13 Şubat 2018 Salı

Mustafa Kemal Atatürk'ün 15 Yılda Kurduğu - AKP'nin sattığı Fabrikalar

“Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek manasında bütün bağımsızlığından mahrumiyet demektir” diyen Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyetinin liderliğini yaptığı dönemde kurulan kurum, kuruluş ve fabrikalarla dışa bağımlı bir politikadan uzak durmuş ve ülkenin kendi ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde gelişmesini planlamıştır. Hatta bu dönemde yabancılardan satın alınan işletmeler de devlet eliyle güçlendirilmiştir.
1.             -Ankara Fişek Fabrikası (1924)
2.             -Gölcük Tersanesi (1924)
3.             - Şakir Zümre Fabrikası (1925)
4.             -Eskişehir Hava Tamirhanesi (1925)
5.             -Alpullu Şeker Fabrikası (1926)
6.             -Uşak Şeker Fabrikası(1926)
7.             -Kırıkkale Mühimmat Fabrikası (1926)
8.             -Bünyan Dokuma Fabrikası (1927)
9.             --Eskişehir Kiremit Fabrikası (1927)
10.         -Kırıkkale Elektrik Santrali ve Çelik Fabrikası (1928)
11.         - Ankara Çimento Fabrikası (1928)
12.         -Ankara Havagazı Fabrikası (1929)
13.         -İstanbul Otomobil Montaj Fabrikası (1929)
14.         -Kayaş Kapsül Fabrikası (1930)
15.         -Nuri Killigil Tabanca, Havan ve Mühimmat Fabrikası (1930)
16.         -Kırıkkale Elektrik Santrali ve Çelik Fabrikası (1931- Genişletildi)
17.         -Eskişehir Şeker Fabrikası (1934)
18.         -Turhal Şeker Fabrikaları (1934)
19.         -Konya Ereğli Bez Fabrikası(1934)
20.         -Bakırköy Bez Fabrikası (1934)
21.         -Bursa Süt Fabrikası (1934)
22.         -İzmit Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası (1934 Temel atma)
23.         -Zonguldak Antrasit Fabrikası (1934 Temel Atma)
24.         -Zonguldak Kömür Yıkama Fabrikası (1934)
25.         -Keçiborlu Kükürt Fabrikası (1934)
26.         -Isparta Gülyağı Fabrikası (1934)
27.         -Ankara, Konya, Eskişehir ve Sivas Buğday Filoları (1934)
28.         -Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası (1935 - Tamamlandı)
29.         -Kayseri Bez Fabrikası (1934 Temel atma)
30.         -Nazilli Basma Fabrikası (1935- Temel atma)
31.         -Bursa Merinos Fabrikası (1935 Temel Atma)
32.         -Gemlik Suni İpek Fabrikası (1935 Temel Atma)
33.         -Keçiborlu Kükürt Fabrikası (1935)
34.         - Ankara Çubuk Barajı (1936)
35.         -Zonguldak Taş Kömür Fabrikası (1935)
36.         -Barut, Tüfek ve Top Fabrikası (1936)
37.         -Nuri Demirağ Uçak Fabrikası (1936- İlk Türk Uçağı NUD-36 üretildi)
38.         -Malatya Sigara Fabrikası (1936)
39.         -Bitlis Sigara Fabrikası (1936)
40.         -Malatya Bez Fabrikası (1937 temel atma- Bu fabrika hariç bütün bez ve dokuma fabrikaları Atatürk'ün sağlığında açılmıştır.)
41.         -İzmit Kağıt ve Karton Fabrikası (1934- Temel Atma)
42.         -Karabük Demir Çelik Fabrikası (1937- Temel Atma)
43.         -Divriği Demir Ocakları (1938)
44.         -İzmir Klor Fabrikası (1938- Temel Atma)
45.         -Sivas Çimento Fabrikası (1938-Temel Atma)

a)    Bu fabrikalar sayesinde 1929-1938 yılları arasında ağır sanayi üretimi %152 artarken toplam sanayi üretimi %80 artmıştır.

b) Kömürde %100, Kromda %600, diğer madenlerde %200 artış olurken demir üretimi 0'dan 180.000 tona çıkmış, şeker üretimi 200 misli artmıştır.


c) 1926'da başlayan şeker üretimi 1927-1930 arasında 5162 tondan 95.192 tona çıkmıştır.

d) Tekstil sanayi ülkenin tekstil ihtiyacının %80'ini karşılar duruma gelmiştir.


e) Tekstil ürünleri ithalatı 1927'de 51.000.000 Türk Lirası iken bu rakam 1939'da 11.900.000 Türk Lirasına düşmüştür.

f)     1924-1929 arasında pamuk ürünleri üretimi 70 tondan 3773 tona, yün 400 tondan 763 tona, ipek 2 tondan 31 tona çıkmıştır.
Bunlara ek olarak ülkenin tarım alanındaki ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla Ziraat Okulları ve Yüksek Ziraat Enstitüsü, havacılık sporlarının yürütülmesi ve havacılığın geliştirilmesi amacıyla Türk Kuşu, ticareti canlandırmak amacıyla Uluslararası İzmir Fuarı, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, Merkez Bankası, Halkevleri, Devlet İstatistik Enstitüsü, Demiryolları ve Limanlar Genel Müdürlüğü, Çocuk Esirgeme Kurumu (Himaye-i Eftal Cemiyeti) gibi çok sayıda kurum ve kuruluş Atatürk’ün öncülüğünde kurulmuştur. Bu dönemde yapılan veya kurulan çok sayıda üniversite, enstitü, araştırma hastaneleri, müzeler, yollar, elektrik santralleri, demiryolları, limanlar ve fabrikalar vardır. Listemiz tamamını kapsamasa da önemli bir kısmını sizlerle paylaştık.
Yazımızı bir Atatürk sözüyle bitirelim! "Türk ulusu, Türk malı alın, Türk parası Türk ülkesinde kalsın! “
SON ON BEŞ AKP  TARAFINDAN YOK PAHASINA YABANCILARA SATILAN İŞLETMELERİMİZDEN BİLDİKLERİMİZ
1)  -Tüpraş 
2)  -Türk Telekom 
3)  -Petkim 
4)  -Tedaş 
5)  -Tekel 
6)  -Etimaden 
7)  -İgsaş 
8)  -Adapazarı Şeker Fabrikası
9)  -Thy Kamu Hisseleri 
10) -Erdemir 
11) -Seka Kastamonu İşletmesi 
12) -Seka Balıkesir İşletmesi 
13) -Sümerbank Nazilli Basma Fabrikası 
14) -Kuşadası Limanı 
15) -Sakarya Traktör Fabrikası 
16) -Taksan Takım Sanayi 
17) -Trabzon Limanı 
18) -Tümosan 
19) -Etikrom 
20) -Araç Muayene İstasyonları 
21) -Tekel Sigara İşletmeleri 
22) -Tekel Sigara Fabrikaları Arazileri 
23) -Başkent Elektrik 
24) -Meram Elektrik 
25) -Petrol Ofisi Poaş 
26) -Manisa Pamuklu Mensucat 
27) -Çayeli Bakır İşletmeleri 
28) -Dikili Limanı 
29) -Mersin Limanı 
30) -İzmir Limanı 
31) -Seka Çaycuma İşletmesi 
32) -Bursagaz 
33) -Et Balık Kombinaları 
34) -Eti Elektrometalurji 
35) -Sümerbank Bakırköy İşletmesi 
36) -Kütahya Şeker Fabrikası 
37) -Eti Gümüş 
38) -Seka Ardanuç İşletmesi 
39) -Tügsaş Gemlik Gübre San Aş 
40) -Tekel Alkollü İçkiler 
41) -Esgaz 
42) -Büyük Ankara Oteli 
43) -Bandırma Limanı 
44) -Samsun Limanı 
45) -Kastamonu Şeker Fabrikası 
46) -Kırşehir Şeker Fabrikası 
47) -Turhal Şeker Fabrikası 
48) -Yozgat Şeker Fabrikası 
49) -Çorum Şeker Fabrikası 
50) -Çarşamba Şeker Fabrikası 
51) -Başak Sigorta 
52) -Taksan 
53) -Şekerbank 
54) -Gerkonsan 
55) -Seka Aksu İşletmesi 
56) -Seka Taşucu Tersane Arazisi 
57) -Thy Usaş 
58) -Eryağ 
59) -Sümer Holding'e Ait Taşınmazlar 
60) -Sümerbank Adıyaman İşletmesi 
61) -Ebuaş 
62) -Eti Bakır 
63) -Eti Gümüş 
64) -Amasya Şeker 
65) -Çanakkale Deri İşletmesi 
66) -Sümer Holding 
67) -Sümerbank 
68) -Denizcilik İşletmesine Ait Feribotlar 
69) -Ataköy Turizm 
70) -Ataköy Otelcilik 
71) -Ataköy Marina 
72) -Tügsaş Samsun Gübre -Tügsaş'a Ait Taşınmazlar Ve Araziler 
73) -Bergama Pamuk İplik Fabrikası 
74) -Kamu Kuruluşlarına Ait Birçok Sosyal Tesis 
75) -Tercan 
76) -İskenderun Dç 
77) -Ereğli Limanı 
78) -İskenderun Limanı 
79) -Yarımca Limanı 
80) -Yarımca Porselen 
81) -Divriği Ve Hekimhan Demir Madenleri 
82) -Kırıkkale Çelik Çekme Boru Fab. 
83) -Oymapınar Barajı 
84) -Eti Aluminyum Madenleri 
85) -Seydişehir Aluminyum Fab 
86) -Emek İşhanı 
87) -İstanbul Hilton Oteli 
88) -Tekel Tuz İşletmeleri 
89) -Tügsaş'a Ait Diğer Depo Fabrika Ve Araziler 
90) -Ankara Çimento Fab 
91) -Ladik Çimento Fab 
92) -Gaziantep Çimento Fab 
93) -Şanlıurfa Çimento Fab 
94) -Bartın Çimento Fab 
95) -Konya Krom 
96) -Borçelik 
97) -Spor Toto 
98) -Karadeniz Gemisi 
99) -İnegöl Kibrit Fabrikası 
100)            -Büyük Tarabya Oteli 
101)            -Büyük Efes Oteli 

102)            -Murgul Bakır İşletmesi 

9 Şubat 2018 Cuma

Liberal ahmaklık ve bir uyuşturucu olarak 'fikir özgürlüğü'



“Özgürlük her zaman ve istisnasız farklı düşünene tanındığında özgürlüktür.” R. Luxemburg (1)
Klişeler ahmaklık üretir. Voltaire’e mal edilen ve sayısız defa kullanılan bir cümle vardır:
“Fikrinize katılmıyorum ama fikrinizi açıklamanız için canımı veririm.”
Toktamış Ateş ve Abdurrahman Dilipak 1995 yılında bir basın toplantısında birbirlerine buna benzer bir cümle söylemişti (2).
Binlerce insan bunu huşu içinde izledi: Demokrasinin doruğu!
Ne kadar da demokratlardı!
Ama gerçek hayatta hiç de öyle olmadı. 2013’te öldüğünde Toktamış Ateş, söylediği bu cümlenin ne kadar gülünç ve ne büyük bir palavra olduğunu görecek kadar uzun yaşamıştı. Anlayıp anlamadığını ise bilemiyorum. Abdurrahman Dilipak cephesinin ise “fikrine katılmadıklarına” nasıl muamele ettiğini uzun uzun yazmaya gerek yok, her şey ortada.
***
Voltaire böyle bir cümle söyledi mi?
Ne zaman solcu/sosyalist/ilerici/cumhuriyetçi insanlara bir saçmalık yutturulmaya çalışılsa önce bu klişe cümle söylenir:
“Fikrinize katılmıyorum ama fikrinizi açıklamanız için canımı veririm.”
***
Yalnız ortada küçük bir sorun vardır.
Voltaire’in böyle bir cümlesi yoktur.
Voltaire’in hiçbir kitabında geçmez.
Bu yalan, Voltaire’in bir papaza yazdığı mektupta bambaşka bir bağlamda geçen “yazdıklarınızdan nefret ediyorum ama yazmaya devam etmeniz için canımı veririm.” ifadesinden çıkmıştır (3).
***
Bu ülkede hiçbir iktidar sosyalistlere “fikrinize katılmıyorum ama fikrinizi açıklamanız için canımı veririm.” demedi.
“Fikirlerine katılmadıklarını fark ettikleri” sosyalistler hapse atıldı, öldürüldü, toplumdan kazındı.
2012 yılında Birinci Meclis’e gitmek isteyen “fikirlerine pek katılmadıkları” cumhuriyetçileri gazla ve copla dağıttılar ama sağ olsunlar öldürmediler (4)!
“Fikirlerine katılmadıkları” kişilere ne iftiraların atılabildiğini, haklarında ne sahte deliller üretilebildiğini, yıllarca nasıl hapislerde çürütüldüklerini, nasıl da her türlü kumpas kurulabildiğini gözü, ortalama bir zekâsı ve birkaç molekül büyüklüğünde vicdanı olan herkes görmüştür.
Örnekleri sayfalarca yazılabilir; ancak bu ülkede yaşayan herkes bilir ki iktidardaki egemen ideoloji, “fikrine katılmadıkları”nın fikrini açıklaması için can falan vermez ama kolayca can alır. En iyimser bakışla “katılmadıkları fikirler” görmezden gelinir, engellenir ya da yasaklanır.
***
Hangi fikir?
Voltaire’e mal edilen bu cümlenin pratikte iktidar karşısında muhalefeti uyuşturması dışında hiçbir işlevi yoktur.
Muhalefet açısından bakıldığında buradan bugüne kadar sadece “demokrasi budalalığı” çıkmıştır. Liberal ahmaklığın yaydığı tehlikeli bir virüstür bu.
Toplumdaki güç dengesini ve iktidarda kimin olduğunu dikkate almadan “her görüş özgürce açıklansın ilkesi” savunulduğunda ortada kalacak olan tek şey iktidarın görüşüdür.
“Herkes için fikir özgürlüğü” demek, özgürlük konusunda daha en baştan eşit olmayan iktidar ve muhalefeti aynı kefeye koymaktır. İktidardaki gücün fikir özgürlüğü ile muhalefetin kısıtlanmış fikir özgürlüğünü eşit derecede savunmak, Koç Holding ile bir simitçiden aynı miktarda vergi almakla eşdeğerdir.
***
İktidardaki fikrin özgürlüğe ihtiyacı var mıdır?
İktidarın fiili özgürlüğü, ‘fikir özgürlüğü’ne sığmaz. Eski çağlardan bu yana iktidarda olan, elindeki silahlı güç ve propaganda aygıtları ile zaten muazzam bir “ifade özgürlüğü”ne sahiptir. Günümüzde de, ortaçağda da, antik Yunan’da da, Hititler’de de bu böyledir. İktidardaki görüşün kendini ifade etmesi için demokrasiye veya bu ilkeye ihtiyacı yoktur.
Bu “fikir özgürlüğü” ilkesi adı altında iktidarın, kendini zaten fiilen her yerde ifade edebilenin, güçlünün ifade özgürlüğünü savunmak, su katılmamış bir liberal ahmaklıktır.
***
Bu ahmaklık, Nazi Almanya’sında Nazilere karşı mücadele edenleri “Ama Nazilerin de sizin kadar görüşlerini ifade etmeye hakkı var” diyerek despotlukla suçlayabilir, Nazilerle Nazi karşıtlarını eşitleyebilir, Nazi karşıtlarının Nazilere karşı mücadelesini “baskıcı” ve “totaliter” bulabilir. “Naziler sizin görüşünüzü engelliyor ama siz de Nazilerin görüşünü engelliyorsunuz. Aslında iki taraf da despotik” diyerek ahmaklığın doruğuna çıkabilir.
Nazi Almanya’sında fikir özgürlüğünün anlamı nedir? 1942’de Adolf Hitler’in bir radyo konuşmasını kesmek, A. Hitler’i bir tartışma programında protesto edip konuşturmamak fikir özgürlüğünü kısıtlamak mıdır?
***
Liberal ahmaklık, birkaç yüz korumayla geldiği bir üniversitede protesto edilen bir bakanın fikir özgürlüğünü savunur. Elinin altında devletin tüm kolluk kuvvetleri ve devasa propaganda aygıtları olan bir görüş ile bunun karşısında duran diğer bir görüşün ifade imkânları eşit midir?
Liberal ahmaklara göre, her cümlesi onlarca medya organında anında yayımlanan bakan “fikir özgürlüğü mağduru” iken protesto sonrası gözaltına alınan ve bir kısmı okuldan uzaklaştırılan ya da atılan öğrenciler despottur. Liberal ahmak için onlarca TV’de istediği an konuşma olanağı olan bir bakanın fikir özgürlüğü ile protestosunun 30. saniyesinde ters kelepçeyle gözaltına alınan bir öğrencinin fikir özgürlüğü aynıdır.
Bu ahmaklığın doğal sonucu “tamam, iktidar fikir özgürlüğüne düşman ama muhalifler de düşman”, “her iki taraf da despot” çıkarımlarıdır.
***
Gücün ve güçlünün “fikir özgürlüğü”
Liberal ahmak, Suriye savaşında ABD ve NATO güçlerinin tezlerini savunan savaş kışkırtıcısı mektubu nedeniyle Orhan Pamuk’u protesto eden öğrencileri “fikir özgürlüğü”nü çiğnemekle suçlar. Liberal ahmağa göre Fransa’nın en önemli gazetelerinden Liberation’da bir devlet başkanını “istifa etmezsen sonun Saddam Hüseyin ya da Kaddafi gibi olur” diye tehdit eden bir mektup yayımlatabilen O. Pamuk mağdurdur (5,6).
Bütün ideolojik gücüyle sonuna kadar iktidarı destekleyen, bu ülkede ve dünyada daima güçten ve güçlüden yana tavır koyan ve öksürse en az 10 uluslararası gazeteye haber olabilen O. Pamuk, liberal ahmağa göre fikir özgürlüğü çiğnenen kişidir (7-9).
Savaş kışkırtıcılığını sadece bir pankartla protesto eden ve şayet O. Pamuk toplantıya gelse muhtemelen polisin yaka paça gözaltına alacağı öğrenciler ise despottur (10).
***
Güçlünün, her yerde konuşabilenin fikir özgürlüğünü savunmak ahmaklıktır.
Liberal ahmak’ın “fikir özgürlüğü” ilkesi, fikrini zaten her yerde ifade etme olanağı elinde olanı savunur. Bu açıdan liberal ahmak her zaman iktidardakine ve güçlü olana hizmet eder.
***
Liberal ahmaklık Nazi Almanyası’nda “Nazilerin fikir özgürlüğü”nden, İsrail’de antisemitizmden, Suudi Arabistan’da islamofobiden söz eder.
Oysa özgürlük Nazi Almanya’sında Yahudilerin, İsrail’de Filistinlilerin, Suudi Arabistan’da gayrimüslimlerin ifade özgürlüğüdür.
***
Liberal ahmaklık muhalifler için bir felç edicidir.
Kendini sol / ilerici / sosyalist / cumhuriyetçi görenlerin özgürlük, demokrasi, fikir özgürlüğü gibi kavramları gördüğünde şu soruyu sormaları zorunludur:
Kimin için?
***
Hangi fikirlerin özgürlüğü?
Kafa kesme özgürlüğü?
Okullara “dünya düzdür” dersi koyma özgürlüğü?
300 korumayla, 15 TV kanalıyla gezen bakanın fikir özgürlüğü?
Embriyoloji karşısına “bebekleri leylekler getirdi görüşü”nü okutma özgürlüğü?
Fikir özgürlüğü…
Bu kavram, liberal ahmaklığın elinde kirletilmiş bir kavramdır ve yıkamadan kullanmamak gerekir.
Taylan Kara
Kaynaklar
1. Rus Devrimi, Rosa Luxemburg, Yazılama yayınları, 2009, İstanbul.
2. Düşünceye Özgürlük 2000, yayına hazırlayan Şanar Yurdatapan, 2000, İstanbul.

AMERİKA’NIN MİLLÎ EĞİTİME EL ATMASI


Bir devletin eğitim siyasası, o devletin can damarlarındandır. Bugünün çocukları, yarının yöneticileri, meslek sahipleri, dahası seçme ve seçilme hakkına sahip vatandaştandır. Onları nasıl eğitirseniz, onlar da öyle insanlar olacaklardır. Onlarda nasıl bir kafa yapısı oluşturursanız, yarın onlar da o kafa yapılarına göre davranacaklardır.709
Bu nedenledir ki, eğitim konusu, Atatürk'ün en önem verdiği konuların başında geliyordu. O denli ki, Atatürk, Ulusal Kurtuluş Savaşımızın ortasında bir eğitim şurası toplamıştı! Kurtuluş'tan sonra Türkiye'de tam bir eğitim seferberliği yaşandığım hepimiz biliyoruz. Cumhuriyet'e, devrim ilkelerine gönülden bağlı, özverili yeni bir kuşak yetiştirilmesi amaçlanmıştı. Ama bu kuşak aydınlanma düşüncesiyle ve bilimsel temele dayalı bir öğretim sonucunda oluşturuluyordu. Ulusçu olmak, vazgeçilemez nitelikleriydi. Uzun söze gerek yok: Eğitimin bir toplumun yaşamında ne denli önemli olduğunu, bugün İmam-Hatip Okulları'nı bitirenlerin yapıp ettiklerinden açıkça anlaşılır.
Atatürkçü eğitime ilk darbe, bildiğiniz gibi, Köy Enstitüleri'nin yıkıma uğratılması ile indirildi. Böylece Türkiye gerçeklerine uygun, ülke kalkınmasını amaçlayan, ulusçu eğitimin bu ana kurumu ortadan kaldırılmış oluyordu. Köy Enstitüleri yıkıma uğratılırken bununla eşzamanlı olarak Amerika'ya bir öğrenci akım başlatıldı. Daha 1946 yılının başında Amerika'da 600 dolayında Türk öğrenci bulunuyordu ve o yıl 100 öğrenci daha Amerika'da okumak için başvurmuştu.710  
Burada bir noktanın altım çizmek gerekir: Atatürk döneminde de yabana ülkelere öğrenci gönderiliyordu. Ancak, bir kere bunda ülke gereksinmesi göz önünde tutulduğu gibi, giden öğrenciler Türkiye'de devrim havası içinde yetişmiş olanlardı. Daha da önemlisi, illâ şu ülkeye öğrenci göndereceğiz diye bir saplantı da yoktu. Örneğin; önceleri bilim ve teknikte Avrupa ülkeleri ileri olduğu için o ülkelere öğrenci gönderilirken, 709 " S.S.C.B’nin bilim ve teknikteki başarısı belirginleşince ve bu ülke 1929 Dünya Ekonomik Bunalımını belli bir sarsıntıya uğramadan atlatınca Sovyetler Birliği'ne de öğrenci gönderilmeye başlanmıştı.
Sümerbank ve Etibank'ın kuruluşlarında görev yapanlar Sovyetler’ de eğitim görmüş olan mühendisler olacaklardır.
Ancak, A.B.D. Türkiye'ye yerleştikçe ve denetimi ele aldıkça, her emperyalist ülke gibi, kendi ideolojisini benimsemiş, Amerika'nın çıkarlarım kendi çıkan imiş gibi özümsemiş ve ilerde Türkiye'de kilit noktalara gelebilme olasılığı olan gençleri kendi eğitim sistemi içinde yoğurmak yolunu tutacaktı. Kendiliklerinden ve Zekeriya Sertel gibilerin imrenilecek ve ne pahasına olursa olsun gidilmesi gereken bir cennet olarak koşullandırması yüzünden Amerika'ya giden öğrenciler yeterli değildi. Hem bu öğrencileri kendisi de seçmiyordu! İş sıkı tutulmak ve bir sisteme bağlanmalıydı. Bu nedenle, sonunda Türkiye Ve A.B.D. Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkında Antlaşma 27 Aralık 1949'- da imzalandı.711
Antlaşmanın 1. maddesine göre; Türkiye'de bir "Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu" kuruluyordu. Komisyonun giderleri Türkiye'nin ABD’ne olan borcundan karşılanacaktı. Komisyonun amacı, "eğitim programının idaresini kolaylaştırmak" olacaktı. A.B.D. vatandaşlarınca yapılacak öğretim ve araştırma giderlerini de biz ödeyecektik. Aynı durum, Amerika'da eğitim görecek Türk öğrenciler için de -yol giderlerini de kapsamak üzere- söz konusuydu.
Öteki maddelere göre; bu Komisyon dördü Türk, dördü Amerikalı sekiz üyeden oluşacaktı; başkanı ise A.B.D. Büyükelçisiydi. Oyların eşitliği durumunda Büyükelçinin oyu ile karar alınacaktı. Amerikalı üyeleri, A.B.D. Dışişleri Bakanı atayacaktı.
Komisyon doğrudan doğruya A.B.D. Dışişleri Bakanlığına bağlıydı ve onun denetiminde olacaktı.
Komisyon'un bir veznedarı olacaktı, ancak bu veznedarın atanmasını A.B.D. Dışişleri Bakanı onaylayacaktı.
Komisyon, yabancıların verecekleri burslar için profesör, araştırmacı ve öğrencileri önerecekti. Eğitim programlarını düzenleyecekti. Amerikalıların Türk eğitim sistemi içinde nerede nasıl görev yapacağım kararlaştıracaktı.
Bu antlaşmanın T.B.M.M’nce bir yasa ile onanması gerektiğinden, bu yasanın gerekçesinde açıkça şöyle denilecekti: "Amerika Hükümeti, harpten sonra ordusu elinde kalan fazla malzemenin satışı için müteaddit devletlerle anlaş­malar yapmış ve gerek bu devletleri mezkûr satışların hâsı­latım dolar olarak ödemek külfetinden kurtarmak, gerekse bu vesile ile AMERİKAN KÜLTÜRÜNÜ YAYMAK GAYESİYLE, anlaşmalarla tahassül eden alacakların bu memleketlerde kültürel gayelere sarfım temin edecek kültür anlaş­maları imzalamıştır."712
Gerekçede, bu girişimi Amerikan Senato üyelerinden Fulbright başlattığından bu tür antlaşmalara Fulbright Antlaşmaları denildiği belirtiliyordu. Dışişleri Komisyonu'nun E. 1/731, K. 14 sayılı ve 9 Mart 1950 günkü raporunda da, Antlaşmanın amacının "Türk ve Amerikan kültürlerini birbirlerine tanıtıp yaklaştırmak" olduğu belirtilecekti.713 Haydar Tunçkanat, bu antlaşmayı şöyle değerlendirmiş: "....Amerikan Eğitim Komisyonu'nun Türkiye’de Türk parası ile ve Türk Hükümeti'nin himayesinde, her türlü Türk denetiminin dışında, Türk eğitimi hakkında araştırma yapması, bilgi toplaması, gerekli Amerikan memurlarını uzman ve araştırmacı olarak okul, üniversite ve Bakanlıklara yerleştirmesi ve benzeri faaliyetlerini kolaylaştırmak amacını sağlamak için getirilmiştir. Sözde karşı­lıklı olan bu anlaşma ile bağımsız bir devlet olan Türkiye'nin başkentinde Türk eğitimi ile ilgili bir Amerikan Eğitim Komisyonu kuruluyor ve Türk Hükümetine bu komisyonun çalışmalarını kontrol ve denetleme hakkı dahi verilmiyor."714
Ama şunu açıkça kabul etmek de gerek: Doğrusu, adamlar yurt dışına gönderilecekleri iyi saptamışlar ve A.B.D/de iyi eğitmişler. Ülkemizde ard arda kilit noktalara gelenlere bakınca bu gerçek yadsınamaz oluyor.

Kaynak; Prof. Dr. Çetin Yetkin Karşı devrim(Sh.370-371-372)

709 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. YAHYA KEMAL KAYA: İnsan Yetiştirme. s. 273 vd.
710 "Amerika’daki Türk Talebeleri”; Vatan, 5 Mayıs 1946.
711 Antlaşmanın metni için bkz. H.Tunçkanat: s. 43-49
712 T.B.M.M. T.D. C. XXV/I, Dönem 8, Toplantı 4„ s.220.
713 A.y. s. 220/4.

714 H.TUNÇKANAT: s. 5.

8 Şubat 2018 Perşembe

İhanet kapısı ve Rumbeyoğlu Fahrettin Bey!

AKP iktidarı, esasen Türk kavramından hoşlanmıyor veya en azından bu kelimeyi, Türkiye’de yaşayan milletin adı olarak değil, etnik gruplardan birinin adı olarak zikrediyor.
En son, AKP Grupbaşkanvekili Ayşenur Bahçekapılı,  “Anayasayı değiştireceğiz ve vatandaşlıktaki Türklük tanımını kaldıracağız. Yoksa demokratikleşmeyi yapamayız. Vatandaşlık tanımı da değiştirilecek. Herkes kendi etnik kökenini ifade edebilecek ve üst kimlik olarak ’Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım’ diyecek. İşte bu, sorunu çözer”   demişti.
Abdullah Öcalan da son zamanlarda bunu istiyordu zaten!
* * *
Aslında aynı politikayı, mütareke döneminde Damat Ferit Hükümeti’nin Eğitim Bakanı, mareşal rütbeli Rumbeyoğlu Fahrettin Bey uygulamıştı. Fahrettin Bey, gerçekten bir Rum beyinin oğlu muydu belli değil ama ünlü Sabetaylar listesinde adı var.
Rumbeyoğlu Fahrettin Bey, ilk icraat olarak, okul kitaplarından TÜRK kelimesinin çıkarılmasını emretmişti.
Tarihçi Suat Aydın, hazırladığı bir sınav sorusunda Turgut Özakman’dan naklen bu bilgiyi verdikten sonra  “Neden Rum, Ermeni, Kürt, Çerkez, Arap, Arnavut vb. sözcükler yasaklanmamıştı?” diye soruyor.
* * *
Dr. Necdet Aysal da bir makalesinde, Damat Ferit hükümetini anlatırken, Tevfik Bıyıklıoğlu’nun  “Atatürk Anadolu’da”  kitabından naklen şu bilgileri verir:
 “Damat Ferit Hükümeti’nde Adalet Bakanı Ali Rüştü Bey, Yunan ordusunun başarısı için dua edilmesini isteyen bir kişi idi. Milli Eğitim Bakanı Rumbeyoğlu Fahrettin Bey ise okul kitaplarında bulunan Türk kelimesi yerine Osmanlı kelimesinin konmasını emretmişti.”
Damat Ferit Hükümeti ise işgalcilere direnenlere karşı Kuvayı Milliye’yi bir isyan hareketi olarak suçlayan bildirisi ile asilerin katledilmelerinin şeriat yönünden gerekli olduğuna dair bir fetva yayınlamıştı.
Anadolu hareketini bastırmak amacıyla işbaşına getirilen Damat Ferit Paşa, bu amaçla 18 Nisan 1920’de çıkarılan bir kararname ile  “Kuvayi İnzibatiye” yi kurmuş, iç isyanları örgütlemiş, Türk’ü Türk’e kırdırmıştır.
İşgalle beraber İngilizler, Meclisi de basarak bazı milletvekillerini ve aydınları tutuklamış, Malta’ya sürmüşlerdir.
Şimdi sorarım size, bugünkü uygulamalar Damat Ferit Hükümeti’nin icraatlarına benzemiyor mu?  11 Temmuz 2010