4 Ekim 2016 Salı

LOZAN’I BIRAK, BRÜKSEL’E BAK!



Bu yazımda sizlere, tamamı Avrupa Birliği’nin (AB) resmi belgelerine dayalı tarihi bilgiler sunacağım.
Türk dış siyasetinde çok önemli bir dönüm noktasının belgelerini içeren bu yazımı okumakla kalmayıp dosyanızda saklamanızı öneririm.

KIBRIS’I RUMLARA RECEP TAYYİP ERDOĞAN VERDİ

Recep Tayyip Erdoğan, Kıbrıs’ı Rumlara verme yolunda ilk adımı 29 Ekim 2004 tarihinde attı.
Avrupa Birliği (AB) Anayasası 29 Ekim 2004 tarihinde Roma’da, 25 Üye devletin Kraliçe, Başkan, Cumhurbaşkanı, Hükümet Başkanı tarafından imzalandı.
Üç aday adayı ülkenin; Türkiye, Bulgaristan ve Polonya’nın, devlet başkanları, başbakanları da ayrı bir protokol imzalayarak AB Anayasasını kabul ettiler.
Türkiye’yi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Başkanı Abdullah Gül temsil ettiler.
İmza töreni Papa 10. Innocent’in heykeli altında gerçekleştirildi.
Papa 10. Innocent, Türklere ilk Haçlı Seferlerini düzenleyen papazdır.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın imzaladığı AB Anayasasının giriş bölümü şu sözlerle başlamaktadır:

“DRAWING INSPIRATION from the cultural, religious and humanist inheritance of Europe…”

Türkçesi:

“Avrupa’nın kültüründen, dininden ve insanlık mirasından İLHAM ALARAK…”

AB Anayasasının, Avrupa dininden ilham alınarak hazırlandığı vurgulanıyordu.
Peki, Avrupa’nın dini nedir? Hiç kuşkusuz, Hıristiyan dinidir.
Hiç tartışmaya yer yok, AB Anayasası, bir Hıristiyan anayasasıdır.

Peki, nasıl oluyor da halkının yüzde 99’u Müslüman olan Türkiye, bir Hıristiyan Anayasasının buyruğuna girmeyi kabul ediyordu?
“Minareler süngü, camiler kışla” diyerek halkın din duygularını sömürüp iktidar yolunu açanlar, nasıl oluyor da Türkiye Cumhuriyeti’ni bir Hıristiyan Birliği’ne teslim ediyorlar, üstelik bu anlaşmayı Türklere ilk Haçlı Seferlerini düzenlemiş papanın huzurunda imzalıyorlardı?
Bu sorunun cevabını Recep Tayyip Erdoğan şöyle vermekteydi:
“Benim Emir-Komuta Merkezim ne emrederse onu yaparım. Papaz elbisesi giyeceksin derse Papaz elbisesi bile giyerim, bu şekilde gider görevimi yaparım.”

Öyleyse Recep Tayyip Erdoğan’ın Emir-Komuta Merkezi emretmiş, Recep Tayyip Erdoğan da, gerçi papaz elbisesi giymemiş, ama Türklerin düşmanı Papa’nın heykeli altında Hıristiyan Anayasasını imzalayıp kabul etmişti.

Recep Tayyip Erdoğan’ın 29 Ekim 2004 tarihinde Roma’da imzaladığı AB Anayasasını imzalayan üye devletlerden biri de, Kıbrıs Cumhuriyeti idi.
Yalnız AB Anayasasında değil, tüm AB belgelerinde Kıbrıs’tan sadece şöyle söz edilmektedir:
“The Republic of Cyprus”. Yani, “Kıbrıs Cumhuriyeti”.
Ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yönetimi Rumlardadır
Roma’da imzayı, Kıbrıs Cumhuriyeti Devlet Başkanı Nicos Anastasisdes atmıştı.

İmza töreninden sonra Recep Tayyip Erdoğan, Nicos Anastasisdes ile birlikte Aile Fotoğrafı’nda yer almıştı.
29 Ekim 2004 tarihinde Roma’da AB Anayasasını imzalayan Recep Tayyip Erdoğan, Kıbrıs’ın Rumların yönetiminde olduğunu kabul etmiş oldu.
Bu, Recep Tayyip Erdoğan’ın Kıbrıs’ı Rumlara verme yolunda attığı ilk adımdı.
Şimdi gelelim, ikinci ve belirleyici adıma.

17 Aralık 2004 tarihinde “Council of the European Union”, yani Avrupa Birliği Konseyi toplandı.
Bu toplantı sonucunda “Başkanlık Kararları” başlığı altında alınan kararlar bir rapor olarak açıklandı.
Bu raporda 17 – 23. maddeler sadece Türkiye’yi ilgilendiriyor, Türkiye’nin yerine getirmesi gereken koşullar sıralanıyordu.
Bu maddeler kabul edilirse, Türkiye’ye “Aday Üye Müzakerelerinin” başlayabilmesi için bir tarih verilecekti.
Bu maddeler kabul edilmeden, Müzakereler başlamayacaktı.
İşte, bu maddelerin içeriği:

• Rum yönetimindeki Kıbrıs Cumhuriyeti tanınacaktır.
• Kıbrıs Cumhuriyeti de Gümrük Birliği kurallarının geçerli olduğu ülkeler listesine eklenecektir.
• Kıbrıs Cumhuriyeti bandıralı gemilerin ve Kıbrıs’a ulaşmış gemilerin Türk limanlarına girmesine izin verilecektir.
• Üyelik müzakereleri “ucu-açık” olup sonucu garanti edilmeyecektir.
• Türkler AB’ye üye olduktan sonra bile AB ülkelerinde serbest dolaşamayacak, Türklere vize kaldırılmayacaktır. Ama AB vatandaşları Türkiye’de serbestçe dolaşabileceklerdir.
• Türkiye’de yabancı işçilerin serbest dolaşımını kısıtlayan engeller kaldırılacaktır.
• Yabancı yatırımlara karşı konulmuş kısıtlamalar kaldırılacaktır.
• Kürtlerin haklarını ve özgürlüklerini tam kullanmalarına izin verilecektir.
• Türkiye’de Müslüman olmayan toplulukların özgürlüklerini kullanmada karşılaştıkları sorunlar ortadan kaldırılacaktır.
• Ordu, sivillerin kontrolüne geçecektir.
• Ermeni soykırımı tanınacaktır.
• Ermenistan ile halen kapalı olan kara sınırları açılacak, diplomatik ilişkiler kurulacaktır.
• Dicle ve Fırat nehirlerinin üzerindeki barajların ve sulama sistemlerinin yönetimi uluslar arası bir kuruluşa verilecektir.
• İran, Türkiye’nin potansiyel bir düşmanı olarak kabul edilecektir.
• Türkiye ile Rusya arasında yeni bir siyasi rekabetin doğabileceği dikkate alınacaktır.
• Devlet bankalarının ve işletmelerinin özelleştirilmesi hızlandırılacaktır.
• Canlı hayvan ve et ürünlerinin Türkiye’ye ithali serbest bırakılacaktır.
• AB Müktesebatının tamamı kabul edilecektir.

Bu çok ağır koşullar içeren rapor, Konsey’de saatlerce tartışılır.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan çok zorlanmış, Kıbrıs’ı Rumlara teslim edişini Türk halkına nasıl açıklayacağını bilmediğini söylemiştir.
Recep Tayyip Erdoğan’ın sıkıntısı, Kıbrıs’ı Rumlara verişinin Türkiye’de nasıl savunmasını yapacağını bilmediğinden kaynaklanmaktadır.
Recep Tayyip Erdoğan’ın imdadına İngiltere Başbakanı Tony Blair yetişir.
Tony ve Erdoğan bir odada yalnız başlarına uzun süre görüşürler. En sonunda Tony Blair, Kıbrıs’ı Rumlara veren Tayyip Erdoğan’a şu taktiği verir:

“Sen halkına, imzaladığın anlaşmanın sadece bir ticari anlaşma olduğunu ısrarla söyle!”

Bu taktiği benimseyen Recep Tayyip Erdoğan odadan çıkar, Konsey’in toplandığı salona döner ve anlaşmayı imzalar. İlginçtir, çok ağır şartlar içeren bu anlaşmayı Konsey’in bazı üyeleri bile şaşkınlıkla karşılar. Bunlardan bazıları Recep Tayyip Erdoğan’a;
“Biz bu şartları kabul etmeyeceğinizi, direneceğinizi sanıyorduk! Eğer direnseydiniz bizler de sizi destekleyecektir!” demişlerdir.
Recep Tayyip Erdoğan, 17 Aralık 2004 günü Kıbrıs’ı resmen Rumlara vermiş olur.
18 Aralık 2004 tarihli, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan yanlısı gazeteler, haberi şu başlıklarla verirler:

Posta: “Büyüksün Türkiye!”
Hürriyet: “İstediğimizi aldık”
Sabah: “Avrupa İhtilali”
Star: “70 Milyon Coşku”
Zaman: “Yeni Türkiye”
Yeni Şafak: “Başardık”
Vakit: “Hayırlı Olsun”

Değerli Dostlar,

Recep Tayyip Erdoğan’ın Kıbrıs’ı Rumlara verişinin öyküsünü çok ayrıntılı olarak, AB belgelerinden İngilizce alıntılar da yaparak, “AVRUPA BİRLİĞİ TABUTA ÇAKILAN SON ÇİVİ” ve “İĞFAL” adlı kitaplarımda anlattım.
Birinci baskısı Kasım 2006’da yapılan “AVRUPA BİRLİĞİ TABUTA ÇAKILAN SON ÇİVİ” kitabım bugüne kadar 7 baskı yaptı.
Aradan geçen 10 yılda, bu kitapta verdiğim bilgilerden tek bir satırının bile “doğru olmadığını” söyleyen bir devlet yöneticisi, bir siyasetçi, bir akademisyen, bir yazar, bir gazeteci çıkmadı!
Birinci baskısı Ocak 2011’de yapılan “İĞFAL”, bugüne kadar 3 baskı yaptı.
Aradan geçen 5 yıl içinde, bu kitapta verdiğim bilgilerden tek bir satırının bile “doğru olmadığını” söyleyen bir devlet yöneticisi, bir siyasetçi, bir akademisyen, bir yazar, bir gazeteci çıkmadı!

Değerli Dostlar,

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 29 Eylül 2016 günü Saray’da Muhtarlara hitaben şunları söyledi:

Bize Lozan’ı zafer diye yutturmaya çalıştılar. O masaya oturanlar Lozan’ın hakkını vermediler.”

Lozan’la ilgili gerçekleri saygın tarihçilerimiz, uzman aydınlarımız yazdılar, televizyonda anlattılar.
Benim bu konuda şöyle sesleniyorum:

Sayın Recep Tayyip Erdoğan,
Lozan’ı bırakın da Brüksel’de Kıbrıs’ı Rumlara nasıl verdiğinizi anlatın!
Dönemin İngiltere Başbakanı Tony Blair’den aldığınız taktikle Kıbrıs’ı Rumlara verdiğiniz gerçeğini nasıl sakladığınızı, Brüksel Anlaşmasını bir “zafer” olarak halkımıza nasıl yutturmaya çalıştığınızı anlatınız!
Ancak şunu hiç unutmayınız:
“Güneş balçıkla sıvanmaz!”

Yılmaz Dikbaş
3 Ekim 2016, Pazartesi
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52

BASIN AÇIKLAMASI “Ex Gratia”



BASIN AÇIKLAMASI
“Ex Gratia”
Tarih, 18 Ocak 1927. Yer, ABD Senatosu. Kürsüde Amerikalı Senatör William David Upshaw. Gündem, Lozan Antlaşmasıdır.  Upshaw ağzından köpükler saçarak kin kusuyor.
"... Antlaşma(Lozan), Timurlenk kadar hunhar. Müthiş İvan kadar sefih ve kafatasları piramidi üzerine oturan Cengiz Han kadar kepaze olan bir diktatörün zekice yürüttüğü politikasının bir toplamıdır. Bu canavar, savaştan bıkmış bir dünyaya, bütün uygar uluslara onursuzluk getiren bir diplomatik antlaşma kabul ettirmiştir. Buna her yerde bir Türk zaferi dediler. Ve eski dünya parlamentolarını bunu kabule ikna ettikten sonra, büyük sermaye gurupları, soğukkanlı ticaret erbabı ve giderek güya bazı din temsilcileri bile, Türkiye'yi uygar uluslar masasında, uluslararası bir konuk durumuna yücelterek, Amerika'yı yüksek ülkülerinden uzaklaştırmada birleştiler.
Amerikan senatörünün ağzından köpükler saçarak kin kustuğu, Hunhar Timurlenk, Sefih Müthiş İvan ve kafatası piramidi üzerinde oturan Cengiz Han'a benzettiği kişi, emperyalizme karşı Türkiye halkının ulusal kurtuluş savaşına önderlik eden, Lozan Antlaşmasını yönetip, yönlendiren Mustafa Kemal Atatürk’tür.
Amerikalı Senatör William David Upshaw ABD yurttaşıdır.
Peki, Türkiye Cumhuriyeti Kimliği taşıyan bir zat Mustafa Kemal Atatürk’e “ayyaş, “Ata’ya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok”, “Türkiye kendine din olarak Kemalizm’i almış ve başka hiçbir dine hayat hakkı tanımayarak kitlelere zorla dikte ettirmiştir…”, “Türkiye’nin yarınında artık Kemalizm’e ve Kemalizm benzeri rejimlere, sistemlere yer yoktur. Kemalizm’in yeniden kendini üretmesi söz konusu değildir. Bizim için en üst belirleyici, İslam’ın etkileridir. Her şey ona göre belirlenir” diyerek saldırırsa,
William David Upshaw’ın “bir diktatörün zekice yürüttüğü politikasının bir toplamıdır” diye saldırdığı Lozan Antlaşmasına "Tarihte bize ne yaptılar. 1920'de bize Sevr'i gösterdiler, 1923'te Lozan'a bizi razı ettiler. Birileri de Lozan'ı zafer diye yutturmaya çalıştı. Her şey ortada" diyerek Türkiye’nin bağımsızlık belgesine dil uzatırsa,
 Anlaşmayı yapanları Amerikalı Senatör Upshaw’ın ağzıyla “O masaya oturanlar, o anlaşmanın hakkını vermediler. Veremedikleri için şimdi onun sıkıntısını biz yaşıyoruz" diyerek anlaşmayı yapan İsmet İnönü’ye,  Lozan Antlaşmasını yönetip, yönlendiren Mustafa Kemal Atatürk’e kin kusarsa ABD yurttaşı Upshaw ile aynı cepheye düşmüş ve emperyalizme teslim olmuş olmaz mı?
Bu Zat’ın yönetimde olduğu döneme bir bakmakta yarar var.
1-20 Ekim 1921’de TBMM hü­kü­me­tiy­le Fran­sa hü­kü­me­ti ara­sın­da im­za­la­nan An­ka­ra Antlaşması’nın do­ku­zun­cu mad­de­si ge­re­ğin­ce Türk toprağı olarak kabul edilen, Suriye Devleti sınırları içindeki Süleyman Şah Türbesinin de içinde bulunduğu, (8797 m2) toprakları, tek bir kurşun bile atmadan IŞID’a terk edildi. Terk edip kaçmayı  “iyi kaçtık ama..” diyerek, Türk milletine büyük bir başarı olarak yutturmaya çalıştılar. Bu kaçış tarihe “Cumhuriyet tarihinde ilk kez toprak kaybedilen eylem” olarak geçti.
2- Kuzey Kıbrıs Türkiye Cumhuriyeti Devleti “ver-kurtul, yes be annem” zırvalamaları ile Türkiye’den koparılarak emperyalizmin Akdeniz’deki üssü durumuna getirilmesine seyirci kalındı.
Bakın bu konuda “Zat’ın ayyaş diye kinle, intikamla saldırdığı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, çevresinde topladığı kurmaylarına "Türkiye'nin yeniden işgal edildiğini ve Türk Kuvvetlerinin sadece bu bölgede mukavemet ettiğini farz edelim. İkmal yollarımız ve imkânlarımız nelerdir?" sorusunu sorar.
  Subayların ileri sürdüğü birçok görüş ve düşünceler sabırla dinleyen Atatürk, elini haritaya uzatarak Kıbrıs'ı işaret eder ve "Efendiler, Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece, bu bölgenin ikmal yolları tıkanmıştır. Kıbrıs'a dikkat ediniz. Bu ada bizim için çok önemlidir" diyen vasiyeti varken.
3- Mavi Marmara saldırısı sonrasında dönemin başbakanı, şimdiki Cumhurbaşkanı Erdoğan İsrail’le ilişkilerin normalleşebilmesi için üç şartları olduğunu defalarca tekrarladı: özür, tazminat ve Gazze ablukasının kaldırılması.
İşte bu koşulları ileri sürenler Ağustos 2016 da Türkiye-İsrail anlaşmasını imzaladılar. Hükümetten ve hükümete yakın isimler bu hezimet antlaşmasını “İsrail’e yüksek bir tazminat ödetmeyi başardık!” şeklinde yutturmaya çalışıyorlar.
Gerçekte Gazze ablukasının kaldırılması bir yana, abluka daha da katılaşmıştır. Tazminat konusu ise tam bir “hezimettir”. Çünkü anlaşmada İsrail tarafından sadece ölenlerin yakınlarına verilmek üzere ödenecek 20 milyon dolarlık ödeme “ex gratia” olarak geçiyor. Ex gratia, ödeyen tarafın sorumlu olmadığı hâlde lütuf olarak ödeme yapması, herhangi bir yasal yükümlülük altında olmaksızın iyilik olsun diye verilen demek. Yani tazmin edilmiş bir haktan ziyade anlaşmada ödenecek meblağ bir jest olarak geçiyor. Bu ibarenin geçtiği metni imzalayan Türkiye hükümeti, İsrail’i Mavi Marmara’daki suçları ve sorumluluklarından kendi eliyle aklıyor.
4- Atatürk ve İnönü’nün Lozan’da vermediği, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın 1936 yılında devletin envanterine kaydettirdiği ege adaları (16 adacık, 135 kayalık), alenen Yunanistan tarafından işgal ve ilhak edilmiş, Buna karşın AKP hükümetleri bu işgal karşısında suskun kalmışlar, yani adaların işgaline zımnen(örtülü olarak) onay vermişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti Ege Denizi’nde 3 milin ötesine geçemez hale gelmiştir.
Değerli Dostlar;
Lozan Anlaşmasına Amerikalı Senatör Upshaw’ın ağzıyla saldıranlar Yalnızca yukarıda 4 maddede saydığımız eylemleri nedeniyle bile TCK 302’de belirtilen “Vatana İhanet Suçu”, Terörle Mücadele Kanunu’nun 3. maddesinde belirtilen “Terör Suçu” ve Anayasa’nın 3. maddesi fiilen değiştirilmek suretiyle “Anayasal Suç” işlenmişlerdir.
Keser döner sap döner gün gelir devran döner ve Lozan Anlaşmasına Amerikalı Senatör Upshaw’ın ağzıyla saldıranlardan mutlaka hesap sorulur.. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın..

YÖNETİM KURULU ADINA:                                                          Mahmut ÖZYÜREK
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI

3 Ekim 2016 Pazartesi

BİR EYYAMCI



İlber Ortaylı, Lozan tartışmalarını değerlendirmiş; “Lozan ne zafer ve ne de hezimet değil, sadece tarihi bir uzlaşmadır.  Tartışmaları önemseyenler ise kahvede oturarak ve höpürdeterek şekerli kahvesini yudumlayanlardır!” demiş!..

Bu adam hep "ne şiş yansın, ne kebap" kabilinden "ortaya karışık" bir şeyler söyleyerek kenara çekiliyor. Bu şekilde iktidarla da iktidara kızanlarla da dirsek temasını sürdürüp, hem iki taraftan da nemalanıyor, hem de medyanın aradığı adam oluyor.

Çünkü medyada aynı düşüncede; bir yandan vıcık vıcık yalakalık yapan biri olmadığı için okuyucu ya da izleyicilerini kızdırmıyor, bir yandan da eleştirmediği için iktidarın gazabından kurtuluyor.

Bu sözü de öyle. Elbette uzlaşmadır da, uzlaşmalardan karlı çıkan da vardır, zarar eden de. Lozan'da ne olmuştur?

Buna değinir ise Erdoğan'ı kızdırabilir. Onun için “ortaya karışık" lafını etmiş, kenara çekilmiş.

En son Dolmabahçe Sarayı’nda Meclis Başkanı’nın düzenlediği, “Sultan 2. Abdülhamid Han ve Dönemi Uluslararası Sempozyumu”nda, İsmail Kahraman’ın solunda otururken gördük.

Yaptığı konuşmada, “ortaya karışık” bile değil, “yuvarlak”, fakat daha çok davet sahibini mutlu edecek laflar etti.

İsmail Kahraman ise konuşmasında Abdülhamit’i öve öve bitiremedi, “hal edilmeseydi Meriç nehri ile Ağrı dağı arasına sıkışmış olmayacaktık” dedi.

Oysa zamanında Osmanlı’nın en çok toprak kaybettiği, Rusların Batı’da Yeşilköy’e, Doğu’da Erzurum’a kadar geldiği padişah hakkında söylenmiş bu sözleri, Sayın Ortaylı’nın düzeltmesini beklerdik. Çünkü bilim etiği bunu gerektiriyor. Fakat o bilim etiğini değil, bir dahaki daveti kaçırmamayı önemsiyor..

Süleyman Çelik