25 Şubat 2015 Çarşamba

TÜRKİYE BÖLÜNME NOKTASINA KİMLER TARAFINDAN NASIL GETİRİLDİ



TÜRKİYE BÖLÜNME NOKTASINA KİMLER TARAFINDAN NASIL GETİRİLDİ (HAZİRAN 2014’DEN NOTLAR)  25 Şubat 2015,
 Kürdistan’ı Türklere kurduracağım. Barack Obama (ABD Başkanı)
PKK ile görüşmedik, görüşmeyeceğiz. Bunu iddia eden şerefsizdir. R. T. Erdoğan (T.C. Başbakanı, 2004)

TÜRKİYE'Yİ SİLMEYE DEVAM


Ağrı’da yapılan yenileme seçiminde Belediye Başkanlığı’nı kazanan BDP’li Sırrı Sakık, kentin merkezinde Cumhuriyet Caddesi üzerinde bulunan ve “Utanç abidesi” dediği pilotlar anıtını kaldıracaklarını; Kazım Karabekir’in adının yer aldığı mahalle, cadde ve bazı sokakların ismini değiştireceklerini de söyledi. Sakık şöyle devam etti: Türkiye geçmişiyle yüzleşmelidir. Bir dönem yapılan yanlışların ortadan kaldırılması gerekmektedir. Mustafa Muğlalı Kışlası halkımızın tepkisi nedeniyle kaldırıldı. Mustafa Muğlalı’nın Muğla’da bir caddede hâlâ ismi var. Biz, bunlara müsaade etmeyeceğiz. http://www.rahatsiz.com.tr/, (4.6.2014)

DEV­LET KAN­Dİ­L’­LE GÖ­RÜ­ŞÜR
HDP’li Sırrı Süreyya Önder’in deşifre ettiği heyetler arası görüşmede yer alan 2 isim Diyarbakır’da çözüm çalıştayına katıldı.
Di­yar­ba­kı­r’­da AK Par­ti Ar-Ge Baş­kan­lı­ğı ta­ra­fın­dan dü­zen­le­nen ‘Ye­niTür­ki­ye'nin Açı­lan Ki­li­di: Çö­züm Sü­re­ci Ça­lış­ta­yı­’ baş­la­dı. AK Par­ti Ge­nel Baş­kan Yar­dım­cı­sı ve Ar-Ge Baş­ka­nı Ek­rem Er­dem, Baş­ba­kan Yar­dım­cı­sı Be­şir Ata­lay, İçiş­le­ri Ba­ka­nı Ef­kan Ala ve Gı­da Ta­rım ve Hay­van­cı­lık Ba­ka­nı Meh­di Eke­r’­in ka­tıl­dı­ğı top­lan­tı­da, ba­zı aka­de­mis­yen­ler ve STK tem­sil­ci­si­nin ya­nı sı­ra, De­mok­ra­tik Top­lum Kon­gre­si­ Ge­nel Sek­re­te­ri Sey­di Fı­rat da bu­lun­du.
Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay: Di­ya­log­la­r sür­üyor. son za­man­lar­da si­ya­set kuru­mu­nu, si­ya­set ke­si­mi­ni da­ha ön plan­da tut­ma yö­nün­de de ça­ba­la­rı­mız var. Biz si­ya­set ku­ru­mu­nu da­ha faz­la mer­ke­ze çe­ke­lim di­yo­ruz, si­ya­set ku­ru­mu yü­rüt­sün di­yo­ruz. Ör­güt­ten da­ha faz­la ör­güt­çü olu­nur­sa dev­le­tin İm­ra­lı ile gö­rü­şen ele­man­la­rı gi­dip ör­gü­tün Kan­dil'de­ki li­der­le­riy­le gö­rü­şür­ler. Si­ya­se­tin tu­tu­mu fark­lı ol­ma­lı. Bu so­mut­luk­ta si­ya­se­te gü­ven, eve dö­nüş­ler, ha­ya­ta dö­nüş­ler, si­ya­se­te tek­rar dö­nüş hep­si var. Fark­lı Tür­ki­ye var. Bü­tün bun­lar gö­rü­şü­lü­yor, de­ğer­len­di­ri­li­yor.
İçişleri Bakanı Efkan Ala: Kürt sorunu eski Türkiye'nin besin kaynağıydı. Türkiye başka ülkelerin aracılığıyla yapıyordu. Bu devreden çıkınca taarruz başladı. Bir şey gözden kaçıyor. Türkiye görüşmeleri eskiden de yapıyordu. Ancak başka ülkeler aracılığıyla yapılıyordu. Biz onları da aradan çıkardık. AK Parti kendisi görüşüyor." ■ Bugün,(7.6.2014)

IŞİD, KÜRDİSTAN’I KURUYOR

Dr. Tuğçe Varol Sevim: IŞİD’in esas hedefi Kerkük’ün Barzani’ye teslim edilmesi ve Kürdistan’ın kurulmasıdır. Meselenin özünde ilahi ve dini hedefler değil, enerji ve para ile ilgili bir strateji bulunmaktadır.
IŞİD’in nihai hedefi Kerkük’tür. Bu strateji de meyvesini vermeye başlamıştır, çünkü Irak ordusu Kerkük kentinin savunmasını tamamen Barzani peşmergelerinin kontrolüne bırakmıştır. Böylelikle Kürdistan’ın resmi bir devlet olarak kurulmasının önündeki son engel de ortadan kalkmıştır. Çok kısa bir süre içerisinde Kerkük başkentli Kürdistan’ın ilanı söz konusu olabilir ve hem IŞİD hem de peşmergeler ile mücadele edemeyecek durumda olan Bağdat hükümeti de bu durumu kabullenmek zorunda kalabilir. Bu bağlamda IŞİD, Kürdistan’ın geleceğinin güvencesi anlamına gelmektedir.
IŞİD’in Irak’a saldırması ve Erbil ile Bağdat’ın arasına yerleşmesi başlı başına Kürdistan’ın kurulması için yapılmış bir operasyondur.” ■ Ümit Özdağ (Dr.Tuğçe Varol Sevim), Yeniçağ,(14.6.2014)

GİRDİK Mİ ÇIKMAYIZ!

Peşmerge Bakanlığı, Kürt bölgesi dışında kalan Kerkük dahil tüm Kürt yerleşim birimlerinde denetimi sağladıklarını ve bir daha buralardan çıkmayacaklarını bildirdi.
IŞİD gruplarının önce Musul’u, ardından Selahaddin ve Kerkük bölgelerinde birçok yerleşim birimini çatışmasız bir şekilde ele geçirmesinin ardından, Kürt yönetimi güçleri Irak askeri birliklerinin terk ettiği Kerkük’ün denetimini aldı. ■ Yeniçağ, (14.6.2014)

HALİDİ NAKŞİLER BU TUZAĞIN FARKINDA MI?

Nakşibendilik Türk ama izlenen siyaset hiç de öyle değil...   Her şey PKK’nın Anadolu’da çıkarılmış on altıi syanı sahiplenmesiyle başladı. 1514 Yavuz Sultan Selim-Şah İsmail savaşı, Çaldıran’dan yola çıktım. İzlediği bu ayrılıkçı Kürt siyasetiyle Başbakan Erdoğan’ın Cemaati’ne ulaştım. Başbakan R. T. Erdoğan, Halidi Cemaati'nin İstanbul/Gümüşhanevi tekkesinden idi.
Halidi Cemaati’nin halifesi Halid-i Bağdadi, Süleymaniye’den. Onun ilk halifesi Şeyh Abdusselam Barzani, Barzan’dan… İkinci halifesi Seyit Taha, Şemdinli’den…
1880-1961 arası Kuzey Irak ve Doğu Anadolu’da çıkarılmış olan ve adına da Kürt isyanları denilen on isyanın tertipleyicisi ve yöneticisi bu iki aile; Tahazadelerve Barzaniler… Tahazadeler Kürt değil, Barzaniler aşiret değil…
Ve bu isyanların öncesi: Türk tarihine ilk Kürt isyanı diye yazılan 1806 Abdurrahman Paşa isyanından 1855 Bedirhan isyanları arasında geçen elli yılda altı isyan çıkarılmış ve bunları yapan üç aile: Baban, Soran ve Bedirhan
1908-1918 arasında kurulan ve adının başında Kürt ve Kürdistan olan örgütleri kuranlar işte bu isyanları çıkartanların çocukları, toplam beş aile: Tahazadeler, Barzaniler, Baban, Soran ve Bedirhan
 Bu isyanlar ve günümüzdeki Barzani, Talabani, Asala ve PKK: Hepsi aynı coğrafyadan çıkmış: Kuzey Irak; Süleymaniye, Barzan ve Şemdinli… Hepsi aynı siyasi hedef peşinde; Anadolu ile Asya arasında bir tampon devlet kurmak… PKK-Asala bir yana, hepsi aynı Cemaat’in müritleri; Halidi Cemaati
Ve Halidi Cemaati’nde yetişen Türk siyasetçileri: İki cumhurbaşkanı, iki başbakan ve diğerleri; Özal, Erbakan, Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan, Cüneyt Zapsu, Bülent Arınç..
 Sonuç şu: AKP siyaseti on bir yıllık siyaset değil, iki yüz yıllık bir geçmişi var ve bu siyasetin amacı Anadolu ile Asya arasına tampon bir devlet kurmak, böylece Anadolu’nun Asya ile bağını kesmek…
Adına Kürt diyerek isyan çıkartan, tertipleyen ve yönetenlerin başları Kürt değil, Kürt kökenli kardeşlerimiz tuzağa çekilmiş. Türk tarihine Kürt isyanları olarak yazılmış on altı isyanı çıkartan beş aile; Baban, Soran,Bedirhan, Barzani ve Taha… Anadolu’da doğrudan hiç Kürt isyanı olmamış, hepsinin çıkış noktası Süleymaniye-Barzan-Şemdinli hattı.
Baban, Bedirhan ve Soran beylerini bey yapan 1514 Çaldıran Savaşı; Şah İsmail’e karşı Yavuz Sultan Selim’e destek veren bu üç aşiret bey yapılmış. Taha ve Barzanileri Cemaat yapan Sultan II. Mahmut; Bektaşilere karşı Halidileri desteklemiş.
Ve günümüzde AKP siyasetini yönetenler, bu beş yüzyıllık tarihsel olayların uzantısı ve ikiyüz yıllık isyan siyasetinin takipçileri olarak karşımıza çıkıyor.
Kürt kökenli kardeşlerimiz bu gerçeği bilirse eğer, Barzani-Talabani-PKK’ya verdiği desteği çekebilir. AKP Cemaati’ne destek veren insanlarımız da bu gerçek karşısında nasıl bir siyasetle karşı karşıya olduğumuzu görebilir ve AKP’ye verdiği desteği çekebilir.
Sözlerime kanıt olarak, “Cemaat ve Barzani” adlı kitabı gösteriyorum, her sözümüz bu kitapta belgelidir. ■Erdal Sarızeybek, http://www.sarizeybekhaber.com /haberler/halidi-naksiler-bu-tuzagin-farkinda-mi-h705.html

IRAK’TAN SONRA SIRA TÜRKİYE’DE

Türkmen Danışma Meclisi Başkanı Profesör Doktor Ümit Akkoyunlu: Irak ekonomik kaynakları yüzünden parçalandı. Bölge insanı birbirlerine bilerek kırdırıldı. IŞİD de bunun bir aletidir. Irak’ta güçlü bir otorite yok. Çözüm konusunda umutsuzuz. Aynı güçler Türkiye’de de Kürt projesi üretti. Sıra birgün Türkiyeye de gelecektir.  ■ ulusalkanal.com.tr, (19.6.2014)

AKP’DEN BOP’UN ALT PROJESİ “KÜRDİSTAN”A TAM DESTEK

AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik Türkiye, Irak, İran ve Suriye'yi bölme planı olan "Kürdistan" projesine tam destek verdi. Barzani'nin yayın organı Rudaw'a konuşan Çelik şunları söyledi:  Irak üçe bölündü. Kürtler kendi kaderini tayin hakkına sahiptir. Türkiye Irak Kürdistanı'nı her zaman destekleyecektir. Irak'taki bölgesel yönetimi mevcut koşullar altında bağımsızlık ilan ederse, AKP buna destek olacaktır.■ ulusalkanal.com.tr,(19.6.2014)

RTE’NİN “YENİ TÜRKİYE”Sİ İMRALI’DA İNŞA EDİLİYOR

PKK ve Öcalan’ın, hükümetin önüne koydukları yol haritası AKP Hükümeti tarafından adım adım uygulanıyor. İnisiyatifi tamamen PKK’ya kaptırmış olan R.T. Erdoğan, cumhurbaşkanlığı seçimlerine 1.5 ay kala PKK terörünün daha da artarak seçim sandığına yansımaması için Öcalan’ın ortaya koyduğu ve PKK’nın istediği yol haritasını uygulamaya soktu. Bu demektir ki, Erdoğan’ın, kurulduğunu ilan ettiği “YeniTürkiye” Öcalan’ın imzasını taşıyor.
Erdoğan ve AKP’nin beğenmedikleri Türkiye Cumhuriyeti, İstiklal Harbi’nin sonucunda Yunan ordusu ve Batı emperyalizmi yenilerek kurulmuştu. Yeni Türkiye ise emperyalistlerin gözetimindeki Oslo masasında Yunanlı generallerin “İkinci Yunan Ordusu”diye nitelendirdikleri PKK karşısında, yenilginin sonucu olarak kuruluyor. 
2011’den bu yana Güneydoğu Anadolu bölgesinde PKK ikinci devleti oluşturuyor. Ordu kışlalara çekilmiş. Polis karakollardan çıkamıyor. Kendisini savunmak için ateş açıp PKK’lı öldüren askerlerin silahları elinden alınıyor. Köy korucuları PKK tarafından katlediliyor. Şehirlerarası yollar günlerce kesiliyor. PKK “şehitlikleri”, PKK asayişi, PKK mahkemeleri... Sanki Türk ordusu, PKK terör çetesine yenilmiş ve yenilgi sonrasında PKK ile bir anlaşma imzalıyoruz. Müzakere süreci denilen süreç, PKK’nın taleplerinin Türk halkına adım adım yutturulması süreci şeklinde ilerliyor.
Türkiye’de PKK’ya yenilen AKP Hükümeti Kuzey Irak’ta da Barzani’ye yenilmiş durumda. 9 Ocak 2007’de “Kerkük’te oldu bitti peşinde koşanlara bu uyarıyı bugünden yapmak zorundayım” diyen Erdoğan 2014 Haziran’ında Kerkük’ün Barzani tarafından işgal edilmesine hiç ses çıkarmadı. 76 milyonluk Türkiye, 4 milyonluk Kuzey Irak karşısında aciz duruma düştü. Üstelik, bu Kuzey Irak, ekonomik olarak yaşamasını sadece ve sadece Türkiye’ye borçlu. Kuzey Irak’ın bağımsızlığını ilan etmesi Kerkük’ü işgal etmesine bağlı idi. Barzani, muhtemelen IŞİD ile iş birliği içinde Kerkük’ü işgal etti.
Özetle; AKP Hükümeti, Kürtlere Türkiye’de federe devlet, Kuzey Irak’ta bağımsız devlet hediye ederek tarihe geçecek. “Yeni Türkiye” Graham Fuller’in kitabının adı idi. Yeni Türkiye’nin anayasal yapısını ise Abdullah Öcalan İmralı’da yazıyor.  ■ Ümit Özdağ,Yeniçağ, (28.6.2014) Prof. Dr. Cihan Dura



Amerikan istisnacılığı



Joseph Grew ABD’nin ilk Türkiye büyükelçisiydi. 1927 yılında bu göreve atanmasının nedeni büyük ihtimalle bundan 4 yıl önce Lozan Konferansı’na gözlemci olarak katılması ve “yeni Türkiye”ye ilişkin bu çok öğretici deneyimde önemli ipuçları yakalamış olmasıydı. Lozan Konferansı anılarında kendini arada “Türklerin yerine koyduğundan” söz etse de Türkiye’ye büyük bir kibirle bakıyordu. Konferanstaki performansını herkesin şaşkınlık ve gizli bir hayranlıkla izlediği Sovyet dışişleri halk komiseri Çiçerin aklında hain gözlü, alımsız, gaga burunlu, tiz sesli, yırtıcı bir kuş olarak kalmıştı. Grew, o denli Sovyet düşmanıydı. Konferans boyunca itilaf devletlerinin temsilcilerinin oluşturduğu emperyalist diplomatlar grubunun bir parçası idi. Yine de kerameti kendinden menkul “Amerikan istisnacılığı” Grew’in anlatımında kendini gösteriyordu. Aklen ve ruhen yanında yer aldığı emperyalist Avrupa’yı, “tüm sözlerin gerçekleri maskelemeye yaradığı diplomasi” yöntemleriyle eski dünyanın temsilcisi olarak görmekten kendini alamıyordu. Yeni dünyanın biricik temsilcisi olarak demokrasi, ulusların kendi kaderini tayin hakkı, açık ve yalın bir diplomasi, tüm bunlar ABD’den sorulurdu.

Zaten Amerikan istisnacılığı da başta Amerika Birleşik Devletleri’nin içine doğduğu özgün koşullar neticesinde özgün bir siyasal ve toplumsal yapıya sahip bir ülke olduğu varsayımı iken giderek Amerikan değerlerini dünyaya taşımak  gerektiğinden hareketle, Amerikan müdahaleciliğinin bahanesi haline geliyordu.

1920’li yıllar bir yerde hala emekleme evresiydi. İşe işgal ettiği toprakların yerli halkına Amerikan değerlerini taşıyarak başlamış, güney komşusunun bir bölümünü yutarak onları da aynı değerlerden mahrum bırakmamış, arka bahçeye açılan avlusu kabul ettiği Karayipler ve Orta Amerika’da da bu yönde talimlerine başlamıştı. 

ABD’yi diğer emperyalist ülkelerden ayıran “Amerikan istisnacılığı”nın hala bir gideri vardı.

2015 dünyasında bu ülkenin ulusal güvenlik strateji belgesinde hala Amerikan istisnacılığından söz ediliyor olması ise* “Amerikan pişkinliğinden” başka bir şeye tekabül etmiyor. Kendinden önceki emperyalist süper güçlerin tüm strateji ve taktiklerini içerip aşmış bu güç tarihe “bir istisna” olarak filan değil, sırasını savmış herhangi bir emperyalist ülke olarak geçecek.

Amerika’nın rejim değişikliği stratejilerinin çoktandır Amerikan değerlerini taşıyarak yeni bir kuruluş gerçekleştirmek gibi bir içeriği yok. Türkiye’nin yakın tarihinde örneğin küçük Amerika olma ideali ve hayatta bunun bir karşılığı vardı. Latin Amerika’daki darbe rejimleri yine Amerikan değerlerini Latinlere benimsetmek için gerekli görülüyordu. Bugünse ABD’nin kıtada “rejim değişikliğine” uğraştığı ülkelerin hiçbirine dönük böyle bir perspektifi, yeni bir kuruluş önerisi yok, olamıyor.

Tüm bunları bana düşündüren 2015 Ulusal Güvenlik Stratejisi metninde Latin Amerika’da acil müdahale edilmesi öngörülen ülke Venezuela...

Amerikan dışişleri bakanı John Kerry bundan iki yıl önce “Venezuela yaralı bir geyik gibi, dağda sığınacak yer arıyor” dediğinde çıkarlarını temsil ettiği gücün bu yaralı geyik için bir sığınak değil avına son nefesini verdirmek için uygun anı bekleyen bir yırtıcı olduğunu biliyorduk.

Amerikan istisnacılığı yaralı geyik için bir sığınak olma iddiasında olabilirdi. Bugünse söz konusu olan yaralayan, parçalayan, nihai noktayı ise bir türlü koyamayan bir sırtlan.

Son birkaç aydır Küba’yla kurdukları bağlantının Latin Amerika’da tıkanmış müdahale kanallarını açacağı beklentisi henüz realize olmadan harekete geçmeyi seçtiler.

Venezuela’da ABD’nin ordu dahil devlet içindeki uzantılarının, sermaye güçlerinin ve tekelci medyanın hükümeti nasıl sıkıştırdığı görülüyor. Oldukça kural tanımaz ve vahşice yöntemlerle.

Ortada yeni bir hamle olduğu kesin. Öte yandan herkesin aklına, hele de geçen hafta Maduro’nun açıkladığı darbe girişiminden sonra, Şili örneği geliyor. Allende yönetiminin kaderinin tekerrürü anlamında. Oysa bana Venezuela’da bir darbe ile “rejim değişikliği” senaryosu biraz uzak geliyor. Hem yöntemin Latinlerin bilincinde tekabül ettiği yer nedeniyle, hem de darbenin belirli bir siyasi iddiayı gerektirdiği halde ABD’nin sonrası için herhangi bir programa sahip olmamasından kaynaklı...

ABD’nin bir programdan yoksun baskıları, hükümeti panikletmek, zayıflatmak, itibarsızlaştırmak, kaosu derinleştirmek üzerine kurulu. Orduyla ilgili ortaya çıkanlar da, Bolivarcı hükümetin elinin artık askeri yönden de güçlü olmadığını, suyunun iyice ısındığını gösterme taktiğinin bir parçası olabilir en fazla... Tüm bunlar, yaklaşan parlamento seçimlerinde, ne dediği belli olmayan Amerikancı muhalefetin işini biraz daha kolaylaştırsa da bu ABD’nin planlarının belirli bir öngörü değil, belirsizlik üzerine kurulu olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

.... “Amerikan istisnacılığı yalnızca silahlarımızın ve ekonomimizin gücünden kaynaklanmıyor. Herşeyin üstünde, evrensel hakları ve hukukun üstünlüğünü içeren kurucu değerlerimizin ve Amerikan halkının metanet, beceri ve çeşitliliğinin bir ürünü.    
Gözde Kök
25/02/2015 Çarşamba

23 Şubat 2015 Pazartesi

İç Güvenlik değil, Tayyip’in güvenliği yasası



Geçen hafta Meclis’te görüşülmeye başlanan “İç Güvenlik Paketi” AKP iktidarının ileri demokrasisinin “faşizm” olduğunu bir kez daha gösterdi.
Tayyip ve AKP iktidarı, bugüne kadar Anayasa’yı ve yasaları defalarca deldi. Meclis çoğunluğu, yargı ve medya ellerinde olduğu için suçları cezasız kaldı. 17-25 Aralık süreci bu konudaki son örnektir. Tayyip, oğlu ve bakanları hukuk tamamen ayaklar altına alınarak hâkim karşısına çıkmaktan kurtuldular.
Ancak Tayyip ve AKP iktidarı o kadar zayıflamıştır ki, ne Meclis’teki çoğunluğu, ne bürokrasi ve yargıdaki egemenliği, ne medya ve para gücü onların iktidarını ayakta tutmaya yetmemektedir.
Çünkü Bülent Arınç’ın da geçenlerde söylediği gibi “yüzde elli onlardan nefret etmektedir” ve “Bu gidişle ülke yönetilmez bir hale gelebilir”. Yani siz ne kadar devleti ele geçirirseniz geçirin, seçimleri hırsızlık ve hileyle kazanırsanız kazanın, eğer halkta size karşı bir nefret biriktiyse iktidarda kalamazsınız.
Halk öyle bir güçtür ki, karşısında duramazsınız. Muhalefeti, basını, orduyu, yargıyı susturabilirsiniz. Ama ayağa kalkmış bir halkı asla…
AKP bu gerçeği Gezi Parkı olayları sırasında görmüştür. Yirmi milyona yakın insan sokağa dökülmüş ve iktidarı sarsmıştır. Halk sokakta kendini bulmuş, özgürleşmiş ve gücünü fark etmiştir. Sokaktaki “birlik” ruhu belli ölçüde sandığa da yansımış, ama iktidarın seçim hileleri ve oy hırsızlığıyla istenen sonuç alınamamıştır.
Yani kısaca Tayyip seçimlerde paçayı kurtarmıştır. Bu durum kimi muhaliflerde hâlâ moral bozukluğuna yol açsa da, iktidardakiler sokağa çıkan öfkeli halk yığınları var oldukça ayakta kalamayacaklarını görüyorlar.
Diyelim ki, önümüzdeki seçimleri de, AKP hile ve hırsızlıkla kazandı. Bu millet o zaman, şunu demeyecek mi: “Demokrasi diye sandığa gidiyorum, ama her şeyimizi çalan hırsızlar oyumu da çaldılar.”
İşte Tayyip ve AKP, bu isyanı görüyor ve vatandaşın sokağa çıkmasının önüne geçmek istiyor. Gezi Parkı’nda yasaları çiğneyerek müdahale edenler, artık yasaya dayanarak bastıracaklar halkın tepkisini.
Adeta bir sıkıyönetim yasası “İç Güvenlik Paketi” değil, dorudan doğruya Tayyip’in güvenliği içindir. “Makul şüphe” kavramıyla hukuk literatüründe çığır açan iktidarın bu yeni paketi, hukukun rafa kaldırıldığı açıktan faşist bir dönemin başlangıcıdır.
Fiili durum yasalaşacaktır. Dikta rejimi, Anayasa’yı değiştirene kadar kanunlarla uygulanacaktır.
Polis devleti kuruluyor
Pakette pek çok yasa maddesiyle ilgili değişiklik var, ancak en çok öne çıkanlar polisin yetkileriyle ilgili. Çünkü amaç halk muhalefetini bastırmak.
Örneğin polis herhangi bir sebepten dolayı sizi gözaltına aldığında 48 saat gözaltında tutabilecek. Yani iki gün sonra savcıya bilgi verilecek. Alimallah “makul şüpheli” bir haliniz varsa, gözaltına alındıysanız yandınız.
Diyelim ki, sizin gözaltına alınışınızı arkadaşlarınız veya komşularınız protesto ediyorlar. Eğer polise direnirlerse ve polis de “kendisine, işyerlerine ve konutlara bir saldırı” olduğuna hükmediyorsa silah kullanabilecek.
Polisin silah kullanıp bir göstericiyi yaralaması tepkileri dindirmeyip arttırabilir. Yani kalabalıklar artabilir. İç Güvenlik Yasası polise burada inanılmaz bir yetki veriyor. “Başkalarının güvenliği için” sizi “koruma altına alıp” başka bir yere doğru “uzaklaştırabilir”. Başka bir ilçeye veya ile bile götürülebilirsiniz. Dışarıdan da size destek olmak için gelecekler “güvenlik gerekçesiyle” bölgeye alınmayabilir polis tarafından.
Ama bu durum protestoları daha da arttırınca polis kalabalığı dağıtmak için gaz bombası atarsa sakın yüzünüzü kapatmaya çalışmayın. Hele gaz maskesi türü şeyler takmayın. 4 yıl hapis yatabilirsiniz. Eşarp, mendil gibi şeylerle yüzünüzü kapattığınızda da geçerli bu durum.
Arabayla seyir halindeyken, sizi durduran polis, arama yapmak üzerinizi çıkarmanızı istediğinde itiraz edemeyeceksiniz artık. Arabanızın bagajı, torpido gözü vs.. her yeri savcılık kararı olmadan polis tarafından didik didik aranabilecek.
Protesto gösterilerinde yasadışı örgüt amblemi ve flamayla katılmak zaten suç. Ancak şimdi bu maddeye “üniforma benzeri kıyafetler” de eklendi. 15-20 arkadaş üzerinde Atatürk resmi olan “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” yazan tişörtlerle bir yürüyüşe katıldınız diyelim, 3 yıla kadar hapis cezası alabilirsiniz.
Yok daha neler, demeyin. Daha geçen hafta PKK bayrağı ve Apo resimleriyle yürüyenlerin yanında polis tek sıra halinde yürüyüp onları korumadı mı? Gezi Parkı protestolarında Atatürklü Türk bayrağı taşıyan tekerlikli sandalyeli göstericinin üzerine TOMA’dan sıkılan tazyikli suyu unuttunuz mu?
PKK’lılara dokunulmadığı bir ülkede onların ve onlarla işbirliği yapanların güvenliği için muhalif herkese(Atatürkçü, milliyetçi, solcu, cemaatçi vs..) müdahale etmek zorundalar!
Vali ve kaymakam “savcı” oluyor
Paketteki ikinci hukuk faciası ise valilere ve kaymakamlara, kolluk amir ve memurlarına ‘suçun aydınlatılması’ ve ‘suç faillerinin bulunması’ için emir verme yetkisi getirilmesi.
Kuvvetler ayrılığı çöpe! Savcıya ne gerek var. Benim valim her şeyi bilir!
Normalde Cumhuriyet Savcısı, bir suç ihbarı ya da suç işlendiği izlemini veren bir durumu öğrenince her türlü araştırmayı yapmakla görevli. Gerçeğin araştırılması, delillerin toplanması, savcının görev alanına girer. Arama, el koyma, iletişimin tespiti gibi tedbirlere savcının talebi üzerine yargıç karar verir.
Ama bu değişiklikle vali veya kaymakam savcının yerini alıyor. Yargıya ait bu yetkilerin yürütmeye devri, kuvvetler ayrılığı ilkesinin ayaklar altına alınmasıdır.
Başka bir değişiklikle de valiler, “kamu düzeni ve güvenliği ile kişilerin can ve mal emniyetini sağlamak amacıyla bütün kamu kurumlarının ambulans, itfaiye, çekici, iş makinesi gibi araçları ve ilgili personeli kullanma yetkisi” alıyor. Valilerin bu emirlerini yerine getirmeyen veya geciktiren kamu görevlileri de oluşacak zararlardan sorumlu tutuluyor.
Valinin talimatına uymazsanız, örneğin göstericilere su çıkan TOMA’lara su vermek istemeyen bir belediye başkanıysanız 3 yıl hapis yatmayı göze almanız gerekir.
Vali ve kaymakamların AKP il başkanlarının önünde önlerini iliklediği bir ülkede, bu yasa maddesinin sonuçlarını tahmin etmek hiç de zor değil!
Jandarma da hükümetin emrine giriyor
İç Güvenlik Paketinde, pek gündeme gelmeyen ama çok önemli olan bir konu da, jandarmanın -askeri alan dışında- içişleri bakanlığına bağlanması.
Daha önce Damat Ferit döneminde yapılmak istenen bu uygulama, AKP’nin orduyu etkisizleştirmeden, orduyu ele geçirmeye doğru attığı bir adım.
Jandarma’nın İçişleri Bakanlığına bağlı olması demek, terörle “müzakerede” oluşabilecek pürüzleri engellemek olduğu kadar, jandarmanın yapacağı olası yolsuzluk operasyonlarının da önüne geçmektir.
AKP’li Mehmet Metiner bakın ne diyor: “Jandarmayı içişlerine bağlıyoruz. Paralel yapının oraya nasıl sızdığını biliyoruz. Bu iç güvenlik paketinin asıl amacı budur.”
AKP’nin iktidara geldiği günden beri yapmak istediği bu uygulama jandarmanın siyasallaşmasına yol açacak ve devlet içinde büyük sıkıntılara yol açacaktır.
Tayyip, kendi suçlarını örtmek için devletin temel taşlarıyla oynamaktadır.
PKK ile müzakere yapanlar, terörle mücadele edemezler
Tayyip ve AKP, kurnazca bir taktik izleyerek bu yasa değişikliklerinin terörle mücadele için olduğunu söylüyorlar. Muhalefet güya molotofkokteylini savunuyormuş! Davutoğlu, MHP’yi HDP ile yan yana gelmekle bile suçladı.
Yüzsüzlüğün bu kadarına pes doğrusu!
Molotofkokteyli mevcut yasaya göre zaten ateşli silah kapsamında ve cezası da hapis. Örneğin Serap Eser’i yakanlar yakalandı ve içerdeler.
Ama bu olayın gerçek faili olan MİT’çiler dışarıdalar. Çünkü başbakan soruşturma izni vermedi.
Bırakın molotofkokteyli atanları, binlerce askerimizi şehit eden terörist başı ile pazarlık yapan siz değil misiniz?
Muhalefeti HDP ile yan yana gelmekle eleştirenler, Apo ile sarmaş dolaştırlar. Başkanlık ve federasyon pazarlıkları İmralı ve Ankara’da yürütülmektedir.
Bu yasa paketi terörle mücadele için değildir. Çünkü iktidar zaten terörle mücadele değil, müzakere halindedir.
İç güvenlik paketinin tek amacı vardır:
Cumhuriyet düşmanı, bölücü ve hırsız bir diktatör ve onun güdümündeki iktidara karşı halk muhalefetini bastırmak!

Ancak Türk milleti, kendisini esir eden tüm yasa paketlerini bir günde çöpe atacak güce sahiptir. Özgür Billur

Özgür Billur

21 Şubat 2015 Cumartesi

BASIN AÇIKLAMASI (İç Güvenlik Değil, Kalıcı Sıkıyönetim Yasa Tasarısı)



Sayı: 2015/7
Konu:İç Güvenlik Değil, Kalıcı Sıkıyönetim Yasa Tasarısı                                                       21.02.2015
BASIN AÇIKLAMASI
(İç Güvenlik Değil, Kalıcı Sıkıyönetim Yasa Tasarısı)
Bir yandan emperyalistler, bir yandan gericiler, bir yandan yeni mandacılar... Hepsi el ele, kol kola girmiş Cumhuriyet’i yıkmaya, ulus devleti tasfiyeye çalışıyor. AKP iktidarının başını çektiği bu yıkım politikası, toplumda giderek artan bir öfke birikmesine, toplumsal muhalefetin yükselmesine neden oluyor.
Hükümet’e yakın araştırma kuruluşlarının yaptıkları dâhil olmak üzere, tüm anketler AKP’nin oy oranının baş aşağı gitmekte olduğunu gösteriyor. Bu nedenle ortaya çıkma olasılığı yüksek bir halk hareketinden korkan iktidar, oy tabanını korumak, varlığını polisiye tedbirlere sürdürmek için “İÇ GÜVENLİK” yasa tasarısına sarılmıştır. 
AKP iktidarı, Kral’ın yetkilerini sınırlaması açısından hak ve özgürlükler mücadelesinde önemli bir yeri olan Magna Carta Libertatum belgesinin 800. yıl dönümünde 1215 öncesinin Kral yetkilerini andıran kalıcı sıkıyönetim yasa tasarısını topluma dayatıyor.
Polisi yargı denetiminin dışına iten, Faşizmi, İslam rengiyle topluma dayatan bu tasarı özgürlüklere karşı pimi çekilmiş bir bomba niteliği taşımaktadır.
Bu tasarı yasalaşırsa; geçmişteki OHAL ve sıkıyönetimlerden daha tehlikeli bir kalıcı plebisiter diktatörlüğün inşası tamamlanmış olacaktır. Geçmişteki olağanüstü rejimler “geçici” rejimlerdi. Şimdi kalıcısı geliyor.
Derebeyi Valiler dönemi başlıyor. Savcı ve yargıç yetkileri mülki amirlere, kolluğa veriliyor. Emniyet teşkilatındaki değişikliklerle AKP kendi ordusunu kurmak istiyor.
Jandarma ve Sahil Güvenlik siyasi iktidara bağlanırken, Emniyet Genel Müdürü, İstihbarat Daire Başkanı, Jandarma Genel Komutanlığının, Jandarma İstihbarat Daire Başkanlığının emriyle 48 saat mahkeme kararı, savcının izni olmadan iletişimlerimiz denetlenebilecektir
Tutuklamayı gerektirir suçlar arasına toplantı ve gösteri hakkının kullanılması, propaganda da dâhil ediliyor. Jandarmanın yetkisi arttırılıyor. Belediye sınırları içinde de görev yapabilmesi düzenleniyor.
Faşist Mussolini'nin bir itirafı vardı; "her şey devlet için, devlet içinde; hiçbir şey devlet dışında ve başka bir şey için değildir." Bu yasayı isteyenler, düzenleyenler Mussolini'nin yolunda gidiyorlar. Mussolini ve Hitler, bu zihniyetle dünyayı cehenneme çevirdiler. Franco, Salazar, Pinochet ve benzeri diktatörler aynı anlayışla; devlet güvenliği adına halklarına, özgürlüklere savaş açtılar.
Hitler, geniş halk yığınlarına yapmış olduğu konuşmalarda "ben hepinizdeyim, hepiniz bendesiniz" diyordu. Bunun anlamı;  Führer, halkını dilediği gibi yönetir. Führer’in görüşleri halkın görüşleridir! Bu kuralın bir sonucu olarak parlamentonun bir yasayı görüşmesi de Führer’ in iradesinin onaylanmasından başka bir şey değildir. Benzerliğe bakın ki;  TBMM R.T Erdoğan’ın iradesinin onaylanması dışında başka bir şey değildir.
Böylece Hitler tarafından; ‘Reichstag Yangını Kararnamesi’yle, anayasanın birey hak ve özgürlüklerini koruyan tüm maddelerini askıya alındı. Hitler e karşı olan tüm kişi ve örgütlenmeler Vatandaşlık ve siyasal haklarından men edildiler.
Hitler’in 1933’te çıkarttığı ‘Tehlikeli Daimi Suçlulara Karşı Kanun’un’ neredeyse bire bir kopyası olan bu tasarı tüm ulusal üstü hukuktan doğan yükümlülükleri ortadan kaldıran, tüm temel hakların özüne karşı savaş açmayı meşrulaştıran faşist bir anlayışın ürünüdür.
 Hitler’i ve Goebbels’i bile kıskandıracak bir içerik taşıyan bu yasa tasarısı; kan emici Emperyalizmin ve ‘vahşi Batı’nın, Türkiye üzerindeki projelerini gerçekleştirirken önlerine çıkabilme olasılığı olan ulusal – halkçı – devrimci direnişi daha başından ezme, yok etme amacına yönelik büyük bir soysuzluk örneğidir.

Yönetim Kurulu Adına:                                                                                         Mahmut ÖZYÜREK
                                                                                                                                Ulusal Eğitim Derneği
                                                                                                                                 Isparta Şube Başkanı