6 Mart 2020 Cuma

BASIN AÇIKLAMASI “8 Mart Dünya EMEKÇİ Kadınlar Günü”


BASIN AÇIKLAMASI
Bir kez daha “8 Mart Dünya EMEKÇİ Kadınlar Günü” nü her geçen yıl kazanımlarımızı  biraz daha kaybediyor olmanın burukluğu ile kutluyoruz.
Geçmişte olmadığı kadar kadın cinayetlerinin artarak, adeta bir kıyıma dönüşmesi, bu cinayetlere çanak tutan fetvalar, hükümetin kadını örgütsüzleştirme yolundaki çabaları ve düşmanlığı,  emniyetin, savcılıkların umursamazlığı,  neredeyse kadının  “başı örtülü olmadığı için” tecavüzü hak ettiğini çağrıştıran mahkeme kararlarını günübirlik yaşar olduk.
Son 18 yıldır adım adım uygulanan eğitim düzenimizi Osmanlı derbederliğine dönüştürme çabaları, bir BOP projesi olan “4+4+4”  kesintili eğitim sisteminin yaşama geçirilmesi ile yarının kadınları olan kızlarımızın geleceği tümden karartılmakta, çalınmaktadır.
Atatürk Cumhuriyeti ve  Devrimlerinin  kız ve kadınlara  yaşatmaya   başladığı kazanımlar bir “öç” alma, intikam duygusu ile birer birer yok edilmiştir.
Gerçekte tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kadın sorunları ülke sorunlarından ayrı düşünülemez.
Dünyanın kanla yeniden paylaşıldığı bir süreç yaşıyoruz.  Bu paylaşımın ana hedefi ise Ülkemizin de içinde olduğu Ortadoğu coğrafyasıdır.  Bu nedenle Küresel Çetenin emirleri doğrultusunda başta komşumuz Suriye olmak üzere Irak ve İran’a düşmanlık pompalanıyor. En yetkili ağızlar savaş çığırtkanlığında öncülüğü kimselere bırakmıyor.  Kanla beslenen Küresel Çetenin çıkarları için evlatlarımız Suriye ve Libya topraklarında Cihatçı çetelere kalkan ediliyor. Yurdun hemen her köşesinde evlatlarını bu anlamsız savaşta şehit veren analar ağlıyor.
 Özelleştirme, esnek çalışma, tam zamanında üretim, taşeronlaştırma, üretimin mekânsal parçalanması,  devleti küçültme adı altında temel hizmetler ve sosyal güvenlik kurumlarının devletin sorumluluk alanından çıkartılması, sigortasızlaştırma vb. uygulamalar kadınları sosyal yaşamın dışına attığı gibi,   bakımını, geçimini ve sosyal güvenliğini, kocasına veya babasına bağımlı hale getirmiştir.
Özellikle kadınlarımızın oynan küresel oyunun farkına varmamaları için kadın örgütlenmelerini yapay sorunlarla( örneğin, Türban a özgürlük vb.) parçalı hale getirilmiştir.
Biz kadınların ellerinden alınan her hakkın üzerine türban, çarşaf örtülmüştür. Diğer taraftan,  uygulanan politikalar nedeniyle ezici bir çoğunluğu yoksul ve eğitimsiz bırakılan kadınlar, vakıflar, cemaatler ve bizzat AKP’nin yerel yönetimleri eliyle bir yandan yoksulluklarının kader olduğuna inandırılırken, diğer yandan da bir kap sıcak yemek için bu partiye şükreder duruma düşürülmüşlerdir.
Bu partiye, “Müslüman’ın halinden anlayan Müslüman bir parti” diye oy verenler, AKP’nin, en çok kendisine oy veren emekçilere düşman olduğunu; bir tas çorba vermeden önce, önlerindeki bir kazan yemeği çektiğinin henüz farkında değillerdir.
Nitelikli çağdaş eğitim alıp oynanan oyunun farkına varmasınlar diyerek özünde “okulsuzlaştırma” olan 4+4+4 eğitim sistemini dayatarak, devlet eliyle dinci vakıfların eğitimi desteklenmektedir. Halkın din duyguları kullanılarak, bir yandan kadınlarımız ayrıştırılıyor, diğer yandan kimliksizleştiriliyor. 
Çözümsüz değiliz. Kadınlarımızı “bir lokma-bir hırka” felsefesine “kul” yapmaya çalışan ve ülkemizin yağmalanması için  “siyasi proje” olan partinin iktidardan uzaklaştırılması, ülke sorunları ve kadın sorunlarının çözümünde ilk ve önemli bir adım olacaktır.
Oğullarımızın kanlarının küresel çeteye akıtılmayacağı, yalnızca kadın olduğu için ötekileştirilmeyen, çocuklarımızın çocuk yaşta gelin, 11 yaşında tamirci çırağı olmadığı,  kadınlarımızın ezilip sömürülmediği, barış ve umut dolu yarınların özlemi ile tüm kadınlarımızın “8 Mart Dünya EMEKÇİ Kadınlar Günü” nü kutluyoruz.

YÖNETİM KURULU ADINA:                           
                          SERPİL YAVUZLAR - FERAY SELEK
                                                                                       ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ ISPARTA ŞUBESİ YÖNETİM KURULU ÜYELERİ

3 Mart 2020 Salı

3 Mart 1924 Devrim Yasalarının 96 yılı


3 Mart 1924 Devrim Yasalarının 96 yılında demokrasinin tüm olanaklarını kullanarak iktidarı ele geçiren  “dinci faşist” karakterli siyasal iktidar yalnızca devrim yasalarını değil, Cumhuriyetin tüm kazanımlarını tersyüz etmiştir. Tüm faşizan baskılara, siyasal düzenbazlıklara karşın halkın ezici bir çoğunluğu devrim yasalarının ve cumhuriyetin kazanımlarının korunması, yaşatılması konusunda direnmektedir.
Bu nedenle yalnız devrim yasalarını değil, laik demokratik cumhuriyeti tüm kurumları ile çağın gereklerine göre yeniden ve bir kez daha kurmak öncelikli görevdir.  
Kendini ilerici, yurtsever, Kemalist, solcu, devrimci, antiemperyalist, laik, demokrat olarak tanımlayan herkesin “ama”, “fakat” demeden Emperyalizmin taşeronu, “dinci faşist” karakterli siyasal iktidarı uzaklaştırma görevinde iş ve güç birliği yapmaları yaşamsal önemdedir.
Ulusal Eğitim Derneği Isparta Şubesi

13 Şubat 2020 Perşembe

ŞEYH SAİT AYAKLANMASI VE İNGİLİZLER


Şeyh Sait ayaklanması, 13 Şubat 1925 günü başladı 15 Nisan’da bastırıldı. 49 Kişi asılarak idam edildi. Şeyh Sait’ten 6 ay önce, Hakkâri’de yaşayan ve Nasturi papazlarından Nastoris tarafından kurulan Nastur tarikatına bağlı Süryaniler ayaklanmıştı. Bu ayaklanma, İngiltere’nin Musul sorununun ele alınması için Milletler Cemiyeti’ne başvurmasından bir gün önce başlamıştı. İngiliz subaylar, Nastur halkını örgütlemiş, İngiliz uçakları ayaklanmacıları desteklemişti. Şeyh Sait ayaklanması ise, İngiliz işgal güçlerinin Kuzey Irak’ta sıkıyönetim ilan ettiği, subay izinlerinin kaldırıldığı, birliklerini Musul’a taşıdığı günlerde ortaya çıktı. O günlerde Büyük Britanya Sömürgeler Bakanı, Musul’a gelerek denetlemelerde bulunmuş, güçlü bir İngiliz donanması Basra’ya hareket etmişti.


Toprak Ağası Şeyh Sait

Şeyh Sait, bölgedeki Nakşibendi Tarikatı’na bağlı Sünni müridlerin önderi, okuma yazma bilmez bir toprak ağasıydı.1 Koyun sürülerini, aşiretine bağlı köylerin arazilerinde otlatır, köylülere ücretsiz çobanlık yaptırırdı. Dinsel konumunu kullanarak, onların sırtından büyük bir servet edinmişti. ‘Ankara’nın Türkleşmiş yeni hükümeti’2 onu rahatsız ediyor, Osmanlı döneminden alıştığı ayrıcalık haklarını yitirerek ‘derebeyliğinin’ zarar göreceğine inanıyordu. Bunu önlemek için dini etkisini kullanarak, Kürt aşiretlerini ‘Kemalist hükümetin kafirce siyasetine karşı’ ayaklanmaya çağırdı; ‘Allah’ın emriyle cihat ilan etti’.3
Ayaklanmadan önce, Şırnak Aşireti Reisi Abdurrahman Ağa, Bağdat’taki İngiltere Başkomiserliğine bir mektupla başvurmuş, ‘Kürt milletinin hukukunu elde edip hükümetini kurmasına kadar, savaş mühimmatı konusundaki eksikliklerimizi, yapacağınız gizli yardımlarla giderebiliriz’4 demişti. Ayaklanma sanıklarından Kemal Feyzi, yakalandıktan sonra mahkemede ‘Ben bağımsız bir Kürdistan kurulması için çok çalıştım. Bu çaba için yıllarca aşiretler içinde yaşadım... Şimdi, birçok kimse gibi, önceden var saydığım ve uğruna mücadele ettiğim şeyin bir hayal olduğunu anlamış bulunuyorum. Ortada millet denilecek bir Kürt topluluğu yokmuş’ dedi.5
Şeyh Sait’in başlattığı ayaklanma, tüm Kürt ayaklanmalarında olduğu gibi dışarıyla bağlantılıydı. İngilizler, zengin petrol yatakları nedeniyle Musul ve Kerkük’ten çıkmak istemiyor; Kürtleri, kurulmakta olan yeni Türk devleti üzerinde baskı oluşturacak bir araç olarak kullanıyordu. Mustafa Kemal, 1919’da Sivas Kongresi’nde yaptığı konuşmada, ‘İngilizlerin amacının, parayla ülkemizde propaganda yapmak ve Kürtlere Kürdistan kurma sözü vererek, bize karşı suikast düzenlemek olduğu anlaşılmış ve gerekli önlemler alınmıştır’ demişti.6
Zaferden sonra 14 Ocak 1923’te Eskişehir’de yaptığı konuşmada, Musul-Kerkük sorununa değinirken, bu soruna bağlı olarak Kürt devleti konusunu da ele almış ve şunları söylemişti: “Musul-Kerkük kadar önemli olan ikinci konu, Kürtlük sorunudur. İngilizler orada (Kuzey Irak’ta) bir Kürt devleti kurmak istiyor. Bunu yaparlarsa, bu düşünce bizim sınırlarımız içindeki Kürtlere de yayılır. Bunu engellemek için sınırı güneyden geçirmek gerekir”.7
Mutki Aşireti Reisi Muşlu Hacı MusaKürt Azadi (İstiklal) Cemiyeti adlı gizli örgütün ilk başkanıydı. Bu örgüt 1923’te, Erzurum’da kurulmuş, ilk kongresini 1924 yılında yapmıştı. Şeyh Sait‘1925 Mayısı’na dek ayaklanma düzenlenmesine, gerekli dış yardımın İngiltere ve Fransa’dan alınmasına’ karar verilen bu kongrede örgüte üye olmuştu.8

İngiliz Politikası

İngiltere’nin İstanbul Büyükelçilik görevlisi Kidston, 28 Kasım 1919’da Londra’ya gönderdiği yazanakta (raporda), ‘Kürtlere ne kadar güvenmesek de, onları kullanmamız çıkarlarımız gereğidir’ diyordu.İngiltere Başbakanı Lloyd George ise, 19 Mayıs 1920’de San Remo’da yapılan Konferans’ta ‘Kürtlerin arkalarında büyük bir devlet olmadıkça varlıklarını sürdüremezler’ diyor, bölgeye yönelik İngiliz politikası için şunları söylüyordu: “Türk yönetimine alışmış olan Kürtlerin tümüne yeni bir koruyucu kabul ettirilmesi güç olacaktır... İngiliz çıkarlarını, dağlık kesimlerinde Kürtlerin yaşadığı Musul ve içinde bulunduğu Güney Kürdistan ilgilendirmektedir. Musul bölgesinin, öteki bölümlerinden ayrılarak yeni bağımsız bir Kürdistan Devleti’ne bağlanabileceği düşünülmektedir... Ancak bu konuyu anlaşma yoluyla çözmek çok güç olacaktır”.10
İngiliz Hükümeti, ‘anlaşma yoluyla çözmenin güç olduğu’ bu sorunu aşmak için, doğal olarak silahlı çatışma yolunu seçti. Bu iş için, para ve siyasi koruma önererek kimi Kürt aşiretlerini kullandı. Musul ve Kerkük bölgesini, Misakı Milli sınırları içinde gören yeni Türk Devleti’ni güç durumda bırakmak için, Doğu ve Güneydoğu’da karışıklıklar çıkarmaya yöneldi. 6 Mart 1921’de başlayan Koçgiri Ayaklanması, Yunanlıların Bursa’dan saldırıya geçmelerinden iki hafta önce ortaya çıktı. 7 Ağustos 1924’te başlayan Nasturi Ayaklanması, İngiltere’nin Musul sorununun ele alınması için, Milletler Cemiyeti’ne başvurmasından bir gün önce başladı.11
Ayaklanmaya verilen İngiliz desteği için, Fransız tarihçi Benoit Méchin şu yorumu yapmıştı: “Şeyh Sait ayaklanması yeni devletin tekil (üniter) yapısına ve yasaların ülkenin tümünde uygulanabilirliğine bir meydan okumaydı... Kemalist rejimin güçlenmesini önleyeceği düşüncesiyle, İngiltere, olayları kışkırtmak için Kürt başkaldırısını körüklüyordu. Bu cerahatlı yarayı, ayaklanmacılara yiyecek ve silah yardımı yaparak, Türkiye’nin ensesinde tutuyordu”.12

Raporlar

Ayaklanmanın başladığı günlerde, Bağdat’taki Fransız Komiserliği Paris’e 40 sayfalık bir rapor gönderdi. Ortadoğu’da, birbiriyle çelişen Fransız-İngiliz çıkarlarını ve buna bağlı olarak Kürt-İngiliz ilişkilerini irdeleyen raporda, Şeyh Sait’ten de söz ediliyor; şunlar söyleniyordu: “Şeyh Sait, 1918 yılından beri amacı İngiliz Mandası altında bir Kürt devleti kurmak olan İstanbul Kürt Komitesi’ne bağlı olarak çalışmaktadır. Şeyh Sait, 1918’de, Kürdistan Bağımsızlığı Türkiye Komitesi lideri Abdullah Bey tarafından, İngilizlerin Kürt politikasındaki temel unsurlardan olan Binbaşı Noel’le ilişkiye geçirildi...”13
Şeyh Sait ayaklanması sürdüğü günlerde Bağdat’taki Fransız Yüksek Komiserliği, Paris’e gönderdiği bir başka raporda şunları söylüyordu: “Kürt ayaklanması, birdenbire kendiliğinden ortaya çıkmadı. Kürdistan dağları yabancıların kışkırtması ve desteğiyle ayaklandı. Bölgede çıkan olaylar, İngilizlerin uğradıkları yenilgiden sonra hiç affetmedikleri Mustafa Kemal’e ve Ankara’daki Meclis’e karşı yürüttükleri siyasetin bir parçasıdır... Kürt ayaklanması bundan daha iyi koşullarda patlak veremezdi. Ayaklanma, Türklerin Musul üzerindeki iddialarını araştıran Komisyon’da, Türklerin kendi topraklarındaki Kürtler arasında bile huzuru sağlamayacağını gösterecekti”.14
Şeyh Sait ayaklanmasını İngilizlerle birlikte, devrik Padişah Vahdettin de destekledi. San Remo’daki villasında, Kürt Teali Cemiyeti üyesi ve Serbesti Gazetesi sahibi Mevlanazade Rıfat’tan “Kürdistan olayları” hakkında sürekli bilgi alıyor ve aldığı bilgiyi Bükreş’te kurulmuş olan Hilafet Komitesi’ne iletiyordu. Bu komite, Damat Ferit ve eski İçişleri Nazırı Mehmet Ali önderliğinde, Türkiye’de hilafetçi bir darbe hazırlıyordu.15

Önlemler; Takrir-i Sukûn ve İstiklal Mahkemeleri

Ayaklanmanın yayılması nedeniyle, sonuç getirecek etkili önlemlerin alınması gerekiyordu. Meclis, özel yetkiler içeren ‘Takrir-i Sukûn Kanunu’nu, kabul etti. Üç gün sonra İstiklal Mahkemelerinin savcı ve yargıçlarını seçti.16 Türkiye, yeni bir döneme giriyordu. İki yıllık geçici bir süre için (bir kez uzatılacaktır) çıkarılan Takrir-i Sukûn Kanunu, yeni devletin yerleşip güçlenmesi uğraşısına katkı sağlayacak, Türk Devrimi’nin doğal akışını kolaylaştıracaktı. Cumhuriyet, demokrasi ya da insan hakları adına, kendi varlığına yönelen karşı devrime izin vermeyecekti. Bu amaçla, Vatana İhanet kavramını genişleten yasa değişikliği kabul edildi. Bundan böyle, ‘dinin siyasi çıkar için kullanılması’, devlet güvenliğini tehlikeye atan eylem sayılacak ve vatana ihanetle suçlanacaktı.17
1925 Mart sonunda askeri hazırlık tamamlandı, bütün ayaklanma bölgesi çember içine alındı. Olanakların sınırlılığına karşın hızlı davranılmış; bir ay içinde İran, Suriye ve Kuzey Irak’a giden tüm kaçış yolları kesilmişti. Nisan ortasında, Şeyh Sait ve yanındakiler kuşatıldı. Durumu umutsuz gören Şeyh Sait, yenilgiyi kabul ederek kendi isteğiyle teslim oldu. Üzerinde ‘çeşitli belgeler’ ve yetkilileri şaşırtacak kadar çok altın çıktı.18
Doğu İstiklâl Mahkemesi’ne, ayaklanmayla ilgili olarak 389 sanık getirildi. Savcı, iddianamesinde; yönetici konumda olan sanıkların, ‘din perdesi altında, dinle ilgisi olmayan’ eylemleriyle, ‘vatana ihanet’ suçunu işlediklerini, bu nedenle ölüm cezasıyla cezalandırılmaları gerektiğini belirtti. Kırk sekiz kişi, idama mahkum oldu; bir bölüm sanık hapis cezasına çarptırıldı, bir bölümü suçsuz bulundu. Kimi aşiret reisleri ve ağalar, Batı bölgelerinde oturmaya zorunlu kılındı; Doğu’da, kimi bölgelere göçmen yerleştirildi.19 Metin Aydoğan

DİPNOTLAR

1       “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kit., 12.Baskı, İst.-1994, sf.465
2       “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kit., 12.Baskı, İst.-1994, sf.465
3       “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kit., 12.Baskı, İst.-1994, sf.465
4       Örgeevren, Dünya, 4-5 Haziran 1957; ak. Uğur Mumcu a.g.e. sf.116
5       Dünya, 05.06.1957; ak. Uğur Mumcu, a.g.e. sf.117
6       “Sivas Kongresi Tutanakları” Uluğİğdemir, TTK, Ank.-1969 sf.78; ak. Uğur Mumcu, “Kürt-İslam Ayaklanması” 19.Basım, sf.21
7       “Eskişehir İzmir Konuşmaları” Kaynak Yay., İst.-1993, sf.95
8       “Şeyh Sait İsyanı” Martin Van Bruinessen, Özgür Gelecek, Şubat 1969, sf.28-29; ak. Uğur Mumcu, “Kürt-İslam Ayaklanması” 19.Baskı, sf.56
9       “İngiliz Belgelerinde Türkiye” Erol Ulubelen, Çağdaş Yay., 1982, sf.195; ak. U.Mumcu, “Kürt-İslam Ayaklanması” Tekin Yay., 19. Bas., 1995, sf.24
10     “Sevr Anlaşmasına Doğru” Osman Olcay, SBF Yay., Ank.-1981, sf.121; ak. U.Mumcu,“Kürt-İslam Ayaklanması” Tekin Yay., 19.Bas. 1995, sf.28
11     “Kürt-İslam Ayaklanması” U.Mumcu, Tekin Yay., 19.Bas., İst.-1995, sf.51
12     “Mustafa Kemal” Benoit Méchin, Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.268
13 “Fransız Dışişleri Bakanlığı Gizli Belgeleri”, E-Levant (1918-1929) Kürdistan Caucase Servisi, Vol.101, sf.25; ak. Uğur Mumcu, “Kürt-İslam Ayaklanması”Tekin Yay., 19.Baskı, İst.-1995, sf.168
14  “Fransız Dışişleri Bakanlığı Gizli Belgeleri”, E-Levant (1918-1929) Kürdistan Caucase Servisi, Vol.101, sf.25; ak. Uğur Mumcu, “Kürt-İslam Ayaklanması” Tekin Yay., 19.Baskı, İst.-1995, sf.97
15     “Osmanoğullarının Son Padişahı Vahdettin Gurbet Cehenneminde” Mümtaz Tarık Göztepe, Sebil Yay., sf.158; sk. U.Mumcu, “Kürt-İslam Ayaklanması” Tekin Yay., 19.Baskı, İst.-1995, sf.59
16     “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri IV” Kaynak Yay. 3.Bas., 2001, sf.193
17     “İkinci Adam”Ş.S.Aydemir, Remzi Kit. 6.Baskı, İst. 1984, sf.301
18     “Tek Adam”Ş.S.Aydemir, 3.Cilt, Remzi Yay., 8.Basım, İst.-1983, sf.226
19     a.g.e. Sf. 227


24 Ocak 2020 Cuma

BASIN AÇIKLAMASI 24 Ocak gerici diktatörlüğe, işbirlikçiliğe, sömürüye karşı direniş ve başkaldırı günüdür!


Uğur Mumcu’nun katledilerek aramızdan alınışının 27. Yılındayız. 27.Adalet ve Demokrasi Haftası içinde aynı zamanda “hain tuzaklarla” aramızdan alınan Muammer AKSOY, Bahriye ÜÇOK, A. Taner KIŞLALI, Necip HABEMİTOĞLU, Gaffar OKKAN ve daha onlarca devrim şehidini bir kez daha anıyoruz.
Onlar, emperyalizme karşı bağımsızlık, sömürüye karşı eşitlik,  faşizme karşı özgürlük ve demokrasi,  gericiliğe karşı laiklik, savaşa karşı barış ve kardeşlik, ayrımcılığa karşı eşitlik mücadelesi verdikleri için katledildiler. Bu katliamların arkasındaki güçler ülkemizi emperyalizme, sömürüye ve gericiliğe teslim edenlerdir.  Ülkemiz tam da böylesi bir zihniyetin kahredici sultası altındadır. Bugün iktidarda bulunan gelenek ile ülkemizin yüz akı aydınların, Kemalist devrimcilerin, yurtseverlerin katliamını gerçekleştiren zihniyet aynı damardan beslenmektedir ve ortaktır. Aydınlanma düşmanı, emperyalizm uşağı, gerici ve işbirlikçidir.
 Bu nedenle;  Siyasal dinci faşizme ve gericiliğe karşı mücadele, siyasal dinciliği besleyen, palazlandıran ana damar olan emperyalizmle karşı mücadele ile özdeştir. Başka bir söylemle emperyalizmi alt etmeden siyasal-dinci faşizmi ve gericiliği alt etmek olanaksızdır. Hesaplaşmayı dinci-gerici siyasal sistemin temel dayanağı olan emperyalizmle yapmayı göze alamayan her hareket tali sorunları öne çıkarıp dinci faşist sistemin aklanmasına meşrulaştırılmasına hizmet eder.
Toplumsal gericiliği ve bağnazlığı devlet eliyle örgütleyen,  1923 Cumhuriyeti’ni boğazlayan,  tüm kurum ve değerlerini yıkan iktidar ve ortakları, kendi varlıklarını katliamlar, darbeler, baskıcı yöntemler ile sürdürme çabası içindedir. Tam da bu nedenle bugün yaşanan “başkanlık” değil din ambalajı ile örtülmüş faşist diktatörlüktür. Faşist diktatörlükler ise doğası gereği “insanlık suçu” işlemekten sabıkalıdırlar.
Ancak ne yaparlarsa yapsınlar Kubilay’dan bu yana katledilen, yakılan, idam sehpalarına çekilen aydınların, Kemalist devrimcilerin, yurtseverlerin aydınlığını bu ülkenin üzerinden silemediler/silemeyecekler. Emperyalist politikalara, siyasal islamcı rejime, palazlandırılan gericiliğe rağmen bu ülkenin onurlu insanlarının mücadelelerini bitiremediler/bitiremeyecekler.
Bu gün tükenmeye doğru ilerleyen, yaşamın her alanını işgal etmeye çalışan siyasal islamcı baskı rejimine, gericiliğe, diktatörlüğe karşı laiklik ve özgürlük mücadelesini yükseltme, haramilerin saltanatına son verme zamanıdır.
Emperyalizmin dümen suyuna girmiş, iktidarı ele geçirmiş egemenlerin belirlediği meşruluk anlayışı, “tek kişi yasalarını” temel alırken, çoğu zamanda bu yasaları bile tanımazken, Kemalist devrimciler için meşruluk; doğru ve haklı olanın, Kemalist devrimin ve halkın çıkarına olanın savunulmasıdır. Bunun için savaşım verilmesidir.
Bu ülkenin bütün yurttaşlarını bu haklı ve onurlu mücadeleye omuz vermeye çağırıyoruz. Artık “unutmadık” demek yetmiyor. Hain tuzaklarda katledilenlerin özlemini duyduğu bir düzeni kurmak boynumuzun borcudur. Bu nedenle; 24 Ocak yalnızca bir anma günü değil, gerici diktatörlüğe, işbirlikçiliğe, sömürüye karşı direniş ve başkaldırı günüdür!
Dinmeyen acımız, bitmeyen öfkemiz, özlemimiz ve sevgimizle tüm devrim şehitlerimizi bir kez daha anıyoruz. Işıkları yolumuzu aydınlatmaya devam edecek.
Yönetim Kurulu Adına:                                                                                                                   Mahmut ÖZYÜREK
Ulusal Eğitim Derneği
Isparta Şube Başkanı





20 Ocak 2020 Pazartesi

İslamcıdan antiemperyalist olur mu? (Okunulası bir yazı)


Muhammed bin Abdülvahab bir 18. yüzyıl şahsiyeti. Emperyalizmin Ortadoğu ve Afrika’ya el attığı tarihte bir dini hareket oluşturmaya girişti. Ona göre din yozlaşmıştı, arınmak için Müslümanlar dini bilgileri doğrudan doğruya Kuran’dan ve hadislerden öğrenmeli, peygamberin ölümünden sonra benimsenen örf ve adetlerin hepsi terk edilmeliydi. Özetle Abdülvahap, dinin 1000 yılı aşan evrimini reddediyordu. Yorumu “tevhide” dayanıyordu. Allah zat, sıfat ve fiilleri bakımından birleştirilmeliydi. Allah’ın emirleri ve Peygamberin sünneti dışında her şey "bidat"tı. Süslü mezarlar, türbeler, adaklar, muskalar, zikir, nafile namazı, mehdi, hızır, tarikat, üçler, yediler, kırklar bidattı. Tasavvuf, İslami olmayan bir yoldu, tarikat dolandırıcılıktı. Hele hele Şiiliğin kabul edilebilir bir yanı yoktu. Abdülvahap hareketi dinin aslına döndürülmesini isteyen bir ihya hareketiydi. Haliyle takipçileri İslam’ın ilk neslinin “Selefi”ydiler.

Abdülvahap, 1744 yılında Suud aşiretinden Muhammed bin Suud’a kızını verip damat edinerek akrabalık bağı kurdu. Bu evlilik Vahabi-Suudi devletinin başlangıcıdır.

Suudiler, Abdülvahab ruhunu tanrısına teslim edene kadar Riyad çevresini ele geçirip, bedevi kabilelere boyun eğdirmeyi başardı. İlerlediler, 1802’de büyük bir birlikle Kerbela’ya girdiler. Matem ayini yapmak için toplananların iki binden fazlasını boğazladıktan sonra Hüseyin’in türbesindeki altın ve gümüş eşyayı iki yüz deveye yükleyip götürdüler. Bir yıl sonra Taif’i bastılar. Halkını öldürüp mallarını yağmaladılar, dini kitapları yaktılar, etraftaki mezarları ve türbeleri yerle bir ettiler. Sonra Mekke ve Medine’ye yöneldiler. Peygamberin, Ebubekir’in, Ömer’in, Ali ve Fatma’nın doğdukları evleri yıkıp geçtiler. Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa kuvvetleri koşup yetişti, Vahabi-Suudi kuvvetlerini kovalayıp 1813 yılında Mekke ve Medine’yi tekrar Osmanlı yönetimine bağladı.



Türkî bin Abdullah 1824’te Riyad’ı geri aldı, Vahabi uleması Riyad’ı tekrar merkez edindi. Vahabi-Suudi çetesi esnekti, şartlara uymayı başarıyordu. 19. yüzyılın son çeyreğinde Osmanlı’nın sallanmakta olduğunu fark edip İngiliz, Fransız ve İtalyanlarla iş tutmaya başladılar. Osmanlılar “kutsal topraklar”dan çekilmeye başlayınca bölgede batılı emperyalistler ve bir de yedeklerindeki Vahabi-Suudi çete kaldı. Uzatmayalım inişli çıkışlı bir tarihin ardından 1932’de Suudi Arabistan Krallığı’nın ilân edilmesiyle Vahabilik kalıcı devlet desteğine kavuşmuş oldu. Kısa Muhammed bin Abdülvahab tarihidir. İçinde bol katliam ve bol emperyalizm uşaklığı vardır.



Peki sonuçta ne oldu? Suudiler başlangıçta hükmettiği toprakları ataerkil bir biçimde, Vahabilik inancına uygun olarak yönetmeye kalkıştı. Fakat sık sık direnişlerle karşılaşıyor, ayaklarının altındaki toprak kayıyordu. Hacılardan gelen paralarla işin daha fazla yürümeyeceğini anladılar. 1929 krizinin etkisiyle Hacı akını da kesilince, İbni Suud 1933 yılında Standard Oil ile anlaşıp, Basra kıyılarında petrol arama imtiyazını verdi. Kızıldeniz kıyılarını da İngiliz Petroleum Company’ye terk etti. Amerikalılar, İngilizlerin rekabetinden çekiniyordu. Emir ile anlaştılar, Standard Oil ve Texas Oil şirketleri ile birlikte Arabistan-Amerikan Oil (ARAMCO) şirketini kurdular. Böylece Amerikan şirketleri İngiliz şirketlerini oyun dışında bırakmış oldu. Emir düzenli bir gelire kavuştu, iktidarını garantiledi. Ama bu arada Suudi kimliği de bir paravana dönüştü. ARAMCO, yeni Arabistan devletiydi.

***

Thomas Edward Lawrence bir 20. yüzyıl şahsiyeti. İrlanda’da geniş arazileri olan Baron Edward Robert Chapman’ın oğluydu. Avrupa’nın büyük iç savaşın içine sürüklendiği bir çağın çocuğuydu. Asker yazıldı, sonra vazgeçti. 1907’de Oxford’daki İsa Okulu’nun tarih bursunu kazandı. Lawrence’in geleceği için endişelenen babası, onu Canon Christopher aracılığı ile Oxford Üniversitesi’nin iki şarkiyatçısıyla tanıştırdı. Şarkiyatçılardan biri İngiliz istihbarat örgütünde danışmanlık yapan D. G. Hogarth idi. “Arabistanlı Lawrence” için yol böyle açılmıştı.

Haçlı askerî mimarisi konulu bir tez yazma amacıyla Suriye yollarına düştü. Arapça öğrendi, Arap kıyafetleri kuşandı. 1910 yazında Suriye sınırındaki Kargamış’ta British Museum adına sürdürülen Hitit arkeolojik kazılarına katıldı. İngiliz istihbaratı Alman nüfuzunu kırmak üzere Anadolu’daki bu tür faaliyetlerle yakından ilgileniyordu. 1914 yılı başında Filistin Araştırma Vakfı adına başka bir “bilimsel” inceleme gezisine katıldı. Gezi, gerçek Sina çölünde geçitlerin ve su kaynaklarının yerini belirlemek için yapılan bir askerî istihbarat çalışmasıydı. Sonra Kahire’deki Askerî İstihbarat Örgütü’nde görevlendirildi. Görevi Katül‘amâre’de İngiliz kuvvetlerini kuşatan Halil Paşa’yı kuşatmayı kaldırması için ikna etmekti. Halil Paşa’ya kuşatmayı kaldırması için 1 milyon sterlin rüşvet teklif ettiği iddia ediliyordu.



Aynı yıl Şerif Hüseyin ayaklanmasına katılmak üzere Cidde’ye yollandı. Yanında Bedevîlere dağıtılmak üzere çantalar dolusu para götürüyordu. Sonra Şerif Faysal’a danışmanlık yaptı, Siyonistlerle onun arasında arabuluculuk girişimlerinde bulundu. Uzatmayalım, İngiliz ajanı “Arabistanlı Lawrence” Osmanlının Arap Yarımadası’ndan sökülüp atılmasının kahramanlarından biri oldu. Muhammed b. Abdülvahab ile birlikte Vahabi-Suudi ARAMCO devletinin kurucularındandır.

***

Hasan El Benna bir 20. yüzyıl şahsiyeti. Mısır’da İhvan-ı Müslimin’in, namı diğer Müslüman Kardeşler’in kurucusu. 1928 yılında kurulan örgüt, siyasi eylemleriyle dini yardım işlerini bir arada yürüten çalışma modeliyle İslamcı hareketlere ilham verdi. Örgüt demokratik prensipleri desteklediğini söylese de aynı zamanda şeriatla yönetilen bir devlet düzeni hedefliyordu.

Müslüman Kardeşler’in kuruluşu ile Vahabi-Suudi Krallığının kuruluşu aynı döneme rastlar. Ortak özellikleri Kemalist Cumhuriyete düşmanlıklarıdır. Benna’nın hocası Raşit Rida, Mısır’da İngilizlerin desteğiyle yayınladığı “Işık Evi” dergisinde bu nefretlerini şöyle ifade etmişti: “Arabistan’da İbni Suud’un Vahabi hükümdarlığının oluşumuyla yeni bir umut yıldızı doğdu. İbni Suud Hükümeti, Osmanlının yıkılışı ve Türk hükümetinin dinsiz bir hükümete dönüşmesinden bu yana, bugün dünyanın en büyük Müslüman gücü olmuştur.” Raşit Rida’nın öğrencisi Benna da, Mısır’ın Suud Krallığı gibi bir rejimi benimsemesini istiyordu.



Almanya’da Naziler iktidara gelince Müslüman Kardeşler için yeni bir yol daha açılmış oldu. Yahudi düşmanlığı, Nazizm’e sempatilerini kolaylaştırmıştı. Benna, 1943’te bin kişilik bir milis oluşturdu. Hedef sinema ve tiyatroları bombalamak, Yahudilere saldırmak, solcu ve milliyetçilere suikastlar düzenlemekti. Örgütün dergisi “El Dava” kendine dört düşman seçmişti: Batı Hıristiyanlığı, Komünizm, Laiklik ve Siyonizm. Mısır, İhvan eliyle dönüştürülüyordu. Kadınların, erkeklerin kendilerine özgü kıyafetleri vardı. Kız öğrenciler İslam’a dönüşün işareti olarak türban ve uzun kara pardösüler giyiyorlardı. Üniversitelerde güçlendikçe örtünmeyen öğrencilere saldırılar başladı. Halka açık alanlarda toplu namaz gösterileri, Hıristiyanlara, türban takmayan kadınlara, sinemalara, tiyatrolara saldırılar yoğunlaştırıldı. 1940'lı yıllarda Mısır'da 500 bin üyesinin olduğu tahmin ediliyordu. Örgütün kontrolden çıktığını fark eden Mısır hükümeti 1948'de Müslüman Kardeşler'i yasakladı. Benna suikasta kurban gitti. İhvan artık yasadışıydı.

Nasır'ın Süveyş Kanalı’nı devletleştirmesinden sonra, 1954'te İngilizlerle işbirliği içerisinde darbeye kalkıştılar. Darbe başarısız olunca liderlerinin büyük bir bölümü Suudi Arabistan'a kaçtı. Binden fazla kardeş tutuklandı, altısı idam edildi.



Nasır'ın ölümünden sonra eski bir Müslüman Kardeş olan Enver Sedat dönemi başladı. Sedat’ın ilk işi Nasırcı bağımsızlıkçı politikaları terk edip ABD’ye yanaşmak oldu. Nasır döneminde hapsedilen Müslüman Kardeşler örgütü üyelerini serbest bıraktı. 

Gün döndü, devran değişti. Abdülvahab ve Hasan El Benna’nın inançlarının tuhaf bir sentezi üzerinde yükselen “kardeşler” Türkiye’de de iktidar oldu.
Ülkeyi yağmaladılar, yıktılar, sattılar. Suudi kralının arkasından yas tuttular, Mısır İhvanının şefi Mursi’nin arkasından ağıt yaktılar. Bilumum emperyalistlerle birlik olup Suriye’ye saldırdılar. Libya’ya İhvan kalıntılarını kurtarmaya koştular. Öyle utanmazlar ki anti-emperyalizm lakırdıları bile ediyorlar bunca koşuşturma arasında.

***

İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani, ABD saldırısında hayatını kaybetti dün. Dinciydi falan ama aynı zamanda hikâyede adı geçen bütün tiplerin Suriye’de yenilmelerinin de müsebbibiydi. Öldürülmesine en çok İslamcılar sevindi.

1744 yılındaki Vahabi-Suudi evliliğini bir başlangıç sayarsak aşağı yukarı 270 yıllık bir İslamcılık tarihi var önümüzde. Tek bir yerinde antiemperyalizm yoktur.



14 Ocak 2020 Salı

24 Ocak İşgale, Gericiliğe, Hukuksuzluğa ve Haksızlığa Başkaldırı Günüdür


27. Adalet ve Demokrasi Haftası etkinlikleri kapsamında Isparta Ulusal Güç Birliği bileşenlerince 25 Ocak 2020 Cumartesi günü Sn. Prof. Dr. Ahmet SALTIK’IN konuşmacı olarak katılacağı KONFERANS;
Ø   SALONUN GEREKÇE GÖSTERİLMEKSİZİN KULLANIMA KAPATILMASI,
Ø   ISPARTA DA KONFERANS YAPILABİLECEK SALONLARIN İSE DEĞİŞİK GEREKÇELERLE TARAFIMIZA TAHSİS EDİLMEMESİ NEDENİ İLE
Ø İPTAL EDİLMİŞTİR!


7 Ocak 2020 Salı

24 Ocak İşgale, Gericiliğe, Hukuksuzluğa ve Haksızlığa Başkaldırı Günüdür

Uğur Mumcu’nun katledilerek aramızdan alınışının 27. Yılındayız. 27.Adalet ve Demokrasi Haftası içinde aynı zamanda “hain tuzaklarla” aramızdan alınan Muammer AKSOY, Bahriye ÜÇOK, A. Taner KIŞLALI, Necip HABEMİTOĞLU, Gaffar OKAN ve daha onlarca devrim şehidini bir kez daha anıyoruz.


Uğur Mumcu ve devrim şehitlerimizi Saygı ve özlemle anmanın yetmediğinin, yetmeyeceğinin bilinciyle bu suikastların hesabının er geç sorulacağını unutmayacağız, unutturmayacağız.  

ISPARTA ULUSAL GÜÇ BİRLİĞİ BİLEŞENLERİ