9 Mart 2016 Çarşamba

HAREM PADİŞAHLARIN KERHANESİYDİ?!



Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Osmanlı dönemine dair sürekli dile getirdiği 'ecdad sevgisi' söylemlerine eşi Emine Erdoğan da katıldı. Çevre Bakanlığı'nın düzenlediği 'Tarihimizde İz Bırakan Valide Sultanlar'' programında konuşan Emine Erdoğan "haremin Osmanlı hanedan üyeleri için bir okul ve kadınları hayata hazırlayan bir eğitim yuvası olduğunu" söyledi.

TÜM BU REZALETLER HAREMDE OLURDU?!
 “Muhteşem Yüzyıl” adlı dizinin ilk bölümü oynatıldığında, tüm Osmanlı kulları ve Devşirme Dölleri ayağa kalktılar.
“Padişahlarımızın da manevi değerlerini korumak için, ATATÜRK’Ü koruma kanunu gibi kanun çıkartalım!” Diyerek önerilerde bulundular! 07 Ocak 2011.
Bir devletin yıkılmasına ve bir toplumun da çürümesine neden olan denenmiş bir idari sistemi yeniden getirmekte ısrar, İhanetin, Cehaletin ve Çıkarcılığın ve de vatana ihanetin işaretidir!
  Kendi tarihlerinden haberi olmayanlarda da, Saray’ı hümayundaki kadın oyunları şaşkınlık yaratmadı değil.
Osmanlı İmparatorluğu, en muhteşem döneminde kadınların saltanatı mıdır? Fransız siyasi tarihinde çok önemli bir itiraf vardır!”
1743’ten sonra¸ Fransa’yı Kralların metresleri yönetmiştir!” Fransız Kıralı 15’inci Louis’in metresi madam Pompadur’un evinin kapısına, Paris halkı: ”Kralın orospusunun evi!” Levhasını asmıştı.
Kanuni dediğimiz evlat katilini de bir Rus Papazının Kızı Alexandra lisowska  (Roxelana)/1506/1558/ ile Devşirme ve Rüşvetçilerin Şahı Damat Rüstem Paşa yönlendirmiştir. Sırf Sarhoş Sarı Selimi padişah yapmak için Şehzade Mustafa ve oğlu Osmanla, Şehzade Beyazıt ve ÜÇ oğlunu acımadan boğdurtmuştur. Şehzade Mustafa’yı çok seven Hürrem’den olma Şehzade Cihangir de Şehzade Mustafa’nın Öz babası Birinci Süleyman tarafından öldürülmesi üzerine üzüntüden ölmüştür. Mustafa’nın sırtına teberin kıblesini vurarak yere düşüren Zal Mahmut adlı hain de İstanbul’da Zal Mahmut adlı bir cami yaptırtmıştır. İstanbul’daki Avusturya Büyük Elçisi Bousbecg Viyana’ya yazdığı bir mektupta: “Mustafa’nın öldürülmesine bir insan olarak üzüldüğüm kadar bir Türk düşmanı olarak ta sevindim!” Demiştir.
  “İstanbul kanatlarımın altında” adlı bir film çekilirken, Dördüncü Murat’ın cinsel tercihi üzerine büyük bir gürültü kopmuştu. Kültür ve Turizm Bakanı olan, ahenkli sesli MHP’li bir politikacımız:
  “Dördüncü Murat’ın dörtdörtlük, kadınlara yönelik cinsel hayatı olmuştur. Zinhar, Gılmanlarla bir ilişiğinden söz edilmeye!” Buyurmuştu.
  15 Haziran 1997 tarihli Hürriyet Pazar’da inadına bir makale yayımlanmıştı. Bütün dini bütün milliyetçilerimiz vekâletsiz iş görme akdine sığınarak avukat kesilmişlerdi. Bunun üzerine de şimdi vereceğim yazı yayımlanmıştı:
“Geçen hafta Fatih Sultan Mehmed’in sansürlenen şiirlerinden söz etmiş, İstanbul Belediyesi’nin Fatih’in divanında yer alan 70 adet gazelden 43’ünü nasıl makasladığını anlatmıştım. Makaslanan şiirlerden verdiğim örnekler hayli ses getirmişti. Bazı gazeteler yazımdan alıntı yaparken, konu tv’lerde tartışıldı. Fatih’in şiirlerinden tam beş asır sonra” in” olduğunu görünce, onun İstanbul mısraıyla
 Belediyesi’nin hışmına uğramış olan bir gazelini daha yazayım dedim.
İşte, Fatih’in “Avni” adıyla kaleme aldığı ”Bir güneş yüzlü Melek”
Mısraıyla başlayıp Galata’daki genç bir papazdan söz eden ve beş bucuk asır sonra sansüre uğrayan gazeli. Yorum, yine sizlere ait.
  “Bu 14 yaşındaki papaz yamağı, Nasturas’ın oğludur. Fatih’in sarayına gitmediği için, Fatih tarafından boynu “”vurdurulmuştur. Canı pahasına namusunu kurtarmış olduğunu babası yazmaktadır.”
  Alemi ay gibi aydınlatan güneş yüzlü bir melek gördüm/Sünbüle benzer siyah saçları âşıklarına âh ettirmede/siyahlıkların çevrelediği parlak bir ayı andıran o naz servisi, Frenk ülkesinin güzellik şahıdır/belindeki papaz kemerinin düğümüne gönüllerini bağlamayanlar iman ehlinden değil, yolunu şaşırmış âşıklardandır/gamzesi ile öldürdüklerine dudaklarıyla canlar verip ruhlar bağışlayan o güzel, İsa’nın yolundan. Ey Avni! O güzelin sana teslim olmasını bekleme. Sen İstanbul’un şâhısın, o ise Galata’nın.”
  Fatih sultan Mehmet’in divanındaki 72 şiirin 27’si oğlanlara aittir. Bu Divan; 1959 yılında Sayın Ahmed Aymutlu tarafından açıklamalı olarak yayımlanmıştır. Bu şiir aruz vezni ile yazılmıştır. Ölçüsü de: Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilâtün’dür. Günümüz Türkçesine çevrilerek verilmiştir. Şiir:
  “Âlemde ay olan bir güneş yüzlü melek gördüm. O kara sünbülleri (siyah saçları) âşıkların (yanan) ahıdır. Diye bir iç yangının haberi ile başlatılmıştır!    
  Erkeğin erkeğe, kadının da kadına yönelmesine “CİNSELSAPMA diyoruz. Erkeklerin cinsel yönden genç oğlanlara yönelmelerine de Gulamparelik—Kulamparalık—diyoruz. Kulamparalık erkeklere yönelmiş aktif homoseksüelliktir. Pasif homoseksüellere de ne denildiğini herkes bilir.  
Askeri Ceza yasamızda, fiili livata’nın karşılığı “gayrı tabii mukarenet’tir. Kadının, kadına cinsel yönden yönelmesine de “SEVİCİLİK” diyoruz. Uluslararası deyimi İLE ”LEZBİYEN”DİR. Hani Parisli kız anlamına gelen “PARİZİYEN” gibi. Lezbiyen, ”Lesboslu”-midillili –anlamındadır. Bizde Zürafaa denildiği de olur. Cinsi temasla bulaşan hastalıkların ZÜHRE yıldızının etkisinden kaynaklandığına inanıldığı için ZÜHREVİ HASTALIKLAR denildiğini eski kitaplar yazmaktadır!
MÖ V inci asırda; Lesbos-Midilli- adasında yaşamış olan ve etrafına güzel kızları toplayan SAFO adlı şair kadının, bilinen ilk Sevici olduğu iddia edilmektedir. Bu ehli keyif kadının şiirlerinden çok azı günümüze ulaşabilmiştir.
Ortaasya’da, Türk boyları arasında Homoseksüel ilişkiler hiç te hoş karşılanmazdı. Kadınlarda sınırsız bir özgürlük içersindeydiler ve erkeklerini kendilerinin seçme hakları vardı. Selçuklu ve Osmanlı; Kulamparalığı Perslerden; seviciliği da Araplardan almıştır. İranlıların da; oğlancılığı Atinalılardan almış olduğu Ünlü Herodot tarihinde yazmaktadır:
  “Hiçbir ırk, Persler kadar yabancı yöntemleri ve töreleri kolayca benimsememiştir. Örneğin: Kendilerinkinden daha güzel olduğuna inandıkları Med’lerin elbiselerini almışlardır. Askerleri, Mısır askeri biçiminde zırh giyerlerdi. Zevklerde bile, hoşlarına giden şeyleri öğrendikçe; çekinmeden dener ve benimserlerdi. Bunlar arasında, en önemlisi Yunanlılardan öğrendikleri “OĞLANLARA DÜŞKÜNLÜK’TÜR. Her erkeğin birkaç karısı ve bir sürü metresi vardı. ”Herodot tarihi1’inci kitap, s.54.hürriyet yayınları, Perihan kuturman çevirisi.
  Ksenefon’un ünlü ”Onbinlerin kaçışı” adlı eseri, Milli Eğitim Bakanlığınca dilimize çevrilerek yayımlanmıştı. Bendeniz,1959 senesinde, bu eseri okuyabilmiştim. Orada ünlü bir oğlancıdan, Parnabazus’tan söz edilmekteydi. Bu Parnabazus denilen Atinalı komutan, Atina-Pers savaşlarında; güzel esir delikanlıların öldürülmelerine engel olarak onları birliğinde toplarmış.250 kişilik bir güzel oğlanlar birliği oluşturmuş! On binler, geri çekilirlerken, Trabzon’a geldiklerinde; çok ilginç bir olayı gözlemlemişler: Trabzon’daki Yunanlılar, kullanmış oldukları parlak Oğlanları şehir meydanında, biri birlerine göstererek hava atarlar ve alenen şaparlarmış!
  Kültür Eski bakanlarından birisi, istediği kadar1V’üncü Murat’ın cinsel tercihine toz kondurtmasın!1639Bağdat seferinde; Osmanlıya esir düşerek Murat Hanın gözüne giren ve Emirgân koruluğu kendisine tahsis edilen İranlı Bey; Dördüncü Murat’ı Mey, Afyon ve Civanlarla sermest olmaya alıştırır!
Ulusal özünü yitirmiş olan Selçuklu ve Osmanlı, elalemin sapıklıklarına yönelmiştir. Mevlana, Büyük oğlu veledi, şems’i Tebrizi’ye taktidim ederken:
  “Afyon içmez, Puşt ta değildir! ”Diyerek, temizliğini garantilemiştir. Mevlana’nın kendisinin Şems’i Tebrizi’ye olan tutkusu, Tebriz’inin Sultan Veletçe öldürülmesine neden olmuştur!
  Ünlü Hasan Sabah; ”Harun Reşidin sarayında, kadın elbisesi giydirilmiş 2000 genç oğlan vardı!” Diyor.
  Tarihin kaydetmiş olduğu en büyük Pasif Homoseksüel Jülyüs SEZAR; genç bir subayken gelmiş olduğu Anadolu’da Britanya Kralının gözdesi olmuştu. Senato’da bıçaklanarak öldürüldüğünde de; tüm Romalı askerler mataralarını ot ile tıkamışlardı! ”Her erkeğin karısı, her kadının kocası!” sözü, Jülyüs SEZAR için söylenmişti.
  V.Churchill; İkinci Dünya Savaşı sonrası yapılacak sulh anlaşması için:
  “Öyle bir antlaşma yapalım ki; Jülyüs Sezar’ın karısının namusu gibi sağlam olsun!” dediğinde; Jozef Stalin, pos bıyıklarını altından sırıtarak:
“Onun namusu için de söylentiler var!” Demişi.
  Osmanlı Divan Edebiyatında da; Padişahlar, Beyler, Şeyhülislamlar, Divan şairleri parlak Oğlanlar için yanıp tutuşarak, yanık şiirler döktürmüşlerdir.
  Arabistan’da peygamberliğini ilan eden Ebu Müseylime:
  “Bir erkek, kendisi ile sevişme isteğini reddeden erkeği öldürebilir!” Diye sahte ayetler bildirmişti!
  XV’ inci asırın ünlü tarih bilgini Ali Beğ; divanında, erkeklere duymuş olduğu derin tutkularını açık, açık nazmetmişti. Rahmetli İsmet Zeki Eyüboğlu’nun “DİVAN ŞİİRİNDE SAPIK SEVGİ!”Adlı eseri mutlaka okunmalıdır. Dayanmış olduğumuz kaynaklarımızdan birisi de bu eserdir.
           “Zenne rağbet ider mi akil olan
           Tâb’I Ali civane maildür!”
  Türkçesi: ”kendini bilen, aklı başında olan kimse, KADINA EĞİLİM DUYAR MI? Ali’nin önlü delikanlıya eğilimlidir!” Diyor!
           “Melâhat mısrına melik kılup bir Yusuf nâgâh
           Aziz’i vakt olup Âli melek –rü bir gulam aldım”.
Türkçesi: ”güzellik mısrını melik kılup bir Yusuf’u birdenbire, sultan ederek çağın mutlu kişisi oldum, melek yüzlü bir oğlan aldım!”
           “Dünyâ ne kahpedür her ana zir’i dest olam, Erlik midir acûze sevüp zen-perest”.
  Türkçesi: ”Dünya ikiyüzlü bir oynaktır, ben onun eli altına girmem. Ona yenilmem. Bir kadını sevmek, kadına düşkün olmak erkeklik midir?”
  Ünlü Baki: ”saldın ruyuzemin’e taraf, taraf/demir kuşaklı cihan pehlivanlarını” diye, Kanuni’nin ölümüne ağıt yazmıştı. Bu Baki’nin burada tekrar edemeyeceğim çok biçimsiz ve edeple bağdaşamayan şiirleri de vardır.
           “Bir Kuloğlu’nun esir oldu kapusuna gönül, İntisab itdi gedâ bârgâh’ı sultane”.
  Türkçesi:”Gönül bir Kuloğlu’nun kapısında tutsak oldu. Bu bir dilencinin sultan kapısına sığınışı gibidir.”
  Vinci yüzyılda yaşamış bir Şair Hıfzı:
           “Zenne meyl eyleyemem kaht’ı ricat olsa bile!”
  Türkçesi: ”Yeryüzünde erkek kalksa da, gene kadına ilgi duymam!”    
  ŞEYHÜLİSLAM YAHYA EFENDİ’NİN BAYRAM adlı bir oğlana yazmış olduğu şiirinin Türkçesi:
  “can bağının gonca gülüdür Ahmed
  Gülün, gül bahçesinde rengidir ahmed,
  Konuşmaya başlayınca ağzından şeker damlar,
  Hokka ağızlı bir gençtir Ahmed.
  Yan bakışlarla her zaman,
  Ev, bark yıkandır Ahmed.
  Öldüren bakışıyla her zaman,
  Kan dökmede acımasızdır Ahmed.
  Yeni çıkan fitnenin sultanıdır,
  Yeni bir güzellik devletidir ahmed.
  Nazlanıp, konuşmaya başlayınca,
  Şeker dilli bir papağandır Ahmed.”

XVIII’ inci yüz yılda Şeyh Galip:
  “Güzelliğine tutulalı ey ay alınlı Emin,
  Sabahlara kadar çağırır dururum Emin, Emin.
  Bu güzellikle, bu parlaklıkla, bu çapkınlıkla,
  Bir eşin daha var mı Emin?
  Ey fenni, bu özlü, yeni şiirini görünce,
  Belki beğenip aferin der Emin!”
  1730 Senesinde; Patrona Halil ayaklanmasında; damdan, dama kaçarken düşerek ölen Nedim de şairliği yanında az genç oğlan delisi değilmiş!
  “İzin al maderden Cuma namazına deyu;
  Gidelim seninle sevdiceğim Sadabada!”
Kızlar Cuma namazına gidemeyeceklerine göre, ”nesin sen doğru söyle, can mısın, canan mısın kâfir?” Dediği genç bir oğlan olsa gerek!
           “Ben bugün bir nev-baharı hüsn’ü an seyreyledim,
           Tarf’ı destanında sünbül gibi mülar var idi”
  Türkçesi:”Ben bugün bir bahar güzelliği gibi güzel gördüm. Sarığının kıyısında sünbül gibi saçlar vardı!”
           “Tıraş oldun efendim, âfiyetler izz’ü devletle,
           Bir cüvan kaşı sarık sarmış efendim başına,
           Sürme çekmiş ıtri şahiler sürünmüş kaşına.
           Şimdi girmiş daha tahminimce onbeş yaşına
           Gül yanaklı, gulgule kerrakeli, mor hareli”.
  Nedim:”   Kızoğlan nazı nazın,
                  Şahlevent avazı, avazın.
                  Belasın ben dahi bilmem,
                  Kız mısın, oğlan mısın kâfir!” Diye inler. Nedim’i inletenin kişiliği, diğer şiirlerinden anlaşılmaktadır: Sakalı yeni çıkmış bir Şahlevent!
          Şair nedim’in çağdaşı olan şair Necati de, hınzır m hınzır bir şair idi. Dili çok ağdalı olan bu Necati’nin şiirini sadeleştirerek veriyorum:
                 “Almış Efendi daireye bir civan’ı şeyh,
                     Etmiş esir o kâfire, bir Müslüman’ı şeyh,
                     Bir afetin ki raksı olunca müzakere,
                     Görmem garip o dem ki depitse tüvanı şeyh.
                     Meydan’ı akşın olmuş o çâlâk cünbüşi,
                     Almış koluna vây o şuh’i dilsitane şeyh.
                     İtmiş velayeti şerefinden anı habir,
                     Açmış o şuha uhde’i râz’ı nihânı şeyh!”
  Türkçesi: ”Şeyh Efendi,, dairesine bir delikanlı almış ta ,binlerce Müslüman’ı bir dinsize tutsak etmiş. öyle bir delikanlı ki, oynayışı konusunda konuşulsa, şeyhe gençlik gelir. içi açılır. Ağzının suyu akar, buna şaşılmaz artık. O çalak delikanlı, aşk alanının eğlencesi, şenliği olmuş, şeyh de o çapkını koluna almış. Şeyh efendi, o delikanlıya tarikatın gizli sırlarını öğretmiş, o’nu yetiştirmiş doğrusu!”
  Şu iki mısrayı kim söylemiş dersiniz?
              “Hat geldi gönül seyr’i izar’ü dehen olmaz;
               Tahsili sâfa itmeğe azm’i çemen olmaz!”
  Türkçesi: Artık sevgili delikanlının sakalı çıktı, ey gönül, ağzına, yüzüne bakılmaz daha; onunla eğlenip oynaşmak için kıra çıkmanın da gereği kalmadı!”
           “”Hat geldi gitmedi dahi yârim letafeti,
           “Hat ile vecdi dilbere bu istihâr hat!”
  Türkçesi: ”evet sakal çıktı gene de, sevgilinin gönül alıcılığı yerinde. Şimdi bir de bu durumuyla ün kazandı”.
  Şair Fazıl da az değilmiş hani:
           “Nesim nâmında bir şuh’i museviye düşüp
           Dilim hava’yi muhabbetle bir sebu’yi Nesim!”
  Türkçesi: Nesim adlı bir Yahudi delikanlısına gönül verdim, bundan dolayı gönlüm Nesim’in kadehi oluverdi; o’na duyduğum sevgiyle!”
           “Güzeller şâhı Andon’um sana billahi meftunum
           Ne simim var, ne altunum, hemen bir tatlı canım var!”
  Türkçesi: Açıklamaya gerek şairin cinsel tercihidir!
  Şair fazıl hep Oğlan sevgililerden söz eder:
           “Yetmez mi bu bela bize, söylen anasına;
           O büt’ü gut misali bir dahi oğlan getürmesün!”
  Hamamizade İhsan divanından da; akıcı, çarpıcı bir örnek verelim:                 
“Bir damla su ol gönlüme gel ak delikanlı,
           Bir damla sudan gönlümü yık, yak delikanlı.
           Dans etmek yeter, aklımı oynatma yerinden,
           Dansın, reveransın yeter, oynak delikanlı!”
  Kadını toplum içindeki yerinden, din ve Allah adını kullanarak, çeker alırsanız işte böyle tıfıl delikanlılar alırlar kadının yerini. Konya’da, senelerce önce; bir tartışma sırasında, yaşlı bir adamın Mareşal Gazi Mustafa Kemal’e kem söz söyleyenlere söylemiş olduğu sözü hiç unutmadım:
  “Terbiyesizlik etmeyin; O geldi de kıçlarınız kurtuldu! Onun sevabına kıçlarınızın zekâtını vermelisiniz!” Bendeniz; o büyük insanın ne demek istediğini nasıl anladıysan ötekiler de anlayarak susmuşlardı.
  Boynuna bağlanan bir iple; tarikat şeyhi huzuruna çekilerek getirilen İkinci Beyazıt, “Adli” mahlası ile şiirler yazardı. Zampara, oğlancı, şarapçı ve afyonkeş olmasına karşın, VELİ sıfatı ile de onurlandırılmıştır. Şakir Keceli’nin “OSMANLI KİM, ŞERİAT NE?” ADLI KİTABI, S.104; Ali Kemal Meram’ın “Padişah Anaları” adlı kitabının (s.106 da) mutlaka—bazı hatalarına karşın—okunmalıdır. İkinci Beyazıt’ın anası Gülbahar takma adlı “kamelya’’’dır. Anacığının ve nineciklerinin etkisi ile, bu VELİ! Padişah Türk’ü nasıl değerlendirmiştir:
           “Değme, Etrak ne bilsin gam’ı aşkı Adli,
             Sırrı aşk anlamaya, haylice idrak gerek!”
 
Türkçesi: ”Türkler ne anlar aşktan Adli!
           Aşkın sırını anlamaya idrak gerek!”
Türk Halkı da Osmanlıya giydirmesini bilmiştir:
“Osmanlının yanında gözünü; kâtibin yanında sözünü saklı tut!”
                     “Şalvarı şaltağ Osmanlı,
                       Eyeri kaltağ Osmanlı.
                       Ekende yok, biçende yok,
                       Yiyende ortağ Osmanlı!”
  Osmanlı’ya hayran; Birinci Osmanlı, İkinci Osmanlı, Osmanlı rüyaları görenler var. Osmanlı’nın düzenine hayran olanlar var. Osmanlı’nın düzenini isteyenler de var! Osmanlı’nın hangi düzenini istiyorsunuz Sayın Beyler ve Ağalar!
  Fatih Sultan Mehmet; ”Avni” takma” adıyla yazmış olduğu 72 şiirini bir divanda toplamıştır. Bu divanında toplamış olduğu 27 şiiri oğlanlar için yazılmıştır. İlginçtir; Hıristiyanlıkta 72 mezhep vardır. Galata’da bir kilisede görerek çarpılmış olduğu bir papaz yamağı için mi böyle yaptığı bilinmez!
  Genç papaz yamağı için yazmış olduğu bir şiirini daha verelim:
                   “Bağlamaz Firdevs’e gönlünü Kalâtâ’yı gören,
                     Bir Frengi şiveli İsa’yı gördüm anda kim.
                    Lebleri dirilmişi der idi İsa’yı gören,
                    Akl’ü fehmin dini imanün ince zapteylesin.
                     Kâfir olur mu müselmanlar o tersayi gören
                     Kevseri anmaz o içdüği mey’İ AB’İ İÇEN,
                    Mescide varmaz o vardığı kilisâyi gören.
                     Bir frengi dilber olduğın bilûrdı Avni’ya,
                    Bal’ü boynunda o zünnâr’ü çelipâyı gören!”
 
Aynı aruz kalıbı ile yazılmış olan bu şiiri, günümüz Türkçesi ile de verelim:
  “Galata’yı gören cenneti istemez. Orada o servi yürüyüşlü sevgiliyi gören serviyi hatırına getirmez//Orada işveli bir Hıristiyan güzeli gördüm. Onu gören Hazret’i İsa gibi dudaklarının hayat verdiğini anlar//Akıl, anlayış, sin ve imânı nasıl elde tutsunlar? O Hıristiyan güzelini gören Müslümanlar kâfir olurlar//Onun içtiği temiz şarabı görenler cennetteki Kevser’i anlamazlar. O güzelin gittiği kiliseyi görenler mescide gitmezler.//Ey Avni! O sevgili belinde ve boynunda papazların kuşandıkları ipi ve haçı görse kâfir olduğuna inanmış olurdu!”
  Sivas’ta Beylik kuran; Yıldırım Beyazıt’ı da iki defa yenen Kadı Burhanettin de divan şairidir. Bu Kadı Burhanettin’in dahi oğlancıklar üzerine yazılmış şiirleri vardır!
  Divan şairlerimizden Necati’nin iki şiirini de örnek olarak alalım. Necati’nin dili çok ağır olduğu için, şiirlerini günümüz Türkçesi ile vermek istedim:
                     “Gözyaşı sanma gözlerimden akan suları Şeyhi,
                     Dudağını anarak kaynadı kanım Şeyhi,
                     Ölürüm de yüzünün güneşine ulaşırım, toz olurum,
                     Benden geriye bir kırıntıcık kalıncaya değin Şeyhi.
Sana vurgunluğum yüzünden kocaldım, yiğitlik bu mu?
Sen de bir kocal bakalım, benim gibi Şeyhi.
Ne dersem öyle olayım, öleyim dirileyim,
Canım da, cihanım da yoluna gitsin şeyhi.
Özümü denedim, sensiz kalınca ölürüm vallahi,
Gel şu ayrılığı bırak, gel yanıma ey şeyhi.
Necati’nin şiiri Nizami’ye yol gösterir dersem,
Sözünde yalan yok sanırım Şeyhi.”
Necati’nin bu şiirini de anlaşılır bir dille verelim:
                     “Yakdı aşkun beni gam adına nâ-gâh Memi,
                     Yanalım, yakılalum çare nedür ah Memi.
                     Çün unutuldun bana ahd ile yemin eyledüğün,
                     Komaya sende benüm hakkumı Allah Memi.
                     Beni sevdaya salıp eyledi divane saçun,
                     Nideyim, neyleyim ah Memi, vah Memi?
                     Gel ölürsem yazılur seng’i mezârımda benüm
                     Çün Necâti gamı Yakdı nideyim ah Memi?”
  Osmanlı Padişahları; İkinci Murat döneminde; Mercimek Ahmet’in tercüme etmiş olduğu “KABUSNAME” ADLI kitabı ahlak kitabı olarak baş tacı etmişlerdi! Bu kitap, Milli Eğitim Bakanlığınca da tercüme ettirilerek yayımlanmıştı. Sonraları;1001 kitap dizisinde, tercüman gazetesince de, okurlarına verilmişti. Bu kitabın 112 ve113’üncü sahifelerinde; yazın ve kışın” kimlerin arasında yatılması gerektiği anlatılmaktadır. ”CARİYE “KARAVAŞ”! ”ikisinin de ayrı tatları vardır!”
  En müptezel oğlancı Üçüncü Osman’dır. Saraydaki kadınlar ayak seslerini duyarak, kendisinden saklansınlar diye, altı demir çakılı pabuçlar giydiği söylenmektedir. Şimdilik bu kadar.
  Son günlerde; Kanuni Sultan Süleyman üzerine çevrilen bir dizi filmin ilk gösteriminde ülkemizde her şey unutuldu; neredeyse kıyametler koptu. Mustafa filmi ile derin uykularından uyanamayanlar, ülkemizin tüm dertlerini, çift dilliliği bile önemsemeyerek, Padişahlarımızın gönüllü savunucusu kesildiler.
  Bendeniz de arşivimden işbu yazımı bularak bunun altına yazmak gereğini duydum. Harem ve dahi Osmanlının onuncu Padişahı olan Birinci Süleyman üzerine birkaç söz söyleyeceğim. Efendim ”Harem” yanlış tanıtılmış!” Hadi canım sen de!
   Harem, Saray ve konakların kadınlar bölümü ya da “Tüm kadınlar!” anlamında kullanılan bir kelimedir. Padişahın koynuna girecek yüzlerce zavallı, ailesinden, yurdundan koparılmış cariyelerin sıra beklediği bir kapalı kutudur. Padişahların koynuna girecek cariyelerin ibrişimle tüyleri alınır, tozu yalanmış lokum gibi pespembe yapılırdı ve bir defteri kebire de yazılarak şapılacağı yere bırakılırdı. Haremde cariyelerden olma (120 - 132) YÜZYİRMİ ya da yüzotuziki BEŞİĞİN SALLANDIĞI DA OLMUŞTUR.
  Osmanlı, her taşının altında bir cenin ölüsü bulunan ve odalarının tavanlarında boğdurulan Şehzade çığlıkları çınlayan Topkapı sarayını bırakarak neden Dolmabahçe sarayına ve diğer saraylara kaçtı dersiniz! Deli İbrahim olarak adlandırılan Birinci İbrahim ki 1648’de boğdurulmuştur: ”Ben Müftünün kızı ile evleniyorum!”  Diyerek tek kadınla nikâhlandığında, kendisine düğün hediyesi olarak (800) cariye hediye edilmişti.
  Kur’anı Kerim’de bir erkeğin kaç kadınla evlenebileceğine dair kesin hükümler olmasına karşın,  Tevrat’ta Hz. Süleyman’ın (700) karısının ve (300) cariyesinin bulunduğu yazılıdır. İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in de (24) karısının ve sayısız cariyelerinin olduğu da İslami kaynaklarda yazılıdır. Osmanlı Padişahları neye göre yüzlerce kadına sahiptirler!
  5.İNCİ Sultan Mehmet Reşat’ın koynuna 16 yaşında bir Çerkez Cariye koyarak, gece yarısı Birinci Dünya Savaşına girme fermanının imzalattırılmış olduğunu bilen var mıdır?
  Bunları yazmak için sahifeler gerekmektedir. Biz, Osmanlının gerçek yüzünden söz etmek için yola çıktığımıza göre,”Revenons nos Moutons”.
  1-Osmanlı’da ilk aile kanı Osman Bey ile başlatılmıştır. Ertuğrul Bey öldüğünde Aşiret Reisliğine geçmesi beklenen, Ertuğrul Beyin Kardeşi Dündar Bey, Osman Bey tarafından başına yay sopası vurularak öldürülmüştü.(1298).
  2-Murat’ı Hüdavendigar olarak adlandırılan Birinci Murat, Oğlu Savcı Beyin gözlerine mil çektirerek astırtmıştı. Sonra da, kardeşleri Şehzade Halil ve Şehzade İbrahim’i astırtarak öldürmüştü.(1361).
  3-Yıldırım Beyazıt olarak adlandırılan Birinci Beyazıt ta,1389 tarihinde, Kosova Muharebesinde babası Birinci Murat’ın öldürülmesi üzerine, bozulan Sırp ordusunu takip eden Kardeşi Şehzade Yakup Çelebiyi huzuruna çağırarak boğdurtmuştu. Ayrıca, Eniştesi olan Karaman beyini de Konya’da sarayında boğdurtmuştu.
  4-Kendisine Çelebi sıfatı yakıştırılan Birinci Mehmet te, Ağabeyi Şehzade Süleyman’ı ve diğer iki Kardeşini, Şehzade İsa’yı ve şehzade Musa’yı öldürtmüştür. Haremden bir İtalyan genci ile kaçan cariyesini cellâda teslim ederken de: ”Aman canını incitmeden başını kesesiniz! O İtalyanı da “Çengel Çiçeği yapasınız!” talimatını vermiştir.
  5-İkinci Murat ta, Kardeşi Şehzade Mustafa’yı boğdurtmuş, öteki kardeşlerinin de gözlerine mil çektirtmiştir.(1421).
  6-Fatih Unvanını verdiğimiz İkinci Mehmet te; İKİ(2) yaşındaki, Sırp Prensesi Despina’dan olma, kardeşi Şehzade Ahmet’i hamamda boğdurtmuştur. Ve dahi: ”İbreti âlem için karındaş karındaşı öldüre!” Yasasını da o koymuştur.29 Mayıs 1453 günü Bizansı savunan şehzade Orhan’ı da öldürtmüştür. Veli Beyazıt olarak tanıtılmak istenilen işret sahibi İkinci Beyazıt ta, Kardeşi Cem Sultanı İtalya’da zehirlettiği gibi, onun (13) yaşındaki oğlu Oğuzhan ı’da Bursa’dan İstanbul’a getirtme bahanesiyle yolda boğdurtmuştur.
  7-Sultan Süleyman, Büyük Amcası Şehzade Cem’in oğlu ile torunlarını boğdurttuğu gibi, kendi oğlu Şehzade Mustafa’yı ve Şehzade Beyazıt’ı ve Beyazıt’tan olma torunlarını da boğdurtmuştur. Tüm Osmanlı âşığı kölelerin sahip çıktığı bu Padişahı Oğul ve torun katilini biraz açmak istiyorum. Manisa’da vali olarak bulunurken kendisine armağan edilen Ukraynalı bir Papazın kızı olan Raksalon’un adını Hürrem’e çevirterek ona delicesine bağlanmıştır.
Damat olarak Sadrazamlığa getirilen ve Osmanlının en Büyük hırsızlarından birisi olan Hırvat asıllı Rüstem Paşa ile anlaşan bu Raksalon Sultan, türlü ve uzun bir ayak oyunundan sonra, Yaşlı Kanuni’yi kandırarak, Kanuni’nin oğullarını ve torunlarını öldürmesini sağlamışlardır. Önce,1553 senesinde, Konya Ereğlisi ovasında; Babasının ordusuna katılmaya gelen,1515 senesinde Gülbahar Hatundan olma, Şehzade Mustafa’yı boğdurtmuşlardır.(06 Ekim 1553). Ağabeysi Şehzade Mustafa’nın ölüm haberini duyan Şehzade Cihangir de kederinden ölmüştür.
  Sırf Hürrem Sultandan olma Sarhoş Selimi Padişah yapmak için bu sefer de Yiğit Şehzade Beyazıt’a tuzaklar kurmuşlardır. Kanuni denilen Bunak bu tuzaklara kanarak, İran’a sığınmış olan Şehzade Beyazıt’ı ve üç oğlunu, Şah Tahmasp’a dört cellât yollayarak, her birisini yay kaytanı ile boğdurtmuş, öldürülen bu zavallıların cesetleri de katır sırtında Padişahı Zülcelâl’ın huzuru Hümayunlarına getirilmiştir. Cinayetler bu kadarla da kalmamış; Bursa’da anasının yanında bulunan süt çocuğu Şehzade Osman da Dedesi Kanuninin fermanı hümayunları gereği boğdurulmuştur.
  8-Üçüncü Murat, Manisa’dan tahta geçmek üzere İstanbul’a geldiğinde korkudan Veziri Azamın ellerini öpen Üçüncü Murat, tahta geçer geçmez Beş(5) kardeşini boğdurtmuştur.(1574).
  9-Üçüncü Mehmet, beş(19) kardeşi Şehzadeyi boğdurttuğu gibi, oğlu Şehzade Mahmut’u da o gün boğdurtmuştur./
  10-İkinci Osman, Kardeşi Mehmed’i boğdurtmuştur.(1621).
  11-İkinci Osman tahtan indirilerek Yedikule zindanında önce ırzına geçilmiş, sonra da boğulmuştur.(1622).
  12-Üçüncü Selim IV’ üncü Mustafa tarafından boğdurulmuş; Şehzade Mahmut’unda öldürülmesi fermanının infazına katillere közlü kül serpen bir cariye engel olmuştu. Bayraktar Mustafa paşanın Topkapı Sarayının kapılarını kırarak yetişmesi üzerine de Şehzade Mahmut, İkinci Mahmut olarak tahta çıkmış ve Ağabeysi olan IV ‘üncü Mustafa’yı boğdurtmuştur.(1808).
  12-Yavuz Sultan Selim olarak adlandırılmış olan Birinci Selim de Ağabeyleri Şehzade Ahmed’i ve Şehzade Korkut’u öldürdüğü gibi, Dimitoka’ya sürgüne gönderdiği babası Veli! Beyazıt’ı da yolda zehirleterek öldürmüştür.
  Osmanlı Kulları, Padişahlarımızı korumak için “Atatürk Kanunu” gibi bir kanun çıkarılmasını istemektedirler.
  14 Mayıs 1950 genel seçimleri sonunda Demokrat Parti iktidara gelince, Atatürk heykellerine ve Mareşal Gazi Mustafa Kemal paşanın anısına tecavüzler başlamıştı. Kızılay Meydanında, subay Orduevinin hemen yanında bulunan Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün heykeline, Ticani bir Baba ve Oğlu, güpegündüz balta işle saldırmışlardı. Bunun üzerine Beş maddelik bir kanun çıkartılarak 31 Temmuz 1951tarih ve 7872 sayılı resmi gazetede yayımlanmıştı. Bu kanunun 1’inci maddesi aynen şöyleydi:
  “Madde 1-“Atatürk’ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
  Atatürk’ü temsil eden heykel, büst ve abideleri veyahut Atatürk’ün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten kimseye bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası verilir.
  Yukarıdaki fıkralarda yazılı suçları işlemeye başkalarını teşvik eden kimse asıl fail gibi cezalandırılır.”
  Sayın RTE, Hindistan gezisinde; binmiş olduğu trenin, tren yoluna yatmış bir inek yüzünden durmak zorunda kaldığını öğrenince:
  “Bizim yolumuzun üzerinde de ölü bir inek var!” Diyerek Atatürk’ümüze alenen hakaret etmiştir, hem de bu kanuna rağmen.
  Türk milletinin kanını emen, Türk’ü Azınlıklara ve Dönmelere ezdirten ve her türlü kepazeliği yapan Osmanlı Padişahlarını korumak için bin kanun çıkarsanız bizler gerçekleri yazmaktan asla korkmayız. Ülkeyi mülkü, toplumu da Kulları olarak kabul eden bir yönetimin ve onu geri getirmek isteyenlerin canları  cehenneme, başka ne diyeyim?! Harem okuldur diyenlere, HAREM PADİŞAHLARIN KERHANESİYDİ?!
OSMAN TÜRKOĞUZ
  osmanturkoguz@hotmail.com
 
                    

8 Mart 2016 Salı

CİNSEL İLİŞKİ SIRASINDA ŞEYHİNİ DÜŞÜNEN PROFOSÖR



CİNSEL İLİŞKİ SIRASINDA ŞEYHİNİ DÜŞÜNEN PROFOSÖR
SDÜ İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr.(!) RİFAT OKUDAN, “Cinsel ilişki sırasında şeyhinizi düşünürseniz çocuğunuz ahlaklı olur” buyurmuş.
Ebu Cehil ’Yedek ilahlarımızı kabul edeceksin’, ‘Bunlar bizim şefaatçılarımızdır” diyor. Bay Okudan’ın yukarıdaki cümlesi  “Ebu Cehil’ den de rezil” bir zihniyetin dışa vurumudur.
Prof. Dr.(!) RİFAT OKUDAN’IN Üye olduğu tek bilimsel kuruluş “Muhyiddin 'Ibn Arabi Society”dir.
Bu dernek; İspanya’nın Mürsiye şehrinde doğan (1165)  – Şam’da ölen (1240) İbn Arabî’nin görüşlerini yaygınlaştırmak amacıyla kurulmuştur.
İslam bilginlerinin, zındık ve sapkın olduğuna, içi açık küfür ve çirkin bid‘atla dolu olan kitaplar yazdığına hükmettikleri “İbn Arabî”ye Emperyalist yağmacılar sahip çıkmıştır. Bu amaçla The Muhyiddin Ibn 'Arabi Society adlı bir dernek kurulmasına batılılar öncülük etmişlerdir. Bu dernek İngiltere’de Oxford’da 1977 yılında kurulmuştur. ABD’de, San Francisco Bay Area’de de bir şubesi vardır. ABD’deki şubesi vergiden muaftır
Bu derneğin 40’dan fazla ülkede üyesi var. Şu anki başkanı Grenville Collins. Dernek, Oxford'da bir de kütüphane oluşturmuş durumda. Burada yazmalar, mikrofilmler ve 12’den fazla dilde yayınlanmış kitaplar yer alıyor. Özellikle İbnü’l-Arabî hakkında çalışan akademisyenleri kurumlarına şeref üyesi yaparak teşvik etmektedirler. Yılda iki defa yayınlanan bir dergileri bulunmaktadır. 1984 yılından beri İngiltere’de her yıl bir sempozyum düzenlemekteler. Aynı şekilde ABD’de de 1987’den beri her yıl sempozyum düzenliyorlar. Dünyanın çeşitli ülkelerinden akademisyenleri bu alanda çalışmaya teşvik ediyor, onları sempozyum çerçevesinde bu alana yönlendiriyorlar.
Tüm bu etkinliklerin elbette parasal bir karşılığı var. Bu paralar uluslararası örgütlerce karşılanmaktadır.
Peki, Hakkında İslam bilginlerince, zındık ve sapkın olduğuna ilişkin hüküm bulunan bir kişi adına, Kendi din bilginleri adına dernek kurmayan Hristiyan batılılar niçin bir dernek kurarlar?
Niçin Milyonlarca sterlin ve Dolar’ı bu dernek için harcarlar?
Bu soruların yanıtlarını bu gün mezhep çatışmaları nedeniyle milyonlarca kişinin katledildiği Ortadoğu’ya bakarak verebiliriz. Prof. Dr.(!) RİFAT OKUDAN’IN bu sapkın, dindışı önermesi ‘İbn Arabi’nin dünya görüşü ile örtüşmektedir.  İşin acı yanı Üniversiteye çöreklenen din sömürücüsü, Kuran'ın tabiriyle “şeytan evliyalığı” yapan bu sapkınlığın üniversitelerde yandaş bulmasıdır. Eğitimimizin geldiği noktaya bakar mısınız?
Son söz yerine: Albert Einstein’ın bir sözü var, "İki şeyin sonsuz olduğunu biliyorum evren ve aptallık!" diyor, sonra ekliyor: "Aslında ilki konusunda tam da emin değilim!"
Demek ki adının başına Prof. Dr.(!) getirilmekle insan Prof. Dr. olamıyormuş!
08 Mart 2016 Isparta
Mahmut ÖZYÜREK

7 Mart 2016 Pazartesi

Tayyip’in sonu: Lahey’li mi olacak Lahey’siz mi?



Rusya’nın IŞİD atağı: Şii Hilali’nin hamisi kim olacak?
Arap Baharı ve ardından Suriye’de iç savaş başladığından beri Rusya’nın Ortadoğu’daki hamleleri arttı. Son günlerde Suriye’de uçak ve füzeleriyle birlikte IŞİD karşıtı operasyonlar düzenlemeye başlamasını bu şekilde okumak gerekiyor. Ancak IŞİD, Rusya’nın operasyonunun bir nedeni değil, bahanesi.
Öncelikle şu soruyu sormak gerekiyor: IŞİD’in bölgedeki varlığı yeni değil. 10 yılı aşkın bir mazisi, özellikle son 2 yıldır artan bir etkinliği var. Suriye’nin doğusuyla Irak’ın batısı uzun süredir IŞİD kontrolünde. Peki Rusya, niye 2013’te ya da 2014’te değil de şimdi IŞİD’i vuruyor?
Aslında Rusya, Şii Hilali’nin hamiliğini yitirmemek için vuruyor. ABD ile İran’ın nükleer meselesinde bir anlaşmaya varması bütün Ortadoğu dengelerini değiştiren bir olay olmuştu. İran’da sert ABD karşıtı Ahmedinejad’ın devrilmesi, yerine daha ılımlı Ruhani’nin gelmesi ve Ahmedinejad rejimiyle özdeşleşmiş Babek Zencani gibi simge isimlerin bir bir tutuklanması yeni bir dönemin başladığına işaretti. ABD, IŞİD sayesinde İran’la ortak bir düşman da yakalamış oluyordu. IŞİD karşıtı bir koalisyon kurmaya yönelen ABD bu şekilde Şii Hilali’yle bir yakınlaşma olanağı da yakalıyordu.
Halbuki Rusya açısından Şii Hilali, Ortadoğu’ya yerleşebilmesi ve etkinliğini artırması için mükemmel bir olanak ve en güçlü silahıydı. Hilal’i oluşturan ülke ve rejimleri şöyle bir sıralayalım:
– En doğuda İran
– Hemen batısında Irak’taki Şii hakimiyetindeki yeni merkezi hükümet
– Suriye’de Esad rejimi
– Lübnan’da Şii Hizbullah
Irak’taki Şiiler hariç bütün bu güçler, Amerikan karşıtı kutupta yer alıyordu. İran’ın durumu malum. Suriye’de ise Esad 4 yıldır ABD’nin desteklediği muhaliflerle çatışıyor. Lübnan’da ise Şii Hizbullah, ABD’nin bölgedeki en önemli müttefiki İsrail’in önemli düşmanlarından.
Rusya’nın bu Şii Hilali’nin hamiliğini yürütebilmek için Irak’taki Şii yönetim ile ilişkilerini geliştirmesi, Hilal’in diğer bileşenlerinin ise ABD’ye yanaşmasını engellemesi gerekiyordu.
ABD’nin buna karşı manevrası ise, nükleer kriz vesilesiyle İran ile gerilimi azaltmak oldu. İran’ı kazanabilmek için Irak’taki Şii yönetim ile İran’ın ilişkilerini geliştirmesine göz yumdu, nükleer meselenin bir anlaşma ve uzlaşmayla çözüme kavuşturulmasını sağladı. Bir yandan da IŞİD karşıtlığı üzerinden Suriye’deki Esad rejimine yanaşmaya bile başladı.
İşte Rusya’nın son dönemde gerçekleştirdiği IŞİD karşıtı operasyonları ABD’nin bu hamlelerine bir yanıt olarak değerlendirmek gerekiyor. Rusya, IŞİD karşıtlığı bayrağını ABD’ye kaptırmanın İran’ı, hatta Suriye’yi bile kaybetmek anlamına geleceğini gördü ve düğmeye bastı.
Rusya Tayyip’i Lahey’le tehdit ediyor
Tüm dünyada IŞİD denince akla Tayyip’in verdiği destekler geliyor. Her ne kadar Tayyip son dönemde “Biz de IŞİD’e karşıyız” mesajı verse de, kimse buna inanmıyor. IŞİD’e Arap Baharı’nın başından beri yapılan destek kolay unutulur bir şey değil. Bu yüzden Tayyip’in son dönemki IŞİD karşıtı çıkışları dünya kamuoyu tarafından “takiyye” olarak değerlendiriliyor. Anlayacağınız, Tayyip “takiyye” geleneğinin ne olduğunu tüm dünyaya da öğretmiş.
Rusya’nın Tayyip’in IŞİD ile bağlantılarını açıkladığı basın toplantısını da bu minvalde değerlendirmek gerekiyor. Rusya, Tayyip’i Lahey’le, yani Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’nde yargılanmakla tehdit ediyor. Bu ciddi bir tehdit ve verdiği tepkilere bakılırsa Tayyip de tehlikenin farkında. Peki bundan sonra ne olacak? Tayyip’in önünde 2 seçenek var:
1. Rus tehdidine karşı ABD’ye yanaşmaya çalışacak. Ve ABD’ye “Lahey’e göndermeyin ne isterseniz yapayım” diye yalvaracak.
2. Rusya ile ABD anlaşacak, Tayyip Lahey’e gidecek.
Ancak iki seçeneğin de peşi sıra gerçekleşecekler düşünüldüğünde Türkiye açısından aslında iki değil tek bir sonuç olduğu görülebilir: Kürt Devleti kuruluyor.
Her ne kadar Tayyip Kuzey Irak’ta Kürt devletine dünden razı olsa da, gerek Türk kamuoyunun gerekse Türk Ordusu’nun tepkisinden çekinen ABD için Türkiye bir engel. Rusya’ya karşı ABD’ye yanaşmak zorunda kalan Tayyip’in bu çaresizliği, ABD tarafından Kürt devletinin kuruluşunu hızlandırmak için kullanılabilir. ABD, Tayyip diktatörlüğünü hem kamuoyunun hem de Türk Ordusu’nun olası tepkilerini dindirmek ve sindirmek için bir fırsata dönüştürebilir.
Tabii ikinci seçenekte de Kürt devleti tehlikesi bir sonuç olarak karşımızda duruyor. ABD ile Rusya her ne kadar bölgede birbirlerine rakip iki emperyalist ülke olsalar da, emperyalistler cephede savaşmaktansa masada paylaşmayı her zaman tercih eder. İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden beri durum bu.
Ortadoğu’da Türkiye’nin hemen güneyinde bir Kürt devleti, onun da güneyinde bir Şii Hilali, onun da güneyinde Vahhabi-Selefi gericiliğinin yönettiği bir Sünni devleti hem ABD’nin hem de Rusya’nın stratejik hedefi. Aralarındaki çatışma bu projenin kimin hamiliğinde gerçekleşeceği. Denklemden Tayyip’i çıkarmak, IŞİD’in en büyük destekçisini susturmak ve Türkiye’deki Kürt devleti karşıtlarını “Bakın sizi Tayyip’ten kurtarıyoruz” diyerek ikna etmek için bir seçenek olabilir. Bu seçeneği ABD de Rusya da diğerine kaptırmak istemeyecektir. Bu yüzden ABD-Rusya anlaşmasıyla Tayyip’in Lahey’e gönderildiğine şahit olabiliriz. Ancak en başta söylediğimiz gibi bu seçeneğin sonucunda Kürt devletinin kurulacak olması yer alıyor.
Tayyip’in Lahey korkusu: “Beni devirmeyin, Kürt devletini ben kurarım”
AKP iktidara geldiğinden beri, 13 yıldır söylüyoruz: Tayyip’in en önemli misyonu Kürt devletinin kurulmasıdır…
İlk aşama ABD’nin Irak işgaliydi, AKP destekledi.
İkinci aşama bitme noktasına gelen PKK’nın canlandırılmasıydı, Çözüm Süreciyle bu da yapıldı.
Üçüncü aşama, Suriye’nin kuzeyinin PKK’ya teslimiydi, alimallah Tayyip bunu da becerdi.
Gelindi dördüncü aşamaya: Kürt devletinin ilanı. Bu da ancak bölgede büyük bir savaşın ardından olabilir. İşte Tayyip şimdi de bunu kışkırtıyor.
Rus uçağının düşürülmesi, Tayyip provokatörlüğünün son hamlesi oldu ve Türkiye “şer ekseni”ndeki yerini daha da bir sağlamlaştırdı. Şimdi Tayyip açısından mesele, kışkırttığı bu savaşın iktidarı yitirmeden ve Lahey’e gitmeden sonuçlanmasını sağlamak.
Türk askerinin bir anda Musul’a girmesi, peşmergelere askeri eğitim vermesi ve Davutoğlu’nun Kürt Bölgesel Yönetimi’nin bayrağı önünde Barzani’yle el sıkışması Tayyip’in Kürt devleti konusunda anlaşmaya çoktan hazır olduğunu gösteriyor.
Barzani Kürtlerin tek lideri değil. Irak’takilerinin lideri. Bir de PKK var denklemde. Dikkat edilirse 1 Kasım seçimleri sonuçlandığından beri HDP, “Seni Başkan yaptırmayacağız” söylemlerini bir kenara bıraktı ve “Başkanlık sistemini tartışabiliriz” demeye başladı. Milletvekili yeminindeki “Türk” ifadesinin kaldırılması için AKP’lilerin ve HDP’lilerin yaptığı benzer açıklamalar, bir anayasa değişikliği için AKP-HDP işbirliğinin kurulabileceğini gösteriyor.
Kısacası Tayyip, Irak’ta Barzani, Türkiye’de HDP, yani genel olarak Kürtlerle anlaşmayı, yani bir Kürt devletini kabullenmeyi çoktan kafasına koymuş.
Kürtlerden hayır gelir mi?
Gerçekten de ilginç bir resim: Türkiye Başbakanı Davutoğlu Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Barzani ile el sıkışıyor. Bu resmi dünyanın neresinde olursa olsun, kime gösterseniz, size “Ortadoğu’da yalnızlaşan Türkler yeni ittifak arayışında” yorumunu yapar. Çok da yanlış bir yorum değil bu.
Evet, Türkiye Ortadoğu’da son derece yalnızlaştı. AKP’nin “Stratejik Derinliği” tam bir “Stratejik İflas”a dönüştü. Türkiye, tüm dünyada IŞİD destekçisi olarak bilinen, Ortadoğu’da Katar dışında dostu olmayan, bölgede birbirini dengeleyen diğer üç büyük güçle hem İran’la hem Mısır’la hem İsrail’le aynı anda düşman olmayı başarabilmiş bir ülke. Bir diktatörün hezeyanlarının sonucunda yapayalnız bir ülke haline geldik.
Ancak bu durumdan elbette bir çıkış var. Diktatör devrilir, Türkiye Atatürk döneminde olduğu gibi saygın, güçlü ve bağımsız bir ülke haline gelebilir. Fakat Davutoğlu-Barzani görüşmesi Türkiye’nin başına daha büyük çoraplar örülmek istendiğini de gösteriyor. Tayyip yüzünden yitirilen saygınlığınızı onu devirip toparlayabilirsiniz. Bugün düşman edildiğiniz ülkelerle ileride dostane ilişkiler kurabilirsiniz. Tayyip’in “Stratejik İflas”ının etkilerinden ileride kurtulabilirsiniz.
Ancak, sınırlarınız bir kere değişti mi, işte onu geri almak biraz zor olur. Davutoğlu-Barzani resminin gösterdiği işte budur.
Ortadoğu’da yalnızlaşan Türkiye, Kürtlerle birlikte mi çıkış yaratacak? Resmin tüm dünyaya gösterdiği bu. Önce insanı bir gülme alıyor, “denize düşen yılana sarılır” diyorsunuz. Sonra da bu resmin sonuçlarını düşününce o gülümseme yerini kaygı ve endişeye bırakıyor.
ABD’nin de Rusya’nın da bir Kürt devleti için düğmeye nasıl bastıkları ortada. ABD-PYD ilişkileri herkesin malumu. Rusya da son dönem PYD’yi destekleyeceği açıklamalarında bulundu. Bunları alt alta yazıp bir de Davutoğlu’nun Barzani’yle “stratejik sırıtış”ıyla verdiği resme bakınca “Kürt devleti hayırlı olsun” demekten başka seçenek kalmıyor… Ancak, kaygılı olsak da umutsuz değiliz. Türk milleti bu denklemi bozmasını bilir…
Türk’ün seçeneği: Tayyip’siz bir Türkiye ABD’ye de Rusya’ya da direnebilir
Seçeneklerimiz Rusya şunu dedi, ABD şunu yaptı deyip ikisinden birini seçmek ya da “Devletimi savunuyorum” bahanesiyle utangaç Tayyipçilik yapmak değil… ABD’si, Rusya’sı ve Tayyip’i, üçü birden tek bir projede anlaşıyorlar: Kürt Devletinin kuruluşu. Aralarındaki mücadele hamisinin kim olacağı…
Birinci Dünya Savaşı sonrasından daha kötü karanlık bir döneme giriyoruz. Ama karamsarlığa yer yok. Unutmayın, Mondros rezaleti Mustafa Kemal dehasını da ortaya çıkarmıştı…
Türk milleti büyük bir millettir. Binlerce yıllık tarihinde karanlıktan kurtulmasını her zaman bilmiştir.
“Tamamdır, Kürt devletini kuruyoruz” diye seviniyorlar ama bilmiyorlar ki UYUYAN DEVİ UYANDIRIYORLAR…

Özgür Erdem