El Kaide üyesi
olduğu, IŞİD cephesinde savaşa katıldığı söylenen cihatçılar Paris’te Charlie
Hebdo adlı mizah dergisini basarak derginin karikatüristlerinin de aralarında
olduğu 12 kişiyi katlettiler.
Saldırı başta
Batı dünyası olmak üzere tüm ülkelerde büyük tepkiye yol açtı.
Olay sonrasında
Fransa, İngiltere, Almanya, ABD Başkan ya da başbakanları saldırıyı
demokrasiye, fikir özgürlüğüne, Batı değerlerine yönelik bir saldırı olarak ele
aldılar.
Fransız
televizyonlarında yapılan programlarda hemen hemen tüm katılımcılar Charlie
Hebdo katliamını demokrasiye, fikir özgürlüğüne, Batı değerlerine saldırı
şeklinde ifade ettiler.
İkinci olarak
vurguladıkları şey, bu saldırının İslam’a mal edilemeyeceği, Müslümanlığın
hedef haline getirilmesinin sakıncaları ve yükselen ırkçı-faşist hareketlerin
bu tür saldırılarla toplumda İslam ve yabancı düşmanlığı kışkırtmaları yaptığı
üzerineydi. Bu programlara Müslüman tolumun temsilcisi sıfatıyla davet edilen
kişiler de bu saldırının İslam’a mal edilemeyeceği, Müslümanlığın barış ve hoş
görü dini olduğunu ve saldırıyı şiddetle lanetlediklerini söyledi…
Kısacası Batı
dünyası ve orada yaşayan Müslüman toplum temsilcileri daha önce Avrupa’da
yapılan Cihatçı terör saldırılarından sonra söylenenleri bir kez daha
tekrarlamış oldular.
Charlie Hebdo
saldırısından sonra yapılan bu değerlendirmeler, daha öncekilerde olduğu gibi
olayların gerçek nedenlerine inilmeden yapılmaktadır. Yaşananlar tamamen Batı
bakışı ile ele alınıyor ve Müslümanların temsilcisinin de Batı merkezli
değerlendirmesiyle resim tamamlanıyor.
Batı değerlerine
saldırı yaklaşımının ötesinde, Radikal İslam, El-Kaide, IŞİD, Cihatçılığın
ideolojisi gibi kavramlar üzerinden değerlendirmeler yapılırken; emperyalizmin
Ortadoğu politikaları, bu politikaların hedeflerinden, bölgede çıkarılan
savaşlar ve bu savaşların toplumlar üzerinde bıraktığı etkilerden söz
edilmiyor. Emperyalizmim bölgede hâkimiyet kurmak için yarattığı dinci terör
örgütlerinden ve bunların zaman içinde ters tepen silahlara dönüşmüş olmasından
da genellikle bahsedilmiyor.
Değerler
üzerinden yapılan açıklamaları ise meşhur ‘Medeniyetler Çatışması’ tezini
hatırlatıyor. Pentagonda özel bir vazifeyle jeopolitika terapisti olarak
çalışan Samuel Huntington, soğuk savaş sonrası Sovyetlerin çöküşüyle ortaya
çıkan boşluğu dolduracak bir düşman arayışında İslam dünyasını hedef gösterir.
Medeniyetler Çatışması tezi ilk olarak 1993 yılında Foreign Affairs’de
yayınlanır. Samuel Huntington’un bu tezini, CİA’nin isteği üzerine ABD’nin
soğuk savaş sonrası stratejileri için yazdığı söylenir.
Neoconların önde
gelenlerinden Robert Kagan ise; “Soğuk Savaş’ın sonunda, Amerikan yasallığının
bu temelleri Berlin Duvarı ve Lenin heykelleriyle birlikte yerle bir oldu.
Soğuk Savaş sonrası dönemde bunların yerini alabilecek çok fazla şey yoktu.
Radikal, askeri İslam, terörizm olarak ne tür bir tehlike oluşturursa
oluştursun, Batı liberal demokrasisi için ideolojik bir tehdit
olarak komünizmin yerini asla alamazdı” diyerek radikal İslamcılığa bakışını
ortaya koymaktadır. (Robert Kagan, Cennet ve Güç, Yeni Dünya Düzeninde Amerika
ve Avrupa, S.138, Koridor yayıncılık, 2005)
1990’lı yıllarda
oluşturulan yeni düşman arayışında İslam’ın bulunması aynı zamanda ABD’nin dış
politikasında kilit taşı bölge olan Ortadoğu’ya, Müslüman ülkelere yönelik
askeri ve politik müdahaleler için de uygun bir çerçeve olarak görülür. İslam’a
bu bakış yeni sömürü ve talancı politikaların gerekçesi olacaktır ve bölgenin
GBOP’nin hedefi olmasına zemin yaratacaktır.
“Dünya
üzerinde Batı’nın bu denli yoğun ve sürekli müdahalesine Ortadoğu kadar
muhtemelen başka hiçbir bölge maruz kalmamıştır. Bunun birkaç nedeni
vardır: Batı’ya yakınlığı ki aynı Batı daha sonra güçlü yayılmacı dürtüler
geliştirecekti; Ortadoğu’nun zengin enerji kaynakları ve buna bağlı olarak
sahip olduğu olağanüstü mali nüfuz; uluslararası jeopolitikada bin yıl boyunca
Doğu-Batı kavşakları şeklinde sahip olduğu stratejik konum.” (Graham E. Fuller,
İslamsız Dünya, s. 287, Profil Yayıncılık, 2012, 4. Baskı)
Ortadoğu’ya
yönelik emperyalist Batı saldırısı (Libya-Irak-Suriye’de yaşanan dinci terör
eylemleri, her gün patlayan bombalar, yıkılan şehirler, sönen ocaklar) acımasız
bir ortamda yaşayan bu insanların şiddete yatkınlıklarının rahat bir hayat
sürdüren toplumlara göre daha yüksek olacağı açıktır. Orta Doğu’ya şiddeti
getiren ABD – AB emperyalizmi ve hatta bu güçle işbirliği yapan AKP gibi bazı
bölge yönetimleri bu şiddetin kendi ülkelerine doğru yayıldığını görüyor
olmaları karşısında şaşırmamaları gerekir. Çünkü emperyalizmin beslediği
radikal İslamcılar bu yayılmada hem köprü görevi görüyorlar hem de bizzat
yapıyorlar. Radikal İslamcılara göre, şiddet İslamcı ideolojiyi yaygınlaştırıyor,
ezilenlerin sempatisini çoğaltıyor ve yapısı gereği İslamcı ideoloji de şiddeti
büyütüyor. Bu gelişmelerle birlikte “İslam barış dinidir” gibi lafların artık
hiçbir karşılığının olmadığını da herkes görüyor.
Günümüzde Radikal
İslam şiddete bir başka boyut kazandırmıştır. El Kaide gibi klasik örgütlenme
ağı içinde olmayan kişi (Avustralya’da olduğu gibi) ya da aile bireyleri (iki
kardeş yakın iki akraba) birlikte Batılı saldırgana karşı cihata
girebilmektedir. Binlerce genç radikal İslamcının Batı’nın yardımları ve askeri
eğitimleri sayesinde Suriye-Irak-Libya’da öğrendikleri savaş ve insan kesme
teknikleri sayesinde cihatlarını Avrupa’da, ABD’de, Türkiye’de vb
sürdürebilecek bilgi ve donanıma kavuşmuşlardır. (Bütün bu yaşananlar,
katliamlar, ölümler yetmemiş olmalı ki ABD ve Türkiye, Kırşehir’de yeni bir
eğitim kapı açıp dincileri eğitip donatacaklar ve Ortadoğu’ya salacaklar.
Bunlar sonuçta Avrupa’ya ve Türkiye’ye -son olarak İstanbul’da olduğu
gibi-dönecekler ve ortalığı kana bulayacaklar…)
Bu cihatçıların
İslam anlayışlarına göre, Cihat iznini Allah vermiştir. Onlara göre, Batı’ya
direnmek yaptıklarını ödetmek bir hak olmanın yanı sıra dini bir görevdir.
Bizim gibi “laik” ülkeleri de kâfir gören bu Selefi zihniyetin İstanbul’da veya
başka kentlerde bomba patlatması da inançlarına uygun düşmektedir!
Günümüzde ABD’nin
GBOP çerçevesi içinde yürütülen Ortadoğu’da mezhep savaşı zemininde süren
cihatın Ortadoğu’nun sınırlarının dışına taşarak Avrupa’yı daha fazla içerecek
şekilde sürme olasılığı eskiye göre daha fazladır. Bu dinci savaş giderek daha
fazla emperyalizmin kontrolü dışında ve beklenenin ötesinde şiddete
yönelebilir. Son Paris saldırısı da bu gelişmenin yeni bir göstergesidir.
Cihatın Avrupa’ya
taşınması, Avrupa ülkelerinde yaşayan Müslüman toplumlara yönelik
ötekileştirmeye, düşman yaratmaya yol açıyor. Avrupalıların yabancı-İslam
düşmanlığını körüklüyor, ülke içinde ırkçı-faşist hareketlere kan taşıyor. Bu
saldırılar, ABD-AB’nin Ortadoğu politikalarına meşruiyet sağlarken
emperyalist-sömürgeci yüzünü de gizliyor ve hatta Ortadoğu’ya yönelik askeri
müdahaleleri meşru kılan görüntüler de yaratıyor. Bu arada söz konusu karmaşık
ortamdan yararlanarak, Batı’nın emperyalist politikalarına destek vererek ve
alarak bölgede güç olmaya çalışan kesimlerin varlığı ve tırmanış içinde
oldukları da gözlerden kaçmamaktadır.
ABD ve AB’nin
bölgeye yönelik askeri müdahaleleri de Batı ülkelerindeki Müslüman
topluluklarda anti-Batıcı duyguyu arttırıyor. Genç müslüman kesimleri
radikalleştiriyor ve ‘düşman ilanını kabul’ ederek Batı’ya karşı cihat
duygusunu pekiştiriyor. Yapılan her saldırı ve şiddet, Avrupa’daki ekonomik
krizin mağduriyetini yaşayan genç ve yoksul Arap kökenli Müslüman göçmenlerin
radikal karşı çıkışlara sempati duymasına yol açıyor. Son saldırıyı bu
kesimlerin hoşnutlukla karşılamadığı, bu saldırıyla sisteme meydan okumanın
hazzını yaşamadıkları ve düzen karşısında kendilerini güçlü hissetmedikleri
söylenebilir mi? Bu saldırılarını doğrudan sisteme veya onun unsurlarına
yapmadıkları, üstelik sisteme muhalefet eden bir yayın organına yaptıkları
halde katı dini gerekçelerle bu katliamları savunabilmektedirler. Ya da
Türkiye’de olduğu gibi iktidarda olanlar saldırıya mazeret üretmenin yollarını
arayabilmektedirler.
Diğer yandan
Paris’te gözü dönmüş bir şekilde bu katliamı yapan iki-üç kişinin
benzerlerinden on binlercesinin Libya’da, Irak’ta ve Suriye’de cihat adına
saldırılarına maruz kalan acılı insanlar bu katliamı nasıl karşılamış
olabilirler? Üstelik bu dincilere Fransa’nın silah yardımı yaptığını, rejimi
bunlar üzerinden değiştirmeye çalıştığını bilen Suriyeliler ne düşünmüştür?
Libya’da cihatçı çetelerin iktidar savaşının arasında kalan, ülkeleri
parçalanan, enerji zenginlikleri yağmalanan Libyalılar Kaddafiye karşı
yürütülen komplonun merkezinde yer alan Fransa’ya iki cihatçının yaptığı bu
saldırıya karşı neler hissetmiştir?
Geçtiğimiz
yıllarda emperyalizmin saldırısına uğrayan bölge ülkelerinin tamamının laik
veya laikliğe yakın duran ülkeler olması tesadüf olmasa gerek. Dincileri
örgütleyerek bu ülkelerin üzerine salan emperyalist güçler Fransa’da peş peşe
meydana gelen saldırılardan sonra kimi suçlayacaklar? Günah keçisi kim olacak
dersiniz? Koca koca sarayların işbirlikçiliği aklamaya yetmeyeceğini hep
birlikte göreceğiz.
“Muhalif ve sol”
bir mizah dergisi olan Charlie Hebdo’ya yapılan bu saldırının ve benzerlerinin
yarın bir başka Avrupa ülkesinde ortaya çıkmayacağını kim söyleyebilir?
Avrupa’nın her tarafından Suriye ve Irak’a cihat için giden binlerce müslüman
göçmen çocuğu geri döndüğünde bu mücadelesine Avrupa ülkelerinde devam
etmeyeceğinin garantisi ne?
Radikal
İslamcı cihat savaşını medeniyetler çatışması ya da İslam’ın saldırganlığı
üzerinden açıklayarak bir yere varılamayacağı bilinmelidir. Bu cihat
saldırıları ABD ve AB’nin yani Batı’nın açtığı yeni sömürge savaşının Avrupa’ya
yansıyan sonuçlarıdır. Son 25 yıldır Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Kafkasya’da adım
adım yürütülen emperyalist politikaların sonuçları yaşanmaktadır. Bu emperyal
politikalar sonlandırılmadan, daha gerçekçi olanı ise bu bölgelerin halkları
tarafından emperyalist güçler kovulmadan bu cihatçı savaş ne sona erer ne de
kontrol altına alınabilir.
Editör