İktidar partisi ile
içinden çıktığı Milli Görüş hareketinin ana gövdesi Saadet Partisi arasındaki
ittifak görüşmeleri hızlanmış. Fatih Erbakan’a da AKP’den mebusluk teklif
edilmiş. Ancak meraklısı bilir. Necmettin Erbakan ile Milli Görüş gömleğini çıkaran
talebelerinin; Kıbrıs Davası, NATO, Libya, Büyük Ortadoğu Projesi, komşulara
müdahale, Annan Planı, Rauf Denktaş’a olan yaklaşım, sanayileşme, Siyonizm,
Avrupa Birliği gibi konularda görüşleri hiç örtüşmedi. Öte yandan, Fatih
Erbakan da babasının kurduğu partide dışlandı. Hareketin yayın organı olan
Milli Gazete; Milli Görüş ve Erbakan çizgisinde ısrar eden yazar ve
muhabirlerle arasına mesafe koydu. Erbakan’ın A takımı, Milli Görüş’ün ağır ağabeyleri,
ak saçlıları, gelenekçileri Fatih Erbakan’a yakın durmazken, kendi çocukları
bürokraside önemli yerlere geldi. Şimdi bir kısmının mebus olması muhtemel…
Milli Görüş üzerine
yapılan hesapları anlamak için, gerilere gidelim. 45 yıl öncesine,1970’lere.
Necmettin Erbakan’ın siyasette parladığı günlere. Solda Mahir Çayan’ın,
“Emperyalistler en fazla Kemalizm’den nefret ederler. Çünkü emperyalizmi yenen
tek adam Mustafa Kemal’dir” dediği döneme. Emperyalizmin Türkiye
üzerinde kanlı, kirli oyunlarını oynadığı yıllara… Yıl 1973. CIA Türk sineması
hakkında bir rapor hazırlatır. Mealen şunlar yazılıdır: “Türk sinemasında cinsellik,
porno, şiddet, ihanet öne çıkarılmalı. Milleti öz benliğinden uzaklaştırıp
ahmak, küstah hale getirmek için çaba gösterilmeli”. Yeşilçam’ın uyanık
yapımcıları mesajı alırlar. Piyasa talebini de gözeterek, cinsel içerikli
filmlere yönelirler. 70’lerin ikinci yarısı, seks filmleri furyasıyla anılır. O
yıllar aynı zamanda toplumun, özellikle de gençliğin siyasallaştığı,
kutuplaştığı, bölündüğü yıllardır. CHP ile koalisyon kuran, Birinci ve İkinci
Milliyetçi Cephe Hükümetlerinde görev alan Erbakan; önce ahlak ve maneviyat
demekte, milli sanayi vurgusu yapmakta, bürokraside kadrolarına yer açmaktadır.
ABD destekli 12 Eylül
1980 darbesi, çürümeyi, çöküşü, çözülüşü, hırsızlığı, yolsuzluğu, rüşveti, adam
kayırmayı örgütlü, kurumsal kılacaktır, Turgut Özal’la birlikte. “Ben
zenginleri severim”, “Benim memurum işini bilir” gibi sözleri, eşi
Semra Hanım’ın papatyaları, magazin basınının gözde konusu olan çocuklarının
özel yaşamı belleklerdedir. Özal da eski bir Milli Selamet Partilidir,
milletvekili adayıdır. Nakşibendiliğini hiç saklamamıştır. Darbeci generallerin
ve TÜSİAD’ın da gözdesidir. Aileye yakın isimlerin zenginleştiği, halkın
yoksullaştığı, piyasanın ithal ürünlerle dolduğu, çift haneli enflasyonun
vatandaşın belini büktüğü yıllardır o yıllar. Sinemamızın büyük ismi Şener
Şen’in unutulmaz filmleriyle, Zeki Alasya – Metin Akpınar ikilisinin muhteşem
oyunlarıyla, toplumsal muhalefetin sözcülerinden olan Gırgır dergisinin Özal’ı
çizdiği kapak karikatürleri aklımızdadır hep.
Yıl 1990. 80 darbesiyle
hayli hırpalanan merkez sol da, Milli Görüş de yükseliştedir. Özal ise inişe
geçmiştir. CIA, Türkiye’de İslamcı hareket hakkında bir rapor hazırlatır.
Ulusal İstihbarat Konseyi’nde yöneticilik, CIA’de Türkiye masası şefliği gibi
önemli görevlerde bulunan, ardından ABD derin devleti ve istihbaratıyla
yakınlığı bilinen Rand Corporation düşünce ve strateji merkezine geçen Graham Fuller’
in siparişiyle yaptırılır araştırma. Çalışmayı Boğaziçi Üniversitesi öğretim
üyesi Prof. Dr. Sabri Sayarı yapar. Ülkemizde de “Amerikan Gizli Belgelerinde
İslamcı Akımlar” adıyla basılır. (Çev: Yılmaz Polat, Beyan Yayınları,
1990).
Kitabın sunuş yazısını yazan isim dikkat çekicidir: Fehmi Koru.
Yazısında, ABD ya da başka bir devletin, diğer ülkelerle yakından
ilgilenmesinin, edindiği bilgileri çıkarına uygun biçimde kullanmasının doğal
olduğunu, büyük devlet olmak için, ileriye yönelik planlar, araştırmalar yapmak
gerektiğini vurgular.
Kitapta önemli
tespitler vardır. Misal; “Eğer kısa dönemde İslam faktörü Türk dış
politikasında daha önemli rol oynamaya başlarsa, bu gelişme bölgedeki ABD
çıkarları üzerinde de ters etki yapacaktır... Siyasi güç fundamentalist bir
hükümetin eline geçerse, ABD, Türkiye’deki güvenlik çıkarlarını korumakta
zorluk çekecektir... ABD’nin çıkarları en iyi, ihtiyatlı ve gürültüsüz
politikalarla korunabilir... İslam’ın bugünkü rolüyle ilgili olayların
sonuçlarını etkileyecek her türlü açık girişim, ABD çıkarları açısından olumsuz
sonuçlar doğurabilir. ABD hükümeti politikalarını çizerken, Türkiye’deki laik
hükümet biçimini desteklemekle, İslamcı güçlerle açıkça yüzleşmekten kaçınmak
arasındaki ince yoldan yürümelidir… İslamcı hareket ABD çıkarlarına doğrudan
bir tehdit oluşturmamakla birlikte, kamuoyu üzerinde ilişkileri ve ABD’nin Doğu
Akdeniz’deki stratejik çıkarları açısından problemler yaratıyor. İslamcı
ideolojinin ana teması Batı aleyhtarlığıdır… Amerikalı politikacılar uzmanlık
seviyesinde bilgi edinmelidir... İslamcı hareketin ılımlı üyeleriyle gayri
resmi ve ihtiyatlı temaslarda bulunmak faydalı olabilir”. (sf: 89 - 94)
CIA PATENTLİ “ILIMLI
İSLAM”
Türkiye Graham Fuller’i
yakından tanıyor. Kemalizm ve ulus devlet karşıtı sözlerini biliyor. Türkiye’ye
“ılımlı İslam” projesini ilk önerenlerden, ABD’nin İslamcı siyasetin yükselen
isimleriyle tanışmasını sağlayan isimlerden. Milli Görüş yöneticileriyle,
devamında AKP’yle ilişkileri sır değil. Hatta şimdiki rejimin adını bile yandaş
medyadan, havuz yazarlarından önce Fuller koydu, bir kitap yazarak: “Yeni
Türkiye Cumhuriyeti”, (Timaş Yayınları, İstanbul, 2008). Kitabın üst
başlığı ise ABD projesi olan “ılımlı İslam”, “Büyük Ortadoğu Projesi”,
“yeni Osmanlıcılık” üçlemesini içeriyor: “Yükselen Bölgesel Aktör”.
Belirtmekte fayda var. Graham Fuller, Fethullah Gülen’in ABD’de oturma izni
alması ve iznin uzatılması için referans mektubu yazan kişilerdendir aynı
zamanda. İktidarın etkili isimleriyle yakınlığı, Kürt açılımı konusundaki
önerileri biliniyor.
Anımsatmak gerekir:
Refah Partisi ile Doğruyol Partisi, Necmettin Erbakan ile Tansu Çiller, 1996’da
Refahyol Hükümeti’ni kurduktan sonra, ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nicholas
Burns, şöyle demişti: “Türkiye ile ilişkilerimizin devamı için laikliğin şart
olduğunu hiçbir zaman söylemedik”. 28 Şubat’ta hükümet devrilirken de
ABD hiç itiraz etmedi. Emperyalist bir güçtür. Akılcıdır, gerçekçidir.
Pragmatik davranır. Menfaatini gözetir. İşine geldiği sürece diktatörleri de
destekler, Arap şeyhlerini de… ABD için önemli olan demokrasi, özgürlük, insan
hakları, laiklik, hukuk devleti, saydamlık, kadın – erkek eşitliği değil,
ABD’ye sadakat ve ABD’nin çıkarlarıdır. ABD’nin, Milli Görüş’ten kopup AKP’yi
kuranlarla ve Gülen hareketiyle anlaşmasının, Büyük Ortadoğu Projesi’nde görev
vermesinin, açılımları yaptırmasının, milli orduya kumpas kurdurmasının,
Cumhuriyetçi, Atatürkçü aydınları Silivri’ye yollatmasının başka izahı yoktur.
Öte yandan,
kapitalizmin dinamikleri de işliyor. İktidara gelen, dünya nimetlerinin tadını alan,
lüks tüketime alışan, batıya açılan, AB üyeliğini destekleyen İslamcıların
kaçta kaçının gündeminde, dinsel, toplumsal, siyasal ve ideolojik bir proje olarak
şeriat, eylem biçimi olarak cihat, hedef olarak ümmetin yeniden inşası var? Kamusal
alanda, eğitim kurumlarında, gündelik yaşamdaki uygulamalar, simgeler,
söylemler ve dayatmalar dışında, kaçta kaçının tutarlı, kararlı, yürekli,
bütüncül bir emperyalizm, Siyonizm, ABD, AB karşıtı siyaseti vardır? Tarikat ve
cemaatler artık holding, finans kurumu, hastane, okul, üniversite, alışveriş
merkezi, televizyon, gazete, radyo, inşaat şirketi kurup, aralarında rekabet
ederken, kapitalist düzene uymuyorlar mı? Tarikat şeyhleri artık holding
yönetim kurulu başkanı, patron değil mi? Teknolojiyi en ileri düzeyde kullanmıyorlar
mı? Batı tipi lobicilik, halkla ilişkiler, pazarlama çalışması yürütmüyorlar
mı? Çoğu hayli medyatik, sosyetik bir yaşam sürmüyor mu?
Kabul edelim; mürit
müşteriye dönüşürken, kentleşme dinamikleri, kitleleri hızla dünyevileştiriyor
aynı zamanda. AKP tabanına nazaran, daha yerli, milli duyarlılığı daha yüksek,
Anadolu’nun taşrasına daha bağlı değerleri savunan, daha üçüncü dünyacı söylem
benimseyen, modernleşme, kentleşme dinamiklerine daha mesafeli, geleneksel
değerlere daha bağlı bir taban olan Milli Görüş tabanı da, bu gelişmelerden
etkileniyor. Şimdi hedeflenen hayli daralmış olan bu tabanı, tam olarak
sistemin içine katmak.
Sözün özü: Mesele,
milli, yerli, özgün ve bağımsız olabilme meselesidir. Solcunun da, sağcının da,
Müslüman’ın da, devrimcinin de millisi, yerlisi, bağımsızı olmak, emperyalizme
kafa tutmak gerekir. Arap dünyasının Namık Kemal’i olarak bilinen, Arap uyanışının
önemli isimlerinden olan, hilafetin Araplara geçmesini savunan Suriyeli
Abdurrahman El Kevakibi “İstibdat Özellikleri ve Kölelikle Mücadele”
adlı eserinde şöyle der: “Halkın tümü veya çoğu zulmü iliğinde hissetmiyorsa,
özgürlüğe layık değildir”.
(NOT: Teknik bir
hatadan dolayı bir süre yazı görüntülenemedi. Özür dileriz.)
Barış Doster
Odatv.com