20 Şubat 2015 Cuma

Eğri Oturup, Doğru Konuşmanın Zamanıdır! - 1



Artık yalanları ifşa edip, doğrularla yüzleşmenin ve kapı, kapı dolaşıp iktidarın, İmralı-Kandil-HDP şer üçgeninde ülkeyi üç buçuk eşkıyaya nasıl pazarladığını anlatmak zamanıdır.
Geç kalınsa bile yola çıkmak için pusatları, akıl ve bilimi kuşanmanın zamanıdır.
Hamaset yok!
Duygusallık yok!
Halkı aldatmak;
“ Kemalizm, köylüyü ve işçiyi ezerek yükselen bir burjuvazi rejimidir.” “Mustafa Kemal zorba bir diktatördür.” deyip, Atatürkçü geçinmek hiç yok…
“Analar ağlamasın” yalanının arkasına sığınıp, ana vatanı ağlatmak;
Sokaklarda “Laik- Bilimsel Eğitim”  eylemleri düzenleyip, “Ana Dilde Eğitimi” savunmak gibi bir gafletin içine düşmek,
Ülkedeki uyanışı görüp bir takım oluşumlarla, bu ayağa kalkışın önünü kesmek;
Sandık müsameresine bel bağlayıp; Müdafa-i Hukuk anlayışından vaz geçmek yok.
Gladyo, CIA ve işbirlikçileri ülkeyi ele geçirirken, kolları kavuşturup el bağlamak;
Kime oy verirse versin, Türk milletinin bir ferdini aşağılayan ve bu millete “koyun sürüsü” diyenleri hoş görmek;
Atatürk’ün altı ilkesinin tamamını özümsemeden, bağımsızlığın önemini kavramadan “ Atatürkçü” geçinenleri;
CIA-İktidar ve cemaat işbirliği ile Türk ordusuna kumpas kuranları;
Askeri kışlasına hapsedip, PKK’nın önünde alan temizliği yapanları af etmek;
Bu ülkenin mal varlığını, Misak-ı milli sınırları içindeki Türk yurdunu yabancılara, on altı Türk adasını Yunanistan’a peşkeş çekenlere makam ve koltuk sahibi yapmak;
“Demokratik Anayasa, statükocu ırkçılığa dayalı Atatürk milliyetçiliğine son vermek, halkların özgürce yaşadığı bir Türkiye için…” “Halkların kardeşliği, ana dilde eğitim ve demokratik özerklik için…” söylemleriyle Türkiye’yi bölmek için yola koyulan Habur avukatlarına teslim olmak yok.
Her fırsatta kadını aşağılayan, Türk anasını cinsel meta olarak gören sahte din adamlarına
Kadınlık ve analık onurundan habersiz, iktidarın yalakalığına, soyunmuş ve yanlışlıkla kadın olarak dünyaya gelmiş yaratıkları bağışlamak ve onları insan yerine koymak;
Hırsıza, yüzsüze bel bağlamak yok.
Hele “Bütün mal varlığım bu yüzüktür” dedikten sonra oğullarına gemi filosu kurduranlara;
Güneydoğu’yu PKK’ya teslim edip, yaptığı anlaşmaları milletten gizleyen ve sırf ayıbı örtülsün diye “Polis Devleti Yasası” çıkaran iktidara geçit yok.
“Önce partim” deyip “önce vatan”ı rafa kaldıranlarla aynı safta birlikte olmak;
Türk milletinin onurunu namusunu içerde ve dışarda iki paralık edip, kendisini dev aynasında gören megalomanlardan korkmak, geri çekilmek yok.
Vaktiyle anti-emperyalist duruşuyla, Kemalist söylemleriyle bizi kandıran ve milletvekili olduktan sonra genel başkanının ağzına bakanlara asla taviz yok.
Ülkenin kaosa sürüklendiği, halkın borç batağında inim, inim inlediği bu sömürü düzenine;
ABD-AB’ye temenna çekenlere;
SOROS’un koynunda kıvrılıp yatanlara;
Şırnak’taki “Külliye Camii”ni PKK’ya tahsis edenlere;
Hâlâ aralarındaki siyasi, etnik, dinsel ve mezhepsel ayrılıkları öteleyip, küçük bir azınlık dışında bir araya gelmeyenlere;
Türklük”ü bir sorun olarak görüp Anayasa’dan çıkarmak isteyenlere;
Anayasa’nın değişmez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez ilk üç maddesini hedef gösterip, “Demokratik Anayasa” için kollarını sıvayanlara;
Halkların kardeşliği ve özgürlüğü”nü savunan adı aydınlanma, kendisi karanlık hareketlere;
HDP ile kol, kola girenlere;
Kısacası Türk milletini önce “ALLAH”la  daha sonra “Atatürk”le aldatıp kandıranlara asla af yok.
Çıkacağımız yol engebeli ve zordur. Görevimiz sadece Müdafa-i Hukuk üyesi olarak insanlara ülkenin bölündüğünü ve iktidarın CIA’nın çetecileri ile birlikte hareket ettiğini anlatmak olacaktır.
Yalanlar ifşa edilecek, kapalı kapılar ardında PKK’ya baş aktör bölücü başı, bebek katili Öcalan’a verilen tavizler açığa çıkarılacaktır.
Bu yazı bir başlangıçtır. Büyük bir ihanetin pazıl parçaları birleştirilecektir.
İkiz Yasalar’ın ortak ilk maddesinden yola çıkarak, yolumuza devam edeceğiz.
Şimdi ”Ekonomik -Sosyal ve Kültürel Haklar ” ve ”Kişisel ve Siyasal Haklar” sözleşmelerinin tamamen aynı olan ve Batı demokrasilerinde bu maddelerin içeriğine ”Self-determinasyon” dendiğini de hatırlayarak 1.Madde 1.Bend’ini yüksek sesle bir kez daha okuyalım.
1.Madde1.Bent-Bütün halklar kendi statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler…
Bölücülüğü ve ayrışmayı destekleyen bu maddeye Türkiye Cumhuriyeti çekince koymamış, üstelik 1.Madde’yi AKP Hükümeti Türk Milleti (!) adına BEYAN ifade ederek imzalamıştır.
”Türkiye Cumhuriyeti bu sözleşmeden doğan yükümlülüklerini, BM Yasası (Charter) çerçevesinde yükümlüklerine uygun olarak yerine getireceğini beyan eder.”
Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü, tam istiklâli için Türk milletinin azim ve kararını harekete geçirmek şarttır ve şart her yurtseverin görevidir.

Figen Özen
20.02.2015




19 Şubat 2015 Perşembe

Yeni Başlayanlar İçin 14 Derste Faşizm



Siyaset bilimci Dr. Lawrence Britt, 20. yüzyılın gördüğü en tipik faşist rejimleri (Hitler’in Almanya’sı, Mussolini’nin İtalya’sı, Franco’nun İspanya’sı, Suharto’nun Endonezya’sı, Pinochet’nin Şili’si) inceleyerek faşizmin 14 karakteristik özelliğini tespit etmiş.
Britt’in çok tartışılan, hatta Umberto Eco’nun bir yazısından fazlaca esinlendiği söylenen ünlü makalesi, ‘yeni başlayanlar için 14 derste faşizm’i anlatıyor:

1. Güçlü ve sürekli milliyetçilik: Faşist rejimler, sürekli olarak vatansever şiarlar, sloganlar, semboller, marşlar ve diğer ıvır zıvırı kullanma eğilimindedir.
2. İnsan haklarının aşağılanması ve hor görülmesi: Düşmandan korku ve güvenlik ihtiyacı nedeniyle, faşist rejim altındaki insanlar, ‘ihtiyaç’ gereği belirli durumlarda insan haklarının göz ardı edilebileceğine ikna edilirler. İnsanlar işkence, yargısız infaz, siyasal suikast, uzun süreli gözaltı gibi uygulamalara karşı başını başka tarafa çevirme, hatta bunları onaylama eğilimindedir.
3. Düşmanların/günah keçilerinin birleştirici bir neden olarak tanımlanması: Ülkenin güvenliğini ve bütünlüğünü tehdit eden düşmanın ortadan kaldırılması için insanlar histerik kalabalıklara katılıp sokaklara dökülür; Bu düşman tanımının içinde ırksal, etnik ya da dinsel azınlıklar, liberaller, komünistler, sosyalistler, teröristler, vs. vardır.
4. Ordunun ve militarizmin yüceltilmesi: Yaygın yerel sorunlar olduğunda bile, orduya hükümet bütçesinden aşırı miktarda pay verilir ve yerel gündemler göz ardı edilir. Askerler ve ordu hizmetleri alabildiğini yüceltilir.
5. Cinsel ayrımcılığın şahlanışı :Faşist ulusların hükümetleri, neredeyse tamamen erkek-egemen olma eğilimindedir. Faşist rejimlerde, geleneksel cinsiyet rolleri daha katı hale getirilmiştir. Kürtaj karşıtlığı ve homofobi had safhadadır.
6. Kitle iletişim araçlarının kontrol altına alınması: Kimi zaman medya hükümet tarafından doğrudan kontrol edilirken, diğer durumlarda dolaylı olarak diğer genelgeler, mevzuatlar, sempatik medya temsilcileri ya da yöneticileri tarafından kontrol edilir. Sansür, özellikle savaş dönemlerinde oldukça yaygındır.
7. Ulusal güvenlik takıntısı: “Korku” hükümet tarafından, kitleler üzerinde harekete geçirici bir araç olarak kullanılır.
8. Din ve yönetimin içiçe geçmesi: Faşist ulus hükümetleri, ulus içindeki en yaygın dini, kamuoyunu manipüle etmek için bir araç olarak kullanır. Dini retorik ve terminoloji, dinin ana doktrinlerinin hükümet politikalarına veya eylemlerine tamamen karşıt olduğu durumlarda dahi, hükümet liderleri tarafından yaygın olarak kullanılır.
9. Özel sermayenin gücünün korunması: Faşist uluslardaki sanayi ve iş aristokrasisi, sıklıkla hükümet liderlerini iktidara getirenlerdir. Bunu hükümetle iş dünyası arasında karşılıklı çıkara dayalı bir ilişki tesis ederek ve belli bir iktidar eliti yaratarak yapar.
10. Emek gücünün baskı altına alınması: Faşist hükümete karşı tek gerçek tehdit emeğin örgütlü gücü olduğundan, işçi sendikaları ya tamamen saf dışı edilir ya da şiddetle baskı altına alınır.
11. Aydınların ve sanatın küçümsenmesi: Faşist uluslar, yüksek öğrenim ve akademiye karşı açık bir düşmanlığı körükler ve teşvik eder. Profesörlerin ve diğer akademisyenlerin sansüre uğraması, hatta tutuklanması yaygındır. Sanatta ifade özgürlüğü açıkça saldırı altındadır ve hükümetler genellikle sanata bütçe ayırmayı reddeder.
12. Suç ve cezalandırma ile baskı altına alma: Faşist rejimlerde, polislere kanunları zorla uygulamaları için neredeyse sınırsız bir yetki verilir. İnsanlar genellikle, polisin suistimallerine göz yummaya ve hatta vatanseverlik adına sivil özgürlüklerden feragat etmeye razı olur. Faşist uluslarda, sınırsız güce sahip ulusal bir polis kuvveti vardır.
13. Adam kayırma ve yozlaşmada sınır tanımama: Faşist rejimler neredeyse her zaman, yönetim kadrolarına birbirini atayarak hükümetin güç ve otoritesini onları hesap vermekten korumak için kullanan bir grup ahbap ile müttefikleri tarafından yönetilir. Ulusal kaynakların ve hatta hazinenin tahsisi ya da bunların hükümet liderleri tarafından açık bir şekilde gaspı, faşist rejimlerde rastlanmayan bir olgu değildir.
14. Hileli seçimler: Faşist uluslardaki seçimler bazen tamamen göz boyama amaçlı yapılır. Diğer zamanlarda ise seçimler, çamur atma kampanyaları, hatta muhalefet adaylarının öldürülmesi, seçmen oylarının ve seçim bölgelerinin kontrolü için yasama kurumlarının alet edilmesi ve medya manipülasyonu gölgesinde yapılır. Faşist uluslar, tipik olarak kendi yargı sistemini seçimleri manipüle ya da kontrol etmek için kullanır.
* Bu yazı siyaset bilimci Dr. Lawrence Britt’in Free Inquiry dergisinin bahar 2003 tarihli 23/2 sayısında yayınlanan makalesinden kısaltılarak çevrildi. (bianet)
www.dunyalilar.org

7 Şubat 2015 Cumartesi

YARI AYDIN!. ve sorunsalı.. Cem Yağcıoğlu







Bazen anlatmak zorlaşır, en basit şekliyle bile anlatsanız, anlaşılmaz kelimeleriniz.. Karşı tarafın içinde bulunduğu hal.. zaman-mekan ilişkileri, geçim standardı, fikri alt yapısı ve daha pek çok şey belirler, yazar ile okur arasındaki ilişkiyi.. ne derseniz deyin.. ne anlatırsanız anlatın, bu değişmez kuraldır.
Bugüne uyarlayacak olursak, a partili okur, başka anlar.. b partili okur, başka.. ya da geçim derdinde olan ile, pek o sıkıntılarla haşır-neşir olmayanların çok başka mesajlar çıkarması gibi..
Kişinin kiracı iken başka konuşması.. ev sahibi olduğunda başka konuşması gibi bir şey..  yani sorun ‘yazar’ sorunu değildir! ‘yazar’ derken ‘gerçek’ olanlarından bahsediyoruz elbette; yoksa sermayenin kucağına oturup ‘evrenselcilik’ ya da ‘ulusalcılık.. ya da günün modası ‘Atatürkçülük’ oynayanlardan dem vurmuyoruz..
Sorun; insanoğlunun, içinde bulunduğu şartlara göre hal ve tavır belirliyor olması ve çoğu zaman bu belirlemelerin ‘kişisel çıkar’ bağlamında sonuçlanıyor olmasıdır.. ‘fıtrat’ında var, doğasında var.. ya da kanı bozuk, duyarsız, bencil nitelemeleri bunun içindir. Bir sorun olduğunda -misal- elli kişi hep bir ağızdan konuşur; ancak, iş ciddiyete bindiği zaman ‘kişi’ genellikle yalnız kalır.. bırakılır yani..
hayatım boyunca başıma gelen hep bu olmuştur.. şikayetçi değilim elbette…
Bu yüzden kalabalıkların ‘tarih’ belirlediği bir ‘an’, yoktur tarihte..  halk her zaman, zafer yakınken ‘devrim’lerin yanında yer alır.. bu tespitim, kendi kurtuluş savaşımızla da yakından ilgilidir.. fransız ihtilalinin bilinmeyenleri ve de anlatılmayanlarıyla da..
Tarih bilimiyle ilgili ‘pandora’nın kutusu’ açılmış ve gerçek olmayan ne varsa ortaya saçılmıştır.. yani uzun zamandır egemen olan ‘yalan’dır.. ve ‘yalan’ın koruyucusu ‘insan’dır!..
Kendisiyle ilgili adalet anlayışını üst seviyede tutan ve talep eden ‘insan’, kimliğinin belli olmayacağı alanlarda bu talepleri dile getirmez.. ya da üzerinde yeterince durmaz, buna gerek duymaz.. günümüzde sosyal medya denen ‘iki yüzlü’lüğün esareti altında; ‘hayvansever’, ‘duyarlı’ ve de oldukça ‘evrensel’ portre çizenler.. geri kalan günlük hayatında bam-başka birileridir aslında..
Sistem karşıtı ‘yazar’.. ‘sanatçı’.. daha ince tabirle ‘edebiyatçı’, ‘artist’, ‘şarkıcı’ ve daha pek çok üst model; yine sistemin getirdikleriyle haşır-neşir olmaktan.. selfi çekip paylaşmaktan.. paris’te bir akşam yemeği fotoğrafını servis etmekten, imtina duymamaktadır..  ‘hayran’lık denen ucube kültüre esir edilmiş toplum, yine bu ‘tezat’ı yargılamaktan aciz.. yine yanlış yönde ‘kalabalık’ etmekte olduklarından habersizdir.. bana dostlarım arada sorar; ‘sorun nerede?’ diye..
Sorun buradadır!. Sorun; ‘iki-yüzlülük’ ve tam tersi olduğunu iddia etmektir..
Tüm dünya toplumları aslında ‘iki-yüzlüdür’; çünkü ‘insan,’ bendeniz de dahil!. çıkarlarımız işin içine girinceye ve mevzu çıkarlarımızın iptali noktasına gelinceye değin ‘özgürlükçü’ ve ‘çağdaş’.. tersi durum ve sahip olduklarımıza yönelen en yakın tehdit anında ‘faşist’!..  bu belki birilerince çok ağır bir itham olarak algılanacaktır; ve ben eminim ki, bu algıya kapılan kişi ya da kişiler.. tehlike anında gemiyi ilk terk edecek olanlardır..
Azıcık tarih bilgisi olan bunu bilir..
Toplumsal olayları ‘show’ haline getirenler bunlardır.. ve dünya nüfusunun büyük bir çoğunluğu maalesef bu ‘yarı aydın’ ve gerisinden müteşekkildir.. vahim olan budur!..
Yoksa ‘işgal’ sonlandırılır!.
Yoksa sömürgeci zihniyet al-aşağı edilir..
Yoksa emperyal batı tarihe gömülür..
Ve lakin toplumların büyük bir kalabalığını teşkil eden ve son elli yılın ürünü olan bu ‘yarı aydın’ denen organizma ve türevleri.. ‘göya’ sistemin karşısında durur gibi yaparken; aslında sistemden beslenen soytarılardan başka bir şey değildir!..
Sosyal medya denen  ve ‘maalesef’ zorunluluklarımızdan dolayı bizim de içinde bulunduğumuz bu tımarhanenin ‘asli’ hizmetkarları.. dağıtıcıları.. paylaşıcıları.. fotoğrafçıları.. her şeyidirler..
Hacetini giderdiği ‘an’ hariç.. ki ses dosyasını paylaşabilir.. her anını paylaşmaktan zevk alan.. özeli dediğiniz en az elli kişi olan; bu yeni model insan tipi, -biz ona ‘yarı aydın’ diyoruz- hayatı boyunca semtine uğramadığı ‘işçi’ ölümleri için -bu sefer genelden- ağıtlar yakarken.. fazla değil, akşamına ‘Cihangir’ sokaklarına akmakta bir beis görmez..
Bakmayın öyle ‘ritm’ tuttuklarına.. mikrofon uzatın, içleri kan ağlamaktadır.. ne yapsınlar; hep öğretilen bu değil mi zaten.. hayatını yaşa.. dünyaya bir kere geliyorsun!..
diğerleri birkaç defa geldiğinden, haklı galiba bizim ve dünyamızın ‘yarı aydın’ı..
Tabi bizim-benim öncelikli konumuzun özü ‘milli mücadele’ ve ‘nasıl’ı olduğu için, çokta ayrıntıya girmiyorum; yoksa ‘evrensel’cilik oynamanın kodlarını.. felsefe girizgahı, sosyo-ekonomik tahliller ve daha neleri… anlayacağınız uğraşmıyoruz şimdilik bunlarla; zira ‘devlet’ düşmanlığı ile -hele ki dünde kalan devlet- hükumet düşmanlığını ayıramayacak yetkinlikteki üniversite mezunları ile; sorunun sadece akp ve tayyip’ten ibaret olduğunu sanan ve inanan ‘şaşkın’larla kaybedecek vaktimiz yok açıkçası..
Açıkçası milletin yarısından çoğunu ‘aptal’ sayan ve kendilerini akıllı sanan ‘şaşkın’ kalabalıkla işimizin olmadığı gibi.. oysa ‘aptal’ ise, mevzu bahis olan.. insanoğlunun yüzde doksan dokuzu, önde gidenidir.. bütün bir suç bir millete ihale edilemez..
Acımasızlıksa mevzu bahis olan.. bütün bir insanlık arsızlık yarışındadır! ‘medeniyet’ dedikleri ‘büyük yalan’, kos-koca Afrika’yı açlığın, yoksulluğun ve de deneysel hastalıkların merkezi yapmıştır..
sizce kimsenin umurunda mı..
abd’nin köpeği olmuş ‘göya’ özgürlük savaşçıları, organımın sol yanı ‘liberal sol’cuların gözbebeği..
liberalliğin solu olur mu!. olursa, o sol olur mu.. sağın mayası, solda tutar mı!.. ayrıca konuşuruz..
tayyip’i seçenler aptal ise -kimilerine göre-.. kılıçdaroğlu’na oy verenler deha mı!..  kılıçdaroğlu son on yılda iktidar olsaydı, uçağımızı kendimiz mi yapmış olacaktık!..
veya bahçeli başta olsaydı, bütün Türk Cumhuriyetleri birleşmiş mi olacaktı!..
işte avanaklık buradadır.. yani karşı tarafın ‘aptal’lığından ziyade, kendinin ne olduğuna bakmak.. görmek.. bilmek.. ve anlamaktır asıl olan!..
tayyip ve diğerleri ve öncekiler.. hepsi aynı fabrikanın ürünü! Birini ber-taraf etmeniz, düşündüğünüz ya da hayal ettiğiniz günlerin müjdecisi olmayacaktır.. bunu anlamak bu kadar mı zor! desem olmayacak; zira daha da zor! Yoksa son elli yıldır aynı ‘tezgah’a gelir miydi insanlar!..
A.Necdet Sezer’in bu ülkeye nelere mal olduğunu bilmeyen.. anlamayan.. ve hala.. ve şu an, bu satırları okurken bile.. tayyip.. tayyip..
tayyip! bir sonuçtur .. 12 Eylül’ün.. 28 Şubat’ın.. ve hatta İsmet İnönü’nün bir sonucudur!.. A.Necdet Sezer’in fırlattığı anayasa kitapçığının bir sonucudur!.. Çevik Bir denen, ‘the general’in bir sonucu..
Uğur Dündar çok arzu etmişti Çevik Bir’in Cumhurbaşkanlığını.. yazık olmadı..
İşte çok ‘böyük’ Atatürkçü -kimilerine göre-  Uğur Dündar’ın 28 Şubatçılara verdiği destekten bir bölüm:
‘’ Çağdaş başarıda büyük payı olan komutanların bir bölümü, 30 Ağustos’ta silahlara veda edecekler. Bu değerli komutanlardan biri, 1. Ordu Komutanı Orgeneral Çevik Bir… Çevik Paşa, tartışılmaz askeri başarısının yanı sıra, cumhuriyet rejimine yönelen tehditler karşısında Türk Silahlı Kuvvetleri adına tavır almaktan çekinmeyen ve bu uğurda yıpranmayı göze alan cesur bir komutandı.’’ (1999)
(Bu konunun asıl detayı  yakında yayınlanacak olan ‘Tezgah’ isimli kitabımda işlenmiştir.. (28 Şubat-Çevik Bir)
ki bu destektir ‘tayyip ve akp’yi yaratan.. ama gel de sen bunu, o ‘yarı aydın’a anlat.. o da anlasın!..
çünkü onun Atatürkçülüğü; Mustafa Kemal’in fikirleri değil, çatalı nasıl tuttuğu.. nasıl poz verdiğiyle ilgilidir.. ona göre ülke ‘laik’ olsun da.. ingiliz mandasında olsun, çokta önemli değil..
oysa defalarca yazdık; asıl olan tam bağımsızlıktır, ‘laik’lik gerek olandır!. diye..  var mı burada anlaşılmayacak bir şey..
yok işte.. ben de onu anlatıyorum..