26 Eylül 2014 Cuma

Sizi Çıkarcı Sürüsü, Bulunduğunuz Bu Kutsal Meclisi, Varlığınızla Kirletiyorsunuz!



“Acele edin ve defolup gidin. Oturumunuzu sonlandırmaya geldim.
Meclisi yaptığınız her icraat ile kirletmenize ve şerefsizleştirmenize artık kalıcı bir son vermeye geldim.
Siz ki fitneci, fesatçı, meclis üyeleri, siz ki iyi bir hükümet olmak dışındaki her şeysiniz! Kiralık sefil yaratıklar, zavallılar, ülkenizi en küçük şahsi çıkar adına satılığa çıkaranlar, birkaç kuruş için Tanrı'ya ihanet edenler, içinizde bir parça da olsun erdem kalmadı mı? Bir parça vicdan da mı yok?
Atım kadar bile dindar değilsiniz! Altın sizin yeni Tanrınız olmuş! Satılığa çıkarmadığınız bir değer bile kalmadı.
Ulusunuz adına iyi bir şey düşünemez misiniz?
Sizi çıkarcı sürüsü, bulunduğunuz bu kutsal meclisi, varlığınızla kirletiyorsunuz!
Tanrının kutsadığı bu meclisi, ahlak yoksunu davranışlarınızla hırsızların ini haline çevirdiniz!
Halkın size verdiği yetkiyi kötüye kullandınız.
Halkın umutsuz dertlerine çare olmalıydınız, kendiniz halka en büyük dert kaynağı oldunuz! Ama ülkeniz beni asırlardan beri temizlenmemiş bu ahırı temizlemeye çağırdı!
Bu gücü de bana Tanrı verdi. Bu şeytan ocağını yönetmeye geldim.
Vay halinize! Şimdi derhal defolun! Acele edin rüşvetin köleleri!
Acele edin, gidin! Süslü saltanat eşyalarınızı alın ve defolup gidin!”
 20 NİSAN 1653 GENERAL OLİVER CROMWELL
Tarihte demokrasinin beşiği olarak bilinen ingiltere'de Kalıntı Parlamento (Rump Parliament) adıyla anılan, birbirleriyle hizip çatışmaları ile vakit geçirip hiçbir siyasi karar alamayan, hatta yeni parlamento üyelerini seçimi konusunda bile bocalayan bu yapıyı 20 Nisan 1653 günü General Oliver Cromwell 40 tüfekli asker eşliğinde yukarıdaki söylevin ardından feshetmiştir:
...VE BU NUTUK TARİHİ ŞEKİLLENDİREN 50 SÖYLEVDEN BİRİ SAYILIYOR.

“YENİ TÜRKİYE” DEN KURTULMADAN…



Doğu ve Güneydoğu’da sivil isyan başlatıp, mahkeme kurup vergi toplayan, korsan Kürtçe okullar açarak devletin resmi okullarını yangın yerine çeviren, sözde kaymakamlarına paçavra flamalı resmi araç tahsis ederek, bölgede denetleme yaptıran, asker ve polis kurşunlayıp, şantiye basarak işçi kaçıran ve devlet kara yolunu günlerce ulaşıma kapatanlar “Paralel Devlet”lerini açıktan ilan ettiler. PKK’nın Doğu ve Güneydoğu’da yaktığı okul sayısı 30’u buldu
  IŞİD’den kaçan binlerce Kürt Türkiye’ye sığınıyor. Bunların arasına sızan ÖSO’cusu, El-Nusracısı, IŞİD’cisi Suriye’den Türkiye’ye elini kolunu sallayarak giriyor. El Kaide, El Nusra, IŞİD gibi cihatçı örgütler Türkiye'yi lojistik üs olarak kullanıyor
IŞİD'e karşı "ehveni şer" cihatçı ve bölücü örgütlerle işbirliği devletin yüce katlarında, kapalı kapılar ardında gündeme alınıp tartışılıyor. Böylece İslami terör örgütleri meşrulaştırılmakta, "ehveni şer" olan cihatçı ve bölücü kimi örgütlerin AK’lanması algısı pompalanıyor.
İzmir’de bulunan 17'nci Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa, İzmir’in Yunan askeri tarafından işgal edileceği sırada verdiği bir emirle, askerin kışla dışına çıkmasını yasaklaması gibi, tüm bu olup bitenlere karşı ülke ve ulusunu savunma öz görevi olan Türk Askeri, günümüzün Ali Nadir Paşasının verdiği bir emirle kışlasına hapsedildi.
Türbanı ilköğretime soktular. Yürütme üzerindeki yargı denetimini aşureye dönen, torba/çuval yasanın içine sıkıştırdıkları “yeni Türkiye” yasaları ile sıfırladılar
4+4+4 denilen cahilleştirme ve yobaz üretme düzeneği, giderek cihatçı örgütlere militan üreten fabrikalara dönüşmektedir.
Piyasalaşma ile kol kola ilerleyen gericileşme sürecinin tamamlayıcısı olarak hedeflenen, Devlet okullarının yaygın şekilde imam hatipleştirilmesi,  görevden alınan 7 bin müdürün yerine atanacak olan “öz” kadrolaşmayla eğitimdeki gerici adımların sağlamlaştırılması ve okullarda derinleştirilmesi amaçlanmaktadır. Şimdi sıra, türbanın tüm kamu ve eğitim kurumlarında zorunlu hale getirilmesinde.
Özetle Türkiye’de, özellikle son 12 yıldır iyice örselenen laiklikten ve aydınlanmadan kalan son kırıntıların da tamamen süpürüldüğü, yaşamın tüm alanlarında, özellikle de eğitimde gericileşmenin, piyasalaşmanın zirve yaptığı bir süreç yaşıyoruz.
Bu iç karartıcı ama gerçek olan süreci durdurmak için, Milletin meclisi olmaktan çoktan çıkmış parlamentoda soru önergesi vermek, kolu kanadı kırılmış, yürütmenin denetimine girmiş mahkemelerde dava açmak, savcı olmayan savcılara suç duyurusunda bulunmak karanlığa yumruk sallamaktan farksızdır.
Sorunu "örtünme” ye ya da dar anlamıyla dinselleşmeye indirgersek, Türbanın neyi örttüğünü anlayamayız.
 Yukarıda özetlemeye çalıştığımız tablo,  bir “neden” değil, yıllardır egemenlerce oluşturulmuş bataklığın ürettiği bir “sonuç” tur.
Türbanla örtülüp önümüze sürülen; ülkenin yağmalanması ve talanıdır, akla karşı açılan savaştır, bilime düşmanlıktır, iş cinayetleridir, tüm topluma dayatılan ortaçağı karanlığıdır, özelleştirmelerdir, HES’lerdir, ABD’nin emriyle komşu ülkelere karşı açılan savaştır, bunların özeti olan “YENİ TÜRKİYE”dir.
“YENİ TÜRKİYE” den kurtulmadan ne laikliği, ne cumhuriyeti, ne ülke ve ulus birliğini güvence altına alabiliriz.
“YENİ TÜRKİYE” den kurtulmadan ne iş cinayetlerini, ne özelleştirmeleri, ne yağma ve talanı, ne eğitimde dinci gericiliği, piyasacılığı, ne çöküşü ve çürümeyi, ne de savaşları engelleyebiliriz.
Özünde Üniversitede dinci gericiliğe - piyasacılığa karşı mücadele eden bir öğrenciyle, çocuğunun okulunun İmam Hatip’e dönüştürülmesine karşı duran bir velinin, HES’lere karşı mücadele veren köylünün, Özelleştirmeye ve iş cinayetlerine karşı direnen işçinin, savaşa karşı çıkan asker ailesinin, AB-D'nin kanlı sömürüsünü ortaya döken, karanlığa karşı duran aydının mücadelesi, mücadele hedefleri ortaktır.
Bu noktada tek sıkıntı, tek çıkmaz, “YENİ TÜRKİYE” den kurtulma mücadelesinde bir arada hareket edememektir. Başka bir söylemle örgütsüzlüktür, örgütlü mücadelede buluşamamaktır!
Öyleyse çözüm önümüzdedir. “YENİ TÜRKİYE” den kurtulmak, yeniden Kemalist Türkiye’yi inşa etmek için işçisini, köylüsünü, öğretmenini, esnafını, aydınını kucaklayan, tam bağımsızlığı şiar edinmiş bir örgütlenmeye yakıcı gereksinim vardır.
Sözümüzü Mustafa Kemal Atatürk’ün bu günleri görmüş gibi 1921 de TBMM de yaptığı konuşma ile bitirelim. “Milletimiz yüzyıllardan beri iki zorba kuvvetin, iki yok edici kuvvetin baskısı altında üzülmüş, acı duymuştur.
O kuvvetlerden biri, doğrudan doğruya ülke ve milleti yönetmek iddiasında bulunan despotlar; ikincisi, bütün bir emperyalist ve kapitalist dünyasıdır.
Yüzyıllarca bu iki kuvvetin baskısı altında kalmış olan millet, doğal olarak çok zayıf bir haldedir. Fakat arkadaşlar, baskıların sonucunda büyük uyanışlar oldu. İşte bizim milletimizde de o hakiki uyanış gerçekleşti ve biz böyle bir uyanış döneminin içinde bulunuyoruz.”  1921 (Devre: 1, İçtima: 1, Toplantı. 139, I. T.B.M.M. Zabıt Cerideleri, 1944) 26.09.2014

Mahmut ÖZYÜREK

21 Eylül 2014 Pazar

ADD “BİLİM DANIŞMA KURULU” BAŞKANI Bay Ali Ercan’a Açık Mektup;




ADD “BİLİM DANIŞMA KURULU” BAŞKANI
Bay Ali Ercan’a Açık Mektup;
Bay Ercan,
"Milli Cumhuriyet" web sitesinde yayınlanan yazının şahsınıza ait olmadığına ilişkin duyuru yazınızda hakkımda utanmazca ileri sürdüğünüz yalanlarınızı,  belgeleri ile suratınıza çarparak yanıtlamak için bu açık mektubu yazma gereği duydum.
Öncelikle Anadolu’nun bağrına sokulmuş birer Truva Atı” olan, AB bağımlılığına yakalanmış utangaç AB mandacıları ve masonlarla ile kan ve doku uyuşmazlığı içinde olmakla onur duyduğumu belirtmek isterim.
ADD içine sızmış, “Atatürkçü (!) geçinen”,  deşifre edilmemiş utangaç AB’cilerin ve masonları belgeleri ile deşifre etmem, Maskelerini indirmem kimi odakların, (elbette sizin de) şiddetli tepkilerine neden olmuş, karalama, iftira, “çamur at izi kalsın” gibi bilindik yöntemlerle şahsıma saldırmalarına neden olmuştur.
1.    Yazınızda “Bu insanı ciddiye almaya, kendisine yanıt vermeye değer bulmuyorum. Geçmişte benzer saldırganlığını ADD Genel Başkanı em. Org. Şener Eruygur'a karşı da sergilemişti” cümlenizde, ADD içine yerleştirilmiş olan AB’cileri ve masonları açığa çıkarmak, deşifre etmek size göre “saldırganlık”. Yanılıyor muyum?
Şimdi kim saldırgan ona bakalım.    Sn. Araştırmacı Yazar Yılmaz; Dikbaş “Avrupa Birliği (AB)’den hibe alan kurumu ve kuruluşlar “Anadolu’nun bağrına sokulmuş birer Truva Atı” olarak nitelemişti. Bu düşünce ve görüşe katılmayan tek bir Atatürkçü yoktur, olamazda. Olursa o kişiye Atatürkçü değil “Mandacı” denir
“Anadolu’nun bağrına sokulmuş birer Truva Atı”  örgütlerin içinde AB’den uyduruk üç proje karşılığı 700.000 Avro hibe almış olan sözde “Atatürkçü (!) geçinen” Çağdaş Eğitim Vakfı (ÇEV)’de bulunuyordu.  Gülseven Yaşer, ÇEV’in Genel Başkanı, Emekli Orgeneral Şener Eruygur da 2. Başkanı konumundaydılar. Prof. Dr. Fatma Nur Serter ve Prof. Dr. Necla Arat da ÇEV’in Yönetim Kurulu üyesiydiler.
2006 yılı Haziranında E. Org. Şener Eruygur Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD)’nin Genel Başkanı, Prof. Dr. Fatma Nur Serter Genel Başkan Yardımcısı oldular. Bay Ercan, sizde aynı dönemde ADD Genel Başkan yardımcısı oldunuz.
ADD Isparta Şube Yönetimi olarak  "Avrupa Birliği (AB)'den hibe alan kurumu ve kuruluşları; 'Anadolu’nun bağrına sokulmuş birer Truva Atı' olarak nitelemiş ve bu örgütlerin tutum ve düşüncelerinin Atatürkçülükle bağdaşmadığını, bu örgütlerde yöneticilik görevi üstlenenlerin aynı zamanda ADD de yönetici olmalarının Kemalizm’in evrensel ilkelerine aykırı bir durum ortaya çıkaracağını savunmuş ve karşı çıkmıştık.
Çünkü AB den hibe alan, aldıkları hibelerle AB'nin istihbarat, yönlendirme, ulusal bilinci çökertme, ulusal direnişi kırma emellerine doğrudan ya da dolaylı katkı sağlayan bu örgütler ve örgüt yöneticileri Ulusal egemenliğimizi AB ye teslim etmeye hazır mandacılardır.
Bu düşüncelerimiz nedeni ile Şener Eruygur ve Nur Serter, kendilerinin 'Anadolu’nun bağrına sokulmuş bir Truva Atı' olarak nitelendirilmesiyle kişilik haklarının ihlal edildiğini iddia ederek ADD Isparta Şube Başkanı olarak beni önce; "KESİN İHRAÇ İSTEMİ" ile ADD Yüksek Disiplin Kuruluna( Sn. Yılmaz DİKBAŞ aynı nedenle daha sonra "KESİN İHRAÇ İSTEMİ" ile ADD Yüksek Disiplin Kurulu'na verilmiş ve ADD den ihraç edilmiştir.) sonra da; 22.08.2006 tarihinde Sn. DİKBAŞ' la birlikte hakkımızda ayrı ayrı davalar açarak, ayrı ayrı 5'er bin YTL. Tazminat talebinde bulundular.
Şener Erygur’un hakkımızda açtığı tazminat davası İstanbul, Kadıköy 3. Sulh Hukuk Mahkemesinde görüşüldü. 18 Eylül 2007 salı günü Mahkeme, davanın reddine karar verdi.
Prof. Dr. Nur Serter’in hakkımda açtığı tazminat davası, İstanbul Kadıköy 1. Sulh Hukuk Mahkemesi’nde görüşüldü.
18 Eylül 2007 Salı günü Mahkeme, davanın reddine karar verdi.
Her iki mahkeme “ÇEV için Truva atı”  nitelendirmesinin davacıların kişilik haklarını ihlal olmadığına karar verdi.
'Anadolu’nun bağrına sokulmuş bir Truva Atı'  olan ÇEV ve benzeri örgütlerin amacı; ‘Kayıtsız Şartsız Türk Milletine ait olan Ulusal Egemenliğin’ Hıristiyan AB’ye devredilebilmesini sağlamaktır. Ulusal Egemenliğimizi Hıristiyan AB’ye devretmek demek, Cumhuriyet Devrimlerini temelden yıkmak demektir!
Bay Ercan, siz Atatürk İlke ve devrimlerinin varlık nedeni olan ulusal egemenliğimizin Hıristiyan AB’ye devredilebilmesi için “Atatürkçü (!) geçinen” örgütlerde görev alanlara karşı, ulusal egemenliğimize sahip çıkmayı, Atatürk ilke ve devrimlerini ödünsüz savunmayı “SALDIRGANLIK” olarak niteleyen utangaç AB mandacısı olmuyor musunuz?

2.         Bay Ercan, 2006-Genel Yönetim Kurulu oluşur oluşmaz yayımlanan ilk genelgede(2006/1), daha önce örgütün ayrıcalıklı simgesi haline gelen (ADD, hiçbir yerli ve yabancı “fon”dan maddi katkı almama onurunu taşıyan örgüttür.) sözünün kaldırılmasındaki katkınızı çok iyi biliyoruz.  ADD’nin simgesi haline gelen bu cümleden rahatsız olanlara verilecek çok ad, söylenecek çok söz var ama biz yalnızca “AB MANDACILARI” demekle yetinelim. Anlayana!
Bir kez daha yineleyelim; Hem AB’ci, hem de Ulusalcı, Hem AB’ci, hem de Atatürkçü, Hem AB’ci, hem de Anti-emperyalist olunamayacağı gibi; hem Mason hem de ulusalcı, hem Mason hem de Atatürkçü, hem Mason hem de Anti-emperyalist! Olunamayacağını artık Türkiye de adının önünde Prof. Dr. Olmayan yurttaşlarımızın ezici çoğunluğu biliyor. Ama adının önünde “ Prof. Dr.” Yazan nicelerini tanıyoruz ve biliyoruz ki AB’nin, NATO’nun, SOROS Vakıflarının gönüllü avukatlığını, sözcülüğünü yapmaktalar. Ne karşılığında?  Sorusunun yanıtını siz benden daha iyi bilirsiniz…
3.    Bay Ercan, hakkımdaki en ahlaksız, en edepsiz iddianız ise “şubesindeki bir kıza tacizde bulunduğu yönünde şikâyetler” söyleminiz. 2006'dan bu yana, yani sizin ADD yönetimine birilerince getirildiğiniz tarihten bu yana Atatürkçü Düşünce Derneğini, AB-D işbirlikçisi, gerici sistemin içine çekerek “ehlileştirme” amaçlı, özel görevliler, öncelikle ADD içindeki Kemalistleri tasfiye etmeyi, yolda önlerine çıkabilecek engelleri ortadan kaldırmayı amaçlamışlardır.
ADD Isparta Şubesi ise gerek örgüt içinde, gerekse yöresinde, tüm kurumlarıyla işgal edilmiş bir sistemin vereceği “icazete” gerek duymadan, işgale, gericiliğe ve haksızlığa başkaldırının, Kemalizm’in vazgeçilmez bir gereği ve önkoşulu olarak anlayıp algılayan bir şube olarak ilk öncelikli tasfiye edilen şube olmuştur.
ADD’yi devrimci, halkçı, tam bağımsızlıkçı, antiemperyalist, özünden arındırarak “Uysal-uyumlu” duruma getirmekle görevli “icazetli Atatürkçüler” tarafından benimle ilgili dedikodular üretilerek itibarsızlaştırma, karalama iftira kumpası kuruldu. Bu dedikodulara inananların da çıktığını hakkımdaki yazınızdan öğrenmiş oldum. Halkımız ne güzel söylemiş “Dedikodu; nefret edenler tarafından çıkarılır, aptallar tarafından yayılır, geri zekâlılar tarafından inanılır
ADD içine sızmış özel görevli yöneticiler yalnız beni değil “Silivri hukuku”   uygulayarak tüm yönetimi görevden aldılar.
Gelelim işin özüne. Mandacı- Masonlarca kurulan Kumpas mahkemelerde açığa çıkmaya başladı. Kumpasın Isparta ayağını oluşturan “Sözde şikâyetçi "bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ya da yakıştırmalarda bulunmak" suçu nedeniyle, Isparta 3. Sulh Ceza Mahkemesi'nin, 09.04.2013 tarih ve  2013/137 sayılı kararı ile   "TCK’nin 125/4 maddesi uyarınca" cezalandırılmıştır. Yine Sözde şikâyetçi 3000TL manevi tazminat ödemeye mahkûm edilmiştir. Ankara da açılan davalar devam etmektedir.
 Bay ERCAN; hem yalancı, hem utangaç mandacıların Kemalist kişiliklere yönelik dedikodu üretme, karalama, iftira, itibarsızlaştırma kampanyaları düzenlemeleri yadsınacak bir durum değildir. İşin iç sızlatan yönü, Atatürkçülüğü yalnızca “laiklikle” sınırlandıracak, antiemperyalist, halkçı, devrimci özünden arındırılmış bir düşün sistemine dönüştürmekle görevli AB-D Mandacılarının ADD İçinde kendilerine yer bulabiliyor olmasıdır.
 Yerel ve ulusal değerlerimizin yanında Avrupa Birliği değerlerinin paylaşılmasını teşvik etmek” amacıyla kurulmuş “Sağlık Eğitim Vakfı(SEV), Çağdaş Eğitim Vakfı(ÇEV), AMERİCAN BORD- MARMARA GRUBU STRATEJİK VE SOSYAL ARAŞTIRMALAR VAKFI ” üyeleri, devşirilmiş masonlar,  “Atatürk rozeti takıp, Atatürk posteri arkasında saklanarak hamaset ezberciliği” yaparak, Mandacılığı, masonluğu Atatürk’le bağdaştırmak gibi son derece tehlikeli, iğrenç bir oyunun piyonluğunu yapmaktadırlar. Bu piyonlardan kimileri 2006 dan bu yana ADD içine de sızmaya, yönetimlerde görev almaya başladılar.
İşte bu yapıdaki AB Mandacılarının, Atatürkçülük adına ders vermeye kalkışması, pişkinliğin de ötesinde ahlaksızlıktır.  19.09.2014
MAHMUT ÖZYÜREK

GÜNÜN SÖZÜ; “Biraz insan ol diyeceğim ama seni de zor durumda bırakmak istemiyorum.” Donnie Darko


17 Eylül 2014 Çarşamba

KURNAZ BİR YOBAZ AKIL VERİYOR



Temel ilkelerine kökten karşı olduğu CHP’ye akıl veren Hürriyet gazetesi köşe yazarı Ahmet Hakan diyor ki:
“Bırakın herkes nasıl anlıyor ve inanıyorsa dinini öyle yaşasın… İnsanlara ‘gerçek din’ öğretmeye çalışmayın… Sizin göreviniz ‘gerçek din’ anlayışını ortaya koymak değildir, sizin göreviniz herkesin inandığı gibi yaşamasını garanti altına almaktır.”
Ahmet Hakan aslında şunları demek istiyor:
• 6–10 yaşındaki küçücük Türk çocukları, İslam dininin kutsal kitabı Kuran’ı bilmedikleri, anlamadıkları bir dilde, Arapça ezberlemeye özendiriliyorsa, karışmayın! Bırakın, Arap milliyetçisi Osmanlı şeriatçıları Türk çocuklarına serbestçe “zihinsel tecavüzde” bulunsun!
• Midye yemek haram, pırasa yemek haram, köpek beslemek haram, kara köpekleri öldürün, sol el ile yemek yemek haram, Alevileri öldürüp kadın ve kızlarının ırzına geçin, resim yapmak ve şarkı söylemek haram, namaz kılmayan oruç tutmayanın katli vacip, kızları da sünnet edin, dövme yapan ve yaptırana Allah lanet etsin, kadınların aklı eksiktir diyen uydurma hadislere ve fetvalara, bırakın Müslüman Türk halkı inansın, üzerine deli ceketi geçirilmiş gibi kıpırdayamasın, nefes alamasın!
• Bırakın Müslüman Türk kadınları; evliya, ermiş olduğu söylenen kişilerin türbesini ziyaret etsin, türbe parmaklıklarına mendiller, çaputlar bağlayıp dileklerde, isteklerde bulunsun, büyük umutlarla evlerine dönsün! Bu yaptıklarının gerçek İslam’la ilgisi olmadığını söylemek size mi düşüyor, karışmayın!
• Mezhepçiler, tarikatçılar; bırakın halkımızı afyonlayıp uyutsunlar, siyasetçilerle de işbirliği yapıp yoksul halkı soysunlar!

Kurnaz yobaz Ahmet Hakan, CHP’ye akıl verirken asıl şunu demek istiyor:
Sakın karışmayın; din ticareti, yobazlık saltanatı sürüp gitsin!
Yılmaz Dikbaş
16 Eylül 2014
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52