15 Ocak 2018 Pazartesi

MÜJDE(!) ISPARTA BÜYÜK ŞEHİR OLUYOR!





Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Referandum rüşveti olarak büyükşehir sayısının artırılmasını istedi. Hemen harekete geçen içişleri Bakanlığı halen 30 olan büyükşehir sayısının bu yıl içinde yapılacak yasal düzenleme ile 51’e çıkarılacağı açıklandı.
Büyük şehir yapılması planlanan 21 il arasında Isparta’da var. Bu nedenle Isparta’da yerel görsel ve yazılı basında bu haber “MÜJDE ISPARTA BÜYÜK ŞEHİR OLUYOR” manşeti ile verildi.
Bu haberleri okuduğumda 20. yüzyıl İngiliz edebiyatının önde gelen kalemleri arasında gösterilen George Orwell’in “Bir toplum gerçeklerden ne kadar uzaklaşırsa, gerçeği söyleyenlerden o kadar nefret eder” sözü aklıma geldi. Daha önce “Kalkınma Ajansları”, “Kent Konseyleri”, “ikiz Sözleşmeler” konusunda  yazdığım ve paylaştığım yazıların ardından kimi sözde Atatürkçülerinde aralarında bulunduğu çok sayıda kişi tarafından “galiz küfürler” eşliğinde deyim yerinde ise “linç” edildim.
AKP iktidarı, Türkiye’nin idari yapılanmasını eyalet sistemine çevirebilmek için bir dizi yasal düzenleme yaptı. Bunlar
1-  “İkiz Sözleşmeler” adı ile de bilinen İktisadi, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme ile Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesi”
2-  Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri Ve Yeniden. Yapılandırılması Hakkında Kanun...
3-  Büyükşehir Belediyesi Kanunu
4-  Kalkınma Ajanslarının Kuruluşu, Koordinasyonu ve Görevleri Hakkında Kanun
5-  TCY 301. Maddesinin değiştirilmesi
6-  Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev Ve Yetkileri Hakkında Kanun
7-  18 maddelik 'başkanlık anayasası'
Devletimizi ve egemenliğimizi tehdit eden, TBMM kararıyla onaylanan “İkiz Sözleşmeler” "Türk kanunlarını değiştirici" özellikleri söz konusudur. "iç hukukun bir parçası" kabul edilecek ve diğer yasalardan farklı olarak "Anayasa’ya aykırılıkları bile ileri sürülemeyecektir".
"İç hukukun bir parçası"  haline gelen “ikiz ihanet sözleşmelerinin” ilk 3 maddesi her şeyi özetliyor
1-  Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler.
2-  Bütün halklar, doğal kaynakları ve zenginlikleri üzerinde kendi yararına serbestçe tasarrufta bulunabilir. Bir halk sahip olduğu maddi kaynaklardan hiçbir koşulda yoksun bırakılamaz.
3-  . Bu sözleşmeye taraf bütün devletler, kendi kaderini tayin hakkının gerçekleştirilmesi için çaba gösterir ve Birleşmiş Milletler şartının hükümlerine uygun olarak bu hakka saygı gösterir” denmektedir.
AİHM’nin “azınlıkları dışladığı” gerekçesiyle yaptığı baskılar sonucu 301. madde ve benzeri maddelerin değiştirilmesi veya ortadan kaldırılması, anayasadaki “Türklük” tanımının etkisiz kılınması, 40’ın üzerinde etnik kimliğin kabul edilmesi, bu etnik kimliklere ayrıcalıkların tanınması ile sonuçlanmıştır.
Milletin tanımı, yalnızca vatandaşlık bağına indirgenince, etnik bölücülüğe karşı mücadele eden insanların da yargılanmalarının önü böylece açılmış oldu.
Türkiye’yi 26 Eyalete ayıran “Bölgesel Kalkınma Ajansları” Tüzel kişiliğe de sahip ve Özel Hukuka tabi olacak şekilde yapılandırılmıştır. Çok ilginç bir şey daha var o da Görevleri hakkında olan ilginçliktir. Yani "bölgelere Yabancı sermeye çekmek, Yatırım kararlarında tek yetkili olmak" tır, şeklinde belirlenen görev yetki kısmıdır.
Kalkınma Ajansları, uzmanlar tarafından Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde Avrupa tarafından dayatılan bir genelgeye benzetiliyor. Merkezi iradenin etkisini zayıflatıp, yerel yönetimleri kısmen bağımsız kılan, 20.06.1913 tarihinde Sadrazam Sait Halim Paşa tarafından yayınlanan “Geçici vilayet kanunu” genelgesi ile devam eden parçalanma ve çöküş süreci daha da hız kazanmıştı.
Bölge Adliye Mahkemeleri; Eyalet sisteminin önemli bir ayağını oluşturan, her bölgenin kendi yargı sistemini oluşturmasının önünü açan ve eyalet sistemine geçişte fiilen önemli bir eşiğin aşılmasını sağlamıştır.
İşin daha acı yönü ise yukarıda 7 madde olarak saydığımız yasaların ön hazırlıkları Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından yapıldı. UNDP’nin çalışmalarını ise Avrupa Birliği finanse etti. AB, bu çerçevede Türkiye’nin eyalet sistemine geçişinin alt yapı hazırlıkları için 4 milyon Euro harcadı.
Peki ama;
a)     “25 Üyeli AB’de bugün yaklaşık 20 milyon işsizken, AB Üyesi Polonya’da 25 yaşından genç olanların yüzde 40,7’si, Slovakya’da yüzde 30,5’u ve Litvanya’da yüzde 25’i işsizken,
b)     AB’nin kurucu üyelerinden Fransa’da 200.000’den fazla Almanya’da 860.000, AB genelinde 3 milyon evsiz insan perişan durumdayken,
c)     AB’nin 15 üye Ülkesinde toplam 65 milyon insan, fakirlik sınırında yaşamaktayken
d)     Her biri AB Üyesi olan Almanya’da 5 milyon 580 bin, İspanya’da 2 milyon 380 bin, İngiltere’de ise 2 milyon 200 bin, AB’nin 15 Üye Ülkesinde toplam 37 milyon bedensel ve zihinsel engelli yoksulluk içinde yaşarken,
e)     İspanya’da 20 bin, İtalya’da 78 bin, Almanya’da 7.789, Belçika’da 3.445, Fransa’da ise 1.200 doktor işsiz bulunurken,
AB neden Türkiye’ye 1995 yılından beri milyarlarca Avro hibe etmeyi sürdürüyor?
Kendi yurttaşından  esirgediği  milyarlar tutarındaki “avroyu,  AB hangi gerekçelerle Türkiye’de kimi örgütlere “HİBE” etmektedir?”(Y.Dikbaş)
Bu soruları artırmak olasıdır. Ancak bu kadarı bile yeterli. Başbakan Ahmet Davutoğlu, Milliyet’ten Serpil Çevikcan’ın sorularını yanıtlarken, “Önümüzdeki günlerde Yerel Yönetimler Şartı’ndaki çekincenin kaldırılması gibi adımlar mı göreceğiz?” sorusu karşılığında, “Aslında biz yerel yönetimlerle ilgili Cumhurbaşkanımızın Başbakanlığı döneminde 2004’te yönetimde reform bağlamında çok geniş bir çalışma yapmıştık… AB Özerklik Şartı’nın muhtevasına bakıldığında onlardan önemli bir kısmının yerine getirildiğini de görürsünüz” deyivermiştir. Demek ki yukarıda saydığımız yasalar AB özerklik şartının parça parça yerine getirilmesine yönelik bir ihanetin adımlarıdır.
Şimdi gelelim yerel basının “MÜJDE” olarak sunduğu Isparta ilinin BÜYÜKŞEHİR olmasının neler getirip, neleri götüreceğine;
1-  Büyükşehir Belediyesi Kanunu Türk milletinin bu günü, dünü ve geleceğine yapılacak en büyük ihanet yasalarından yalnızca biridir. TESEV’in yerel yönetimler konusunda hazırladığı rapor ile AKP hükümetinin Büyükşehir Belediyesi Kanunu hemen bire bir örtüşüyor.  Peki, TESEV’in arkasında kim var? Soros. Öyleyse bu yasanın gerçekte mimarı TBMM değil Soros’tur.  Ön hazırlıkları, yani alt yapı çalışmaları UNDP tarafından, finansörlüğü ise Avrupa Birliği tarafından yapılmış bir yasadır. Büyükşehir Belediyesi Kanunu, üniter yapının çökertilmesi,  önce özerkliğe, sonra federasyona kapıların sonuna değin açılması, Türk halkının kendi vatanında sığıntı durumuna düşmesi anlamına gelmektedir.
2-  “Büyükşehir Belediyesi Kanunu, yalnızca yerel yönetimlerle ilgili değil, tüm idari sistemi değiştiren bir kanundur”; bu değerlendirme doğru ama eksik. Bu kanun toplumsal yaşamı değiştiren bir kanundur. Bu kanun toplumsal yaşamdaki dengeleri doğrudan değiştiren, halkın doğal varlıklarla ilişkilerini yeniden tanımlayan bir kanundur.
3-   Isparta Merkez  “Büyükşehir Belediyesi”  olacak. Isparta Mülki sınırları, “Büyükşehir Belediyesi  sınırları olacak. Isparta Mülki sınırları içinde bulunan 174 köy tüzel kişiliği mahalleye dönüştürülüyor. Yine Isparta Mülki sınırları içinde bulunan 38 belde mahalle düzeyine düşürülüyor. İlçe ve Belde Belediyeleri (22 belediye) idari olarak Isparta Büyükşehir Belediyesine bağlanıyor.
4-  En küçük yerel yönetim birimi Köy tüzel kişiliği kaldırılıyor. Ortadan kalkan Köy tüzel kişiliğiyle mahalle arasında büyük fark vardır. Köy; bir yerel yönetim birimidir, tüzel kişilik sahibidir, mal alabilir, satabilir, kiraya verebilir, borçlanabilir, personel istihdam edebilir ve benzeri. Mahalle; bunların hiçbirini yapamaz. Mahalle muhtarlığının özel malı diye bir kategori yoktur. Mahalle anayasada da, yasalarda da yerel yönetim türü değildir, tüzel kişiliği yoktur. Mahalle il, belde ve köy halkının mahallî, müşterek ihtiyaçlarını karşılamak için kurulan yerel yönetimlerden biri olarak anayasada sayılmamıştır. O yüzden hiç kimse: “Köy tüzel kişiliğine bir şey olmuyor canım, işte mahalleye dönüşsün, ne var ki aynı, hatta daha iyi köy demek köyde demek ama mahalle demek belediyede demek şehirde demek”  şeklindeki söylem köylülerimizle alay etmekten başka bir şey değildir.
5-  Köy tüzel kişiliği;  doğrudan doğruya tapu sistemi, mera sistemi, orman ve orman yangınlarını önleme sistemi, maden-madencilik düzenlemeleri, su kaynakları ve su kullanımı ve güvenlik yönetimiyle ilgilidir. Köy tüzel kişiliğini temsil eden Köy muhtarı köyü ile ilgili her konuda dava açar ya da müdahil olup konuyu yakından takip edebilirken, tüzel kişiliği bulunmayan mahalle muhtarlarının böyle bir yetkisi yoktur.
6-  Köylünün orman, su, maden, mera…vb.  her türlü kullanım hakkı köy tüzelkişiliğinden kaynaklanır. Mahalle olunca bu hak ve yetkilerin tümü köyden bazı yerlerde 150 kilometre uzaktaki ilçe belediyesine, kendinden 250 km uzaktaki mülki büyükşehir belediyesine geçecektir. Yani Köylü tüm yönetim makamlarından uzaklaştırılıyor, başka bir söylemle sürgün ediliyor
7-  Köy tüzel kişiliğini kaldırılması ile doğal varlık/kaynakların, köylerimizin en verimli arazilerinin bulunduğu alanların acımasızca talan edilmesinin, yağmalanmasının önü açılmış olacaktır.   Köyü yönetme hakkı olmayan/elinden alınan köylü, bu rant/getiri saldırısı karşısında yönetsel bakımdan araçsız, savunmasız ve korumasız bırakılacaktır. Küresel şirketler tarıma girdiği an genetiği değiştirilmiş kısır tohumlar da girer.
8-  Köy tüzel kişiliği elinden alınan yerlerdeki tarımla uğraşan vatandaşların üretim yapmaya devam etmek için ihtiyaç duydukları hizmetlere daha fazla para ödemek zorunda kalacaklar. Nasıl mı?
a)     Devlete yük olmadan kanaatkâr bir şekilde yaşamını sürdüren köylü köyünü kaybetmekle kalmayacak, vergi kıskacına da alınacaktır. Mahalleye dönüşen köylerde, bundan sonra açılacak tarım ve hayvancılık amaçlı yapılardaki işletmeler ile bu yerlerde oturanların ihtiyaçlarını karşılayacak bakkal, manav, berber, fırın, kahve, lokanta, pansiyonlar, büfeler işletme ruhsatı almak zorunda kalacak.
b)        Tüzel kişiliği kaldırılan köylerde emlak vergisi, Belediye Gelirleri Kanunu uyarınca alınması gereken vergi, harç ve katılım payları 5 yıl sonra alınacak.
c)     Bu yerlerde içme ve kullanma suları için alınacak ücret, 5 yıl süreyle en düşük tarifenin yüzde 25'ini geçmeyecek.
d)     Köy tüzel kişiliklerini kaldırmak demek Türkiye'nin Kaz Dağları gibi bulunmaz alanlarında fırsat kollayan denetimsiz küresel sermaye kesimlerine tüm doğal varlıklarımızı açmak anlamına gelir.
e)  Isparta Büyükşehir belediye sınırları içinde yapılan genel bütçe vergi gelirleri tahsilâtı toplamının yüzde 6'sı ile bu tahsilâtın toplamı üzerinden büyükşehirlerdeki ilçe belediyelerine ayrılan payların yüzde 30'u büyükşehir belediye payı olarak ayrılacak
Tüm bunlar da zaten yok edilme tehdidi ile karşı karşıya olan küçük ölçekli tarımsal üretimin pek çok yerde durması, toprakların da ya boş kalması ya da el değiştirerek büyük ölçekli sermaye tarafından işletilmeye başlaması anlamına gelir. Buradan hareketle Büyük şehir uygulaması Isparta ve elbette 51 ilde köylülüğün tamamen ortadan kaldırmaya, tüm tarımsal faaliyeti sermayeye teslim etmeye, üstüne üstlük vatandaşa canının istediği gibi efelenecek bir sürü yeni Gökçek’ler, Topbaş’lar yaratmak anlamına gelir.
Unutmayın, Kurtuluş Savaşında bizi köylülük kurtardı. Anadolu fakirdi. Köylü iyice fakirdi. Anadolu kadını tarlada, bahçede zaten erkeği ile beraber çalışır. Yani evin erkeğinin milli mücadeleye katılırken gözü arkada kalmadı.
Kurtuluş Savaşındaki köylü direnci ve desteği asla göz ardı edilmemelidir. Bu gün kırılmak istenen belki de bu ayaktır. Evet, artık köylümüz de borçlandırıldı ama para olmadan bir lokma ekmek alamayacak şehir insanından gene de  iyi durumdadır. Olası bir karışıklıkta şehirler ekmek ve su bulamayacak, kimse evinde güvende olmayacak ama köylü kendi içindeki üretim ve toplumsal dayanışma nedeni ile daha güvende olacaktır. Tüm olumsuzluklara karşın hala  bu ulusun en sağlam, bozulmamış, temel harcı/ yapısı köylülüktür.
9-     Merkezî bütçeden pay alan ve merkezin taşra teşkilatı biçimde işleyen, görece yakın düzeyde hizmeti köylere ulaştıran Isparta il özel idaresi kaldırılıyor. İl özel idaresi üzerindeki görev, yetki ve sorumlulukların kimileri merkezî idareye, kimileri yerel idarelere veriliyor. İl özel idaresinin kaldırılmasıyla beraber ortaya çıkan boşluğu doldurmak için “Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı” kuruluyor.  Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı” özel bütçeli değil, kamu tüzel kişiliği yok.
10-      İl özel idaresi, il genel idaresinin çeşitli harcamalarını kolaylaştıran bir yapıya sahipti. Merkezden gönderilen tahsisatları doğrudan, eğitim alanına, sağlık alanına, yol alanına, neye tahsis edilmişse, hangi bakanlıktan gelmişse oraya, görece daha hızlı, kolay harcama mekanizması olarak kullanılıyordu. Tüm ilçeleri temsil eden üyelerden oluşan il genel meclisinin kaldırılması ile yerel yönetimler adeta oligarşik bir dünyaya dönüşüyor. “Halka en yakın birimler” diye yüceltilen, halk yöneticilere “selam mesafesinde” olduğu için değerli sayılan yerel yönetimler yok ediliyor.
11-   İl Özel idareleri işlevlerini tümden yitiriyor İl Özel İdarelerini yöneten İlin Valisi yetkisiz kalıyor. Yani devlet illerden çekiliyor. Belediyeler devlet içinde devlet oluyor. Köyler büyükşehir belediyelerine bağlanıyor. Bu da demektir ki, köylü ve küçük çiftçi bitiriliyor. Anımsanacaktır, Tarım Ve Köy İşleri Bakanlığının adı değiştirilerek” KÖY” adı çıkartılmıştı.
Isparta da yerel basının “MÜJDE” olarak sunduğu Isparta ilinin BÜYÜKŞEHİR olmasına niçin gerek duyulduğunu ve  neler götüreceğini ancak bu kadar özetleyebildim.. George Orwell’in “Bir toplum gerçeklerden ne kadar uzaklaşırsa, gerçeği söyleyenlerden o kadar nefret eder” sözünün gerçek olacağını, daha önce Kalkınma Ajansları, Kent Konseylerinde olduğu gibi acımasızca eleştirileceğimi, hatta kimi aklı evvellerin küfür edeceğinin de bilincindeyim..
Neler getireceği ise ayrı bir yazının konusu olmayacak kadar basit ve kısa. Isparta ilinin  ulusal direncini oluşturan doğal varlıkları, tüm yer altı, yerüstü kaynakları Isparta da var olan yerel sermayenin ve köy halkının rekabet etmesi olanaksız küresel şirketlerin talanına/yağmasına açılmış olacaktır.. Peki ne yapmalı? Sorusunun yanıtı konusundaki düşünce ve önerilerimi  bir sonraki yazımda aktarmaya çalışacağım. 13.02.2017 Isparta
Mahmut ÖZYÜREK

12 Ocak 2018 Cuma

İşbirlikçi Yenilmeden, Emperyalizm Yenilemez



Mithat AkarEmperyalizmin İçeriden Hâkim Olma Yöntemi” başlıklı makalesinde:
Egemen güçler tehdit olarak gördüğü bir kuvveti kimi zaman karşıtı ile kimi zaman da benzer söylemler geliştiren başka bir kuvvetle tasfiye eder.
Örneğin Batılı güçler antiemperyalist zeminde örgütlenen Milli Sol yapıyı, ya " karşıtı " olan sağ merkezde örgütlediği dinci - muhafazakâr kuvvetlerle veya söylemlerinde sol, fakat pratik politikasında etnikçi, uluslararası sermayeye göre eylem geliştiren başka bir sol kuvvetle etkisizleştirmeye çalışır” diye yazıyor.
Emperyalist sırtlanların yağmacılığına karşı verilen Kurtuluş savaşının ateşi içinde çelikleşmiş bir devrimci örgütlenme olarak doğan Cumhuriyet Halk Partisi, 1946’dan başlayarak devrimci özünden uzaklaşmış/uzaklaştırılmış ve Y-CHP’ye dönüştürülmüş müdür?
Sosyal körlükle özürlü, bağnazlık bataklığına düşmemiş, akıl sağlığı yerinde olan her kişi bu soruya “HAYIR” yanıtını vermeyecek/veremeyecektir.
**
CHP’de ülkenin yakıcı gündeminin bile önüne geçen “Atatürk’ün Resminin indirilmesi” tartışması, Lenin’in “Devlet ve Devrim” kitabının başında yazdığı BÜYÜK DEVRİMCİLERLE” ilgili değerlendirmesini anımsattı bana.
Şöyle diyor; Egemen sınıflar, sağlıklarında büyük devrimcileri ardı arkası kesilmez kıyıcılıklarla ödüllendirirler; öğretilerini en vahşi düşmanlık, en koyu kin, en taşkın yalan ve kara çalma kampanyalarıyla karşılarlar.
Ölümlerinden sonra, büyük devrimcileri zararsız ikonlar durumuna getirmeye söz uygun düşerse azizleştirmeye, ezilen sınıfları “teselli etmek” ve onları aldatmak için adlarını bir hale ile süslemeye çalışırlar. Böylelikle, devrimci öğretileri içeriğinden yoksunlaştırılır, değerden düşürülür ve devrimci keskinliği giderilir.”
Yedi düvele devrimci bir bilinçle başkaldırarak elde edilen ulusal egemenliğimizi ve bağımsızlığımızı Emperyalist AB’ye teslim etmeyi programının başına yazan, Emperyalizmin vurucu örgütü NATO’ya başından teşne, Anayasadan “TÜRK” kavramının çıkarılmasını önerebilen bir CHP’nin duvarında Atatürk resmi olup, olmaması ne anlam taşır?
**
Güneş Ayas “Gericiliğin önünü düzen partileriyle kesmek mümkün mü?” başlıklı yazısında şu değerlendirmeyi yapıyor.
Türkiye’de gericilik 50 yıldır istikrarlı bir şekilde yükseliyor. Bu tarihi tersinden de okuyabiliriz. Bu 50 yıl, aynı zamanda ilericilerin, şeriatın önünü kesmek umuduyla düzen partilerine yönlendirildiği tarihtir. Şimdiye dek bu yönde her türlü çaba gericiliğin önünü kesmek şöyle dursun, ona güç kattı. Ama hâlâ Atatürkçü ve ilerici kesimlerin bu tarihten gerekli dersi çıkartamadığı görülüyor. Gericiliğin önünü kesmek adına CHP’ye açılan kredi bunun en açık kanıtı.
Hataların kaynağında ise Türkiye’nin düzeni ile gericilik arasındaki toplumsal bağı kavrayamamak yatıyor. Aslında gericilik de, onun karşıtı olarak sunulan sağ sol Batıcı çizgi de aynı toplumsal yapıdan, Türkiye’nin düzeninden besleniyor. Türkiye Batıya bağımlı bir uydu toplumsal yapıya sahip ve gericilik bu zeminin üzerinde yükseliyor. Ama her nasılsa bugün Atatürkçüler gericiliğin önünü kesmek üzere düzeni kuvvetlendirmeye çağrılıyor. Ve düzeni kuvvetlendiren her çaba gericiliğin daha da yükselmesiyle sonuçlanıyor.
Gericiliğin önünü kesme görevi verilen partiler aynı zamanda Türkiye’yi Batıya bağlayan, ekonomiyi ve toplumsal yapıyı çökerten partiler oluyor. Hepsi IMF programını uyguluyor. Bu “laik” iktidarlar kendilerini her şeyiyle Batının bir parçası sayarlarken bu topluma Batı değerlerini kabul ettirme yönündeki sömürgeci saldırıyı sahipleniyor. Dahası, bu saldırıyı laikliğin bir gereği olarak sunuyorlar.
Dolayısıyla Türkiye’de şöyle bir tablo oluşmuş durumda: Bir yanda Batıcı, halka karşı, IMF’ci ve üstüne üstlük “Atatürkçü ve laik” partiler, diğer yanda Müslüman halk. Düzen partilerinin elindeki laiklik, Müslüman yurttaşlarla Atatürkçülüğü karşı karşıya getirmekten başka bir işe yaramıyor. Böyle olunca da halk doğal olarak “Atatürkçü, laik ve solcu” düzen partilerine karşı gericiliğe sarılıyor. “
“Atatürkçü, laik ve solcu” düzen partileri, yani “İŞBİRLİKÇİ SOL PARTİLER” .
Türkiye’nin her şeyiyle Batının bir parçası,  Batıya bağımlı uydu bir ülke olmasına karşı çıkmak bir yana katkı ve destek veren,  bunu programında ayrıntılarıyla yazan CHP; kelimenin tam anlamıyla “İŞBİRLİKÇİ SOL” olarak tanımlanabilir.  www.turandursun.com sitesinde “İŞBİRLİKÇİ SOL” şöyle tanımlanıyor.
“……..
Şu ulusalcı sol ile İŞBİRLİKÇİ, komprador sola yakından bakalım.

Küreselleşme: İşbirlikçi solu tarif eder=enternasyonalizmin dayanağı
Emperyalizm: İşbirlikçi solu tarif eder
ABD: İşbirlikçi solun KIBLESİDİR
Kürt sorunu/Kürtlere özgürlük: İşbirlikçi solun şiarıdır.
Sermaye: İşbirlikçi sol arkasındadır, destekler.
TÜSİAD: İşbirlikçi solun müttefikidir.
Sınıf mücadelesi: İşbirlikçi sol için gericiliktir.
Devrim: İşbirlikçi solun alerjisi vardır. Reformisttir, hatta konformist.
Kuvayı Milliye: İşbirlikçi sol nefret eder. Ulusalcı solun temel düsturudur.
Avrupa birliği: İşbirlikçi solun deniz feneri, yol göstericisidir.
Lozan: İşbirlikçi sol Nefret eder
Sevr: İşbirlikçi sola Çok sempatik gelir, hasretler yâd eder.
Demokrasi: İşbirlikçi sol Batının g e t i r m e s i n i bekler
Federasyon: İşbirlikçi sola göre ÇOK GEÇ KALINMIŞTIR bu hususta
Türk: İşbirlikçi Sol aşağılar.
Kürt: İşbirlikçi Sol daima yüceltir.
Devlet: İşbirlikçi Sola göre küçültülmeli, mümkünse yok edilmelidir(=Kemal Derviş IMF vs. vs. =Trilateral=CFR=Bilderberg=emperyalist İSTİLA)
Ermeni: İşbirlikçi Sol daima yüceltir; soykırıma uğramışlardır. Haksızlığa maruz kalmışlardır. Tazmin edilmeliler, özür dilenmelidir.
Sınıf bilinci & Ulusal bilinç: İşbirlikçi sol için yoklukla maluldür.
Bu kavramların yukarıdaki tanımlamaları İşbirlikçi Solun İşaret fişeği, yol göstericisidir.
Bu kavramların tam zıt tanımlaması ise benim inandığım: Ulus-devlet bütünlüğü, ulusal bilinç, antiemperyalizm, EMEKÇİ, laiklik, misak-ı milli, Türk vatanı VE DEVRİMDİR”
Son Söz;
İşbirlikçi, işbirlikçilik yenilmeden, emperyalizm yenilemez.
Emperyalizmi yenmek isteyenler öncelikle ve özellikle işbirlikçiyi yenmek zorundadırlar.
İşbirlikçiler yenilince hain kendiliğinden ortadan yok olur... 17 Şubat 2016 Isparta
Mahmut ÖZYÜREK