26 Ocak 2019 Cumartesi

Diyanet'in Yalanı


Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ücretsiz dağıttığı kitapta “Seküler alanlarda yüksek tahsil yapmanın dini inanç ve ibadetler üzerinde olumsuz etki yaptığı tespit edilmiştir” denildi.
Gerçekten öyle mi?
Din öldürmeyi, hırsızlık yapmayı, yaralamayı yasaklar.
Diyanet’in iddiası doğruysa “eğitim seviyesi yükseldikçe suç oranlarının artması” gerekir.
Suç
İlkokul (yüzde)
İlköğretim(yüzde)
Lise ve dengi Meslek Okulu(yüzde)

Hırsızlık
17.7
47.3
12.3

Yaralama
22.1
37.1
19.8

Öldürme
19.2
29.6
22.1

Suç
Okuryazar değil(yüzde)
Okuryazar diplomasız(yüzde)
İlköğretim (yüzde)
İlkokul(yüzde)
Hırsızlık
23.4
33.1
22.5
15.8
Kaynak: TÜİK
 AKP İktidara geldiğinden bu yana neredeyse Anasınıflarında bile “din eğitimini” zorunlu kıldı. Eğitim kurumlarını “imam hatip” okullarına dönüştürdü. Eğer Diyanet in iddiası doğruysa “suç oranlarının düşmesi” gerekirdi. Ama tam tersi olmuş.  
Yıl
2002
2017
Hükümlü ve Tutuklu sayısı
59.512
232.940
BAŞKACA BİR YORUMA GEREK VARMI?


24 Ocak 2019 Perşembe

ISPARTA ULUSAL GÜÇ BİRLİĞİ* 26.Adalet ve Demokrasi Haftası Ortak Basın Açıklaması


Uğur Mumcu’nun katledilerek aramızdan alınışının 26. Yılındayız. 26.Adalet ve Demokrasi Haftası içinde aynı zamanda “hain tuzaklarla” aramızdan alınan Muammer AKSOY, Bahriye ÜÇOK, A. Taner KIŞLALI, Necip HABEMİTOĞLU, Gaffar OKAN ve daha onlarca devrim şehidini bir kez daha anıyor ve arıyoruz.
Onlarca devrim şehidimiz arasında Uğur Mumcu’nun öldürülmesi suikastlar silsilesinin sembol olayı olarak öne çıkıyor. Bu siyasi suikastlar silsilesi, Türkiye'de işbirlikçiliğin, dinci gericiliğin; solun, Kemalizm in toplumsal etkisini kırmak, toplumsal muhalefeti etkisiz, eylemsiz,  toplumsal direnişi öndersiz, öncüsüz bırakmak için yaptığı, yaptırdığı veya kullandığı cinayetler olarak bir bütünlük taşıyor. Uğur Mumcu ve diğer devrim şehitlerimizin katilleri, gerçekte içeride uzantıları olan ULUSLARARASI bir PROJENİN YÜRÜTÜCÜLERİDİR. 100 yıllık cumhuriyet tarihimizde darağaçlarında sallanan yüreklere, kurşunlanan, ateşe verilen canlara, zindanlarda çürütülen onurlu direnişçilere ne yapıldıysa her biri bu projenin can yakıcı birer parçasıdır.

Bu uluslararası projenin yürütücüleri ve içimizdeki uzantıları;“ sağlıklarında büyük devrimcileri ardı arkası kesilmez kıyıcılıklarla ödüllendirirler; öğretilerini en vahşi düşmanlık, en koyu kin, en taşkın yalan ve kara çalma kampanyalarıyla karşılarlar.
Ölümlerinden sonra, büyük devrimcileri zararsız ikonlar durumuna getirmeye söz uygun düşerse azizleştirmeye, ezilen sınıfları “teselli etmek” ve onları aldatmak için adlarını bir hale ile süslemeye çalışırlar. Böylelikle, devrimci öğretileri içeriğinden yoksunlaştırılır, değerden düşürülür ve devrimci keskinliği giderilir.”
Bu durum Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, Uğur mumcu ve diğer devrim şehitlerimizin bedensel varlıklarının aramızdan alınmasından daha BÜYÜK SUİKAST eylemidir.
Ama unutulmamalı “ölen ve öldürülenlerle birlikte fikirleri de ölse ve öldürülse, bugün dünya hâlâ orta çağ karanlığı içinde kalırdı”. Oysa insanlık her gün ışığa, aydınlığa ve uygarlığa doğru, dünden daha hızlı koşuyor.
Bugün Türkiye’nin 150-200 yıllık demokrasi bikrimi, görkemli Kemalist devrimin ve 100 yıllık cumhuriyet kazanımları tümüyle sıfırlanma noktasına gelmiştir
Bu sonuç yalnızca sayıları 3-5 bini geçmeyen ihanet erbabı işbirlikçinin becerisinden değil, bu kazanımları koruma iddiasında olan sorumluluk almak yerine işi oluruna bırakan, “bir şeyin aslını öğrenmeden eleştirisini öğrenen” kitlelerin kayıtsızlığının, duyarsızlığının ve hareketsizliğinin sonucudur.  Kayıtsızlık irade yitimidir, asalaklıktır, korkaklıktır. Kayıtsız olmak yaşamamaktır. Kayıtsız, duyarsız kalmanın, olup bitenlere seyirci olmanın bedelini dinci faşist diktatörlüğün baskı, zulüm, hukuksuzluk örgüsü içinde yaşamakla ödüyoruz.
Adını doğru koyalım. Bugün yaşanan “başkanlık” değil din ambalajı ile örtülmüş faşist bir diktatörlüktür. Faşist diktatörlükler ise doğası gereği “insanlık suçu” işlemekten sabıkalıdırlar.
Bu faşist diktatörlüğü, bitmiş siyasi ömrünü ülkenin kaderiyle birleştirmeye çalışarak tehlikeli bir kumar oynayan bir despotun kaprisleriyle eşleştirmek aymazlığın, sapkınlığın ötesinde Devrimci mücadeleyi sırtından hançerlemektir.
İkiz ihanet sözleşmeleri, Avrupa birliği Anayasası, Yabancı sermayeye ülkenin tüm kaynaklarının açılması, Özelleştirmeden taşeronlaştırmaya ve giderek emeğin kölece istihdamı,  kamu çalışanlarının güvencesizleştirilmesi, kıdem tazminatı gibi kökleşmiş hakların gaspı,  Yeşil Yol projesi, üçüncü köprü, ulusal tarımın yerle yeksan edilmesi, sendikaların, kooperatiflerin işlevsizleştirilmesi, Ekonomik ve siyasi egemenliğin uluslararası güçlere peşkeş çekilmesi ile ilgili yasalar, İç Güvenlik Yasası ve daha onlarca ihanet düzenlemeleri bir despotun hırsını tatmin etmeye mi yönelikti?
Şunu unutmayalım; Küresel Sermaye ile bütünleşmiş yerli sermaye sınıfı artık ulusun, ulusal güçlerin bir parçası değil, Uluslararası egemenlerin Türkiye de örgütlenmiş eşgüdüm merkezleri, yağmacı Batının acenteleridir.
Batılılar, Pazar paylaşımlarının, tekelleşmenin, özelleştirmenin, yağmanın üzerini örtmek, gerçekleri gizlemek adına, İtalya ve Almanya da Faşist diktatörlüklerin kurulmasını ve dünyayı kan gölüne dönüştürülmesine Mussolini ve Hitler’in “çılgın hırslarının” ve “demokrasiden yoksunluğun” yol açtığı yalanını söylediler.
Türkiye de aynı oyun, aynı yöntem ve söylemlerle bir kez daha sergilenmektedir. Bu durum otuz yıl önceden Uğur Mumcu tarafından uyarılmış olmasına karşın, toplum tuzağa düşmeyecek uyanıklığı gösterememiş, yıllarca içinde bulunduğu aymazlık çukurundan çıkamayıp, olduğu yerde debelenmeye devam etmektedir.
Eğer bizler Uğur Mumcuyu anmanın yanı sıra ANLAYABİLSEYDİK, ANLATABİLSEYDİK bu kanlı kirli tuzaklara düşmeyecek Kemalist devrimin aydınlığını, gönencini yaşıyor olacaktık.
Sistem sahiplerinin tüm hokkabazlıklarına, işbirlikçilerin tüm baskı ve zulmüne karşın bu oyunu bozacağız. Meşruiyetimizi haklılığımızdan alarak çıktığımız yolda, zebaniler kızacak diye yöntemimizi değiştirecek veya onlara şirin görünme hesapları yapacak değiliz. Diğer bir anlatımla, düzenin sahipleri ve sarayın kapıkulları kılıcı zaten çekmiş durumdalar, bizlerin çekeceği kılıçlar için yapılacak meşruiyet tartışmalarına itibar edilmemeli ve yaşamın her alanında gereken yapılmalıdır.
Emperyalizmin dümen suyuna girmiş, iktidarı ele geçirmiş egemenlerin belirlediği meşruluk anlayışı, “tek kişi yasalarını” temel alırken, çoğu zamanda bu yasaları bile tanımazken, Kemalist devrimciler için meşruluk; doğru ve haklı olanın, Kemalist devrimin ve halkın çıkarına olanın savunulmasıdır. Bunun için savaşım verilmesidir.
Kemalistleri haklı ve meşru kılan; tüm kurumlarıyla işgal edilmiş bir sistemin vereceği “icazet” değil, işgale, gericiliğe ve haksızlığa başkaldırının, Kemalizm’in vazgeçilmez bir gereği ve önkoşulu olmasıdır.
Uğur Mumcu ve devrim şehitlerimizi Saygı ve özlemle anmanın yetmediğinin, yetmeyeceğinin bilinciyle bu suikastların hesabının er geç sorulacağını unutmayacağız, unutturmayacağız.    SAYGILARIMIZLA
*ISPARTA ULUSAL GÜÇ BİRLİĞİ PLATFORMU

1.Alevi Kültür Derneği Isparta Şubesi
2.Cumhuriyet Halk Partisi Isparta İl Örgütü
3.Cumhuriyet Kadınları Derneği Isparta Şub.
4.Eğitim-İş Isparta Şubesi
5.Eğitim-Sen Isparta Temsilciliği
6  Türkiye Gençlik Birliği Isparta Şubesi
7     Türkiye Emekli Astsubaylar Derneği Isparta Şb
8  Ulusal Eğitim Derneği Isparta Şubesi
9   Vatan Partisi Isparta İl Örgütü
10 Y.Kuşak Köy Enst. Dern. Isparta Şubesi






20 Ocak 2019 Pazar

“SUKİN SİN!..” (1)


Birleşen bölge ülkeleri karşısında Suriye'den geri çekilme kararı almak zorunda kalan Amerika Birleşik Devletleri, giderayak Türkiye'yi tehdit etti:
“Türkiye Kürtlere dokunursa ekonomik olarak mahvederiz” dedi. (2)
Bunca olandan sonra, “Dış politikada destan yazıyoruz. ABD'nin Suriye'den çekilme kararı bunun göstergesi” diyerek övünen Reis'in, hala Amerika'da umudu mu var, yoksa “devlet aklı” öyle gerektirdiği için mi bilinmez ama Trump'ın tehdidine, “Üzdü bizi” şeklinde yanıt vermesinin (3) tüm bölge halklarını üzdüğü kesindir...
Bu gelişmenin ardından Trump'ın, 20 millik (yaklaşık 32 km) “güvenli bölge” teklifi şaşırtıcı olmasa gerekir.
Uzmanlar, “güvenli bölge”yi kabul etmenin, PPK/PYD'yi dolaylı kabul etmek sonucunu doğuracağı, dolayısıyla Fırat'ın doğusuna operasyon yapılmasının daha isabetli olacağı konusunda neredeyse hemfikirdirler...
***
İsteğini yerine getirmezsek, ABD, Türkiye'yi ekonomik olarak mahvedebilir mi?
Bu soruya yanıt vermeden önce, ekonomimizi; namlusu bize dönük, emniyeti açık, tetiğinde düşman parmağı olan öldürücü bir silaha nasıl dönüştürdük, ona bakmamız gerekiyor:
Dünya Bankası eliyle -zamanı geldiğinde- ekonomik yönden Türkiye'nin çökertilmesi hazırlıkları taa 19 Şubat 2001'de başladı.
Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'in, bir gece yarısı Başkan George Bush'u arayıp, para işlerinde yardımcı olmasını istemesi üzerine, Dünya Bankasında Kemal Derviş'in gönderilmesi, yanına yardımcı olarak 57. Hükumette Devlet Bakanı olan Fikret Ünlü'nün kızı Oya Ünlü Kızıl'ın (4) gelmesi ve sonunda Derviş'in, Türk halkına yutturduğu “demir leblebi”lerin etkileri, bugün karşımıza öldürücü bir silah olarak çıkmıştır.
O tarihlerde “üreticiyi doğrudan destekleme” adı altında, çiftçiye dönüm başına 8-9 dolar ödenmesine karar verilmiş ve bu iş için Dünya Bankasından 600 milyon dolar alınmıştı...
Dönüm noktası burasıdır...
***
Bir yıl sonra, Şubat 2002'de, Dünya Bankası memurlarından Mr. Lyn, bu paranın çiftçilere verilip verilmediğini “denetlemek” üzere Türkiye'ye geldi!..
Tıpkı bir Düyun-u Umumiye memuru gibi, Devletin ve ilgili kurumların defterlerini gözden geçirdi; köylere kadar giderek durumu yerinde gözlemledi, hatta köylülere bir “fax” da hediye ederek, Devletten bir yakınmaları olursa Dünya Bankasına bildirmelerini söyledi... (5)
O gün başlayan uygulama, 16 yıllık AKP iktidarında da değiştirilmeden devam etti; üretim yapıp yapmadığına bakılmaksızın, tapusunu ibraz eden herkese bu “destek” verildi.
Köylü önce tembelliğe alıştırıldı!
Bu kadarla kalsa iyiydi:
Mazot, gübre, enerji, sulama, traktör vb. gibi maliyeti etkileyen unsurlarda, çiftçi desteklenmediği için, zamanla temel tarım ürünleri, bizdeki maliyetinin altında ithal edilmeye de başlandı.
Dolayısıyla çiftçinin tarlasını ekmesi “zararlı” bir iş haline gelmeye başladı.
Tarım ve hayvancılık ülkesi olan Türkiye'de, tarım ve hayvancılık bu yanlış politikalarla adım adım bitirildi...
***
Türkiye'nin önüne bu düşmanca projeleri Dünya Bankası koyuyordu.
Asıl acı olan; bu ihanet projelerini savunan ve uygulanmalarını zorunlu gösterenler arasında, Türk “uzmanlar”ın (6) da bulunmasıydı.
NED, (7) gibi uluslararası vakıflarda kotarılıp, uluslararası forum ve sempozyumlarda ambalajlanarak tuzağa düşürülen ülkelere dayatılan bu görüşleri, mevcut hükumetler uygulayarak iktidarlarını sürdürmekte ısrar ediyorlardı!
Emperyalistler, ulusal bağımsızlıkçı sendikal hareketleri zayıflatmak ve yeni tür bağımlı sendikalar kurmak ya da var olanları yönlendirmek üzere, eski anti-komünist sendikacılığın merkezini (AFL-CIO), (8) yeniden işbaşı yaptırdılar.
NED'e bağlı dört çekirdek örgüte (9); siyasal eğitim, parti içi eğitim, seçmen yönlendirme eğitimi, anayasa yapımcılığı, yerel yönetimlerde özelleştirme, NGO (Hükumet dışı örgütler-sivil toplum kuruluşları-kitle örgütleri) örgütlenmelerinde (10) ve genel seçimleri denetleme girişimlerinde rastlıyoruz. (11)
Bu tür faaliyetlerin bayraktarlığını hangi siyasi parti ve kuruluşların yaptığını artık çok iyi biliyoruz.
Emperyalistler ülkeleri çökertme çarkını bu şekilde kurduktan sonra, kendilerine göbekten bağımlı ve aynı zamanda da aşırı siyasi ihtiras sahibi olan siyasetçileri, iktidara gelmeleri için destekliyor, ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar.
Bu şekilde iktidara gelenler, zamanı geldikçe çeşitli anayasal ve yasal suçları işlemeleri için adeta teşvik ediliyorlar.
İktidardan düşmeleri halinde başlarının iyice belaya gireceği kesin olan tuzağa düşmüş siyasiler, iktidarda kalabilmek için her türlü tavizi vermeye mecbur bırakılıyorlar.
Üretim bitirildiği için sürekli borçlanarak ekonomiyi çevirmek zorunda olan yöneticiler; zaman içerisinde Türkiye'nin dış borcunu 457 milyar dolara kadar yükselttiler. (12)
Borçları ödemek şöyle dursun, faizlerini ödeyebilmek için varımızı yoğumuzu satmak zorunda kaldık!
Bu hesapsız özelleştirmeler sonunda, işi Tank Palet Fabrikasının devredilmesine kadar getirdik...(13)
Kurbanlık sığırdan ve samandan vazgeçtik; gümrük vergisi yüzde 49,5 olan kuru soğanı bile sıfır gümrükle ithal etmek zorunda kaldık... (14)
Sıfır gümrükle; buğday, arpa, mısır, pirinç, kuru baklagiller ve domates ithali için TMO'ya yetki verilmesi, ekonomimizin durumunu göstermektedir.
Bir zamanlar domates ihraç ederek fabrikalar kuran Türkiye, şimdi fabrikalarını satarak domates ithal ediyor...
***
Askeri olarak Suriye'de yenilen ABD, bu koşullar altındaki Türkiye'yi, şimdi “ekonomi silahı” ile tehdit ediyor.
Suriye'nin kuzeyinde uydu bir Kürt devletini bu şekilde kurabileceğini umuyorlar...
Tarlalarımız ekili olsaydı, çiftçinin ambarında tahılı dolu, ahırında hayvanları bulunsaydı; (15) Cumhuriyet tarihi boyunca tüm kazanımlarımızı borçlarımızın faizlerini ödeyebilmek için yok pahasına satıp savmasaydık, Trump ekonomimizi mahvetmekle bizi tehdit edebilir miydi?
Elbette ki hayır...
1974 yılında 1 kg buğdayla 1 lt mazot alınırken, 2019 yılında ancak 6 kg buğdayla 1 lt mazot alınabilmekteydi.(16)
Bu yakıcı tespit, düzlüğe çıkışımızın yolunu da göstermektedir.
Reis, ABD'nin 32 km.lik “güvenli bölge” dayatmasına, “Eyyyy Amerika!” diye ağzını açtıktan sonra, Boris Yeltsin'in ifadesi ile “Sukin sin” ya da aynı anlama gelecek şekilde “Sen kimsin?” diyerek gürlemez miydi?..
O günleri görmek dileğiyle...
CEMİL CAN·20 OCAK 2019 PAZAR
DİPNOTLAR:
(1) O...pu çocuğu.
(4) Oya Ünlü Kızıl, TED ve ODTÜ'den sonra, Erdal İnönü'nün yazdığı referans mektubuyla ve Milli Eğitim Bakanlığı bursu ile ABD'de Georgetown Üniversitesi'ne gitmiş fakat zorunlu hizmet için geri dönmemiştir. Kemal Derviş tarafından Dünya Bankası'na alınmış, Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölümünde 3 yıl Portföy Yöneticiliği yapmıştır. Derviş'in değişmez takım üyelerindendir.
(5) Mustafa Yıldırım, Sivil Örümceğin Ağında, s.33)
(6) Doğu Ergil, Ergün Özbudun, Filiz Esen, Ayşe Yırcalı, Zeyno Baran vb. gibiler...
(7) NED, National Endowment for Democracy-Ulusal Demokrasi Fonu, 1983 sonrasında ABD Kongresinin onayıyla kurulmuştur.
(8) AFL-CIO, American Federation of Labor and Congress Industrial Org.
(9) NED'e bağlı çekirdek örgütler de oluşturuldu: Yabancı ülke insanlarına ve partilerine ORTADAN ve SAĞDAN yaklaşmak üzere ABD'nin Cumhuriyet Partisi tarafından IRI (International Republicon Institue-Uluslararası Cumhuriyet Enstitüsü) adında bir örgüt, SOLDAN yaklaşmak üzere Amerikan Demokrat Parti tarafından NDI (National Demorcacy Institue-Ulusal Demokrasi Enstitüsü) adında ikinci bir örgüt kuruldu. İŞ YAŞAMI ve TİCARET ERBABI ile ilişki kurmak üzere de Amerikan Ticaret Odası'nca CIPE (Center for International Private Enterprise-Uluslararası Özel Girişimciler Merkezi) adı verilen üçüncü bir örgüt kuruldu.
(GAO/NSID-86-185 The National Edwonment ford Democracy, p.23-24)
(10) NGO, Non Govermental Organzation-Hükümet Dışı Kuruluşlar.
(11) Mustafa Yıldırım, Sivil Örümceğin Ağında, s.27
(15) Ekili alanlarımızın miktarı son 15 yılda 265 milyon dekardan 233 milyon dekara geriledi; buğday ekim alanlarında 22 milyon, arpa ekim alanlarında 13,5 milyon dekar azalma oldu. Son 16 yılda 53,5 milyon ton buğday ithal ettik, karşılığında 13,8 milyar dolar ödedik. Gübre fiyatları yüzde 300 zamlandı. Mazot fiyatı 6 lirayı geçerek a neredeyse benzinle eşitlendi. Ülkemizde kayıtlı 2,1 milyon çiftçi var; yüzde 95'i borçlu. Borç miktarı 100 milyar doların üzerindedir.



18 Ocak 2019 Cuma

100. yılında yeniden millî mücadele..


Türkiye ağır ekonomik, siyasal, sosyal sorunlarla 2019 yılına girdi...
Sorunlar büyük ancak çözümsüz değil... Türkiye'nin kuruluş felsefesi, kurtuluş ve kuruluş destanı yaklaşık bir insan ömrü mesafeden bize yol gösteriyor...
Hatırlayalım;
Sömürgeci "yenilmez" ülkelerin vatanımızı işgaline karşı bir avuç cesur yürek, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde Türk Kurtuluş Savaşı'nın ateşini 100 yıl önce yakmıştı.
Eşi olmayan bir mücadele ile cephelerde kazanılan zaferi büyük Atatürk, Cumhuriyet ile taçlandırmış, çağının ötesinde bir ulus ve ülke inşa etmeyi başarmıştı.
Atatürk'ün tek bir devrimi bile bir insanın ölümsüz olması, tarihe geçmesi için yeterliydi...
Destansı cephe savaşları ve ardından gelen cehaletle savaş...
*
Lütfen gözlerinizi kapatıp düşünün... Sadece 19 yılda Atatürk ne yapmış?
* Çöken bir İmparatorluğun en geri bırakılmış, en yoksul vatan evlatları ile verilen kurtuluş mücadelesini kazanmış,
* memleketin dört bir yanında dünyanın süper gücü olan devletlerin ordularına tek tek boyun eğdirmiş,
* Türk devletlerinin sonu anlamına gelen, Türk Milleti'ni tarih sahnesinden silen Sevr anlaşmasını emperyalist devletlere yedirmiş ve yerine son Türk devletinin tapusu olan Lozan'ı imzalatmış,
* ülkeyi düşman postallarından temizlerken çağdaş uygar toplumun ve devletin temellerini atmış, cephede savaşırken TBMM'yi kurmuş,
* barışın ardından, ikinci büyük savaşı olan cehaletle mücadeleye başlamış; iğne ile oya örer gibi, çelikten ilmiklerle; eğitimde, sağlıkta, ekonomide, sosyal yaşamda her biri dünyada eşi olmayan devrimleri gerçekleştirmiş,
* sıfırdan bir ülke kurmamış; dağılmış bir imparatorluğun tüm borçlarını, sorunlarını, geri kalmışlık yükünü de omuzlayarak, her alanda kangren olmuş bir çöküntüyü tedavi ederek ilerlemiş...
Atatürk'ü, silah arkadaşlarını ve aydınlanma savaşçılarını, yazmaya, anlatmaya sayfalar yetmez...  Ben süreye dikkatinizi çekmek istiyorum. Sadece 19 yıl...
*
100 yıl önce memlekette lise okuyabilen kız öğrenci sayısı 230'du mesela!
100 yıl önce işçi sayısı 10'dan fazla olan yerli işyeri sayısı 15 bile değildi!
Ticaret, finans, sanayi, fabrikalar, madenler, demiryolları, limanlar...  yabancılara aitti...
Atatürk bu topraklara ait olması gereken her şeyi millîleştirmiş, milletin emrine, hizmetine, işletmesine sunmuştur...
Sadece 19 yılda...  Nazım'ın dizelerindeki gibi; "soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen" kadınlarımız özgürleşmiş; Cumhuriyet kadınları sanatta, sporda, bilimde çığır açmıştır...
*
Millî mücadelenin 100. yılına girdik... 2019'u bu derin anlamı ile karşılamalı, yaşamalı ve ona göre hareket etmeliyiz...
Atatürk'ün mucizevi uygarlık savaşı ve ekonomik devrimleri "mirasyedi" iktidarlar tarafından her geçen yıl aşındırıldı...
İleri gitmek; cesaret, azim, kararlılık gerektirir... Siyasetçiler kolay olanı tercih ettiler! Dış destekli karşı devrimin kölesi oldular...
Seçim kazanmanın, sandıktan çıkmanın "gericileşmekle", "lümpenleşmekle" mümkün olduğuna kendilerini inandırdılar...
Lümpen kadrolar, cahil cesareti ile siyasi makamları; belediyelerden, bakanlıklara kadar ele geçirdiler... Bu ülkenin aydınlık insanları yalnızca izlemekle yetindi... Siyaset bataklıktı ve çamura bulaşmak istemediler!
Oysa kötülüğün zaferi; iyilerin yalnızca seyirci kalması ile mümkün olabilir...
Ekonomik ve askerî darbeler aydınlanmacı kadroları dağıttı. Sömürgeciler; sağcı-solcu, ulusalcı-milliyetçi, Alevi-Sünni diyerek toplumu mikronlarına ayırdı.
AKP iktidarı bu ülkenin en büyük harcı olan Atatürk sevgisi ve kurucu felsefenin üzerine beton dökmeye kalktı! Cemaatler hortladı... En öne çıkanı darbe ile memleketi ele geçirmeye çalıştı.
*
AKP 16 yıldır kesintisiz şekilde iktidarda... CHP'de genel başkanlık ortalama süresi de 10 yıldan başlıyor...
Bu uzun sürelerde neler yapılabilirdi? Atatürk Türkiyesi'ni yaşatmak ve daha ileriye taşımak görevini üstlenen siyasi kadrolar görevlerini ne derece yerine getirebildi?
Önlerine çıkan engeller nelerdi? Neden başarısız oldular?
Atatürk'ün 19 yılda yaptıklarına bakıldığında 10 yıllık, 15 yıllık süreler bu ülkenin yoksul, yoksun çocukları için büyük kayıp yılları değil mi?
Halk sadece güvenmek istiyor... liderin ne namaz kılması, ne şarap içmesi... sadece güven...
2019'da bu güveni verecek kadrolar öne çıkmalı, Atatürk gibi düşünüp, Atatürk gibi mücadele etmeli...
Kıskaca alınmış Türkiye BOP'a sürüklenirken, hiçbir bahane başarının yerini tutmayacak...
Kaynak Yeniçağ: 2019; 100. yılında yeniden millî mücadele.. - Tuncay MOLLAVEİSOĞLU


17 Ocak 2019 Perşembe

“ÜZGÜNÜM”



Sizlere tarihten bir yaprak sunuyorum.
Cumhurbaşkanı Atatürk, Çankaya Köşkü’ndedir.
İtalya Devlet Başkanı Faşist Benito Mussolini’nin elçisi Köşk’e gelir.
Elçi, Mussolinin’nin isteğini iletir:
“Antalya’yı istiyoruz!”
Atatürk, elçiden birkaç dakika izin isteyerek odadan çıkar.
Üzerindeki sivil giysileri çıkarmış, Mareşal üniformasıyla geri döner.
Mussolini’nin elçisi bunu görünce hemen konuyu değiştirir…

Aradan bir süre geçer.
Mussolini, İtalyan ordularının yeni fetihlere hazır olduğu propagandasını yapmakta, dünyaya sürekli bunu duyurmaktadır.
Roma’da, Türkiye Büyük Elçiliği önünde, Mussolini’nin adamları tarafından düzenlenen bir gösteride İtalyan öğrenciler sloganlar atarlar:
Antalya İtalya’nındır!”, “Antalya’yı İstiyoruz!
Konu Atatürk’e iletilir.
Atatürk, İtalya’nın Ankara büyükelçisini çağırır ve şöyle der:
“Haber aldığıma göre Roma’da bazı öğrenciler elçiliğimiz önünde gösteri yapmışlar, Antalya’yı istemişler. Antalya bir sigara paketi midir ki, elçimiz cebinden çıkarıp versin! Antalya buradadır. Buyurun, alın!”
Atatürk, İtalyan elçisi aracılığıyla Mussolini’ye bir öneri gönderir:
“Ekselans Mussolini’ye teklifim şudur: Askerlerinizi Antalya’da kıyıya çıkarınız, savaşalım! Savaşı kim kazanırsa Antalya onun olsun!”
Bir daha Faşist Mussolini’den de, İtalyanlardan da ses çıkmaz…

Değerli Dostlar,

13 Ocak 2019 günü ABD Başkanı Donald Trump, Fırat’ın doğusuna askeri harekât hazırlığı içinde olan Türkiye’yi şöyle tehdit etti:
“We will devastate Turkey economically if they hit the Kurds”
Türkçesi:
“Eğer Kürtleri vururlarsa Türkiye’yi ekonomik olarak mahvedeceğiz!”
Bu ağır tahdit karşısında Türk halkı, Başkan Recep Tayyip Erdoğan’ın çok keskin ve kesin bir tepki vermesini beklediler.
15 Ocak 2019 günü Recep Tayyip Erdoğan tepkisini tek sözcükle açıkladı:
“Üzgünüm”

Değerli Dostlar,

Herkes cumhurbaşkanı olabilir.
ABD’nin en sadık uşağı Turgut Özal da cumhurbaşkanı olabilir, Türkiye’yi “mahvetmekle” tehdit eden sömürgeci ABD’nin başkanına sadece “üzgünüm” diyen Recep Tayyip Erdoğan da cumhurbaşkanı olabilir.
Siz, ne sandınız?
Atatürk olmak o kadar kolay mı sandınız?

Yılmaz Dikbaş
16 Ocak 2019, Çarşamba
0532 233 31 52

Kaynaklar: 1. Münir Hayri Egeli, “Atatürk’ten Bilinmeyen Hatıralar”, Ankara, 1959
2. Ahmet Gürel, “Atatürk’ten Gençliğe Unutulmaz Anılar”, Mayıs 2009

Mutlaka Bir Gün


Evlerden, apartmanlardan, ahırlardan, stadyumlardan, metruk binalardan  “hayali seçmen” fışkırıyor.
YSK’nın  “Mühürsüz oyları” yani “hayali oyları” geçerli sayması genel geçer kural olmuş,
Hayali seçmenlerin rahat rahat ve birkaç sandıkta birden oy kullanabilmesi için “Parmak boyası” kaldırılmış,
Daha önceki seçimlerde “İktidarın kaybettiği seçimleri kazandıran” YSK’nın 6 üyesinin görev süresi seçim nedeniyle bilinçli ve kasıtlı olarak uzatılmış,
Tarafsız olması gereken cumhurbaşkanı seçim meydanlarında muhalefete ağıza alınması bile utandırıcı söylemlerle saldırıyor.
Devletin Vali, kaymakam ve hatta muhtarları İktidar partisinin İl-İlçe- başkanlarından daha eylemli olarak iktidar partisi için çalışıyorlar.
Yargı “iktidar partisinin her söylemini” Anayasa ve hukuk kuralı olarak kabul eder hale gelmiş,
Medya neredeyse tümüyle iktidarın hizmetinde,
TBMM Başkanı Devlet gücünü arkasına alarak Belediye Başkanlığına aday,
TBMM hileli bir referandum sonunda “etkisiz, eylemsiz, yetkisiz, işlevsiz” kılınmış
Özetle siyasal iklime “TAM HUKUKSUZLUK”, “TAM ANAYASASIZLIK”, “TAM DEVLETSİZLİK” egemen olmuş durumda.
Muhalefet “başlamadan kaybettiği seçimlerde” her şeyin “Anayasaya, yasalara, hukuka, uygun” olduğu algısını tüm topluma yerleştirme, benimsetme, kabullendirme kaygısında, oluşabilecek toplumsal direnişin önüne barikat kurmak için var gücüyle çalışmakta.
2019 Yerel seçimleri bu koşullar altında yapılacak.
Bir kez olsun kendi özlerine dönüp “Cumhuriyetçi, halkçı, devletçi, ve de en önemlisi devrimci” bir duruş sergileseler, bu toprakların üzerinde yaşayanlar tıpkı 1919’larda olduğu gibi kendilerini bağırlarına basacak ve yüceltecek.
Bir kez olsun biz bu “TAM HUKUKSUZLUK”, “TAM ANAYASASIZLIK”, “TAM DEVLETSİZLİK” KOŞULLARINDA BU SEÇİMLERE KATILMIYORUZ!” diyebilseler, bastırılmış, susturulmuş, sindirilmiş çoğunluğun ayağa kalkması için bir ışık yaksalar, tarih onları dinci faşizme karşı direnişleri nedeniyle kutsayacak.
 “Umudun var mı?” derseniz, onu hiç yitirmedim. Belki bu gün değil ama “mutlaka bir gün” direnip kazanacağız.


Mahmut ÖZYÜREK

16 Ocak 2019 Çarşamba

HAYALET SEÇMENLER, ÇETE OLARAK ÖRGÜTLENMİŞ MUHTARLAR VE BASİRETSİZ MUHALEFET LİDERLERİ


Metruk evler, mezarlıklar, ahırlar... Her yerden seçmen fırlıyor. Bugün 165 yaşında bir ninenin kaydı çıktı. Allah rahmet eylesin. Ninemiz vefat ettiğinde Abdülhamid padişahtı belki de. Kısacası bu seçim sürecine "hayalet seçmen" kavramı damga vurdu.

Gazetede her seçimden sonra hayalet seçmenler ve diğer seçim hileleri üzerine basit istatistik kanıtlardan yola çıkarak makale yazma görevi bana düşer. Hayalet seçmen kavramı bana ait demiyorum ama benden önce kim kullandı hatırlamıyorum. Her seçimden sonra muhalefet bozgun havasında olduğu için, liderler "adam kazandı" deyip tüydüğü için ısrarla bu konuyu gündeme getirme görevi Türk Solu'na düşer.

Her seçimden sonra aktroller bu makalelerime twitter da saldırdı. Bir de istatistikten bihaber sözde muhalifler. Aktroller kudurmuş gibi doğrudan küfür eder. Bunlar küfür ettikçe hedefi vurduğumu anlarım. Hayalet seçmen konusu kilit bir konudur. Çokbilmiş (istatistiğin temel kuralları hariç çokbilmiş) sözde muhalifimiz ise "kendinizi kandırmayın, halk böyle oy verdi, muhalefet kendine baksın" diye atar tutar. Bunlara artık kısaca "adam kazandı"cı bozguncular diyorum.

Oysa bu "keskin muhalif"lerin söylediklerinin tersine AKP'den çok muhalefet partilerinin yönetimini eleştirmek için yazılmış makalelerdi bunlar. AKP hırsız. Hırsız hırsızlığını yapacak. Oy hırsızlığı da buna dâhil. Asıl CHP, önceden MHP ve şimdi İyi Parti yönetimleri halka karşı görevlerini yerine getirmeyen partilerdi. Çünkü onlar mücadele verirse bu hırsızlık çetesi seçim gecesi sandıklara çökemezdi. Son seçimde MHP de bu çeteye katıldı.

Hayalet seçmen kavramı şimdi çok yaygın kullanılıyor. Konuyu çok uzatmadan bu kavramdan yıllardır ne kastettiğimi özetleyeyim: Kısacası Türkiye'deki seçmen sayısı nüfus artış hızından çok daha hızlı artmaktadır. Buna "AKP mucizesi" (!) de diyebiliriz. Ve bu eğilim yer yıl artmaktadır. Basit formülü de yeniden yazayım.

Hayalet Seçmen = (Bugünkü seçmen artış sayısı) - (18. yıl önceki nüfus artış hızı)

Ben akademisyen değilim. Bu basit formül elbette düzeltilmeli, iç göç, dış göç, Suriyeliler, yeni vatandaşlar vs. hepsi hesaba katılmalı. Örneğin hayalet seçmen kadar sahte "vatandaş"lar yani Suriyeli seçmenler meselesi de öne çıkmaktadır artık seçim hilesinde. Ancak Hayalet Seçmen sayısı yine de milyonların altına inmez.

Şimdi burada gözümüzün önünde olan üç olayı not ediyorum. Yineliyorum. Hırsızları değil muhalefeti eleştireceğim ve hatta suçlayacağım.

1. Olay: Adam saraya muhtarları topladıkça işi espriye şakaya vurduk. Oysa burada bir oy hırsızlığı çetesi örgütlendi. Hem de bizim sırtımızdan. Muhtarlar gezdirildi, tozduruldu, pavyonlara götürüldü. Yetmedi Avrupa'ya fuhuş turizmine bile götürdüler adamları. Bayii toplantısı gibi. Cep telefonları, tabletler, türlü türlü "hediye"ler dağıtıldı. Bu toplantılara gitmeyi reddeden, hediyeleri kabul etmeyen dürüst muhtarlar üzerinde kaymakam ve valiler kanalıyla nasıl büyük baskılar kuruldu bir bilseniz.

Peki, biz ne yapıyorduk bunlar olurken? Gülüp, dalga geçiyorduk. Adama bak muhtarlardan başka kimseye konuşamıyor diyorduk. Hadi vatandaş bunu diyebilir. Muhalefet partilerin genel merkezleri bu olup bitenden haberdar değil miydi?

Muhalif partiler muhtarlara dayanarak yerelde kurulan AKP için oy hırsızlığı, muhbirlik ve iftiracılık milis çetesini dağıtabilir. Nasıl mı? Çok basit. Kendi muhtar adaylarını seçimlerde çıkararak. CHP ve İyi Parti kendi güçlü olduğu bölgelerde, kendi seçmeninin oy çoğunluğuna sahip olduğu mahallelerde saraya giden muhtar varsa, bu ismi saptar ve bunun yerine dürüst ve vatansever bir muhtar adayını destekler. Görün bakalım bir dahaki seçimde o mahallede saçma sapan hayalet seçmenler ortaya çıkıyor mu?

Ama bu yapıldı mı? Elbette yine yapılmadı. Şimdi çok basit bir soru: Örneğin CHP Kadıköy İlçe Örgütü, Kadıköy'deki hangi mahalle muhtarları Ankara'da haram parayla yapılan saray ve pavyon turlarına katıldı? Saptadılar mı? Muhalif seçmenin oyuyla seçil, onun vergisiyle Ankaralara beleşe git, ona edilen küfürleri alkışla, pişkin pişkin TRT kameralarına el salla, harcırahı cebe indir, akşam da Ankaralı Yasemin'e kadeh kaldır. Yok, öyle yağma! Ama adım gibi eminim ne CHP'nin ne de başka bir muhalif partinin böyle bir çalışması yoktur. Seçmen ne yapsın, kocaman bir mahalle. İlçe kadar nüfusu var. Muhtarı tanımaz. Rastgele mührü vurur. Burada görev muhalefet partilerine aittir. Ancak onların yerel seçimden önce aklına bir tek belediye meclisine kim girecek kavgası gelir.

2. Olay: 31 Mart 2014 seçimlerinde Mansur Yavaş Ankara'yı kazanmıştı. Ancak Kılıçdaroğlu adayına sahip çıkmadı. Hatta iddia ediyorum bazı CHP'liler Melih Gökçek ile anlaştı. O gece 10 bini aşkın solcu ve ülkücü eğilimli genç YSK'nın önüne yığılmıştı. CHP yönetimi her seçim gecesi olduğu gibi o gece de ortadan kaybolunca Mansur Yavaş çaresiz gençlerden evlerine dönmelerini rica etti. İşte biz demokrasiyi o gece geride bıraktık. Oy hırsızları anladılar. "Tamam" dediler "biz her seçim bu işi böyle sandıklara çökerek çözebiliriz, bunlar da gıklarını çıkaramaz."

3. Olay: "Adam kazandı" olayı. Bu iki seviyede ele alınması gereken bir satıştır. Önce Kılıçdaroğlu'nun büyük hatası var. Referandumda ilk kez CHP üzerine düşen görevi yapmıştı ve mühürsüz oy skandalında AKP suçüstü yakalanmıştı. Bu aşamada sivil itaatsizlik ve direniş başlamalıydı. Sadece sine-i milletten bahsetmiyorum. Her alanda direniş. Kılıçdaroğlu'nun bunu yapacak gücü olduğu Adalet Yürüyüşünde ortaya çıkmıştı. Ama o kitleleri toplayıp, sonra da dağıttı. Sonra da gayrimeşru ilan ettiği referandumun ve Anayasa değişikliğinin sonuçlarını kabul ederek, sanki hiçbir şey olmamış gibi, sanki Türkiye'de demokrasi varmış gibi CB seçimlerine girdi. Muharrem İnce'ye düşen artık bunların hepsinin üstüne tüy dikmekti.
24 Haziran gecesi silahlı AKP milisleri vardı sokakta. Muhalif gençler sandıkları korumak istiyordu ama ne Muharrem Beyler ne Meral Hanımlar ne de Kemal Beyler ortalıkta yoktu. Görüyor musunuz 31 Mart 2014'ten beri ne çok şey değişmiş? Her görüşten binlerce muhalif gencin YSK kapısına yığıldığı Türkiye gitmiş daha akşam 19 olmadan kutlama ayağına havalara silah çıkan faşist milisler gelmiş. Bu muhalefet partilerinin kendi kitlelerinin satış öykülerinin sonucudur. Ve olayı Muharrem bağladı. Önce "adam kazandı" dedi, sonra seçim gecesini şaibeli bulan vatandaşlara da "şizofren."

Bu üç olaya odaklanalım. Önemli olan isimler değil. Kemal, Meral, Muharrem... Bunlar detay. Önümüzde bir seçim var. Bakalım bu sefer muhalefet partileri görevini yapabilecek mi? Aynı isimler hatalarını telafi ederse onları neden yargılayalım ki? Ama bu halk size bu şansı daha fazla tanımaz. Bunu da unutmayın. Adınız tarihe faşizme direnen muhalif liderler olarak geçsin, halkı faşizme satan basiretsizler olarak değil.
Ali ÖZSOY