4 Şubat 2015 Çarşamba

Başkanlık Sistemi ve Türkiye



………
Devlet ve siyasal sistem yapılanmaları konusunda üzerinde düşünülmeden acele verilebilecek kararlar, siyasal sistemde geri dönülmez tahribatlara neden olabilir. Bu konulardan birisi de başkanlık sistemi ve parlamenter sistem konusunda verilecek kararlardır. Bu konudaki tercihin siyasi tarih ve ülkenin özgün şartlarıyla yaratılmış olduğunu unutmamak gerekir. Ayrıca, Parlamenter sistem, genel kabul gören liberal demokrasi formu olup diğer modeller ayrıksı (istisna) modeller olarak görülmektedir.
Liberal demokratik rejimler,  genel olarak ve özellikle Avrupa ülkelerinde parlamenter sistem biçiminde kendini göstermektedir. Bu sistemden tarihsel gelenekleri ve kendine özgü özellikleri ayrılmaya çalışan birkaç ülke (Fransa ve Finlandiya) bile, başkanlık sistemini yaşama geçirememiş ve Karma Sistem ismi verilen Yarı-Başkanlık sistemini oluşturabilmişlerdir.
Başkanlık sistemi, ABD ve birkaç örnek dışında, demokratik bir siyasal sistemi sürdürememektedir. Başkanlık sistemi denemelerinin çoğu (özellikle Latin Amerika ülkelerinde) diktatörlüklere ve askeri rejimlere dönüşmüştür. Bu nedenle, dünyada demokratik başkanlık sistemlerinden çok, demokratik olmayan başkanlık rejimlerinin bulunduğu unutulmamalıdır.
Başkanlık sistemlerinde seçimleri yalnızca bir aday seçimi kazanmakta, bu aday da kabine üyesi olan Bakanlarını atayarak yürütme organının tek gücü durumuna gelmektedir. Yürütme organının tek ve güçlü bir başkanca ele geçirildiği durumlarda (köklü bir demokrasi geleneği ve demokratik kurumsal yapılar yoksa) sistemin demokratik yapıdan uzaklaşması çok kolay olabilmektedir.
Bir kişinin yürütme organını kontrol ettiği ve yasama organına karşı değil de (4 ya da 5 yılda bir yapılan seçimlerde) seçmene karşı sorumlu olması, sistemin demokratiklik niteliğine zarar vermektedir. Oysa, Parlamenter sistemlerde Hükümet, her an Parlamento tarafından (güvenoyu ve güvensizlik oyu mekanizmalarıyla) denetlenmektedir. Ayrıca, Parlamenter sistemlerde Meclis içinde Hükümet üyelerine karşı verilen yazılı ve sözlü soru önergeleri, Bütçe ve Araştırma Komisyonları yoluyla da Hükümet icraatları denetlenmektedir. Bu durumda, demokratik sitemin ruhuna parlamenter sistemin daha çok uyduğu kolayca iddia edilebilir.
Halk tarafından seçilen güçlü bir Başkan, seçim dönemi boyunca Meclis denetiminden uzak biçimde iktidarda kaldığında sitemin demokratik yapıdan uzaklaşma riski, ciddi bir tehlike olarak mevcut olacaktır. Bugün bile "ganimet sistemi" yapılanması ile Hükümetlerin yönetimi ve sistemi kontrol etmesinden yakındığımız düşünülürse, Başkanlık sisteminde gerçek denetimlerden uzak güçlü Başkan, sistemi tamamıyla ganimet sistemine dönüştürebilecektir.
Başkanlık sitemlerinde sağ ve solda merkez partileri biçiminde iki siyasi partili sistem ortaya çıkmaktadır. Bu durumda, Parlamentoda çeşitlilik ve farklı görüşleri temsil olanağı da ortadan kalkmaktadır. Bu durumun liberal demokrasinin ve çoğulculuğun ruhu ile çeliştiği söylenebilir.
Sonuç olarak, Türkiye’de demokratik rejimin sürmesi ve kökleşmesine uygun olan sitem, Parlamenter sistemdir. Başkanlık sistemi, Türkiye’yi demokratik sistemden koparma tehlikesini de beraberinde getirecektir.
Doç. Dr. Birol ERTAN

ULUSAL AYDIN İLE ODA TV AYDINLARININ FARKI: BANU AVAR ve ODA TV’cilerin ”SURVIVOR’A” Bakışı !



BAKIN GEÇENLERDE AYDIN KELİMESİNİN ANLAMINI MİLLETE ÖĞRETMEYE KALKAN SONER YALÇIN’IN KURDUĞU SİTE İLE ULUSAL AYDINIMIZ OLAN BANU AVAR’IN SURVIVOR DENEN PROGRAM HAKKINDA Kİ GÖRÜŞ FARKINI ORTAYA KOYUYORUZ!


İŞTE BANU AVAR’IN İLGİLİ YAZISI:
Toplantının ardından büyük bir telaşla arkadaşlarının yanından ayrılıyor.. Giderken ‘Survivor başlayacak. Acelem var! Yeah!’ diyor.

Böylece uzun zamandır yazmak isteyip bir türlü vakit bulamadığım Survivor’ın sırası geliyor..

*-*-*

Dünyada onlarca milyon kişi interaktif tv oyunları izliyor..

… Son 10 yılda ekranlara damga vuran REALİTY showlar aslında toplumda ‘algı yönetimi’ sağlıyor. Survivor 1997’den beri ortalığı kasıp kavuruyor. Fikir İngiliz Charlie Parsons’a ait… Şimdi İngilterenin en zengin medya figürlerinden biri. Hayat arkadaşı ve ortağı Lord Vahid Ali .

Lord Ali İngiltere İşçi partisinde ve Lordlar kamarası mensubu. Gay hakları konusundaki çıkışlarıyla ünlü, medya devi Rupert Murdoch’un kızıyla ortak, İngiltere’nin mülti milyarder medya baronu. Lordlar kamarasında bir dönem Tony Blair’in temsilcisi oldu.
Survivor yapımcısı Mark Burnett yine İngiltere doğumlu. 17 yaşında İngiliz ordusuna katıldı. Kuzey irlanda ve Falkland savaşında İngiliz paraşüt birliğinde yeraldı 22 yaşında Amerikaya göçetti. Beverly Hills’de şöför ve güvenlik elemanı olarak çalıştı. Şimdi dünyanın en zengin yapımcısı.

Time dergisi tarafından ‘Dünyanın En etkili şahısları listesinde yeraldı. Hemen her yıl bir Emmy ödülü kazandı… Küresel sermaye ve uzantılarının en gözde adamı.

Survivor’ın ana fikri: ‘Hayatta kalmanın tek şartı var: Kazanmak isteyen her şeyi yapar, herkesi harcar!’ dır.

Bu kapitalizmin de ana kuralıdır.

Kapitalizm orman kanunudur. Güçlü olan öbürlerini yok eder. Kural budur!

Bunun için ekonomiyi, siyasi mekanizmaları, silahlı gücü, bilimi ve medyayı kullanır.

Soğuk savaş döneminde propaganda araçlarının, ve medyanın kullanımını konu alan binlerce çalışma vardır.

Amerikalı bilim adamları ‘yeni dünya düzenine’ geçmek için, işgal kadar ‘kültürel üstünlük yaymanın farz olduğunu’ söylemişlerdir. Buna göre ‘uluslar arası piyasalar genişleyecek, ideolojik taarruz buna eşlik edecektir’..

İdeolojik taarruz!

İdeolojik taarruz’un en önemli araçları eğitim ve medyadır. Medyanın en etkili dalı görsel olandır.

Görsel medyanın toplum şekillendirmesinde önemli rolü vardır.. Algı değişimini en kolay yoldan sinema ve tv yapmaktadır.

Algı yönetimi, ‘görünmez’ bir süreçtir ve ideolojik taarruzun en önemli ilkesidir.

Amerikalı antropolog Nader, şöyle der: ‘Görünmez faktör, kontrol süreçlerinin ve mekanizmalarının toplamıdır. Görünmezlik zihinlerin sömürgeleştirilmesi yoluyla başarılmaktadır!Buna göre yanlış olan, doğru görünür. .. Düşünülemeyecek davranışlar normalleşir. İtiraz eden bağımsız düşünceliler, kavgacı ‘çatışmacı’ sayılır…’

Toplumlara çeşitli ‘tipolojiler’ dayatılır ve medya vasıtasıyla o tiplemelerle oynanır.

SURVİVOR ya da benzeri tv programları, son 10 yıldır onlarca ülkede milyonlarca kişiyi ‘Yeni Dünya Düzeni’nin toplum mühendisliği için formatlamaktadır.

Küresel sermaye için, ‘Güc’ün silahlı kullanımı (hard power) yanısıra, ‘yumuşak’ kullanımı da (soft power), had safhada önemlidir

*-*-*

Oyun iki takıma ayrılmış yarışmacıların birbirini kırıp dökmesine dayalıdır.. Açlık soğuk, psikolojik gerginlik ortamında en çok direnen parayı ve ödülleri kazanır.. Arkadaşlarına en sinsi davranan parsayı alır..

Oyunun dekorundan, sunucunun tarzına kadar, ekrana ‘yeni dünya düzeni’ kalıpları damga vurmaktadır.

En yakın dostlar birbirine karşı yırtıcı bir mücadeleye girişir ve işin psikolojik boyutu yarışmacıların insani duygularının törpülenmesini gerektirir.. Bir bir elenirlere ve kalanlar birbirine karşı diş biler……Oyunlar giderek sinsileşir.

Ekranda ‘yeni dünya düzeni’nin yırtıcı, aktörleri.. vardır. Gelecek çağın duygusuz robotlarını üretmek için mükemmel bir ekran denemesidir Survivor…

Mesela sevecen karakter Pascal Nouma, Survivor’ın Türkiye versiyonunda, ülkemizde belli bir kesimi temsil eden karikatür tiplemelerce kışkırtılınca oyun dışına itilivermiştir.

‘Dobra’ Asena, dobra olmasının bedelini ödemektedir. Yani bu gibi özellikler ‘iyi’ değildir..

Bu gibi oyunlarda kapitalizmin arkadan vurma yöntemleri geçerlidir. Ve o yöntemleri en iyi benimseyenler model olarak gösterilir.

İyi niyetle bu gibi yarışmalara yem olan kişiler, ‘dürüst, insanca değerleri savunan’ bireyler olmayı hedefleyebilirler… Ama unutmasınlar , oyun ‘KÜRESEL’.

Kim küresel jungle’a uygunsa o zirveye gider! Giderler de ne mi olur.. Biraz para, biraz ekran söhretine ulaşır ve yeniden sistemin karanlıklarına dönerler. Survivor iştahla yeni kurbanlarını bekler..

Mark Burnett’in, Charlie Parsons’ın ve eşi Lord Alinin banka hesapları ve Survivor pazarlayan yerel şirketlerin hacmi biraz daha genişler!

Ekrana yapışmış milyonlar her geçen saniye yoksullaşır, ve yokluktan çıkmak için gerekli iradeleri bu ve benzeri medya oyunlarıyla felce uğratılır. !

Genç kardeşlerim, ekranlardan üzerinize boşaltılan algı bozucu yayınlara karşı kalkanlarınızı yükseltin!

Orman kanunlarıyla ‘hayvanlar’ yaşasın, biz insanca bir düzen için uğraşalım!
Banu AVAR



 ŞİMDİDE DÜN ODA TV’NİN YANİ DÜZENE AYAK UYDURAN SOSYALİST SİTENİN SURVIVOR LA İLGİLİ HABERİ:

Türkiye’ye özgü müdür:
Başarılı insanın ayağından çekilir; çelme atılır.
Ve küçümsenir kolayca…
Acun Ilıcalı başarılıdır.
Yaptığını popüler kültürün sabun köpüğüne benzetebilirsiniz.
Ve kuşkusuz dönemsel bulabilirsiniz. Olsun.
Ama başarılıdır işte.
Çünkü en önemlisi, siz ne kadar küçümsesenizde iyi bir organizasyon lideri olmanız şarttır.
Türkiye’de herkesin en az 5projesi vardır; proje önemlidir ama daha önemli olan projeyi hayata geçirmektir; ve başarı elde etmektir.
Acun Ilıcalı sadece iyi bir proje bulmuyor, harika bir organizasyon yapıyor. Dünyanın bir ucundaki adada 90 gün ikiyüzü aşkın insanla bir proje yürütüyorsanız inanın bu hiç kolay değildir.
Doğru ekibi bulmak, sinerjiyi yaratmak ve onları şevkle çalıştırmak dünyanın en zor işidir; ustalık ister.
Bunlar yetmezmiş gibi, bir de yaptığınız projenin başarılı olması gerekir. Acun Ilıcalı son yıllarda Tv’de ne yaptıysa (ki başarı kuşkusuz reytingtir) başarılı olmuştur.
Tıpkı Survivor gibi…
Ilıcalı’nın da her zaman vurguladığı gibi; bu başarının arkasında kendi dehasıyla birlikte, televizyon yayıncılığı için doğru insanlardan oluşan ekibi vardır.
İşte özü budur.

Odatv.com


HALKIMIZ KİMİN NE OLDUĞUNU GÖRMELİ !

ARKASINA ”TAPINAKÇILARIN TÜRK TEMSİLCİSİNİ ALIP BİR TAKIM İŞLERE KALKIŞANLARIN ARTIK FOYASINI ORTAYA SERMENİN ZAMANIDIR!

 Alıntı : http://www.fbkg.org/ulusal-aydin-ile-oda-tv-aydinlarinin-farki-banu-avar-ve-oda-tvcilerin-survivora-bakisi

SABETAİST AVCISI AMA MASON HAYRANI SONER YALÇIN’A MEKTUP…



Ergenekon davası sanıkları, bu davanın temelde PKK’yı siyasallaştırıp terörist Öcalan’ı bir siyasi aktör haline getirmenin manivelası olduğunu farkettiklerinde sene 2008′di…

Birinci Ergenekon davasının duruşmaları o yıllarda “üst düzey gazeteci ve entellektüelerimiz” tarafında yakından takip edilmiyor; AKP ve CİA medyası yargısız infazlarla yetinirken; sözümona “ulusal” medya ise “Mahkemenin kararını bekleyelim, hukuka güvenelim, hukuk her şeyi çözer” saflığı-korkaklığı içinde işi götürmeye çalışıyordu.

Ergenekon sanıklarının “Duruşmalar TRT’den canlı yayınlansın” feryatları duymazdan gelindi. Düşünün, güya “derin devletin karanlık yüzünü” ortaya çıkarmaya çalışanlar böyle bir şeffaflıktan korkup kaçarken; darbeler yaptıkları, cinayetler işledikleri öne sürülen insanlar Türk Milleti’nin önünde yargılanmak istiyordu…

Dediğimiz gibi Ergenekon sanıkları, PKK ile Ergenekon’u aynı sepetin içine koyup tarihin çöplüğüne atma ve bunu yaparken de Türk Milleti’ni “katliamcı” diye damgalama planına uyandıklarında 2008 yılının kış ayları içerisindeydik…

Duruşmalardan birinde sanıklardan biri-yanılmıyorsam Semih Tufan Gülaltay’dı-bu gidişatı gündeme getirdi ve “Eğer bizi İmralı canisi ile birlikte buradan çıkarmak gibi bir niyetiniz varsa, biliniz ki bunu kabul etmeyeceğim, ben ömür boyu hapiste kalmaya razıyım” dedi. Gülaltay’ın bu çıkışına birbirini tanıyan tanımayan, sağcısı-solcusu diğer sanıklar da hep bir ağızdan “Biz de!” diye karşılık verdiler.

Bu konu duruşmalarda daha sonra başka sanıklar tarafından da gündeme getirildi, tutanaklara geçmesi sağlandi, Bu hain plan Türk Milleti’nin hafızasına kazındı..

Bu gelişmler olurken, kendisine derdini anlatacağı bir mecra arayan ulusalcı kesim, Odatv adlı bir internet sitesi ile tanıştı. Çok kişi tarafından ziyaret edilen bu raytingi yüksek site doğal olarak sesini duyurmak isteyenlerin umudu oldu. Kim oldukları, ne amaçla ortaya çıktıkları, geçmişleri fazla sorgulanmadı. “Yazılamayanları yazan haber sitesi” şiarı ile ulusalcı kesimin teveccühüne mazhar oldular.

“Yazılamayanları yazan site” iddiası çoğu zaman içi boş başlıklarla, tıklatma numaralarıyla, basın sosyetesinin kendi içindeki karşılıklı pohpohlama ve denge oyunlarıyla dolduruluyordu ama olsun, kendisine mecra arayan ulusalcı kesimin gazı internet üzerinden bir güzel alınmaktaydı.

Ergenekon davasında yukarıda anlattığımız gelişmeler olurken bu site, “Zekeriya Öz neyi bıraktı?” şeklinde sansasyonel haberlere imza atmakla meşgûldü(!)

Haberi tıklıyorsunuz: “Zekeriya Öz bıyık bıraktı!”

Okuyucuyu luna park müşterisi gibi gören Ufuk Güldemir zihniyetiydi bu..

……..

O günlerden bu günlere gelindi…

Ergenekon’u PKK ile birlikte tarihin çöplüğüne gönderip gerçek Gladyo’yu aklama planı, sanıkların feryatlarına rağmen tıkır tıkır işledi. Bugün Hatip Dicle ile Mustafa Balbay’ın adını birlikte anıyoruz. PKK’nın desteklediği bağımsız adayları Meclis’e sokmama çabası, bazı ulusalcıları yanılttığı gibi “terör örgütünü Meclis’e sokmama” tavrı değil, ulusalcı aydınlarla PKK’lıları aynı kader çizgisinde buluşturma planıdır. Artık Mustafa Balbay’ı savunurken, Hatip Dicle’yi de savunmak zorunda kalıyoruz..

……

“Kuvva-i Milliye” dernekleri adı altında yurdun dört bir yanında pıtırak otu gibi dernekler kurulmaya başlandığında “Atatürkçüler örgütleniyor” zannedenler, ilk Ergenekon davası açılınca bu derneklerin ne işe yaradığını anladılar. Bütün kriminal tipler bu derneklere doldurulmuş, dernek kurulur kurulmaz telefon dinlemeleri başlatılmış ve bu çarpıp oluşumlar Ergenekon davalarına müthiş malzemeler vermişti..

Bir milyon kişiyi örgütleme faaliyeti başlatan ve milyonlarca yurtsever vatandaşın katıldığı Cumhuriyet mitinglerinin örgütlenmesinde önemli katkıları olan Tuncay Özkan da 2008 Eylül’ünde tutuklandığında, öncülüğünü yaptığı kitle hareketlerine nasıl sızıldığını ve buralarda sonradan açılacak Ergenekon davalarına nasıl malzemeler üretildiğini gördü…

Açık İstihbarat olarak Odatv’nin misyonunu anladığımızda bu sitenin kimi takipçileri, hatta yakın arkadaşlarımız bile işi “kişisel çekişme” olarak, “Açık İstihbarat odatv’yi kıskanıyor, okuyucularını kendine çekmek istiyor” şeklinde algıladılar. Bu yetersiz bakış açısının gidişatı kavrayamayan bazı Odatv yandaşları tarafından halen sürdürüldüğüne tanık oluyoruz.

Oysa bedelini halen ödemekte olduğumuz tecrübelerimiz bize, birilerinin ulusalcı kesimi kobay faresi haline getirmeye çalıştığını gösteriyordu. Bu kesimde var olan örgütsüzlük ve bir araya gelme ihtiyacı küresel toplum mühendislerinin işini kolaylaştırıyordu.

Liderlik yapma, kitleleri manipüle etme, para kazanma hırssı olanlar da aynı şekilde bu kolaylığı altın tepside sunuyorlardı…

Mesele tabii ki örgütlenmekten vazgeçme değildi, ancak milletimizi bu tür tuzaklara karşı uyarmak da bizim görevimizdi.

Soner Yalçın ve arkadaşları, solun “bir dergi etafında örgütlenelim” kanadından gelme insanlar. Bir yayın kuruluşunda kalem oynatan “öncü kadroların” kitleleri istedikleri gibi evirip çevirebileceğine inanmışlar. Hayatta başka yol ve yöntem bilmediklerinden de bu şekil bir toplum mühendisliğini oyun haline getirmişler. Böyle bir oyundan hem zevk alıyorlar, hem para kazanıyorlar, hem de kendilerini “öncü” gibi hissediyorlar. Gerçeklerden ne kadar kopuk, toplumdan ne kadar uzak olduklarının farkında değiller. Farkında oldukları tek bir şey var, bu toplumun amigolar etrafında toplanmayı, istismar ve manipüle edilmeyi, masallar ve kahramanlık destanları ile avunmayı, çok sevmesi…

“Odatv yazdı, dünya durdu” gibi başlıklar, “Karl Marks Tayyip Erdoğan’a ne demezdi?” türünden saçmalıklar bu zihniyetin ürünüydü. “Şöyle bir başlık atalım, kitleyi istediğimiz kıvama getiririz” uyanıklığıydı…

Soner Yalçın’ın sözümona bir muhalif televizyon kanalı kurma planları yaparken kendisine “beyin takımı” olarak Hakan Aygün, Oray Eğin, Murat Ongun gibi halktan (hatta bugün Öcalan’ı savunmak adına pek sahiplendiği sol gelenekten de) tamamen kopuk figürleri seçmesi de bu zihniyetin ürünüydü.

Ekipçilik, komitacılık, masa başı planlarla toplumun yönetilip yönlendirileceğini zannetme, “öncü kadro” takıntısı….

Skandalın üstüne tüy diken son yazısında, Öcalan’ın “doğal liderliğini” hazin bir şekilde savunmaya çalışırken Şefik Hüsnü’lerden, Hikmet Kıvılcımlı’lardan bahsetmesi de yine aynı fantazi dünyasının yansımalarından başka bir şey değil.

Odatv, gelinen noktada kimbilir hangi toplum mühendisliğinin tuzağına düşerek kendisine telafi edilmesi çok zor bir zarar verdi.. Terörst Öcalan’ı “sosyalist solun doğal lideri” ilan ettikten sonra, okuyuculardan gelen büyük tepkiler üzerine bunun bir “olgu” olduğu gevelendi. Bakıldı ki okuyucu bunu da yemiyor, Öcalan’ı meşrulaştırma faaliyetinde alınan rol açıkça savunulmaya başlandı.

Aslında herşey ortada.. O meş’um yazıyı kimin yazdığının bu saatten sonra önemi yok. Odatv, bilemediğimiz bir hesabın-hesaplaşamanın sonucunda “toplumu Öcalan’a alıştırma” projesinin bir unsuru olmaya karar verdi.

O kararda artık saçını rüzgara doğru savuraraktan bize bir halk bilgesi gibi destanlar, meseller, yermeler ve güzellemeler anlatan; ufka dikilmiş kartal bakışlı fotografların altında sanrılar nehrinden konuşur gibi yazan ve de kendisine meftun eden-kendisine meftun olan…Ve en çok da meftun olunmayı seven Nihat Genç’in bile imzası var…

Soner Yalçın’ın “Odatv’de kimler yazıyor” adlı son çırpınışı, takkenin düşüp kelin göründüğü son sahnedir.

“Mapusane damı romantizmi” yaparak, kendisini Nazım Hikmet’lerle, Uğur Mumcu’larla kıyaslayarak içine düştüğü utanç kuyusunun duvarlarını biraz daha sağlamlaştırıyor.

“Doğallık” ve “Öcalan” gibi yanyana gelmesi imkansız iki kavramdan ortaya zehirli bir aş çıkarmaya çalışıyor. Bu zehiri yemeyenleri de kavrayışsızlıkla, korkaklıkla itham ediyor..

Terörist Öcalan tepeden tırnağa bir gladyo imalatıdır Soner Yalçın; yazdığın kitaplara bakılırsa bunu en iyi senin bilmen gerekir. Kavanozda döllenip büyütülmüş bir deney faresi ne kadar doğalsa, Öcalan da o kadar “doğal liderdir”…Bize yeryüzünde bir tane doğal lider göster ki eli onbinlerce sivil ve asker masumun kanıyla kirlenmiş olsun.

Bize bir tane “doğal lider” göster ki bütün emperyalist devletlerin karanlık istihbarat örgütleri tarafından tepe tepe kullanılmış, en sonunda da bir el bombası gibi Odatv’nin kucağına atılmış olsun…

Bize bir tane “doğal lider” göster ki dünyanın en korkak, en satıcı adamı olsun. Yakalanıp getirilirken uçakta “Size hizmet etmeye hazırım” desin…

Madem devrimcisin bilirsin, Che Guevara, Bolivyalı askerler tarafından yakalandığında böyle alçalmış, böyle yalvarmış ve davasını oracıkta böyle satmış mıydı?

Benzetmelerin tepeden tırnağa yanlış, tepeden tırmağa çarpıtmaca. Kırmızı Pazartesi’nde sindirilmiş ve duyarsızlaştırılmış halkın suskunluğunda cinayet işlendi; oysa senin Odatv’nde susturulmuş-kandırılmış-korkutulmuş ve satın alınmış eller cinayet işledi. “Halk” yani okuyucun susmadı, “Cinayet var” diye bağırdı. Kırmızı Pazartesi’ndeki Santiago Nazar sen değilsin; Odatv’nin Santiago Nazar’ı Atatükçüler, ulusalcılar, PKK karşıtları ve AKP muhalifleri. Sen ve ekibin ise Santiago’yu suskunluktan yararlanıp açıkça öldüren Pedro ve Pablo Vicario kardeşlersiniz…Kısacası cinayete kurban giden değil, cinayeti işleyen tarafısınız…

Namık Kemal’den, Aziz Nesin, Sabahattin Ali, Beşir Fuat, Tevfik Fikret, Uğur Mumcu, Abdi İpekçi, Rıfat Ilgaz; Hasan İzzettin Dinamo gibi Türk ilericiliğinin ve solunun bütün isimlerini arka arkaya dizmen ve kendini bunlarla özdeşdeştirmen, teröristi doğal lider yapan senin gibi birini ancak gülünç duruma düşürür.

Hasan İzzettin Dinamo, Kurtuluş Savaşının “Kutsal İsyanı”nı yazmıştı, senin teröriste itibar payesi veren yazına “redaktörlük” yapacak öyle mi?

Emin ol hepsi mezarlarında ters dönmüşlerdir..

Çarpıtmalarının haddi hesabı yok… Uğur Mumcu’ya “MOSSAD ajanı” diyerek itibarsızlaştırmaya çalışanlar, terörün Türkiye’yi saran kanlı ağının ortaya çıkmasını istemeyenlerdi. Oysa sen bugün Gladyo imalatı bir narko teröristi “doğal lider” ilan ediyorsun. Seni bugün suçlayanlar ise Atatürkçüler, sosyalistler ve ulusalcılar…

Bu kadar kafa karışıklığı fazla Soner Yalçın, bir düşün bakalım Uğur Mumcu nerede duruyordu, bugün sen nerede duruyorsun?

Biliyorsun ki Nazım Hikmet’e de, Aziz Nesin’e de “ajanlık” lekesi, Türk ve Kürt halklarını katletmiş, Gladyo maşası teröriste itibar kazandırmaya çalıştıkları için atılmadı…

Ortaya attığınız zehirli oltadaki mesajlar birer birer alındı. Kimseyi “kültürsüzlükle, okuduğunu anlamamakla” itham etmeye kalkışma.

“Kılıçdaroğlu, CHP içindeki kof, geleceği olmayan tartışmaları bırakıp, örgütü toparlayıp güçlü hale getirmezse, ‘sol çatı’ altında yeni kurulacak bir ‘birleşik cephe’hareketi bugüne kadar CHP`ye kerhen oy vermişleri toplayabilir ki bununda doğal lideri Öcalan’dır”

dedikten sonra hâlâ neyi yanlış anladığımızı iddia ediyorsun?

Bizi CHP güçlenmezse Apo’nun geleceğini söyleyerek mi korkutmaya çalışıyorsun? CHP güçlensin veya güçlenmesin, bunun terörist Öcalan’ı liderlik tahtına oturtmaya çalışmakla alakası nedir? Hem de Türk ve Kürt solunun liderliğine!

Sen ne söylediğinin farkında mısın Soner Yalçın?

“Tartışma yaratıyoruz”, “ezber bozuyoruz” gibi snobluklar da senin fantazilerinden başka bir şey değil. “Aykırı olmaya, yaramazlık yapmaya devam edeceğiz” diyerek “anarşist çocuğa” oynamak için yaşın bir hayli ilerledi, saçının kılı kadayıf oldu.. Üstelik, ülkemizin içine düşürüldüğü durumda böyle bir lüksümüzün bulunmadığını çok iyi biliyorsun.

Vatanseverler senin deneme tahtan değil Soner Yalçın.. Ellisini geçmiş bir adamdan Paris Komünü’nün barikatlarında çarpışan ateşli genç tiplemesi çıkmaz, daha fazla komik olma.

Psikopat katilin “doğal lider” olduğunu kanıtlamaya çalışırken Mustafa Kemal’i örnek vermen ise seni, adını, çocuklarını ömür boyu kovalayacak büyük bir utançtan başka bir şey değildir.

Şu sözlerini tarihe bir kez daha kazıyalım; bir kez daha oku ve bizleri kavrayışsızlıkla suçlayacağına içine düştüğün durumu görmeye çalış:

“Hani en büyük devrimci, olgulardı.

Olanı değil olması gerekeni düşünerek hareket edenlerin sonu hep hüsran olmadı mı? O “ruhani” dar çevrelerinden çıkamadılar hiç. Gerçekçi olan Mustafa Kemal kazandı; Hayalci olan Mithat Paşa kaybetti. Bundan bile ders çıkarmayacak mıyız?”

“Fikir devrimi” zannettiğin, cesaret, meydan okuma, risk alma zannettiğin sinsi düşünce hiç de yeni değil, onu bu topluma yıllardır zerketmeye çalışıyorlar. “Öcalan’ı da dinlemek gerekir” ile başlayan o “ezber bozmayı” senden önce Cengiz Çandar, Hüseyin Gülerce, Ahmet Altan, Mümtazer Türköne, Hasan Cemal defalarca dile getirdiler.

Sen sadece geç kalmış bir figüransın…

“Öcalan’sız çözüm zor” ihanetini bu ülkenin başbakanı bile diline doladı. Atatürk’ün kurduğu milli kurumları teröristin ayağına gönderip pazarlıklara giriştiler. Hem onlar Öcalan’ı kullanıp attı, hem Öcalan onları..

Ayran içip ayrı düştükleri noktada, psikopat katili bu ülkenin Kemalistlerine, ulusalcılarına yamayıp tarihin çöplüğüne postlamada karar kılmışlardı ki ortaya sen çıktın.

Bu bayat, ekşimiş, kokmuş oyunda gönüllü rol üstlendin; üstelik bunu bize “devrimcilik” diye “cesaret” diye yutturmaya çalıştın..

Sonuç olarak Soner Yalçın, madem ki “olgulara” bu kadar düşkünsün, sana bir tek OLGU söyleyelim:

Türk Milleti ihaneti asla affetmez.

İşte tek “OLGU” budur.

AÇIK İSTİHBARAT 
FATMA SİBEL YÜKSEK
Alıntı;  http://www.fbkg.org/sabetaist-avcisi-ama-mason-hayrani-soner-yalcina-mektup