ve mecmuaların Türk harfleriyle basılması ve yazılması mecburidir."
Bir de 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 222. Maddesinde şöyle diyor:
"Şapka ve Türk harfleri Madde 222- (1) 25.11.1925 tarihli ve 671 sayılı Şapka İktibası Hakkında Kanunla, 1.11.1928 tarihli ve 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanunun koyduğu yasaklara veya yükümlülüklere aykırı hareket edenlere iki aydan altı aya kadar hapis cezası verilir,"  denilmekte,  YSK KARARINDA ise  “Propaganda için kullanılan el ilanları ve diğer her türlü matbualar üzerinde, Türk Bayrağı, dini ibareler bulundurulmayacak, seçim propagandalarında, Türkçeden başka dil ve yazı kullanılmayacağı.”  Kararı vardır.
      
 4-)     3984 Sayılı RTÜK Kanunu’nun 4. maddesinde– (Değişik: 15/5/2002-4756/2 md.)
             “Radyo, televizyon ve veri yayınları, hukukun üstünlüğüne, Anayasanın genel ilkelerine, temel hak ve özgürlüklere, millî güvenliğe ve genel ahlâka uygun olarak kamu hizmeti anlayışı çerçevesinde yapılır. Yayınların Türkçe yapılması esastır. Ancak, evrensel kültür ve bilim eserlerinin oluşmasına katkısı olan yabancı dillerin öğretilmesi veya  bu dillerde  müzik   veya  haber  iletilmesi  amacıyla da yayın yapılabilir. (Değişik dördüncü cümle: 15/7/2003-4928/14 md.) Ayrıca, kamu ve özel radyo ve televizyon kuruluşlarınca Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerde de yayın yapılabilir. (Ek hükümler: 3/8/2002-4771/8 md.) Bu yayınlar, Cumhuriyetin Anayasada belirtilen temel niteliklerine, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı olamaz”  
 denilmektedir. 
Ancak söz konusu yönetmeliğe dayalı olarak yayına başlatılan “TRT6” kanalının, Anayasamızın temel niteliklerine aykırı, olduğu yadsınamaz bir olgu olarak karşımızdadır.
5-) “3984 Sayılı RTÜK Kanunu’nun 4. maddesinin (b), (g) ve (h) bentlerinde aşağıdaki hükümler yer almaktadır:
b) Toplumu şiddete, teröre, etnik ayrımcılığa sevk eden veya halkı sınıf, ırk, dil, din, mezhep ve bölge farkı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik eden veya toplumda nefret duyguları oluşturan yayınlara imkân verilmemesi.
g) Türk millî eğitiminin genel amaçlarının, temel ilkelerinin ve millî kültürün geliştirilmesi.
h) Türkçenin; özellikleri ve kuralları bozulmadan konuşma dili olarak kullanılması; millî birlik ve bütünlüğün temel unsurlarından biri olarak çağdaş kültür, eğitim ve bilim dili halinde gelişmesinin sağlanması”
1 Ocak 2009 tarihinde Kürtçe yayına başlayan “TRT 6”’nın yayınları ve kamunun bir etnik kökene dayanarak bir kanalı tamamen ayırması, Anayasa’nın “eşitlik” ilkesi ve RTÜK Kanunu’nun “etnik ayrımcılığa sevk eden, halkı sınıf, ırk, dil ve bölge farkı gözetecek yayınlara imkân verilmemesi” hükmüyle bağdaşmamaktadır.
6-) Tüm bu yasal düzenlemeler ortada iken Radyo ve Televizyon Üst Kurulu(RTÜK) tarafından  Türk Vatandaşlarının Günlük Yaşamlarında Geleneksel Olarak Kullandıkları Farklı Dil ve Lehçelerde Yapılacak Radyo ve Televizyon Yayınları Hakkında Yönetmeliğe dayanılarak  “TRT6” nın yayınına izin verilmesi anayasal ve yasal suç oluşturmaktadır. Çünkü.  TRT'nin Kürtçe yayına açılması bir demokratik ve özgürlükçü adım değil, tam tersine ulusal birliği parçalayarak,  Kürtleri millet yapma projesidir.
7-) Çalışmaya gittiği ülkede Türkçeyi unutarak Almanlaşan, yaşadıkları ülkede maruz kaldıkları baskılar nedeniyle ana dillerini unutarak Bulgarlaşan, Rumlaşan, Macarlaşan, Arnavutlaşan, Gürcüleşen soydaşlarımız gibi, şimdi de Türkiye’de Türkler, "TRT 6 – Şeş TV" kanalı ile bir başka yerel dile yönlendirilerek başkalaştırılacaklardır.  Bu operasyon Radyo ve Televizyon Üst Kurulu(RTÜK) tarafından gerçekleştirilmektedir.   “TRT 6”nın yayına başlamasından cesaret alan Ermeniler, Rumlar, Çerkezler TRT de kendilerine de yayın hakkı istemektedirler.  Bu durumda ulusal birliğimizin ve toprak bütünlüğümüzün parçalanmasının yolu “TRT 6” ile açılmış oluyor.
7-)  Diğer taraftan bu söylediklerimizi doğrularcasına, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, TRT ile ilgili olarak, Kürtçe yaptığı konuşmada Bu halkın dilini, kültürünü ve kimliğini kabul etmeyenler, 20 yıldır verilen mücadele sonucu bunu kabul ettiler. Bu mücadele böyle devam ederse, yakında bu toprakların da adını kabullenecekler” dedi.  “Toprak talebi”  ulus ve ülkenin parçalanması ayrışma talebidir.
24.02.2009. Salı günü, DTP’nin Grup toplantısında, DTP Genel Başkanı  Ahmet Türk Mecliste “Kürtçe”  konuşma yaptı.  Bu davranış Atatürk Cumhuriyetine, kurtuluş ve kuruluşumuzun karargâhında meydan okumaktır. Bu olaylara haklılık kazandıran temel etmen ise “TRT 6” nın yayına başlatılmasıdır.
8-) Dünyada hiçbir devlet kendi resmi dilinin dışında, bir etnik guruba 24 saat yayına izin vermemiştir. Devlet eliyle 24 saat etnik yayın yapma adımı, Belçika'daki Valonlar ve Flamanlar örneğinde olduğu gibi, ülkeyi etnik federasyona dönüştürme,  2003 Diyarbakır Kürt Konferansı'nda alınan Kürtçeyi ve Kürtleri bütünleştirme projesini uygulama,  Türkiye kendi vatandaşlarına dahi Türkçe yayını bile tam olarak iletemezken Kürtçeyi ve Kürtleri birleştirecek, böylece farklı bir “kültür ve millet yaratma” girişimidir. Bu kanal aracılığı ile edebiyat, dil, müzik ve kültür üzerine programlar yapılacak  böylece Kürtçe, süreç içinde tek lehçeye dönecek  ve yazılı bir dil haline getirilecektir.  Bu sürecin sonu bellidir. Türkiye  çok dilli, çok hukuklu, çok kültürlü bir federasyona dönüştürülecektir.
Bu tehlikeli gidişin önünü açacak olan “TRT 6” nın yayınına izin veren Radyo ve Televizyon Üst Kurulu(RTÜK)  Anayasamızı ihlal ve Anayasamıza aykırı davranma suçu işlemiştir.
9-) Anayasasında "Devletin dili Türkçedir'" diye yazan bir ülkede, gündelik, kısır  politik çıkar­lar uğruna anayasanın değiştirilmesi teklif edilemez hükümleri yok ediliyor.  Türkiye; Siyasi çıkarlar uğruna “şiddet ya da siyaset yoluyla dayatılan dö­nüşüme, ayrıştırmaya”  boyun eğmiş bir ülke görüntüsü sergiliyor.  İmralı da tutuklu bulunan terör örgütü liderinin 9 maddelik "çözüm önerisi"ni içeren ve AB tarafından Türkiye ye dayatılan  "Kürt kimliği yasal ve anayasal gü­venceye kavuşturulmalıdır. Radyo, TV ve basın üzerinde hiçbir kısıtlama olmamalı­dır. Temel eğitimde Kürtçe kullanılmalıdır" şeklindeki önerileri Anayasa ve yasalarımız hiçe sayılarak SİYASAL İKTİDAR TARAFINDAN  uygulamaya sokuluyor.
               Bu bağlamda anayasa ve yasaların amir hükümleri görmezden gelinerek yayına başlatılan “TRT6”  üniter devlet yapısının parçalanmasında,  ulusal birliğin ayrıştırılmasında, toplumun dönüştürülmesinde azımsanamaz bir işlev üstlendiği de ortadadır.
10-)Her ne kadar iptali istenen yönetmelik; 5767 sayılı 11.06.2008 tarihli “Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu ile Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” a dayanmaktaysa da bu kanunun; yukarıda yazılı bulunan nedenlerle ANAYASAYA AYKIRI OLDUĞU AÇIKTIR. Bu nedenle, yargılama sırasında bu konunun Anayasaya Aykırı olduğu gözetilerek; yurttaşların başvurmalarının mümkün bulunmadığı ANAYASA MAHKEMESİNE, MAHKEMENİZCE BAŞVURULARAK 5767 SAYILI KANUNUN İPTALİNİN DE TALEP EDİLMESİNİ DİLİYORUZ.
                  TÜRKİYE’nin bütünlüğünü bozacağı kesin olan böyle bir yasanın TBMM’deki çoğunluk tarafından kabulü; özgürlüklerin genişletilmesi değil; Anayasal düzenin bozulmasıdır. AB ve ABD’nin isteklerine boyun eğmekten ibarettir. Kürt kökenli yurttaşlarımızın oylarını alabilmek için oynanan bir oyundur. Dış güçler bu büyüklükte ve 70 milyon nüfusa sahip bir ülkenin var olmasından rahatsızdırlar. Bu yasa ve yönetmelik ile Türkiye’yi parçalara bölmenin alt yapısı oluşturulmaktadır. Türkiye’yi geleceğin Yugoslavya’sı yapmayı amaçlamaktadırlar.
                  Türkiye’de etnik kökeni değişik olan insanların kendi dillerini kullanmaları serbesttir. Kendi dillerinde her çeşit yayın ve kültürel faaliyette bulunmaları serbesttir. Ancak Devletin bunları üstlenmesi, Anayasaya aykırıdır.

HUKUKİ NEDENLER:
TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASININ 3, 10,11,13,14 ve 174. maddeleri – 3984 Sayılı RTÜK Kanunu’nun 4. maddesi

HUKUKİ DELİLLER  :          
1-3984 Sayılı RTÜK Kanunu’nun 4. maddesinde– (Değişik: 15/5/2002-4756/2 md.)
2-Radyo ve Televizyon Üst Kurulunu tarafından 25.01.2004 gün ve 25357 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan  Türk Vatandaşlarının Günlük Yaşamlarında Geleneksel Olarak Kullandıkları Farklı Dil ve Lehçelerde Yapılacak Radyo ve Televizyon Yayınları Hakkında Yönetmelik”

SONUÇ VE İSTEM       :          
Yukarıda sunulan ve açıklanan, ayrıca mahkemenizce re’sen araştırılacak konular da dikkate alınarak;
5-    Radyo ve Televizyon Üst Kurulunu tarafından 25.01.2004 gün ve 25357 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan  Türk Vatandaşlarının Günlük Yaşamlarında Geleneksel Olarak Kullandıkları Farklı Dil ve Lehçelerde Yapılacak Radyo ve Televizyon Yayınları Hakkında Yönetmeliğin” tümünün iptaline,
6-     Bu yönetmeliğe dayanarak 01.01.2009 tarihinde resmen yayına başlayan “TRT 6” nın yayınının, TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASININ 3, 10,11,13,14 ve 174. maddeleri’ne aykırılık oluşturduğundan durdurulmasına,
7-    İlgili yönetmelik ve yönetmeliğe dayanak oluşturan 5767 sayılı 11.06.2008 tarihli “Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu ile Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” Anayasaya aykırılık oluşturduğundan Anayasa Mahkemesine götürülmesine karar verilmesini talep ederiz.
YÖNETİM KURULU ADINA :                                                                                 Mahmut  ÖZYÜREK
                                                                                               Atatürkçü Düşünce Derneği
                                                                                             Isparta Şube Başkanı  







TÜRK HALKINI DİN İLE ALDATAN İHANET ŞEBEKESİNE KARŞI AÇILMIŞ BİR DAVA(2) VE MAHKEME KARARI

 SAİDİ KÜRDİNİN ORTAYA ATTIĞI “NURCULUK” DİNDEN  SAPMADIR
“BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ HAZRETLERİNİN YAŞADIĞI TOPRAKLARDASINIZ” sloganı yazılmasını, KARARININ İPTALİ İLGİLİ DAVA DURUŞMASINDA  ADD ISPARTA ŞUBE BAŞKANI MAHMUT ÖZYÜREK'İN KONUŞMA METNİ

 
İDARE MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA
ISPARTA

DAVACI: Atatürkçü Düşünce Derneği Isparta Şubesi Adına: Mahmut ÖZYÜREK - ADD Isparta Şube Başkanı
DAVALI: ISPARTA VALİLİĞİ
D.KONUSU            :T.C ISPARTA İLİ İL GENEL MECLİSİ, 22. Dönem 06.12.2011 tarih 12/2–363 sayılı kararının g-bendi, “Barla İlçemiz Ana yol kavşağına,”BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ HAZRETLERİNİN YAŞADIĞI TOPRAKLARDASINIZ” sloganı yazılmasının Yürütmesinin durdurulması ve iptali istemidir.
 KARARIN TEBLİĞ TARİHİ     : 23.03.2012
DURŞMA TARİHİ:  20.11.2012
 AÇIKLAMALAR     :  
1-)    T.C ISPARTA İLİ,  İL GENEL MECLİSİ, 22. Dönem 06.12.2011 tarih 12/2–363 sayılı kararının “g” bendinde “Barla İlçemiz Ana yol kavşağına,”BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ HAZRETLERİNİN YAŞADIĞI TOPRAKLARDASINIZ” sloganı yazılmasını, 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanununun 6. Maddesi (a) fıkrası gereğince İl Genel Meclisinin 06.12.2011 tarihli 2. birleşiminde oybirliği ile kararlaştırmıştı
ADD Isparta Şubesi olarak “Bu kararın iptali istemi” ile açtığımız bu dava, yalnızca bir tabelanın asılıp asılmaması davası değildir. Bu dava Türkiye Cumhuriyetinin temel değerlerine, kuruluşuna, kurucusuna, laik demokratik cumhuriyete ve cumhuriyet hukukuna karşı olduğu belgelerle sabit bir kimliğin ve adının itibarlı kılınması davasıdır.
Kabul edilmeli ki bu karşıtlık yalnızca Said-i Kürdinin şahsında değildir. Bu dava aynı zamanda onun düşüncesini savunan, ideallerini gerçekleştirme amaçlı ve azımsanamayacak bir sayıda olan  “Nur Cemaati”  müritlerinin de düşüncelerinin gerçekleştirilmesi yönünde önemli bir adımdır.
Bu yönüyle bu dava siyasi bir davadır. 
Biz dava dilekçemizde, “cevaba-cevap” dilekçemizde ve Bölge İdare Mahkemesine yaptığımız “Yürütmenin Durdurulmasının reddine itiraz” dilekçemizde ileri sürdüğümüz gerekçeleri aynen savunuyoruz. Bu nedenle sözü edilen belgelerin Yüksek Mahkemenizce titizlikle incelenerek bir karara varılacağına da inanıyoruz.
Atatürk Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırma girişimlerinin her anlamda ve her alanda sürdürüldüğü günümüzde “halkın, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik” olan “Kanunun cürüm saydığı bir fiili açıkça övme veya iyi gördüğünü söyleme” amaçlı bir eyleme yüksek mahkemenizin geçit vermeyeceği inancındayız.
Bu davaya konu olan,”BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ (HAZRETLERİ )NİN YAŞADIĞI TOPRAKLARDASINIZ” sloganı yazılması Yürürlükte olan Cumhuriyet hukukuna aykırıdır.
1.    "Deccale siyaset vasıtasıyla galip gelinmez" (Tarihçe-i Hayat, s. 136.) diyen Said Kürdi, Laik Demokratik sistemi reddetmektedir. Siyaset dışı yöntemlerin neler olabileceğini Yüksek Mahkemenin Takdirlerine bırakıyoruz.
2.    Sad Nursi; mektubat 29’da Cumhuriyet hükümetini tanımadığını açıkça dile getirmektedir.
cihad arkadaşı olan Kürdlerin milliyetini kaldırıp, onların dilini onlara unutturduktan sonra; belki bizim gibi ayrı unsurdan sayılanlara teklifiniz, bir nevi usûl-ü vahşiyane olur. Yoksa sırf keyfîdir. Eşhasın keyfine tebaiyet edilmez ve etmeyiz!  Bir hükûmet, kendi raiyetine ve raiyet kabul ettiği adamlara herbir kanununu tatbik etse de; raiyet kabul etmediği adamlara, kanununu tatbik edemez. Çünki onlar diyebilirler ki: "Mâdem biz raiyetiniz değiliz, siz de bizim hükûmetimiz değilsiniz!" “mektubat 29. Mektub”
3.    Said Nursi/Kürdi yaşamının hiçbir evresinde, gerek düşünce, gerek yazılarında laik demokratik Cumhuriyete asla taraftar olmamıştır;
Ve sizi iğfal eden ve adliyeyi şaşırtan ve hükûmeti bizimle, vatana ve millete zararlı bir surette meşgul eyleyen muarızlarımız olan zındıklar ve münafıklar, istibdad-ı mutlaka "cumhuriyet" namı vermekle, irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla sefahet-i mutlaka "medeniyet" ismini vermekle, cebr-i keyfî-i küfrîye "kanun" ismini takmakla hem sizi iğfal, hem hükûmeti işgal, hem bizi perişan ederek, hâkimiyet-i İslâmiyeye ve millete ve vatana ecnebi hesabına darbeler vuruyorlar.”      (Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, sh. 287.)
"Her iki Deccal(Atatürk ve İnönü) azami bir istibdad ve azami bir zulüm ve azami şiddet ve dehşetle hareket ettiğinden azami bir iktidar (dikkat!) görünür. Evet, öyle acib bir istibdad ki, kanunlar perdesinde herkesin vicdanına ve mukaddesatına, hatta elbisesine müdahale eder.... Hem öyle bir zulüm ve cebir ki, bir adamın yüzünden yüz köyü harap ve yüzer masumları tecziye ve tehcir ile perişan eder." Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, Yeni Asya Neşr., İst 1997, s513.
4.    Said Nursi/Kürdi Türklüğe karşı büyük bir kin ve nefret besliyordu. Örneğin Şeyh Sait ve arkadaşları için “şehit” yakıştırmasını yapan Said-i Kürdi, Şeyh Sait’in torunu Kasım Fırat’a şöyle demektedir:   “Ben birader-i a’zamım, ekremim Şeyh Sait Efendi’nin hayfını (öcünü) kalemimle almıştım.”  Nur Risaleleri işte Türklüğe karşı böylesine büyük bir nefretin ürünüydü. Said-i Kürdi Türklükten intikamını kalemle alıyordu. Kürtlüğü ödünsüz savunuyordu.     Cesaret, sadakat ve diyanetin unvanı olan tabii Kürtlükle iftihar ediyorum. Nasıl ki zaman-ı istibdatta bu tabii Kürtlük için tımarhaneye düştüm… Tımarhaneyi kabul ettim ve Kürtlüğü lekedar etmemek için padişahın emrini, maaş ve padişahın özel hediyesini kabul etmedim.” (eski said dönemi eserleri, s.197)
Burada aslında Barla'ya,”BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ HAZRETLERİNİN YAŞADIĞI TOPRAKLARDASINIZ”  tabelasını asmaya kalkışanlar, Barladaki evi devlet bütçesinden “müze” haline getirme kararı alanların önünde bir ayrım vardır. Yıllarca idol olarak savundukları iki kişilik Abdülhamit ve Said-i Kürdi karşı karşıyadır. Kürt-İslamcı Said, Abdülhamit'in verdiği görevi kabul etmeyiKürtlüğe bir ihanet olarak görmektedir. Demek ki Said Kürdi için Kürtçülük, İslamcılığın ve Osmanlıcığın önüne geçmektedir.  Bu durumda yukarıdaki eylemlerin sahipleneler neyin adına kimi savunuyorlar düşündürücüdür.
5.    Said Kürdi, “Mühim Bir Suale Hakikatli Cevaptır (Emirdağ Lahikası, Sayfa 12)” yazısında şöyle diyor.” Büyük memurlardan birkaç zat benden sordular ki: "Mustafa Kemal sana üç yüz lira maaş verip Kürdistana ve vilayat-ı şarkiyeye Şeyh Sünusi yerine vaiz-i umumi yapmak teklifini neden kabul etmedin? Eğer kabul etseydin, ihtilal yüzünden kesilen yüz bin adamın hayatlarını kurtarmaya sebep olurdun" dediler. 
Ben de onlara cevaben dedim ki: Yirmişer, otuzar senelik hayat-ı dünyeviyeyi o adamlar için kurtarmadığıma bedel, yüz binler vatandaşa, herbirisine milyonlar sene uhrevi hayatı kazandırmaya vesile olan Risale-i Nur, o zayiatın yerine binler derece iş görmüş. Eğer o teklifi ben kabul etseydim, hiçbir şeye alet olamayan ve tabi olmayan ve sırr-ı ihlası taşıyan Risale-i Nur meydana gelmezdi. Hatta ben, hapiste muhterem kardeşlerime demiştim: Eğer Ankaraya gönderilen Risale-i Nurun şiddetli tokatları için beni idama mahkum eden zatlar, Risale-i Nurla imanlarını kurtarıp idam-ı ebediden necat bulsalar, siz şahit olunuz, ben onları da ruh u canımla helal ederim.” Risale-i Nur’un, yüz bin kişinin canından daha değerli olduğunu söylerken, aynı zamanda Cumhuriyet Devrimini doğuda yüz bin kişinin katili olarak karalanıyor.
Atatürk’ün said Kürdiye böyle bir teklifte bulunduğuna ilişkin hiçbir belge veya tanık yok. Atatürk’le ilgili diğer yazı ve söylemlerinde olduğu gibi, Atatürk’ün bu teklifi yine bir tek Said’in anılarında geçiyor.
Said Kürdi, bölgede çıkan tüm Kürt isyanlarının liderleriyle irtibat halindedir. Şeyh Sait ayaklanmasında olduğu gibi, İsyan bastırılınca da aslında kendisinin isyan etmeyin diye nasihat ettiğini öne sürmektedir.
 “40 gün Van’da mağarada feryat figan ettim. Daha sonra bana denildi (Allah tarafından) ki ‘Kardeşin Şeyh Sait üzerine küfrü mutlak karşısında silahla cihat etmek vacip oldu. Cühl-i mutlakı kaldırmak için kalemle mücadele etmek de senin üzerine vacip oldu.’ Ben bunun üzerine kalemimle cihat ettim.” (Şeyh Said`in torunu Sait Frat) Peki, Kimdir şeyh Said üzerine yürüyen “küfrü mutlak”?Bağımsızlığımızı, özgürlüğümüzü, borçlu olduğumuz Türk silahlı kuvvetleri ve o dönemde Cumhurbaşkanı olan Kurtarıcı ve kurucumuz Mustafa Kemal Atatürk. Türk Silahlı Kuvvetlerine ve Atatürk’e  “küfrü mutlak” diyen birinin adının tabelaya yazılması, Cumhuriyet Devrimlerine karşı duruşu nedeniyle sürgün edildiği Barla’da kaldığı evin “müze” haline getirilmesi, kurtuluş savaşında ve halen bu topraklar için can ve kan veren şehit ve gazilerimizin tümüne yapılabilecek büyük bir acımasızlık ve saygısızlıktır.
Başta Isparta olmak üzere Afyon’da, Kastamonu’da öz be öz Türk olan müritleri bu şeyhin kerametlerine inanmış, onun İslam adına savaştığını sanarak, Risalelerin binlerce kopyasını el yazısıyla çoğaltarak tüm Türkiye’ye yaymıştı. Şimdide tabelalar asılması, yıkmak için savaştığı laik cumhuriyet devletinin kasasından Barla’da yaşadığı evin “MÜZE” haline getirilmesi planlanıyor. En hafif deyimle “ayıptır” bu yapılanlar.
6.    Said Nursi/Kürdi, Cumhuriyetin laik hukuk sistemini reddeder. Hukukun  “şer'î hükümlere uygun olmak” koşulunu hemen her koşulda öne sürer.  Halbuki çok hukuklu sistemin savunulmasının laiklik ilkesine aykırı olduğuna ilişkin Anayasa Mahkemesi kararı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından da kabul görmüştür. Anayasa Mahkemesinin “ulus olmanın koşullarından biri de hukuk ve yargı birliğinin sağlanmasıdır. Hukukun din, mezhep ve etnik farklılıklara değil, çağdaş değerlere göre düzenlenmesi gerekir. Bireylerin inançları nedeniyle farklı hukuka bağlı olmalarına yol açacak, çokhukukluluğun dini ayrımcılığa neden olabileceği akıl ve çağdaş bilime dayalı laik düzeni sarsacağı açıktır. Böyle bir düşüncenin Anayasa ve evrensel değerleri yansıtan İnsan Hakları Sözleşmeleri Karşısında koruma görmesi olanaksızdır..” hükmü günümüzde de geçerliliğini korumaktadır..
7.    Said Nursi/Kürdi; Çok hukukluluğun yanı sıra çok dilliliği de savunur. Kürtçenin “bilim ve edebiyat dili” olduğunu ileri sürerken, Kürtçeye sahip çıkılmadığında Kürtlerin yok olup gideceğini savunmaktadır. “Diliniz gelişmeye bilim ve edebiyat dili olmaya müsait iken siz ona sahip çıkmadınız. Bu yüzden dilinizden sizden şikâyetçidir. Sahip çıkınız. Yoksa sahra- i vahşette, vahşet ve gaflet sizi garet edecektir.” ( Yani bu yalnızlık çölünce yok olup gidersiniz. Bir millet olarak gelecekte var olamazsınız) (bkz: içtimai dersler, s.188,189)
Said-i Kürdi, Kürtçenin resmi dil olmasını savunur "Fünun-u cedideyi, Ulûm-u medaris ile mezc ve derc; lisan-ı Arabi vacib, Kürdi caiz, Türkî lazım kılmak..." Bu günkü dille söylersek“Okullarda eğitim Kürtçe bilen Kürt öğretmenler tarafından yapılacak, Arapça mecburi ikinci dil, Türkçe ise ek dil olarak öğretilecektir.”
8.    Son zamanlarda ortaya atılan iddialara göre Said-i Kürdi Kurtuluş Savaşı'na İstanbul'dan destek olmuş ve bu desteği yüzünden 9 Kasım 1922'de Ankara'ya çağrılmış. Meclis'te yaptığı konuşmayla Said-i Kürdi Türk ordularının zaferi için dua etmiş. Sonra da Atatürk ile görüşüp güya Atatürk'e nasihatler vermiş. Eğer Said-i Kürdi'nin Ankara'ya gelmesi onun Kurtuluş Savaşı'na desteği anlamına geliyorsa beyefendi biraz gecikmiş! Çünkü bilindiği gibi Kurtuluş Savaşı 9 Eylül 1922'de Türk Ordularının İzmir'e girmesiyle sona erdi. Dolayısıyla kahraman ordumuzun zafer için ne duaya ne de Said'in desteğine ihtiyacı kalmıştı.
9.    Marmara üniversitelerinden hukuk fakültesi öğrencileri, Said-i Nursi’nin fotoğrafını kapak yaptıkları taslak anayasa metnini 02 Nisan 2012 de TBM Meclisi Anayasa komisyona verdiler ve bir de sunum yaptılar.. Sunumda, “Allah’ı bırakıp da birbirimize Rab edinmeyelim. Artık doğruluk sapıklıktan apaçık ayrılmıştır” ayetlerine gönderme yapıldı.
 Tüm bunlar, yakın bir gelecekte Atatürk’ün yerini kimin almasının istendiğinin bir göstergesidir
10. Sayın Başkan, Sayın Yargıçlar; Daha onlarca örnek vermek olanaklıdır. Ancak bu kadarını yeterli görelim.
Gücü elinde bulunduranın, kendi değerlerini oluşturmak ve topluma dayatmak isteği eşyanın doğası gereğidir; bu konuda bir tuhaflık yok. Buradan hareketle; Atatürk’ün yavaş yavaş toplumsal hayattan çıkarılmak istendiği, ders kitaplarına Atatürk yerine Said-i Nursi fotoğraflarının basılacağı, devlet dairelerinde Said-i Nursi posterleri bulunacağı, belki de Atatürk yerine Said-i Nursi heykelleri dikileceği sonucuna varmak da mümkün.  Bunlar (kuvvetli olmakla beraber) sadece birer varsayım olsa da, Nur Cemaatinin arzularının bu yönde olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Çorum –İskilip Devlet Hasta hanesine “İskilipli Atıf” adlı cumhuriyet düşmanının adı verildi bile. Isparta da ise Said Kürdi adına tabela asılmaya, evi müze haline getirilmeye çalışılıyor.
Bu karşıdevrimci gelişmelerden biz Atatürkçüler olarak ciddi kaygı duyuyoruz. Aynı kaygıyı Cumhuriyeti koruma ve kollama görev ve sorumluluğu olan sizlerin de duyduğuna inanıyoruz.
11. Gerek ,”BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ HAZRETLERİNİN YAŞADIĞI TOPRAKLARDASINIZ”  söylemi, gerekse adına “müze” kurulması, demokrasinin temel ilkelerinden biri olan kamu özgürlüklerinin kullanılmasında bireyler arasında ayırım gözetmeme ilkesini kaçınılmaz olarak ihlal edecektir.
Kamu hukukunun ve özel hukukun tüm alanlarında din ve inançlarına göre bireyler arasında muamele farklılığı sözleşme bakımından özellikle de ayırımcılığı yasaklayan 14. madde bakımından mazur gösterilemez. Bu tür bir muamele farklılığı bir taraftan kendi kurallarına göre yönetilmek istenen bazı dini gurupların talepleri ve diğer taraftan da çeşitli din ve inançlar arasındaki barış ve hoşgörüye dayalı olması gereken toplumun çıkarı arasında adil bir denge kuramayacağı gibi, ulusumuzu kaosa, iç çatışmaya sürükleyecektir. Bu ne bizler tarafından, ne de sizler tarafından istendik bir durum olamaz/olmamalıdır.
12.                  Said-i Kürdi’ye göre Nur Risaleleri “ilham-i ilahidir.” ve “Kuran bal ise Risaleler Kuran’dan süzülmüştür.”,   Ya da yine kendi ifadesiyle:
Risale-i Nur benim şahsi malım değildir. Kur’an-ı hakim’in bu zamanda tereşşuh eden bir mucize-i maneviyesidir. (Şualar, Sözler Yayınevi, İst. 1993)”
Tereşşüh, sızma ve damlama demektir. "...nurların doğrudan doğruya Kur'ân-ı Kerim'in feyzinden süzülüp damladığı..." şeklindeki bir sözü tevil mümkündür. Ama bir insan tutar, kendi sözünü, Kur’an’ın Arş’taki yerinden alınmış gösterirse bunun tevili yoktur. Bu şahsı bütün dünya kutsallaştırsa da bize düşen, onun hurafeleriyle mücadeledir.
Said Nursî şöyle der: Kur’ân’ın gizli gerçekleri Risale-i Nur ile birlikte bize iniyor!! …Peygamber devrinde Kur’ân’ın vahiy suretiyle inmesi gibi, her asırda, Kur’ân’ın arştaki yerinden ve manevi mucizesinden feyiz ve ilham yoluyla onun gizli gerçekleri ve gerçeklerinin kesin delilleri iniyor Şualar, Sözler Yayınevi, İst. 1993
Tüm bu ifadeler Said-i Kürdi’nin Risaleleri Müslümanların kutsal kitabı Kuran’dan üstün, kendisini ise  peygamber makamında  gördüğünün açık göstergeleridir. Onlara göre  Risale-i Nur adeta zamanın Kuran’ıdır.
Said Nursî şöyle der “Risale-i Nur denilen otuzüç aded Söz, otuzüç aded Mektub, otuzbir aded Lem’alar, bu zamanda, Kur’ân’daki âyetlerin âyetleridir. Yani onun gerçeklerinin göstergeleridir. Onun hak ve hakikat olduğunun kesin delilidir. Kur’ân âyetlerinde yer alan inançla ilgili gerçeklerin gayet kuvvetli belgeleridir]- Sözler,].”
Demek ki, Kur’ân nasıl Tevrat ve İncili tasdik eden bir kitapsa, Said Nursî’nin bu iddiasına göre Risale-i Nur da Kur’ân’ı tasdik eden bir kitaptır. Bu sebeple Risale-i Nur’un âyetleri, Kur’ân âyetlerinin delili olmuştur. Bu tür iddialar için Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Vay o kimselere ki, kendi elleriyle kitap yazarlar, sonra “bu Allah katındandır” derler. Hedefleri, onun karşılığında bir şeyler almaktır[16]. Vay o ellerinin yazdığından dolayı onlara! Vay o kazandıklarından dolayı onlara!.” (Bakara 2/79)
Gerek kendini, gerekse Risaleleri kutsallaştıran Said Kürdi,”  Risalelelerin Allah tarafından vahiy-ilhamla yazdırıldığı  ve gaibi bilme iddiasındadır. Bu açıkça Allaha şirk koşmaktır. Şirk, Allah’a ait bazı özellikleri, bir kısım varlıklarda da görerek, onları bu özelliklerde Allah ile ortak saymaktır. Bu nedenle Saidi Kürdi Müşriktir. Müşrik aracının o yetkiyi, Allah’tan aldığına inanır.
Kuranda  şöyle diyor.“Allah'a karşı yalan uydurandan, ya da kendine vahiy gelmediği halde vahiy aldığını söyleyenden yahut Allah'ın indirdiği gibisini ben de indireceğim" diyenden daha zalimi kim olabilir? …” (En’âm 6/93)
Tüm bunlardan anlaşılan odur’ki Saidi Kürdinin ortaya attığı “nurculuk” dinden  sapmadır. Bu sapkınlığın kutsallaştırılması, itibarlı kılınması toplumun kutuplara ayrılmasını, bölünmesine yol açmaktır.


SONUÇ VE İSTEM;
Dava dilekçemizde, “cevaba-cevap” dilekçemizde ve Bölge İdare Mahkemesine yaptığımız “Yürütmenin Durdurulmasının reddine itiraz” dilekçemizde ileri sürdüğümüz gerekçeler ve özetlemeye çalıştığımız gerçekler göz önüne alınarak“ T.C ISPARTA İLİ,  İL GENEL MECLİSİ, 22. Dönem 06.12.2011 tarih 12/2-363 sayılı kararının “g” bendinde “Barla İlçemiz Ana yol kavşağına, ”BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ HAZRETLERİNİN YAŞADIĞI TOPRAKLARDASINIZ” sloganı yazılması” KARARININ İPTAL EDİLMESİ İSTEMİMİZİ SAYGI İLE ARZ EDERİZ.20.11.2012

 YÖNETİM      KURULU ADINA:                                                                                                                                             Mahmut  ÖZYÜREK
                                                                Atatürkçü Düşünce Derneği
                                                                Isparta Şube Başkanı 
*******




ISPARTA İDARE MAHKEMESİ KARARI

T.C.
ISPARTA
İDARE MAHKEMESİ

ESAS NO : 2012/394
KARAR NO: 2012/1098

DAVACI :ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ ISPARTA ŞUBESİ ADINA MAHMUT ÖZYÜREK
VEKİLİ :AV. ALİ KUTLAY ALPUĞAN  Adakale Sokak No:25/46 Merkezi ANKARA

DAVALI: ISPARTA VALİLİĞİ
VEKİLİ :AV. ABDULLAH ÇELIK İl özel İdaresi Merkez/ISPARTA


Davanın ÖZETI :   Isparta ili Eğirdir İlçesi Barla Kasabası ana yol kavşağına "Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Yaşadığı Topraklardasınız" sloganının yazılması ve daha sonra bu sloganın "Bediüzzaman Said Nursi'nin Yaşadığı Topraklardasınız" olarak düzeltilmesine ilişkin Isparta il Genel Meclisi'nin 06.12.2011 tarih ve 12/2-363 sayılı kararının; "hazretleri" ibaresinin Anayasa'nın 174/7 maddesine aykırılık oluşturduğu, "Said Nursi" adlı kişinin Türk Cumhuriyeti karşıtı olduğu bu nedenle Türk topraklarında bir yere adının verilmesinin kabul edilemeyeceği, halkı kendi arasında düşmanlığa, kin beslemeye alenen tahrik edebilecek nitelikte olduğundan Türk Ceza Kanunu'na aykırılık oluşturduğu iddialarıyla iptali istenilmektedir.
SAVUNMANIN ÖZETİ :
Yörenin inanç turizminin gelişmesine yönelik olarak alınan bir karar olduğu, "hazretleri" ibaresinin daha sonra alınan bir kararla sloganda çıkarıldığı, ilgili mevzuat hükümlerine uygun olarak yetkili oldukları bir konuda alınan bir karar olduğu ileri sürülerek davanın reddi gerektiği savunulmaktadır.
TÜRK MİLLETI ADINA
Karar veren Isparta İdare Mahkemesi'nce önceden belirlenip taraflara tebliğ edilen 20.11.2012 gününde saat:1O:00'da duruşma açıldı. Davacı ve davacı vekili Av. Ali Fuat ÇETİNKAYA, davalı idareyi temsilen Av. Abdullah ÇELİK'in geldikleri görüldü. Gelen taraflara usulüne göre söz verilerek duruşma tamamlandı. Dava dosyası incelenerek işin gereği görüşüldü;
Dava, Isparta İli Eğirdir İlçesi Barla Kasabası ana yol kavşağına "Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Yaşadığı Topraklardasınız" sloganının yazılması ve daha sonra bu sloganın "Bediüzzaman Said Nursi’nin Yaşadığı Topraklardasınız" olarak düzeltilmesine ilişkin Isparta İl Genel Meclisi'nin 06.12.2011 tarih ve 12/2-363 sayılı kararının iptali istemiyle açılmıştır.
5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu'nun "İl Özel idaresinin Görev ve Sorumlulukları" başlıklı 6/a maddesinde; il Özel idaresi mahalli müşterek nitelikte olmak şartıyla, sağlık, gençlik ve spor, tarım, sanayi ve ticaret Belediye il sınırı olan Büyükşehir Belediyeleri hariç ilin turizm, sosyal hizmet ve yardımlar yoksullara mikro kredi verilmesi, çocuk yuvaları ve

T.C.
ISPARTA
İDARE MAHKEMESİ
ESAS NO : 2012/394
KARAR NO:2012/1098
yetiştirme yurtlan; ilk ve orta öğretim kurumlarının arsa temini, binaların yapım, bakım ve onarımı ile diğer ihtiyaçlarının karşı1anmasına ilişkin hizmetleri il sınırları içinde yapmakla görevli ve yetkili olduğu belirtilmiştir.
Dosyanın incelenmesinden; Isparta İl Genel Meclisi tarafından Isparta İlinin ulusal düzeyde tanıtımının sağlanmasının amaçlandığı bu amaç doğrultusunda alınan 06.12.2011 tarih ve 12/2-363 sayılı kararla Keçiborlu! Gümüşgün, Isparta! Eğirdir yol güzergâhında o yöreyi tanıtıcı, dikkat çekici sloganların billboardlara yazılmasının kararlaştırıldığı. Anılan kararın (g) maddesinde Isparta ili, Eğirdir İlçesi, Barla Kasabası anayol kavşağına "Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Yaşadığı Topraklardasınız" sloganının yazılması, daha sonra Meclislin 05.04.2012 tarihli kararıyla bu sloganın "Bediüzzaman Said Nursi’nin Yaşadığı Topraklardasınız " olarak düzeltilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle bakılmakla olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Mahkememizin "Said Nursi'nin kim olduğu, İslam tarihindeki yeri, eserlerinin neler olduğu, Isparta İli ve Barla Kasabası açısından nasıl bir öneme sahip olduğu, hayatı ve eserleri değerlendirildiğinde İslam inancı bağlamında "İslam âlimi" olarak kabul görüp görmediğinin" sorulmasına ilişkin 04.1O.06. 2012 tarihli ara kararına Diyanet işleri Başkanlığı'nın en yüksek danışma ve karar organı olan Din İşleri Yüksek Kurulu'nca verilen 10.07.2012 kayıt günlü cevapta özetle;
Said Nursi'nin 1878-1960 yılları arasında yaşadığı, yaşadığı dönemin siyasi ve konjoktürel şartlarına bağlı olarak kimi zaman tutuklandığı, sonrasında beraat ettiği, kimi zaman sürgüne gönderildiği, ardından serbest bırakıldığı, düşüncelerini "Risale-i Nur" adını verdiği eserlerinde ortaya koyduğu, İslâm inançlarının temellendirilmesine yönelik açıklamalardan oluşan bu eserlerin din ilimleriyle fen ilimlerine ait verilerin birbirini desteklediği anlayışı üzerine kurulduğu ve yerli ve yabancı araştırmacılar tarafından bir tür "Kur'an tefsiri" olarak, anıldığı, genel olarak İslam âlimlerince tenkite tabi tutulmayıp İslam inançları bağlamında "İslam Âlimi" il olarak değerlendirildiği, dini konularda eser kaleme alan bir müellif olarak kalmayıp ilgilendiği ve yetiştirdiği öğrencileriyle bir hareket oluşturduğu, 1926 yılından itibaren hayatının yaklaşık sekiz yıllık bölümünü Isparta iline bağlı Barla Kasabasında geçirdiği, düşüncelerini ortaya koyduğu Risale-i Nur adındaki eserlerinin bir bölümünü burada yazdığı ve "Barla Lahikası" adıyla kitaplaştırdığı belirtilmiştir.
Bu durumda, yukarıda yer verilen Kanun hükmü ve ara karar cevabı ile dava dosyasında yer alan diğer bilgi ve belgelerin birlikte değerlendirilmesinden; düşünceleri ve eserleriyle toplumun büyük bir kesimi tarafından kabul gören ve "İslam Âlimi "olarak nitelendirilen şahsın isminin, hayatının önemli bir bölümünü geçirdiği Barla Kasabası'nın tanıtımı için kullanılacak sloganlarda yer almasına ilişkin kararın, kültür ve turizm ihtiyacının karşılanmasına yönelik hizmetlerden olduğunun kabulü gerektiğinden anılan kararda herhangi bir hukuka aykırılık bulunmadığı[/b] gibi bu durumun yörenin inanç turizminin gelişmesine katkıda bulunacağı sonucuna ulaşılmıştır.
Öte yandan, davacının "Bediüzzaman, Nursi" gibi unvan ve lakapların kullanılamayacağı yönündeki iddiasını; unvanların bir kimsenin işi, mesleği veya toplum içindeki durumu ile ilgili olarak kullanılan ad, san, şahıs adlarıyla bir arada kullanılarak



T.C.
ISPARTA
İDARE MAHKEMESİ
ESAS NO : 2012/394
KARAR NO:2012/1098

şahsın ailedeki veya toplumdaki mevkiini gösteren bir ad şeklinde tanımlanması karşısında tanınan ve toplum tarafından kabul gören şahıslar için unvan ya da lakap kullanılmasında herhangi sakınca bulunmadığından yerinde görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davanın REDDINE, aşağıda dökümü yapılan yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına, Avukatlık Asgari ücret Tarifesi uyarınca belirlenen 1.200,00 TL avukatlık ücretinin davacıdan alınarak davalı idareye verilmesine, artan posta Avansının kararın kesinleşmesinden sonra davacıya iadesine, kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren (30) gün içerisinde Danıştay’a temyiz yolu açık olmak Üzere, 20.11.2012 Tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Başkan Üye Üye
HASAN  UZUNOVA            ZAFER ŞEKER                    HÜSNİYE KÖMÜRCÜ
38008                                      101755                                 138938

YARGILAMA GİDERİ
Başvuru Harcı: 21,15 TL
Karar Harcı 21,15 TL
Vekâlet Harcı 3,30 TL
YD Harcı 34,80 TL
YD İtiraz Harcı: 57,50 TL
Posta Gideri 111,50 TL
TOPLAM 249,40 TL