26 Haziran 2015 Cuma

"Büyük Kürdistan" oyununun farkında mısınız? Halep ve Lazkiye Gitmeden!..



Sırtımızda hançer gibi ikinci “Kürdistan”  kuruluyor. Ama maalesef ülkenin yegâne gündemi koalisyon pazarlıkları.

Erdoğan-Esad'ın iyi günlerine, 2010 Mayıs'ına gidelim. Dönemin Cumhurbaşkanı Gül'ün misafiri olarak Türkiye'de bulunan Esad, şu can alıcı tespitleri yapmıştı:

“PKK bugünün meselesi değil, Sevr’e kadar götürebiliriz... Bölgesel olarak bakıldığında, Irak sorunu çözülmeden bu sorun çözülmez. Bu sorun çözüldükten sonra uluslararası güçlerin müdahalesi önlenebilir. İsrail mesela. Kuzey Irak’ta rolü var. Bölgede sorunlar birbirine bağlı. Sorunların çözümüne katkı sağlayacak unsur Türkiye-Suriye-İran'ın birlikte hareket etmesi.”

Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu 2012'de gazetecilere verdiği iftar yemeğinde, Arap Baharı süreciyle bölgede “yüzyılın tasfiyesi ve değişiminin” yaşandığını söylemiş, “Dört parçalı Kürt devleti”  senaryoları için de şu yorumu yapmıştı:

"Ben daha büyük bir puzzle söyleyeyim: Ortadoğu puzzle’ı. Bunu öyle bir çizelim ki, daha küçük ölçeklere bölünmek değil de daha büyük ölçeklerde bir araya gelelim."

5 yılda Türkiye'nin sadece Irak'ta değil, Suriye'de nasıl bir politika izlediği, birinci “Kürdistan”ı de facto olarak tanıdıktan sonra Suriye'nin istikrarsızlaşmasına sağladığı katkılarla ikinci “Kürdistan”ın kurulmasını nasıl kolaylaştırdığı ortada. Yüzyılın tasfiyesinin Türkiye'nin kapısına dayandığı da...

Çaresizlik: 2-3 Ayımız Kaldı!

Suriye'de olanlar karşısında Türkiye şaşkın, çaresiz!.. Nihayet “Büyük oyun”  görüldü, ama adeta parmakları kıpırdatacak hâl kalmadı.

“TSK, planları iktidar medyasından öğreniyor”  desek yeridir. Askeri kaynakların çizdiği tablo karamsar.  ABD tam bu projenin göbeğindeyken TSK'nın müdahalesinin mümkün olmadığını belirtip, “Her şey göze alınıp, sert tavır konmazsa, bu işin 2-3 ayda biteceğini”  vurguluyorlar.

Yapılacak tek şeyin mülteci akınına karşı ve de Halep'in PYD'nin eline geçmesini önlemek için Carablus'da bir güvenli bölge kurulması olduğunu anlatıp, “Halep de düşerse geriye sadece Lazkiye kalır. Esad kendisini kurtarmak için Lazkiye'yi verir mi, verir. İşte Kürt koridoru, işte Doğu Akdeniz'e ulaşan Kürdistan projesi”  diyorlar.

S. Arabistan-İsrail-Türkiye Hattındaki Gizli Görüşmeler!

“Büyük Kürdistan”  projesinin patronunun İsrail, taşeronunun “İsrail'in güvenliğini varlık sebebi” sayan ABD olduğunu hatırlatmaya gerek var mı?

Türkiye birkaç gündür Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu'nun Roma'da İsrail Dışişleri Direktörü Dore Gold ile gizli görüşmesini konuşuyor. Görüşmeyi İsrail tarafı da Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da doğruladı. Sıradan, “ilişkileri normalleştirmeye”  yönelik bir görüşme olarak sunuldu.

Manidar zamanlama!.. Türkiye'de AKP içi dahil (Erdoğan, Davutoğlu, Gül), iktidar savaşlarının kızıştığı, her yerde koalisyon çatılarının çakıldığı bir dönemde İsrail'le ilişkileri normalleştirme?!.

Merak işte; Acaba o görüşme Erdoğan'ın bilgisi dahilinde mi yapıldı, yoksa Erdoğan'a karşı “intifada”ya teşvik edilen Davutoğlu'nun bir “açılımı”  mı?

Reuters'a konuşan ve adının açıklanmasını istemeyen İsrailli bir yetkilinin Sinirlioğlu-Gold görüşmesini doğrularken, AKP'nin tek başına iktidarı kaybettiği 7 Haziran seçimlerine atıfta bulunup, “Kesinlikle seçimlerin ardından Türkiye’deki durumun değiştiğine dair bir hissiyat var. Ancak yeni hükümetin İsrail konusunda (Cumhurbaşkanı Recep Tayyip) Erdoğan’dan daha uyumlu bir çizgi benimseyip benimsemeyeceğini zaman gösterecek”  demesi ilginç değil mi?

Her neyse biz Gold'un, Sinirlioğlu'ndan önce kimle ve neyi görüştüğüne bakalım.
                                          
Geçen hafta diplomatik ilişkisi bulunmayan Suudi Arabistan ile İsrail'in, 2014'ten beri 5 kez gizlice masaya oturduğu ve 7 adımlık bir plan hazırladığı, planın Türkiye'yi ilgilendiren kısmının ise sınırımızda bir Kürt devletinin kurulması olduğu ortaya çıktı.

Bu ay başında Washington'da biraraya geldiği bildirilen isimler kimler miydi? İsrail Dışişleri Direktörü Dore Gold ile Suudi Arabistan hükümet danışmanı Enver Macid Eşki.

Eşki Washington'daki toplantıda, “Barış içinde çalışarak bölgede Türkiye'nin, İran'ın ve Irak'ın amaçlarını engellemek için Büyük Kürdistan'ın kurulmasını sağlamalıyız”  deyip, bu yeni devletin 4 ülkenin topraklarında kurulacağını vurguladı.

Eşki, Rus Sputnik haber ajansına verdiği demeçte de “bağımsız Kürdistan”  çıkışının bir talep değil, gelişmelerle ilgili öngörüsü olduğunu söyledi ve şöyle devam etti:

“Zira talep Kürtlerden gelecek. İran, büyük Fars devletini, Türkiye Osmanlı İmparatorluğu’nu restore etme peşinde. Diğer yandan Irak, Kuveyt’i tehdit ediyor. Bu ülkelerin liderleri politikalarını sürdüreceklerse, kaçınılmaz olarak bağımsız Büyük Kürdistan kurulacak.”

Dahası var; Bölge ülkelerinin, “Kürtler İran, Türkiye ve Irak’ın elindeki toprakların yüzde 30’unu, Suriye’nin yüzde 18’ini alırlarsa, 42 milyonluk ciddi bir devletin oluşacağını çok iyi bildiğine”  işaret eden Eşki, meselenin barışçı yollarla çözümünün krizi bitireceğini kaydetti.

Ekşi'nin, “İran, Türkiye, Irak ve Suriye izin verir mi?”  sorusuna cevabı da şu oldu:

“Bu, Kürt halkının isteğine bağlı. Gerçekten bağımsızlık isterlerse kimse engel olamaz. Kürtler İran’da baskı ve ayrımcılıktan mustarip, Türk hükümeti ise Kürtleri ulusun içine almaya hazır değil. Suriye’de Kürtler öldürülüyor. Iraklı Kürtlerin sorunu da çok büyük, yarı bağımsız devletlerini kurmaya başladılar bile ve bu devlet, tam bağımsız bir ülkeye dönüşecek.”

Suudlarla bunları konuşan İsrailli Gold, 20 gün sonra Dışişleri Müsteşarı Sinirlioğlu'yla “ilişkilerin normalleştirilmesini”  görüştü öyle mi? Bu “normalleştirme”  kapsamında, acaba “Kürdistan”  planları veya “Kürdistan silahıyla”, hükümet modelinde söz sahibi olma da var mıydı?   

Soner Yalçın gibi sorayım; Türkiye'yi yönetenler ve yönetmeye talip olanlar, tehlikenin farkında mısınız?... “Önce iktidar, sonra vatan”  mı diyorsunuz yoksa?.. Koalisyon masasından önce acilen Suriye masası kurmanız gerekmiyor mu?..

Müyesser YILDIZ - 24 Haziran 2015
https://www.facebook.com/MuyesserYildiz

NAMUSU TAZMİNATLA TEMİZLEYEMEZSİNİZ!



Cumhuriyetimizin üstüne yığılan ne varsa kaldırılacak!
NAMUSU TAZMİNATLA TEMİZLEYEMEZSİNİZ!
(M. Yıldırım yazılarından ve Savaşmadan Yenilmek Kitabından derlendi.)
Tastamam, 14 yıl önceydi. İstiklalin namusu elden gitmişti!
"Thank you Philip and Morris ve teşekkürler Sakıp Ağa!
Eskiden döşemeler tahtaydı. Gıcırdardı; eski okul sıralarının arasından ayaklarımızın ucuna basarak geçerdik; sanki Başkomutan konuşuyor, rahatsız etmeyelim, düşüncesiyle...
Amerikalılar sağ olsunlar, Türk mimarisinin o uyduruk tahta döşemelerini kaldırıp atmışlar, ithal laminat döşetmişler.
Artık ne gıcırtı kalmış, ne tarihten gelen tahta kokusu.
O eski püskü okul sıraları vardı ya onları da bir güzel boyatmışlar...
Hele konuk iskemleleri: Onları da gıcır gıcır deriyle kaplatmışlar ki inanın ceylan derisi sananlar alıp götürebilir...
Odalardan birinde İstiklal Meclisi üyelerinin siyah beyaz kırışık fotoğraflan vardı tahta panolardaki yeşil çuha üzerine iliştirilmiş...
Kimin aklına geldiyse bin yaşasın, kaldırıp atmışlar...
Duvara bir güzel laminat döşeyip fotoğraflan da son teknoloji harikasıyla hafif renklendirip nakşetmişler üstüne...
Küçük salonlardaki eşyaları da kaldırmakla iyi etmişler; toz yuvasıydı zaten onlar...
Ermenilerin topluca kıydıkları Türklerin üst üste yığılmış cansız bedenleri gösteren siyah beyaz fotoğrafların bulunduğu ahşap panolar kaldırmakla da salonları bir ferahlatmışlar ki, sormayın... İnsanın içi açılıyor.
Bakanlar Kurulu'nun toplantı masasının çevresindeki koltuklara kabank ve kabaralı deri geçirtilmesi gerçekten olağanüstü!
Artık devir değişti; Philip ve Morris (Tütün kaçakçısı kartel) geldiğinde kaba etleri rahatsız olmaz...
Bir de o küçük odaya el atmışlar... Yani, eski devirdeki Meclis yönetim odasına...
İşte o odanın girişine asılan parlak pirinç levha doğrusu pek yakışmış... Levhada "Speaker's Room" yazması ise çok hoş olmuş...
Başkumandanın odasının kapısına da "President" levhası asmışlar!
Zaten her bölümün girişinde İngilizce levhaların bulunması binanın bütününe ayrı bir güzellik, koyu bir medeniyet katıyor...
Pencerelerde eskiden koyu kadife perdeler vardı... İçerisi gün ışığından solmasın diye asılmış...
Biraz loş olurdu; kasvet basardı... Sanki düşman Polatlı'ya gelmiş...
Şimdi, oh be, krem-beyaz sentetik perdeler ayrı bir hava getirmiş.
Meclisin girişindeki taş duvarda asılan, altın gibi parlayan levha da gurur verici:
"Bu bina Pihlip Morris ve Sabancı Vakfının katkılarıyla..."
Gerisini okuyunca insanın kanı donuyor!
Biz sanırdık ki, ilk Meclis, yokluk ve yoksunluk içinde açılmış ve öyle çalışmıştır.
Bilemezdik bunca post-modern olduklarını.
Ne diyelim, yine kandırılmışız. Resmi Tarih işte...
Ankara, 24 Nisan 2001
Ek Açıklama: Zamanın Cumhurbaşkanı'na bir dilekçe gönderdik. Denizli Çal ilçesinde ve kent merkezinde imzalandı... Kimden ne alınmışsa biz yurttaşlar parayı aramızda toplayıp veririz. Hiç olmazsa levha kalksın! Kültür Bakanlığı yanıtladı: Bina için 500 bin dolar almıştık... Gerisi gelmedi.. ADD vb. kuruluşlar da ilgilenmedi. 2007^'de TV’de (Gündeme Dair programı) görüntüleriyle anlattık, aldırış eden olmadı!)
5 YIL SONRA
"Alanda yıllardır 'Cumhuriyet bayramı' diye yapılagelen ulustan uzak toplantıyı bilen yurttaşlar, “Birazcık coşku ve saygı” diyerek istiklali kazanan meclise gidiyorlar.
Kapıya asılan pirinç levha 5. yılını doldurmuş. Yurttaşlar şaşkın şaşkın levhayı okuyorlar:
'Bu bina Philip Morris ve Sabancı Vakfı’nın katkılarıyla...”
Dişler kenetleniyor ve “Ya sabır” çekerek meclisin küçük salonuna giriyorlar.
Tahtalar sökülmüş, ithal malı laminat döşenmiş. Vatanı kurtaran bakanların yoksul koltukları yenilenmiş.
Hepsinden daha elim ve vahim olmak üzere: Başkumandanın odasına “President” yazan levha asılmış.
O sırada yakındaki bir televizyondan Cumhurbaşkanı’nın sesi duyuluyor: “Bağımsız, laik, sosyal...”
Türkiye'yi Batının işgalcilerine, Ortadoğu'nun karanlık güçlerine teslim etmişler; yurttaşlardan uzaklarda neyi kutluyorlarsa...
Hayır, bu böyle yürümeyecek!
Bağımsız Cumhuriyetimizi yeniden kuracağız!
Uydurma ne yapılmışsa yıkıp, orayı Mustafa Kemal’in 1933 alanına dönüştüreceğiz ve en büyük bayramımızı hep birlikte işte orada kutlayacağız.
Ancak kolay mı, yabancı işgalcileri, yerli işbirlikçileri ve onlara göz yumanları söküp atmak?
Kolay mı, cumhuriyetimizi koruyup kollayacağız diyerek, bağımsızlık yemini ederek Amerikan yöntemiyle ezip geçen generalleri, maskeli devlet yöneticilerini aşmak?
Elbette kolay olmayacak, fakat kesinlikle başarılacak!
Ama bugün, ama yarın! 29 Ekim 2006
(Savaşmadan Yenilmek, 2. Basım, UDY, 2007, s. 232)

9 YIL SONRA
Cumhuriyetimizin kuruluş döneminde, çağdaş tarım uygulama alanı, bilimsel araştırma çiftliği, tarım sanayisinin örnek kuruluşları (süt , bira fabrikaları.) Bataklık ve bozkırda var edilen o büyük çiftlik!
Önce şehir trafiğine kattılar içindeki yolu.
Sonra köfteciler sıralandı.
Sonra bir parçasını alıp lojman binaları diktiler.
Daha sonra özelleştiriyoruz diyerek istasyonunu köfteciye verdiler.
İstasyon binası, Osmanlı'dan Cumhuriyete geçiş dönemi mimarisinin ilk yapıtıydı.
Çiftlik artık parça parça eksiliyordu.
"Cumhuriyetçiyim", "Atatürkçüyüm" diyenler ses etmediler. TBMM'de çiftliği Ankara Belediye Reisi’ ne armağan ettiler.
Bir yarısından çevre yolu geçirdiler, ağaçlara, tarlalara kıydılar.
Sonunda tepesine "White House" yaptılar!
Muhalefet Çiftliğin değerini, Cumhuriyetin namusunu bir yana bırakıp "White House"un maliyetiyle, şatafatıyla uğraşmakla yetindi.
"Atatürk'ün Partisiyiz" böbürlenen kuruluşun başındaki adam "Orayı tekno bilmem ne, Silikon bilmem nesi yapacağım" deyip çıktı!
Şimdilerde "Kültür merkezi olsun" diye toplananlar var!
Tek bildikleri imza kampanyası!
Halkın parasıymış; boşa gitmesinmiş!
Bunlara kalırsa, yıkılan Cumhuriyetin, kirletilen namusun karşılığında tazminat gibi...
Şimdi bir düşünün:
Taksim Gezi'ye kışla, AVM yapmışlar... Kampanyacılar da imza topluyorlar: "Taksim Kışla ve AVM boşaltılsın! Kültür bilmem nesi olsun!"
"Ormanlar yok edilmiş, on binlerce ağaç gitmiş! Kampanyacı tutturuyor: "Otoyol, koşu parkuru olsun!"
BUNUN YORUMU OLUR MU?!
SAVAŞMADAN İŞTE BÖYLE YAPA YAPA YENİLİRSİNİZ!

Mustafa Yıldırım

KIRMIZI FESLİ SARAY DALKAVUĞU



12 Haziran 2015 Cuma günü BEYAZ TV’de DİNAMİT adlı programı izledim.
Konu şuydu: Seçimlerde Kim Kazandı Kim Kaybetti?
Programı, Latif Şimşek sunuyordu.
Programın stüdyo konuğu, başına kırmızı fes giymiş Kadir Mısıroğlu idi.

Programda konuşulanlara girmeden önce, Kadir Mısıroğlu’nun, Google’daki tanıtımına bir göz atalım.
24 Ocak 1933 Akçaabat/Trabzon doğumlu.
Türk tarih araştırmacısı, şair, hukukçu ve eski gazeteci.
“Osmanlılar İlim ve İrfan Vakfı” nın yönetim kurulu başkanı.
Sebil Yayınevi’nin kurucusu ve sahibi.
Başlıca kitapları:
- Lozan Zafer mi Hezimet mi? (1965)
- Kurtuluş Savaşı’nda Sarıklı Mücahitler (1967)
- Osmanoğulları’nın Dramı (1974)
- Bir Mazlum Padişah: Sultan Vahiddeddin (2005)
- Asrın İhaneti; Paralel Yapı (2015)
Kadir Mısıroğlu’nun romanları ve çevirileri de var.
1980’de hakkında açılan davaların sonuçlarından korkup yurt dışına kaçmış.
1980 – 1991 sürecinde, 11 yıl yurt dışında kalmış.
Bu süreç içinde ne iş yapmış da para kazanmış, geçimini nasıl sağlamış, bu konuda bir bilgi yok!
Dünyanın en güçlü İslamcı örgütü RABITA’dan 1978 yılında 672.000 dolar Hibe almış olan (Yılmaz Dikbaş, “Gelin Yüzleşelim”, sayfa 391) tarikat şeyhi Nâzım Kıbrısî ve Almanya’da halifeliğini ilan eden Cemalettin Kaplan’la birlikte İslam Şurası’nı toplamış.

Bu tanıtımdan sonra gelelim programa.
Kırmızı Fesli Kadir Mısıroğlu, Arapça bir şeyler mırıldanarak söze başladı. Ne mırıldandığını kimse anlamadı, ama dua ettiği varsayıldı.
Programın sunucusu Latif Şimşek, “Üstadım” diye hitap ettiği Kırmızı Fesli Kadir Mısıroğlu’ndan 7 Haziran 2015 Milletvekili Genel Seçimlerinin sonuçlarını değerlendirmesini istedi.
İşte, Kadir Mısıroğlu’nun anlattıklarından bazı başlıklar:
“Harp gibi bir seçim gördük! AK Partisi’nin yenilmesi için Yahudi Enternasyonal Güç, içeriden ve dışarıdan ZEHİRLİ propaganda yapmıştır!”
“Millet hata etmiştir! Seçimlerden hemen sonra doların yükselmesiyle de hata yaptığını anlamıştır!”
“30 yaşından küçük olanlar, CHP’nin melanetlerini bilmezler! CHP din düşmanlığı yapmıştır!”
“90 sene Kemalizm tahribatından sonra bu millet AK Partisi’ni çıkarmıştır!”
“Türk halkının ahlâken çoğu Müslüman değildir.
Türk halkı Ümmet-i Muhammed değil, Ümmet-i Kemal’dir!”
Kırmızı Fesli Kadir Mısıroğlu’nun bir biriyle çelişen ifadelerinin özeti şudur:
Amerika’daki Siyonist Yahudi kuruluşları, daha önce cesaret madalyalarıyla ödüllendirdiği Recep Tayyip Erdoğan’ın partisi AKP’ye karşı bu kez nedense zehirli propaganda yapmıştır!
AKP’yi yeniden iktidar yapmayan halk, yanlış yapmıştır! Zaten bu halkın çoğunluğu Müslüman da değildir! Türk milleti, Muhammed’in ümmeti değil, Kemal’in ümmetidir! Ama bu millet bağrından AKP’yi çıkarmıştır! Atatürk’ün kurduğu CHP, din düşmanıdır!
Bu çelişkili ifadelerinden sonra Kadir Mısıroğlu, bir de anısını anlattı.
Anlattığına göre, 27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi’nden sonra, İstanbul’da yolda Rauf Orbay’la karşılaşmış.
Rauf Orbay’ın kim olduğunu kısaca hatırlayalım.
Rauf Orbay önce Mustafa Kemal’in yanındadır. Birinci Meclis’e girmiş ancak kısa bir süre sonra Birinci Meclis’teki İkinci Grup’la yani, padişahçı-hilafetçi-şeriatçılarla birlik olup Mustafa Kemal’e karşı tavır almıştır. Adı İzmir Suikastı’na karışmış, Türkiye’den Avrupa’ya kaçmıştır. Adı, “Vatan Haini 150’likler” arasındadır.
İşte bu Rauf Orbay, Kırmızı Fesli Kadir Mısıroğlu’na şunları anlatmış:
“Ben Adnan Menderes’e, 1950’de başbakan olduğunda şunu söyledim: Türkiye Cumhuriyeti’nde bugüne kadar mason olmadığı halde başbakan olmuş iki kişi var, birisi benim birisi de sensin! Çok dikkat et, senin başına çorap örerler!”
Bu bilgiyi veren Rauf Orbay, sözlerini şöyle bitirmiş:
“Ben, İzmir Suikastı’na adım bulaştırılınca bir Fransız gemisinin kömürlüğünde Avrupa’ya kaçıp idamdan kurtuldum! Adnan Menderes kurtulamadı!”
Eğer Kadir Mısıroğlu’nun anlattıkları doğruysa, Rauf Orbay kendisine düpedüz yalan söylemiş!
Açıklayayım.
Birinci Meclis döneminde (23 Nisan 1920 – 15 Nisan 1923), Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis Başkanlığı’nda dört hükümet kuruldu. Bu hükümetlerin başbakanları şu kişilerdi:
Birinci Hükümetin Başkanı: Mustafa Kemal Paşa
İkinci Hükümetin Başkanı: Fevzi Çakmak
Üçüncü Hükümetin Başkanı: Fevzi Çakmak
Dördüncü Hükümetin Başkanı: Rauf Orbay
Bu hükümetlerin üçünde başkanlık yapmış olan Mustafa Kemal Paşa ve Fevzi Çakmak mason muydular?
Elbette değildiler.
Daha sonra Atatürk’ün başbakanlığını yapmış olan İsmet İnönü, mason muydu?
Elbette değildi.
Rauf Orbay, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde sadece iki kişinin, birisi kendisi diğeri de Adnan Menderes’in mason olmadığı halde başbakan olduğunu söylemesi gerçek dışıdır!
Yani, Rauf Orbay’ın anlattığına ve Kırmızı Fesli Kadir Mısıroğlu’nun onayladığı yargıya göre, Adnan Menderes Mason olmadığından, masonlara karşı bulunduğundan iktidardan indirilip idam edilmiş!
Tarih ancak bu kadar saptırılabilir!
Açıklayayım.
1950–1960 sürecinde başbakanlık yapmış olan Adnan Menderes, 5 kez hükümet kurmuştur.
İşte, bu hükümetlerdeki mason bakan sayısı:
Birinci Adnan Menderes Hükümeti: Toplam 18 bakanın 13’ü Mason!
İkinci Adnan Menderes Hükümeti: Toplam 16 bakanın 12’si Mason!
Üçüncü Adnan Menderes Hükümeti: Toplam 18 bakanın 14’ü Mason!
Dördüncü Adnan Menderes Hükümeti: Toplam 17 bakanın 11’i Mason!
Beşinci Adnan Menderes Hükümeti: Toplam 18 bakanın 14’ü Mason!
Evet, Adnan Menderes mason değildi, ama kurduğu hükümetlerde bakanlık koltuklarından yarısının fazlasını hep Masonlara vermişti.
Şimdi size, BEYAZ TV’deki DİNAMİT programında konuşan Kırmızı Fesli Kadir Mısıroğlu’nun gerçek yüzünü, gerçek karakterini ortaya koyduğu sözlerini aktarıyorum.
Programı sunan Latif Şimşek sordu:
“Üstadım, 17/25 Aralık 2014’de AK Parti’nin dört bakanı ve çocukları hakkında ortaya atılan rüşvet ve yolsuzluk iddialarının, AK Parti oylarına olumsuz yansıması olmuş mudur?”

İşte, Kırmızı Fesli Üstad Kadir Mısıroğlu’nun cevabı:
“17/25 Aralık 2014’de AK Partili 4 Bakanın ve çocuklarının rüşvet alıp yolsuzluk yaptıkları iddia edilmiştir. BU İDDİALAR DOĞRU BİLE OLSA VE BENİM VERİLECEK 1 MİLYON OYUM OLSA, YİNE DE HEPSİNİ AK PARTİ’ye verirdim!”
Bu sözler, Osmanlı hayranı bir saray dalkavuğunun sözleridir.
Osmanlı’da rüşvet, olağandı.
Osmanlı’da rüşvet, ekonominin ayrılmaz bir parçasıydı.
Osmanlı’da, yargının uygulayıcısı kadılar rüşvet alırdı.
Osmanlı’da vezirler, yani günümüzün bakanları, rüşvet alırdı.
Osmanlı’da sadrazamlar, yani günümüzün başbakanları, rüşvet alırdı.
Osmanlı’da rüşvet alan padişahlar da vardı.
İşte bu nedenle, AKP’li bakanların rüşvet alıp yolsuzluk yapmış olmaları Kırmızı Fesli Kadir Mısıroğlu için hiç de olumsuz bir olay değildi!
Bir saray dalkavuğu, dinci Kadir Mısıroğlu’nun medyadaki unvanının “Kırmızı Fesli Deli” olduğunu öğrendim.
Kırmızı Fesli dinci saray dalkavuğu Kadir Mısıroğlu, bir akıl hastanesinde bir süre kalmış.

Değerli Dostlar,
Sizce de ilginç değil mi; Atatürk’e hakaret edenler, Kemalizm’i aşağılayanlar, Cumhuriyet Devrimlerini değersizleştirmeye çalışanlar; ya Kırmızı Fesli Mısıroğlu gibi “deli”, ya da Nur Tarikatının Şeyhi Said Nursi gibi “tımarhanelik” lerin arasından çıkıyor!

BEYAZ TV’de DİNAMİT programını yapan Latif Şimşek’e bir çağrıda bulunuyorum:
Saray dalkavuğu dinci, Kırmızı Fesli Kadir Mısıroğlu’na üstadım diyerek safsatalar anlattırmayı bir yana bırak, gel seninle yüzleşelim!
Tamamı çok sağlam belgelere dayalı, Osmanlı’nın gerçek yüzünü, insanlık dışı, Kuran karşıtı fetvalar veren Şeyhülislam Ebussuud Efendi’yi, tamamı uydurma Hadisleri, tımarhanelik Said Nursi’nin Nur Tarikatı sizlere anlatayım.
İzleyicileriniz de gerçek bilgiler edinsin.
Haydi, korkmayın “GELİN YÜZLEŞELİM”!

Yılmaz Dikbaş
19 Haziran 2015 Cuma
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52