"ATATÜRK DÖNEMİNDE 'KEMALİZM'
YOKTU" YALANI VE ATATÜRKÇÜLÜĞÜN İCADI
20. yüzyılın en etkili asker ve devlet adamlarından biri hiç şüphesiz
Atatürk’tür. Atatürk, 1911-1922 yılları arasında aralıksız 11 yıl savaşmış,
neyi var neyi yok bu savaşlarda kaybetmiş bir ulusu önce emperyalizmin, sonra
da bağnazlığın ve geri kalmışlığın her türlü baskısından kurtarmıştır.
Atatürk’ün ulusal kurtuluş mücadelesi ve bu mücadele sırasındaki
stratejileri hiç şüphesiz derin bir aklın ürünüdür. İşte bu akılla şekillen
Türk devrimi, Atatürk’ün adından dolayı KEMALİZM olarak
adlandırılmıştır.
En yaygın Cumhuriyet tarihi yalanlarından biri, Atatürk’ün sağlığında
'Kemalizm' kavramının kullanılmadığı biçimindedir. Örneğin Hasan Celal
Güzel'in bir yazısının başlığı, "Atatürk Kemalist Değildi"
şeklindedir. Güzel bu "iddialı" yazısında "Sevgili
okuyucular, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Kemal ATATÜRK, kendi adına atfen
uydurulmuş suni bir doktrin olan 'Kemalizm'e karşıydı.(...)Efendim, 'Kemalizm',
Atatürk döneminin değil, özellikle O’nun vefatından sonra kendi tahakkümlerini
ve çıkarlarını gözeten 'Tek Parti Ekibi'nin üretimi olup, Atatürk İlke ve
Devrimleri ile CHP’yi özdeşleştirerek Atatürk’ün düşüncelerini dogmatik ve dar
kalıplarda dondurmasıyla ortaya çıkarılmıştır..." demiştir. Ne
derin analizler ama!!! Oysaki, bırakın Kemalizm kavramının Atatürk döneminde
kullanılmadığı yalanını, Atatürk sağlığında “Kemalizm’i”, Türkçe “kale”
anlamında KAMALİZM olarak bizzat kullanmıştır.
Atatürk, Cumhuriyeti emanet ettiği gençlere tarihlerini doğru bir şekilde
öğretmek için bazı bölümlerini bizzat kaleme aldığı dört ciltlik lise tarih
kitaplarında da “Kemalizm” kavramına yer vermiştir. İlk baskısı 1932,
ikinci baskısı 1933’te yapılan bu kitapların 4.cildinde Atatürk’ün altı
ilkesi açıklandıktan sonra şöyle bir değerlendirme yapılmıştır: “İşte
yabancı yazarların Büyük Millet Reisi’nin adıyla ilişkili olarak Kemalizm
dedikleri Türk devrim hareketinin temel prensipleri bunlardır. Bu prensiplere
dayanan devlet sistemi Türk milletinin tarihine, ihtiyacına, toplumsal
bünyesine ve ülküsüne en uygun olduğu kadar, bütün dünyadaki sistemler içinde
de en sağlam ve en mükemmel olandır.”
Ünlü Türkçülerden Tekinalp (Moiz Kohen) , 1936 yılında Atatürk’ü ve Türk
devrimini anlatan “Kemalizm” adlı bir kitap yazmıştır. Tekinalp
kitabında Türk devriminden “Kemalist devrim” diye söz etmiştir: “Kemalist
devrimin kesin bir gelişime kavuşmasını ve rejimin tam anlamıyla yerleşmesini
beklemek gerekiyordu. Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1935 Mayısı’nda Ankara’da
toplanan dördüncü kongresi dolayısıyla bunun gerçekleştiğini görmek olanağına
erdik. Partinin en yetkili yöneticileri, Kemalist devrimin artık en tmel
amacına ermiş bulunduğunu ve bundan sonra genel çizgileri artık bütünüyle ve kesin
biçimde saptanan yükselişlerle dolu yolda ilerlemekten başka yapılacak bir şey
kalmadığını, bu nedenle resmen açıkladılar. Gerçekten de geriye Kemalist
rejimin şimdiye değin oluşturduğu yapıtlara bir göz atacak olursak, rejimin
gerçek yüzünü, olayların, gerçekleştirilen yapıtların ve elde edilen sonuçların
aydınlığı altında kolayca görür ve kavrarız.” 1936 yılında yayınlanan
bu kitabı Atatürk’ün okumadığı veya en azından bu kitaptan haberdar olmadığı
düşünülemez.
Atatürk’ün en çok inanıp güvendiği kişilerden biri olan Mahmut Esat Bozkurt,
ilk defa 1937’de basılan “Atatürk İhtilali” adlı kitabının “ek:15”
adlı bölümünde “Kemalizm”den söz ederek, Kemalizm’i diğer akımlarla
karşılaştırmıştır: “Kemalizm, Kemalizm ve Komünizm Arasında Ayrılık,
Kemalizm ve Milli Sosaylizmin Ayrıldıkları, Birleştirkleri Noktalar, Kemalizm
ve Faşizmin Ayrıldıkları Noktalar, Kominizmin Aksak Tarafları…” Mahmut
Esat Bozkurt, dünyadaki bütün doktrinlerin en güzel yanları alınarak Kemalizm
Doktrini’nin yaratıldığını belirtmiştir.
“Kemalizm” kavramı, 9 Mayıs 1935’te toplanan CHP dördüncü genel kongresi
programında da şu şekilde yer almıştır: “Yalnız birkaç yıl içinde
değil, geleceği de kapsayan tasarılarımızın ana hatları burada toplu
olarak yazılmıştır. Partinin güttüğü bu esaslar Kamalizm prensipleridir.”
Görüldüğü gibi yeni rejim, açıkça “Kemalizm” olarak adlandırılmıştır.
Kemalizm, böylece Türk ulusunun geleceğine egemen olan bir ideoloji durumuna
gelmiştir.
Atatürk’ün kendi el yazısıyla 1937’de yazdığı ve “CHP 1939 Program Çalışmaları”
başlığıyla yayınlanan bir belgede, “…1935
Kurultayınca saptanan fikirler de bu programa alınmıştır. Partinin güttüğü
bütün bu esaslar ‘Kemalizm Prensipleridir’…” ifadesi yer
almaktadır.
Kemalizm kavramı Atatürk döneminde çok yaygın olarak kullanılan bir
kavramdır. Sadece Atatürk ve Atatürk’ün yakın çevresindekiler, gazeteciler,
yazarlar değil, milletvekilleri de sıkça Kemalizm kavramını kullanmışlardır.
Örneğin 1931 yılındaki Meclis oturumlarından birinde Denizli Mebusu Mazhar
Müfit Bey (Kansu), demokrasiyi anlamada ‘Kemalizm Okulu’nun
çocukları olduklarını, demokrasiyi memleketi mutluluğa ve vatandaşı esenliğe
götüren ‘Kemalizm Demokrasisi’ olarak tanıdıklarını, Kemalizm
basın özgürlüğünü kutsallaştırmakla beraber basın yoluyla vatandaşların öteki
haklarına saldırmasını da hoş görmediğini… belirtmiştir.
1936’da CHP Genel Sekreteri Recep Peker, görevden ayrılırken yayınladığı
bildiride, “…Hepimiz için en büyük şeref son nefese kadar Kemalizm
eserinin sadık hizmetçisi kalmaktır…” demiştir.
Celal Bayar, 1 Kasım 1937 tarihli Meclis konuşmasında birkaç yerde
“Kemalist Rejim” ifadesini kullanmıştır: “Kemalist rejim, mülkiyeti,
kişisel çalışmayı, çalışma değerini ekonomik politikasının esası olarak
almaktadır. Kemalist rejim ekonomiyi bir teknik diye kabul etmektedir.
Fakat Kemalist rejim ulusal çıkara uymayan sürekli bir kişisel çıkarı da
kabul etmemektedir ve etmeyecektir… Kemalist rejim karakteri yapıcı ve
yaptırıcı olmaktır.”
1930’larda Nuri Genç, Hatay’da “Kemalist Hatay” adlı
bir gazete çıkarmıştır.
Görüldüğü gibi Atatürk döneminde hem Atatürk, hem de başkaları KEMALİZM
kavramını kullanmıştır.
Atatürk’ün ölümünün hemen ardından Kasım 1938’de yapılan ilk Meclis
toplantısında birçok milletvekili Atatürk’ten ve eserinden söz ederken “Kemalizm”
kavramını kullanmıştır. Örneğin, Konya Milletvekili Fuat Gökbudak, “…İki
Mustafa Kemal vardır. Biri herkes gibi vücudu olan bir Mustafa Kemal’dir. Öbürü
Türk tarihini sonsuzluğa kadar sürdürecek olan ‘Kemalizm’in Mustafa Kemali’dir.
Kemalizm yolu, hasta ve yenik uluslara can veren bir hayat suyudur…”
sözleriyle aynı zamanda Kemalizm’in en güzel tanımlarından birini yapmıştır.
Aynı toplantıda Kütahya Milletvekili Neşit Hakkı Uluğ, Kemalizm’den, “…Halk
topluluklarını kölelikten kurtaran, şeref ve haysiyete ve erdeme dayanan
Cumhuriyet ile Doğu dünyasında vicdanların özgürlüklerine ve özgür düşüncelere
dayanan Kemalizm, sonsuzluğa kadar yaşayacaktır…” diye söz
etmiştir.
Eskişehir Milletvekili İstimat Özdamar ise,“…
Yaşasın Türklük, yaşasın Kemalizm ideali.” demiştir.
Aynı toplantıda Celal Bayar bu sefer “Kemalizm”den şöyle söz etmiştir:
“…Milletimiz on beş yıldan beri denenen Kemalizm rejiminin kendisine
verdiği huzur ve sessizlik içerisinde çalışmak ve kuvvetlenmek istiyor. Ulusal
sınırları içinde mutlu olmak isteğindedir…”
Bütün bu örneklerden de açıkça görüldüğü gibi 1930’lu yıllarda genç Cumhuriyet
rejiminin adı “Kemalist rejim”dir.
Peki Ama Kemalizm Nedir?
Kemalizm, Türk devrimidir. Tam bağımsızlıktır.
Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Laiklik, Devletçilik, Halkçılık ve
Devrimciliktir. Akıl ve bilim ilkeleri doğrultusunda çağdaşlaşmaktır. Kendi
tarihinden beslenmek, kendi diline sahip çıkmaktır. İnsan sevgisi, doğa
dostluğu ve barış severliktir. Ulusal kültürle evrensel uygarlığa katkı
sunabilmektir. Atatürk'ün ifadesiyle, "Bizi mahvetmek isteyen
emperyalizme ve bizi yutmak isteyen kapitalizme başkaldırabilmektir"
Kemalizm...
Kemalizm tabiri ilk olarak Kurtuluş Savaşı yıllarında İngiltere ve Fransa
gibi emperyalist ülkeler tarafından kullanılmıştır. 1918’den itibaren
Anadolu’yu işgal eden İngiltere ve Fransa, Anadolu’da MUSTAFA KEMAL
önderliğinde gelişen Türk Kurtuluş Savaşı’ndan “Kemalist hareket”, bu
harekette Mustafa Kemal’in yanında yer alanlardan da “Kemalistler”
olarak söz etmiştir. Bu bakımdan KEMALİZM, her şeyden önce
antiemperyalistleri, ulusal direnişçileri anlatan bir kavramdır. Bu nedenle
“Kemalist olmak”, her şeyden önce antiemperyalist ve tam bağımsızlıktan yana
olmak demektir.
Örneğin aşağıdaki fotoğrafta Kurtuluş Savaşı sırasında İzmit’te İngilizler
tarafından kurşuna dizilen bir Müslüman Türk görülmektedir. Bu fotoğrafın
arkasında İngilizce aynen şu cümle yazılıdır: "Execution of a Kemalist
Turk at İzmid" yani "İzmit'te bir Kemalist Türk'ün idamı"
Doğan Avcıoğlu, “Kemalizmi İyi Anlamak Gerek”
başlıklı yazısında şu değerlendirmeleri yapmıştır: “Kemalizm her şeyden önce
bazılarının ‘Batılılaşma’ adını verdikleri Tanzimat’la birlikte başlayan
uydulaşma ve sömürgeleşme sürecine karşı milliyetçi bir tepkidir. Bu tepki daha
Namık Kemal günlerinde ‘Avrupa neden üstün? Türkiye Avrupa gibi üstün duruma
nasıl gelebilir?’ sorusuna cevap arama biçiminde ortaya çıkmıştır. Namık Kemal,
Ziya Gökalp gibi vatansever düşünürler, bu soruyu cevaplandırmaya
çalışmışlardır. Namık Kemal, kurtuluş yolu olarak ‘İçerde şeriat düzeninden
ayrılmayalım, Avrupa’nın demiryolunu, buhar makinesini alalım’ görüşünü ileri
sürmüştür. Ziya Gökalp, harsa (kültüre) bağlı kalma, medeniyeti ithal etme formülüyle
bu düşünceyi geliştirmiştir. Fakat her iki milliyetçi düşünürün de,
emperyalizmin boyunduruğu altında ‘açık pazar’ haline getirilmiş ülkede
medeniyet ithalinin nasıl mümkün olacağı hususunda açık bir fikri yoktur.
Emperyalizm, sömürgeleştirdiği bir ülkenin medeniyet ithaline, yani
sanayileşmesine ve kalkınmasına elbette müsaade etmeyecektir. Medeniyeti
getirebilmek için, her şeyden önce emperyalizmin boyunduruğundan kurtulmak
gereklidir. Bugün için de geçerli olan bu gerçek, ilk kez Atatürk tarafından
tam bağımsızlık ilkesiyle ortaya atılmıştır. Tam bağımsızlık, duygusal bir
milliyetçi talep değil, kalkınmanın ve çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmanın
vazgeçilmez ön şartıdır. (…) Pekala bağımsızlık elde edilince kalkınma nasıl
gerçekleşecektir?”
Alt ve üst yapısıyla feodal olan bir düzen üzerine, buhar makinesi ve
lokomotifiyle medeniyeti ithal edip yerleştirmek mümkün müydü? Namık Kemal ve
Ziya Gökalp bunun mümkün olabileceğini düşünmüşlerdir. “İlk kez Atatürk,
feodal yapı üzerine sanayi uygarlığı aşılanamaz. Uygarlığa giden yol, içeride
düzen değişikliğini gerektirir’ tezini açıkça ortaya koymuştur.”
“Kemalist tez kısaca şundan ibarettir: Bağımsızlık içinde, devrim yoluyla
düzen değişikliğini gerçekleştirmek ve kısa sürede çağdaş uygarlığa ulaşmak…”
Kemalizm bir “doktrin” midir, bir ideolojimidir? tartışması hep devam etmiştir.
Nitekim, “Partinin bir doktrini olsun” diyen Yakup Kadri Karaosmanoğlu’na
Atatürk, “Donarız çocuk…” demiştir. Atatürk’ün bu yanıtından
hareket edenler, Kemalizm’in bir doktrin olmadığını, hatta Atatürk'ün
Kemalizm'e karşı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Oysaki Atatürk bu sözleriyle
Kemalizm'e değil,Kemalizm'in dogamtikleştirilmesine karşı olduğunu ifade etmek
istemiştir. Kemalizm’in temel ilkeleri hiç tartışmasız Atatürk’ün altı ilkesidir.
Kemalizm’in en temel ilkesi ise “sürekli değişim” olarak tanımlanabilecek olan
Devrimciliktir. Bu nedenle Kemalizm asla “dogmatik” ve “değişime” kapalı bir
anlayış değildir. Atatürk, bu gerçeği Kasım 1937’deki Meclis konuşmasında şöyle
ifade etmiştir: “Dünyaca malum olmuştur ki, bizim devlet idaresindeki ana
programımız Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı
prensipler, idarede ve siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır. Fakat bu
prensipleri gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir
tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve görünmez dünyadan değil, doğrudan
doğruya hayattan almış bulunuyoruz. Bizim yolumuzu çizen, içinde yaşadığımız
yurt, bağrından çıktığımız Türk milleti ve bir de milletler tarihinin bin bir
facia ve ıstırap kaydeden yapraklarından çıkardığımız sonuçlardır.”
Kadrocular, Kemalizm’i tanımlamak istemişlerdir. Ama Kemalizm’in
sosyo-kültürel boyutunu neredeyse hiç dikkate almamışlar, konuya sadece
ekonomik açıdan bakmışlardır. Kemalizm, genellikle altı ilkeye hapsedilmiştir.
Kemalizm’in en doğru tanımlarından birini 1960’ta Prof. Dr. Bedia Akarsu
yapmıştır: Akarsu, Kemalizm’in “Türk aydınlanması” olduğunu
açıklamıştır. Prof. Suat Sinanoğlu, “Türk Hümanizması”
kitabında Kemalizm’in Türk aydınlanması olduğu tezini ayrıntılandırmıştır.
1983’te, Prof. Dr. Macit Gökberk’in “Aydınlanma Felsefesi,
Devrimler ve Atatürk” yazısı bu tezi daha da geliştirmiştir. 1994’te Özer
Ozankaya, “Cumhuriyet Çınarı” adlı kitabında Kemalizm’in
soyo-kültürel boyutuna vurgu yaparak Kemalizm’in aydınlanma hareketi olduğunu
ileri sürmüştür. 1969’da Doğan Avcıoğlu, “Kemalizm’i İyi Anlamak
Gerek” adlı yazılarında Kemalizm’in “anti emperyalizm ve
çağdaşlaşma” hareketi olduğunu belirtmiştir. Uğur Mumcu da
1980’lerde Cumhuriyet gazetesindeki yazılarında Kemalizm’in “anti
emperyalist ve çağdaşlaşmacı” yönüne sıkça vurgu yapmıştır. 1981’de Atilla
İlhan, “Hangi Atatürk” adlı kitabında Kemalizm’in “antiemperyalist”
yönüne dikkat çekmiştir.
Kemalizm, emperyalizme karşı “tam bağımsızlık” ilkesiyle ulusal mücadeleyi,
geri kalmışlığa karşı “akıl” ve “bilim” ile çağdaşlaşmayı amaçlayan bir
ideolojidir. Kemalizm, ulusal bağımsızlığı ve ulusal kalkınmayı amaçlayan
evrensel bir ideolojidir. Emperyalizmin olanca şiddetiyle geri kalmış ulusları
ezdiği bugünün dünyasında tüm ezilen ulusların tek kurtuluş reçetesi
Kemalizm’dir.
1954’ten beri duyduğumuz “Kemalizm devrini tamamlamıştır!”,“Kemalizm
öldü!”, “Kemalizm çağdışıdır!” gibi “yobaz”, “liboş”
değerlendirmelerinin hiçbir bilimsel değeri yoktur. Çünkü Kemalizm’in iki
temel özelliği “antiemperyalizm” ve “çağdaşlaşma”, hiçbir dönemde etkisini
yitirecek gibi görünmemektedir.
Doğan Avcıoğlu, Kemalizm’in henüz tamamlanamadığını
şöyle ifade etmiştir: “Türkiye politik bağımsızlığını, ekonomik bağımsızlık
temeline oturtarak, tam bağımsızlığını gerçekleştirmiş, feodalizmin ülke
çapında alt ve üst yapılardaki etkilerini kesinlikle silmiş, geniş kitleleri
ekonomik özgürlüklerine kavuşturmuş ve kalkınmasını tamamlamış bulunsaydı, bu
eleştiriler bir ölçüde geçerli sayılabilirdi. Oysa bağımsız, kalkınmış, uygar
ve gerçekten demokratik bir Türkiye dün olduğu gibi bugün de bütün halkçı ve
ulusçu güçlerin ortak özlemini teşkil etmektedir. Kemalizm bu ortak özlemin
ifadesidir. O halde Kemalist devrim daha tamamlanmış değildir. Devrimcilerin
baş görevi, ulusçu ve halkçı güçlerin bu ortak özlemini biran önce hayata
geçirmeye çalışmak olmalıdır.”
Kemalizm Yerine Atatürkçülük Nasıl
İcat Edildi?
“Kemalizm” kavramı birilerini hep rahatsız etmiştir. Kurtuluş
Savaşı sırasında işgalci emperyalistleri ve işbirlikçi İstanbul hükümetlerini,
Kurtuluş Savaşı sonrasında gerici, yobaz Cumhuriyet düşmanlarını, bugün ise
karşı devrimci II. Cumhuriyetçileri korkutan bir kavramdır Kemalizm.
Atilla İlhan bu gerçeği şöyle ifade etmiştir:
“Onlar ‘Kemalist’e özellikle içerliyorlar; çünkü o Atatürkçü’den farklıdır:
Adını 20’li yılların (ateş, barut ve kan) emperyalist öfkesinden almıştı. O
Müdafaa-i Hukuk mücahididir ki, aynı zamanda ‘Türkçü’ ve ‘antiemperyalist’,
‘Bolşevikler’le de dosttur. Onlara ecnebi ajanslar, ‘Kemalist’ diyor. ‘Kemal’in
adamları’ anlamına! ‘Atatürkçü’ deyimi bir kere Gazi Mustafa Kemal Paşa,
‘Atatürk’ olduktan, daha ilginci, ebediyete intikal ettikten sonra ortaya
atılmıştır. Daha çok ‘İnönü Cumhuriyeti’nin sosyal ve siyasal tavrına ve
tutumuna yakıştırdığı bir ‘etiket’ bu: Antiemperyalizm s geçilmiştir.
Türkçülüğün yerini Yunan/Latin söylemi alır. Bolşevik Rusya ile kara gün
dostluğu sona eriyor. (…)‘Kemalizm’ ve ‘Kemalist’ kavramları üzerinde
spekülasyona kalkışan acemi takımı kimseyi kandıramaz: ‘Kemalist’ aynen Mustafa
Kemal Paşa gibi ‘Türkçü’, ‘Antiemperyalist’ ve ‘solcu’dur. ‘Atatürkçü’ ise
Batıcı, komprador/kapitalist ve liberaldir (Yoksa kestirmeden Tanzimatçı mı
demeliydim?) Anadolu İhtilali’ni yaşamış olanlar ‘Kemalistler’ idi. Onu ilkel,
tek yönlü bir irtica düşmanı laikliğe indirgeyenler ‘Atatürkçü’lerdir.Yani
Gazi’nin söylemini de, eylemini de sürekli tahrif eden, unutturan ve
yozlaştıranlar…”
Gerçekten de “Kemalizm korkusu”, zaman içinde Kemalizm’in yerine yeni bir
kavram icat edilmesine yol açmıştır. İlk kez 1954 yılında gündeme gelen bu
kavramın adı Atatürkçülük’tür.
Irkçı bir antikomünist olan Arın Engin, 1954 seçimlerinden önce “Atatürkçülük,
Moskofluk ve Türklük Savaşları” ve 1954 seçimlerinden sonra “Atatürkçülük’te
Dil ve Din” adlı kitaplarını yazmıştır. Her iki kitap da Atatürk’ü
tipik bir Amerikan propagandasına oturtan kitaplardır. Her iki kitapta da
Atatürkçülük, “Antikomünizm” ve “Batılılaşma” olarak tanımlanmıştır.
Atatürk’ün sağlığında hiçbir zaman kullanılmayan “Atatürkçülük” kavramı,
1954’ten itibaren kullanılmaya başlanmış, bu kullanım zaman içinde
Kemalistlerce de benimsenmiştir. Örneğin, Atatürk’ün partisi CHP, 1954’deki
10. Büyük Kurultay’ında “Kemalizm” yerine “Atatürk Yolu” kavramını kullanmaya
karar vermiştir. Böylece CHP de Kemalizm’den vazgeçmiştir.
Atatürk’ün bir “dogma” haline getirmemeye çalıştığı ve “Kemalizm” diye
adlandırdığı sistem, 1954’ten sonra “Atatürkçülük” adı altında dogma haline
getirilmiştir. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra bu “dogmalaştırılmış
Atatürkçülük” bir de resmi ideoloji haline getirilmiştir. 1980’lerde “Kemalizm”
yerine Atatürkçülük, Kemalizm’in en temel özelliği olan “Devrimcilik” yerine de
İnkılapçılık kavramları kullanılmaya başlanmıştır. Türkiye’nin küçük Amerika
olma yoluna girdiği Özal döneminde Atatürkçülük, “Batılılaşma”, “serbest piyasa
düzeni”, “komünizm düşmanlığı” olarak tanımlanmış, Kemalizm’in “anti
emperyalizm”, akıl ve bilim ilkeleri doğrultusunda “çağdaşlaşma” olduğu gerçeği
adeta toplumdan gizlenmeye çalışılmıştır. Bu süreçte Kemalizm’den söz eden Uğur
Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı gibi aydınlar ise öldürülmüştür. Kemalizm
kavramından rahatsız olanların icat ettiği “Atatürkçülük” kavramı, asker-sivil
(Kenan Evren-Turgut Özal) 12 Eylülcülerin tasarladıkları Amerikan etkisindeki
yeni Türkiye’ye zarar vermeyecek şekilde içi doldurularak okullarda zorunlu “Atatürk
İlkeleri ve İnkılap Tarihi” dersi olarak okutulmuştur. 1980’lerde Atatürk
karşıtlarının yarattığı Atatürk dogmasına, 1990’larda yine Atatürk karşıtları
saldırmaya başlamıştır. Gerçek Kemalistler ise bir köşede bu kukla tiyatrosunu
seyretmiştir içleri yanarak… Artık bu kukla tiyatrosuna seyirci kalma zamanı
çoktan geçmiştir! Artık eyleme geçme, gerçekleri kamuoyuyla paylaşma
zamanıdır!...
Atatürk düşüncesine vurulmuş ilk ve en büyük darbe, 50 yıl önce bir kavram
operasyonuyla "Kemalizm" yerine "Aatürkçülük" kavramının
getirilmesidir. Böylece zaman içinde Türkiye'de Kemalizm!'den Korkan
Atatürkçüler ortaya çıkmıştır.
Örneğin bugün ülkemizde Kemalist olmayı "modası geçmiş" bir
anlayış sanan Atatürkçü'lerimiz var! Örneğin ünlü sanatçı Metin Akpınar
bir konuşmasında, gururla, "Ben bir Atatürkçüyüm ama
Kemalist değilim." diyerek aklınca "Kemalizm'in
kötülüklerini" bir bir saymıştır!...
Gerçek şu ki: ATATÜRK'ÜN SAĞLIĞINDA
ATATÜRKÇÜLÜK KAVRAMI YOKTU, KEMALİZM VARDI. Atatürk'ten sonra birileri "tam
bağımsızlık", "anti emperyalizm" gibi anlamları olan
Kemalizm'den kurtulmak için, "batılılaşma" ve "din
karşıtlığı" anlamını yükledikleri Atatürkçülük kavramını icat
etmişlerdir. Bu süreçte Kemalizm kavramının içini de "Atatürk'e
tapınmak" olarak doldurmuşlardır.
Bu yazımı, "Atatürk Kemalist değildi?" diyen Hasan
Celal Güzel'in ve "Ben Kemalist değil, Atatürkçüyüm"
diyen Metin Akpınar'ın şahsında bu konuda kafa karışıklığı yaşayan ve bu
kafa karışıklığıyla başkalarına Kemalizm ve Atatürkçülük dersi vermeye kalkan
"sözde aydınlarımıza" ithaf ediyorum! Onlardan isteğim, Allah aşkına
bu konuları iyice araştırıp öğrenmeden kulaktan dolma bilgilerle ahkam
kesmesinler. Böylece hem cehaletlerini göstermemiş, hem de kamuoyunu yanlış
yönlendirmemiş olurlar...
Kendinizi KEMALİST veya ATATÜRKÇÜ olarak tanımlayabilirsiniz! Ancak
Atatürk'ün izinden yürdüğünüzü iddia ediyorsanız herşeyden önce "tam
bağımsızlıktan yana", "anti emperyalist" ve "akılcı"
olmalısınız...
NOT: Yazının kaynaklarına ve
dipnotlarına AKL-I KEMAL "Atatürk'ün Akılı Projeleri", C.1
adlı ktiabımdan ulaşabilirsiniz.
Sinan MEYDAN, 2 Eylül 2012