TAYYİP
ERDOĞAN’IN SON ÇIKIŞI : “TÜRK MÜSÜN MÜSLÜMAN MISIN?”
AKP’nin VE
RTE’nin Türk Düşmanlığının Tarihsel Ve Toplumsal Dinamikleri
Erdoğan’ın
“sahaya çıktığı” ilk dönemlerde “hem laik, hem Müslüman olunmaaaz” açıklamasını
birçoğumuz biliriz. Laiklikten sonra, Tayyip Erdoğan son dönemde milliyetçiliği
hedef tahtası haline getirmiş durumda.
Cumhurbaşkanı
RTE Diyanet İşleri Başkanlığı’nca Sinan Erdem Spor Salonu’nda düzenlenen
"Hz. Peygamber, Tevhid ve Vahdet" temalı Kutlu Doğum Programı’na
katıldı.
Programda
yaptığı konuşmanın bir bölümünde, babası ile arasında geçen bir diyalogu
aktaran R.Tayyip Erdoğan "Laz mıyız, Türk müyüz?" sorusuna, babasının
"Müslümanız de geç." şeklinde yanıt verdiğini belirtip, dünyadaki üç
büyük tehlikeden birinin de "ırkçılık" olduğunu belirtti.
Hemen ardından
ise "terörle mücadelede kararlılık" beyanında bulundu Tayyip Erdoğan.
Duruma objektif
olarak yaklaşıp, bu açıklama hakkında kısa bir analiz yapalım.
Öncelikle,
Türkiye'de yaşayan Türklerin büyük çoğunluğu kendisini Müslüman olarak
tanımlamaktadır. Buna kimsenin itirazı tabi ki yok. Ancak kendisini Müslüman
olarak tanımlayan Türk Ulusunun ezici çoğunluğu, kendisini Milli temelde TÜRK
olarak tanımlamaktadır. Biri diğerinin alternatifi ya da seçeneği olmamaktadır
burada. Çünkü biri dini kimlik, diğeri milli kimliktir. Biri vicdani, diğeri
tarihsel, kültürel ve sosyal zeminde kendisini ortaya koyar.
Yani Müslüman
olmak, Türk olmayı öteleyen dahası ret ve inkar eden bir inanç değil. Bununla
beraber Orta Asya, Kafkaslar, Avrupa’nın doğusunda kalan ülkelerin büyük
kısmında kendisini Hıristiyan, Şaman veya Musevi olarak adlandıran ve farklı
inançlara sahip olan Türklerin varlığını mutlaka göz önünde bulundurmak esas
olmalıdır.
“Tayyip
Erdoğan’ın bu açıklamasında ne var ki?” diyebilirsiniz. Belki bu açıklamayı tek
başına aldığımızda sorun teşkil etmeyebilir. Ancak, politik analiz yapmak için
yalnızca son sonuçtan hareket edemeyiz. Mevcut açıklamayı ve öne sürülen
düşünceyi, daha önceki açıklama ve düşünce sistemi içerisinde, bütünün bir
parçası olarak değerlendirmek, daha sağlıklı sonuçlara ulaşmamızı
sağlayacaktır. Farklı bir ifade ile kurulan cümlelerin arka planını, ileri
sürülen fikrin dinamiklerini hesaba katmamız şarttır.
TÜRK
MİLLİYETÇİLİĞİNE AÇILAN SAVAŞ
Türkiye’deki
milli güçler olarak, Ulus Devlet yapısına karşı açılan savaşın, özellikle
1938’den itibaren başlatıldığını ve 1946’dan sonraki dönemde hızlanarak devam
ettiğini bilmekteyiz. AKP iktidarı döneminde Türk Ulus bilincine ve sosyal
yapısına yönelik Batı merkezli başlatılan mücadele 93 yıllık Cumhuriyet
döneminin, son 60 yıllık sürecine yansıyan, yapısal bunalımın en keskin
hatlarını oluşturuyor. Daha farklı bir ifade ile AKP iktidarının 14 yıllık
süreci, son 60 küsür yıllık yapısal bunalımın dinamikleri ile oluşan bir “dışa
vurumdur.”
1938’de
İngiltere ve Fransa ile yapılan Üçlü İttifak Anlaşması.
1939’da ABD ile
yapılan Dış Ticaret Anlaşması
1946’da
Milletler Cemiyeti’ne girmemizin ön şartı olarak “çok partili sisteme geçişin”
öne sürülmesi.
1946’da
Marshall Planı ile ekonomimizin tamamen dışa bağımlı olması.
1951’de ABD
üslerinin Türkiye’de açılmaya başlanması.
1952’de NATO’ya
girişimizle beraber, Milli Savunmamızın da ABD’ye bağlanarak, ortadan
kaldırılması.
1949'da TSK'nın
Milli Savunma Bakanlığına bağlanması süreci, Menderes dönemi ile
"kurumsallaşma düzeyinde" gerçekleşmiştir..
Milli Eğitim
sisteminin Marshall Planı çerçevesinde ABD’ye uyumlu olarak değiştirilmesi ve
ABD’ye uyumlu “yeni bir kuşak” yetiştirilmesinin amaçlanması.
Basın – yayın
organlarının büyük çoğunluğunun, Batı’lı birkaç aileye bağlı şirketler
tarafından dizayn edilmesi. ( Tasarımlanması )
Özellikle 24
Ocak kararlarından sonra milli ekonominin arta kalan dinamiklerinin ortadan
kaldırılması ve devamında KİT’lerin yabancı devletlerin şirketlerince
yağmalanması, özelleştirmelerle devletçi ekonominin dinamiklerinin ortadan
kaldırılmasına olgun bir zemin sundu. TEKEL, PETKİM, TÜPRAŞ, TÜRK TELEKOM gibi
milli kaynakların ve muhabere denetiminin tamamen yabancı devletlere bağlanması
gibi akla ilk gelen örnekler ve öncesinde belirttiğimiz gibi ABD ile
yapılan tek taraflı anlaşmalar, Türkiye’deki ekonominin, eğitimin, savunmanın
milli köklerinden koparılmasına neden oldu.
AKP’NİN VE
RTE’NİN TÜRK DÜŞMANLIĞININ TARİHSEL VE TOPLUMSAL DİNAMİKLERİ
Yukarıda
saydığımız dinamikler, AKP iktidarı döneminde olgunlaşan Atatürk ve Türk
milliyetçiliğine düşmanlığın ekonomik, sosyal ve siyasal zeminini
oluşturmuştur. Batı emperyalizmine bağımlı olmaya başladığımız süreçten
itibaren ABD, kendi siyasal yapısına uygun bir toplumsal iklim yaratma uğraşına
girmiş; ekonomisi, eğitimi, savunması dışa bağımlı olan bir ülkede bu tek yanlı
bağımlılığa uygun kültürel bir zemin “kendiliğinden” oluşmuştur.
Çünkü
emperyalizmin bir ülkeyi kendisine bağlaması yalnız ekonomik – siyasal
sonuçları ile ortaya çıkmaz. Batı nüfuz ettiği ülkede:
Toplumsal
davranışlar bütünlüğünü ve eğilimini bozar.
O ulusun ortak
değerlerini ifade eden kurumları işlevsizleştirir. ( 2003 – 2015 döneminde
TSK’ya karşı başlatılan Ergenekon, Balyoz gibi tertip ve kumpaslar. )
Psikolojik
eğilimler ve bağdaşma temellerini dinamitler.
Egemenliği
altına aldığı ülkenin siyasal –askeri hamlelerini “kendi hamlelerine” uygun
hale getirir. (Üretilmiş muhalefet buna
verilecek en güzel örnektir.)
Batı, o
toplumun davranışlar bütünün bozmak için günümüzde medyayı etkin olarak
kullanmaktadır. Türk kültürüne ve geleneklerine uygun olmayan yarışma
programları, televizyon dizileri birçok sömürge ülkede olduğu gibi tek
merkezden planlanan bir projenin ürünü olarak ülkemizde piyasaya sürülmektedir.
Bu programların temel amacı aile bağlarını ortadan kaldıran, dostluk ve
sosyal dayanışma anlayışını yok eden, evlilik kurumunu baltalayan içeriği ile
milli – toplumsal dokuyu bozmaktır. ( Yukarıda verdiğim, Toplumsal
davranışlar bütünlüğünü ve eğilimini bozmak örneğini hatırlayınız.)
Erdoğan ve
AKP’nin Türk milliyetçiliğine karşı başlattıkları savaşı bu kadar cüretkâr
olarak öne çıkarmalarını, yukarıda saydığımız tarihsel, sosyal iklim zemininde
değerlendirmek gerekiyor. Farklı bir ifade ile Türkiye’nin Batıya 60 yıllık tek
yanlı bağlanma süreci, 14 yıllık AKP’nin Türk milliyetçiliğine savaş ilan
etmesine uygun bir alt yapı sunmuştur.
Yoksa
ekonomisi, savunması, eğitimi milli olan bir ülkede, ne AKP gibi bir parti
iktidar olur ne de iktidar olan bir parti “Türklüğü ayaklar altına alan” bir
propaganda yapabilirdi.
AKP’nin diğer
liberal – Batıcı projelerden farkı ise, Türk düşmanlığını İslamcı kimliği ile
öne sürmesidir. RTE ve AKP iktidarı Türk ulusuna öyle bir algı dayatmasında
bulunmaktadır ki, belli topluluklar adeta “Türküm” demenin Müslüman olmayı
reddetmek anlamına geleceği yanılgısına düşmektedir. RTE tek başına
milliyetçiliğe karşı çıkmanın oluşturduğu tepkiyi analiz etmiş, bu yüzden
şimdiki süreçte Türklüğü, Müslümanlık üzerinden inkar etmek gibi bir taktik
politika geliştirmiştir.
Fakat biz yakın
zamanda RTE ve AKP’nin Türk milliyetçiliği üzerine öne sürdükleri karşı –
propagandayı yine de hatırlayalım.
Ahmet Davutoğlu
Dış İşleri Bakanı olduğu dönemde Hürriyet Gazetesine 17.09.2012'de vermiş
olduğu röportajda "ulusçulukla hesaplaşmanın zamanı geldi." şeklinde
bir ifade kullandı.
18 Şubat 2013.
Yer Mardin. Başbakan olduğu dönemde Tayyip Erdoğan "Kimse bizim
karşımıza Türklükle çıkmasın. Biz her türlü milliyetçiliği ayaklar altına almış
bir iktidarız." dedi.
8 Temmuz
2014'te Erzurum'da yaptığı konuşmada Erdoğan, "Türkçülük
ayrımcılıktır" şeklinde bir açıklama yaptı.
29 Eylül 2015.
C.Başkanı olan Erdoğan muhtarlarla yaptığı toplantıda "Türküm
diyebilirsin bu senin en tabii hakkındır. Ama Türkçüyüm dersen ayrımcısın"
şeklinde konuştu.
Erdoğan'ın bir
gazeteyi işaret ederek Atatürk'ün ifade ettiği "Türkiye
Türklerindir!" vurgusuna dair, “Gazetenin bir tanesi yazmış ‘Türkiye
Türklerin’ diye. Ahlaksız bu, hayasız. " çıkışı ise bilincimizdeki
tazeliğini koruyor.
Son olarak yine
Davutoğlu'nun Mardin'de yaptığı bir konuşmada ulusçuluk fikrinin yerine
İbrahimi millet veya milleti İbrahim kavramını ikame etmeye çalışması ve
ulusçuluk fikrinin "ayrımcı" olduğunu iddia etmesi ise Türkiye'de
Türk milliyetçiliğine yapılan son merkezi saldırılardan biri oldu.
Politik
iktidarla aynı ölçekte Türk milliyetçiliğine düşman olan bir başka odak ise
bölücü terör örgütü PKK’dır. Bölücü terör örgütüne göre ise milliyetçilik =
faşizm. Türk Devletinin kurucu ilkelerinden milliyetçilik, gericiler ve
bölücüler açısından "faşizm" olarak nitelendirilmiş ve Batı merkezinden
başlatılan milliyetçilik karşıtı propaganda belli aralıklarla öne çıkmıştır.
AKP iktidarı
döneminde başlatılan "Çözüm Süreci" , 2006 Oslo Görüşmeleri,
"Dolmabahçe Mutabakatı", Habur rezaleti gibi eylemler milliyetçilik
düşmanlığının vücuda gelmiş hali olarak karşımıza çıkarıldı. Bölücü örgütle
müzakere ve mutabakat yapanlar, aynı dönemde temel milli kurumlarımızdan olan
Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı Pentagon merkezli tertip ve kumpaslar
yapmaktaydılar.
Recep Tayyip
Erdoğan’ın Türk milliyetçiliğine karşı açtığı savaşın “sosyal ve siyasal”
zemini hali hazırda dururken, diğer yandan “ABD modeli, idari federalizme
dayanan başkanlık sistemi” ni sürekli gündemde tutması, Başkanlık sistemi ile
birlikte “Türksüz Anayasa” nın Türk milletine dayatılması, kendi içerisinde bir
bütünlük oluşturmaktadır.
Yukarıda kısa
bir şekilde özetini sunduğumuz ABD’ye tek yanlı bağımlılık süreci ile birlikte
Milli kurumsal ve siyasal yapımızın dinamitlenmesi, AKP iktidarı ile birlikte
bu yapısal zemin üzerinde yükselen Atatürk ve Türk düşmanlığı ile “Yeni
Anayasa” , “İdari Federalizme Dayanan Başkanlık Sistemi” bir bütünün
parçalarıdır.
Burada
“sırıtan”, “ekleme parça” gibi duran nokta ise bölücü terör örgütüne karşı
yürütülen mücadeledir. Terörle mücadele, kapsamı açısından ayrı bir çalışma
konusu. Ancak şu iki noktanın altını çizmekte fayda var:
Bir: Başbakan Davutoğlu geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada “Mayıs
2013 sürecine dönülürse, müzakereler başlayabilir” dedi. Bu kapsamda
terörle mücadelenin, askeri açıdan tabi ki doğru bir zeminde olduğu, fakat
politik iktidarın, doğru olan bu askeri operasyonları kendi siyasi yönelimine
göre değerlendirmek istediği gerçeğinin atlanmaması gerekiyor. Operasyonların
başladığı ilk dönemde ne diyordu Tayyip Erdoğan : “Çözüm sürecini
buzdolabına koyduk.” Buzdolabına koyulan ürünleri, ileride yeniden
değerlendirmek için, çürümesin diye buzdolabında bekletiriz değil mi? Tayyip
Erdoğan da Çözüm Sürecinden tamamen vazgeçmediğini, “ileride değerlendirmek
için, çürümesin” diye beklettiğini dolaylı yoldan ilk süreçte ifade etmiş
bulundu o dönemde.
İki: Terörle mücadele askeri zeminde doğru bir seyir izlerken, politik
iktidarın Ulus Devleti tamamen ortadan kaldıracak bir anayasal modeli
tasarlaması ve başkanlık sistemi ile de federalizme dönük adımlar atacağını
ifade etmesi, pratikte yürütülen terörle mücadeleyi destekleyen değil, fakat
terörle mücadele ile çelişen bir yönelimi ifade eder. Ulus Devlet –
Üniter Devlet yapısını lağvetmeyi hedefleyen bir anayasal – yönetim modeli ile
ortaya çıkıp aynı anda bölücülükle mücadele ettiğinizi söylerseniz, buna kimse
inanmaz. Çünkü mücadele ettiğinizi iddia ettiğiniz terör örgütü de aynı
anayasal modeli ve yönetim sistemini hedefliyor. Aynı zamanda, aynı terör
örgütü de “Türk milliyetçiliği “ ni, yani Cumhuriyetin kurucu temel
ilkelerinden birini 1978’den beri hedef almaktadır.
Türkiye’de
yönetici odak olan gücün, son dönemde TSK’nın terörle mücadelesini
desteklediğini bu açıdan düşünmek yetersiz ve arka planı olmayan bir düşünce
sistemi üretmenin sonucudur. AKP ve RTE kendi içerisinde son derece tutarlı
adımlar atmaktadır. Türk’ün olmadığı bir anayasa ile birlikte Başkanlık
Sisteminin İdari Federalizmle birlikte düşünülmesi, yıllarıdır art arda yapılan
açıklamalarla
“Parçalayıcı
ulusçuluk” ,
“Biz Türk milliyetçiliğini ayakları altına
almış bir iktidarız”, “Müslümanım de geç” gibi söylemlerle, son olarak da
Kurtuluş Savaşı Ve İnkılap Tarihi derslerinin müfredattan tamamen kaldırılmak
istenmesi ile AKP iktidarı ve RTE, PKK’yı da “Kara Gücü” olarak gören ABD’ye
zaten uyumlu hareket etmektedir.
Türkiye’de kimi
zaman at izi ile kurt izinin birbirine karıştığı düşünülse de bizce hala saflar
net:
Bir tarafta ABD
ve Batı emperyalizmine uyumlu hareket eden iktidar partisi ve diğer siyasi
partiler, bölücü terör örgütü, yine Batı’dan beslenen sivil toplum örgütleri ve
ana akım medya var.
Diğer yanda her
türden siyasi partiye oy vermiş ancak ortak paydalarda bir araya gelen, ortak
sorunları olan, kaygıları ortak olan, siyasi partilerin denetiminden uzak Milli
Güçler ve Türk Milleti var.
Batı’nın
çarkından ayrı hareket eden Milli Güçler ile Türk milleti buluştuğu zaman, biz
Türk Devrimine kaldığımız yerden devam edeceğiz. O zaman bizim de kendi
içimizde “bölünmez bir bütünlüğümüz olacak.”
Mithat Akar –
Gaziantep