8 Mayıs 2014 Perşembe

ERTUĞRUL KÜRKÇÜ, HAYDİ GEL YÜZLEŞELİM!






Ertuğrul Kürkçü kim?
1948, Bursa doğumlu. Özgeçmişinde sosyalist aktivist, yayıncı ve yazar olduğu yazılıdır.
Dev-Genç’e 1970 yılında genel başkan olmuş.
Mahir Çayan arkadaşlarının 30 Mart 1972 günü öldürüldüğü Kızıldere baskınından sağ kurtulan tek kişi o!
12 Haziran 2011 milletvekili seçimlerinde, terör örgütü PKK’nın desteğiyle Mersin’den milletvekili seçilip TBMM’ne girmiş.
Şimdilerde, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Başkanı.
Partisinin meclis grubunda 5 Mayıs 2014 günü yaptığı konuşmada Ertuğrul Kürkçü, CHP’ye çağrıda bulundu.
CHP, Dersim ile yüzleşsin diyen Ertuğrul Kürkçü şunları söyledi:

“Biliyorum, bugünkü CHP değildi o gün olanları yapan. Ama madem her şeyin mirasçısı
sizsiniz, bu katliamın mirası da sizindir. Dersim halkına yardım etmeniz gerekirken bunun örtbas edilmesi için çaba gösteriyorsunuz.”

Yöneticileri ve milletvekilleri arasında tek bir Kemalist bulunmayan CHP’den bu çağrıya yanıt gelmemiştir.
Ancak meydan o kadar da boş değil!
Bir Kemalist olarak, Ertuğrul Kürkçü’nün yüzleşme çağrısını kabul ediyorum.
Hemen söylüyorum: Mustafa Kemal Atatürk’ün dönemindeki tüm devrimlerin, tüm eylemlerin, tüm uygulamaların mirasçılarından biriyim.
Hiç kuşkusuz, Dersim Silahlı İsyanı’ın bastırılması sırasındaki uygulamaların da mirasçısıyım.
ABD-AB-PKK desteğiyle horozlanan Ertuğrul Kürkçü, şimdi beni iyi dinle, sana çok kısa, çok özet olarak Dersim’i anlatayım!

22 Mart 1937 günü, Dersim’de yani bugünkü adıyla Tunceli’de ayaklanma başladı. Kürt aşiretlerinden oluşan 4.000 (dört bin) kişilik silahlı bir kuvvet, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne başkaldırdı.
Silahlı isyancıların başında, Seyit Rıza vardı.
Silahlı isyancılar, Fransızların para ve silah yardımıyla da güçlenerek, köprüler yıktılar, telefon hatlarını kestiler, karakollar bastılar, Türk askerlerini öldürdüler…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı silahlı ayaklanmada başarılı olamayacağını anlayınca, elebaşı Seyit Rıza, İngiltere Dışişleri Bakanı’na, “Dersim Generali Seyit Rıza” imzalı bir mektup gönderdi. Türkler tarafından nasıl ezildiklerini, öldürüldüklerini, göçe zorlandıklarını; yardım ve sadaka dilenen bir dilenci ağzıyla İngilizlere anlattı, Kürt halkının kendilerinden yardım beklediğini en derin saygılarıyla istirham etti. (Bu mektubun orijinali ve çevirisi, Dersim Silahlı İsyanı’nın tüm ayrıntıları, İngiliz gizli belgeleriyle, “Türk Milletine Suikast” adlı kitabımda verilmiştir.)

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yıkmak için İngilizlerden yardım dilenen, onursuz ve şerefsiz Seyit Rıza’nın başını çektiği Dersim Silahlı İsyanı’nı, Türk Silahlı Kuvvetleri kesin bir kararlılıkla bastırdı. Başta Seyit Rıza olmak üzere, 11 elebaşı yakalanıp idam edildi. Elbette, dünyadaki tüm savaşlarda olduğu gibi, bu silahlı isyanın bastırılması sırasında da masum insanlar ölüp gitti.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ya Dersim Silahlı İsyanı’nı askeri gücüyle bastırıp isyancıları yok edecek, ya da isyancıların isteklerine boyun eğip yenilecek, yıkılıp dağılacaktı.
Silahlı Dersim İsyanı’nı şiddetle bastıran Türk Silahlı Kuvvetleri; ulusun birliğini, vatanın bölünmez bütünlüğünü korumuş oldular, görevlerini yaptılar.

Her yüzleşme iki taraflı olur.
Şimdi sıra geldi, ABD-AB-PKK destekli Ertuğrul Kürkçü’nün yüzleşmesi gereken gerçeklere.  

Ertuğrul Kürkçü, Avrupa Birliği (AB) hibeleriyle “iğfal” edilenlerdendir.[1]
Nasıl mı?
Gelin size bir vakfı tanıtayım:[2]

IPS İletişim Vakfı
(IPS’nin açılımı: Inter Press Service. Yani vakfın adının başında İngilizce sözcükler var!)
Yönetim Kurulu:
Başkan: Nadire Mater,
Genel Sekreter: Ertuğrul Kürkçü
Üye: Füsun Özbilgen
Üye: Tuğrul Eryılmaz
Üye: Prof. Dr. Şahika Yüksel
Danışma Kurulu:
İpek Çalışlar, Dr. Mustafa Sütlaş, Füger Uğur, Nilgün Uysal.
Proje Eğitim Danışmanı: Doç. Dr. Sevda Alankuş
Proje Koordinatörü: Ertuğrul Kürkçü
Projenin Adı: Medya Özgürlüğü ve Bağımsız Gazetecilik İzleme ve Haber Ağı (BA2)
Tarih: 17.11.2003
AB’den Alınan Hibe: €809.760 (Sekiz yüz dokuz bin yedi yüz altmış Avro)

Özeti: Genel Sekreterliğini ve Proje Koordinatörlüğünü Ertuğrul Kürkçü’nün yaptığı IPS İletişim Vakfı, Avrupa Birliği’nden 809.760 Avro hibe almıştır.
Hibe, karşılıksız para demektir.
Kim kime karşılıksız para verir?

AB, hibe vererek Türkiye’de toplam 2.357 kurum ve kuruluşu “iğfal”etmiştir.
“İğfal” edilen Vakfın Genel Sekreteri ve Proje Koordinatörü Ertuğrul Kürkçü’ye soruyorum: 809.760 Avro nereye ve kimlere gitti? Bu paranın hepsi senin cebine girdi, demiyorum. Ama mademki Vakfın yönetim kurulu üyesi, genel sekreteri ve proje koordinatörüsün, öyleyse sen de bu hibenin mirasçılarından birisisin!
Haydi, Ertuğrul Kürkçü, gel yüzleş bu “iğfalle”! Sakın ola örtbas etmeye çabalama, çünkü peşindeyim!
Hem, hepsi bu kadar değil!
Ertuğrul Kürkçü’nün yönetim kurulu üyesi, genel sekreter ve proje koordinatörü olduğu IPS İletişim Vakfı’nın Başkanı Nadire Mater, daha önce yazdığı “Mehmet’in Kitabı” için Mac Arthur Vakfı’ndan$59.000 (Elli dokuz bin Avro) almıştı.

Mac Arthur Vakfı kurucu ve üyelerinin CIA ve Küresel Çete’nin başındaki örgüt CFR ile çok yakın ilşkileri bulunmaktadır.

Madem ki gerçeklerle yüzleşiyoruz, sormayı sürdürüyorum:
ABD-AB-PKK destekli Ertuğrul Kürkçü, söyle bakalım:
 CIA ile CFR ile ilişkilerin boyutları nedir?
 Bir yandan milyonluk AB hibeleri, bir yandan CIA, CFR bağlantıları…
Yoksa “sosyalist aktivist” demek, bu mu oluyor?

Yılmaz Dikbaş

7 Mayıs 2014
0532 233 31 52

5 Mayıs 2014 Pazartesi

“Devrimci Barutları” Bittiği İçin Tayyip Erdoğan’ın Önlerine Attığı Kemiklere Dört Elle Sarılanlar

Devrimci barutu” biten, bu nedenle Tayyip Erdoğan’ın  önlerine attığı kemiklere dört elle sarılan, “YETMEZ AMA EVET”Çİ takım, bu rezilliklerini “SOL-SOSYALİZM” kılıfı altında yaparlar ki yalanları, çoğunluğu okuma özürlü solcularımız tarafından anlaşılmasın..
 Bilindiği üzere Kürtçülük tarafından “iğdiş” edilmiş bu zevat “Dili Türkçe olan Türkiye Cumhuriyeti’nde, anadili Türkçe olmayan yurttaşlara öğretimleri boyunca “anadillerinde eğitim”  verilmesi“ safsatasını, yani   “ulusu etnik kimlikler aracılığı ile bölme” oyununu döner dolaşırlar, Lenin’in “Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkına”  bağlarlar. Yani açıkça halkı aldatıp kandırırlar.
Biz gerçeğin böyle olmadığını, bıkıp usanmadan halka anlatmalıyız. Anlatmalıyız ki bu sahte-ikiyüzlü “devşirilmiş solcuların” maskeleri düşsün.

BAKIN BU KONUDA LENİN NE DİYOR:
Başka başka halklar tek bir devletin içinde yaşadıkları sürece milyonlarca, milyarlarca iktisadi, sosyal, toplumsal bağla birbirine bağlıdırlar.
 Eğitim bu bağlardan nasıl ayrı tutulabilir? Eğer tek bir devletin sınırları içinde yaşayan değişik ulusal-topluluklar iktisadi bağlarla birbirine bağlıysalar o ulusları ‘kültürel’ ve özellikle eğitsel alanda sürekli olarak bölüp ayırmak saçma ve gerici bir şey olur! (…)
Okulların hangi biçim altında olursa olsun, ulusal topluluklara göre ayrılmasına, en sert biçimde karşı koymalıyız. Gün gibi açık ki böyle bir planı savunmak, işin aslında burjuva ulusalcılığı ve şovenizm düşüncelerini gütmek demektir.
Her ne ise, ulusları eğitim işlerinde bölmek bize düşmez. (…) ‘Ulusal kültür’ün şampiyonluğunu yapmamalıyız”  (Lenin, 14 Aralık 1913 Pravda)


4 Mayıs 2014 Pazar

Çorbaya Kaçan “Sirke Sinekleri” ve Gerçeklerin Anlaşılması İçin “Kuyruklu Yalanlar-Yalancılar” Üzerine

Çoğumuz bilir. Çiçek saksılarının, çöplerin, yiyeceklerin etrafında sürüler halinde dolaşan çok küçük “sirke sinekleri”, zaman zaman insanın ağzına, burnuna, çorbasına kaçarlar. Pek zararları dokunuyor olmasa da, mide bulandırırlar... Çorbayı içmek dışında başkaca bir seçeneğiniz yoksa kaşığın sapının ucu ile “bu küçük yaratığı” çorbanızdan çıkartır atar, yolunuza devam edersiniz.
 Özellikle son 10 -12 yılda yakalarına “Atatürk rozeti”  takarak - küçük ünler uğruna- yalan söyleyen ahlaksızlar “sirke sinekleri” gibi çoğaldılar yanımızda, yöremizde. Çünkü sistemin yarattığı kirlilik bunların üremesine uygun bir ortam sağladı. Ne yazık ki  “Atatürkçü” etiketli, kendilerini “sureti haktan” göstermeye çalışan bu ahlaki değerlerinden yoksun, psikopat karakterli onursuzlar geçmişte „Kemalist-Halkçı-Devrimci-sol“ hareket içinde hep var olmuştur ve halen de vardırlar.
Bunların “Küçük Ünler” uğruna yapmayacakları iftira, başvurmayacakları bir çirkeflik yoktur. Bu nedenle de,   bilinçli ajan provokatörlerden hiç bir farkları yoktur. Bu onursuz yaratıklar, akılları sıra başkalarını aşağılayarak kendilerini yücelttiklerini sanacak denli de aptal ve ahmaktırlar.
Bu “sirke sinekleri“,  okuduğu bir-kaç kitaptan, ezberledikleri üç-beş cümle ile yalan-yanlış “teorik zevzeklikler” yaparak çevresindekilere kendilerinin ne denli yüksek! bilince sahip olduklarını kanıtlamaya çalışırlar. Kendilerine hiç hak etmedikleri, asla da hak etmeyecekleri unvanlar yakıştırırlar. Yani yaşamında hiç tıp fakültesine gitmemiş birinin adının önüne  „Uzman Doktor ………… „ yazması gibi.
Bu tipler, kalıplarla düşünme alışkanlığından vazgeçemezler.  Ciddiyetle araştırma, sorgulama, analiz yapma, yeniden üretme yetileri dumura uğramıştır. En başa kendilerini koyarak “tabular” oluşturup, “kutsallar” yaratırlar. Bu nedenlerle Antiemperyalist-halkçı-devrimci bir düşün sistemi olan “Kemalizm’i” “Atatürkçülük” adı altında bir tabuya dönüştürerek geniş halk yığınlarınca “marjinal” olarak algılanmasına yol açmışlardır.
Yıllar öncesinde Karaköy-Kadıköy vapurlarında sahte ilaç ve jilet satanlar da, ıvır-zıvır mallarını, “mayasıla-basura-bronşite, her derde deva(!)”, yalanları ile pazarlarlar ve alıcı da bulurlardı. İnsanları yalanlarla aldatıp, kandırdıkları için göreceli de olsa bir güç kazanmış olurlardı
İşte bizim“Sirke Sinekleri” de, oradan buradan derledikleri “dağarcıklarındaki”, (her şey olan ama asla “Atatürkçülük” olmayan) bilgileri pazarlayarak kendilerini güçlü- bilgi ve birikim sahibi olarak göstermeye çalışırlar.  Bu “küçük ünlere” kavuşma, şan-şöhret ve hızla yükselme düşleri kuranlar;  başkalarının yaşamlarını karartacak, onlara maddi –manevi yıkımlar getirecek “kuyruklu yalanlarını” sanki gerçekten olmuş gibi çevresindekilere ve özellikle “gölgesine sığındıkları” sahiplerine aktarmakta bir an bile duraksamazlar.
Her alanda ve her anlamda kişisel ve toplumsal yalanı, karalama, iftira ve çamur atmayı meslek edinmiş olan bu özel görevli - küçük kariyeristler ile “Atatürkçü” rolündeki sahtekârlarla uğraşmanın kolay olmadığını biliyorum.
Ama unutulmamalı; Yalan ve iftira ile onur yan yana var olamaz, bir arada olamaz. Bir kişi yalancı ise “ONURSUZDUR”. Onurlu ise, koşullar ne olursa olsun “YALAN” söylemezler, söylenmesine de izin vermezler. Onurlu ve dürüst kişiler yalanlar üretmezler, insanlara iftiralar atmazlar, akılları sıra başkalarını aşağılamaya çalışarak kendilerini yücelttiklerini sanmazlar...
İnsanı yücelten, kişiyi onurlu kılan, ürettiği değerlerin diğer insanlara, yaşama olumlu, yapıcı katkılarıdır. İnsanı yücelten, sahip olduğu adalet duygusudur, adaletli davranışlarıdır, haksızlıklara karşı verdiği tepkilerdir. Bunlar olmadan, insancıl, dürüst ve onurlu bir kişi olunamayacağı gibi, Atatürkçü de, devrimci de olunamaz. Tek başına şu veya bu kitabı hatmetmiş olmakla, “teori” konusunda ahkâm kesmekle, birtakım toplumsal ilişkilere sahip olmakla ne Atatürkçü, ne de adam olunur.
Not: Bu yazı herhangi bir kişiye yönelik değildir. Yazıyı okuduktan sonra etrafınızdakileri gözlerinizin önüne getirin. Mutlaka bir “Sirke Sineği” göreceksiniz
Açıkça büyük amaçlar tasarlayan ve daha sonra bu amaçlar için oldukça yetersiz olduğunu gizlice kavrayıveren kimse, çoğu zaman bu amaçlardan vazgeçecek kadar da güçlü de değildir. İşte o zaman ikiyüzlülük kaçınılmazdır.” (Friedrich Nietzsche)  04 Mayıs 2014 Isparta
Mahmut ÖZYÜREK


1 Mayıs 2014 Perşembe

UED ISPARTA ŞUBESİ 1 MAYIS EMEK BAYRAMINI KUTLUYORUZ

Küresel çete ve işbirlikçilerinin yarattığı sömürü düzenine, toplumsal adaletsizliğe, yoksulluğa, gericiliğe, bilim-sanat ve aydınlanma düşmanlığına karşı, tam bağımsızlığı, özgürlüğü, eşitliği, toplumsal adaleti ve aydınlanmayı savunan tüm  yurtseverlerin, birlik ve dayanışma günü olan

1 MAYIS EMEK BAYRAMINI KUTLUYORUZ.

Ulusal Eğitim Derneği
Isparta Şubesi Yönetim Kurulu


28 Nisan 2014 Pazartesi

TÜM ADD ŞUBELERİNE – KEMALİST KAMUOYUNA



HAZİRAN 2012 ADD Genel Merkez Genel Kurulunda, delegelerle “belge” olarak paylaştığım, daha sonra çok sayıda e-gazetede yayınlanan “AKP FAŞİZMİNİN PANZEHİRİ KEMALİZM” başlıklı yazımda şu satırlar yer alıyordu.

  “Emperyalizmin ve içimizdeki müttefiklerinin kaçacak köşe aramaya başladıkları Mitingleri organize eden, başta Kemalistler ve toplumsal muhalefeti örgütleyen öncü örgütlerin, bir kez daha bu denli yığınsal direnişi harekete geçirememeleri için gereken önlemleri almayı da unutmadılar. “içimizdeki yedek kuvvetleri ve Truva atları” görevlerini eksiksiz yerine getirmeleri konusunda uyarıldılar ve harekete geçmeleri istendi.
Tabanın baskısı ile bu güne kadar Soros ve AB fonlarından beslenmeyen, Anti-emperyalist, Antifaşist özünü koruyan Demokratik Kitle örgütlerinin üst yönetimlerine, örgütleri dirençsiz, “uysal- uyumlu” hale dönüştürecek, geçmişinde ne emperyalistler ve işbirlikçileri, ne de Kemalistlerle bir sorunu olmayan “parlatılmış” kimlikleri sürdüler. Böylece Kemalist hareketin stratejik öncelikleri değiştirildi. Faşizme karşı savaşımın aynı zamanda Emperyalizme karşı savaşım olduğu gerçeği ötelendi. Savaşımın ana merkezi yalnızca laik-Anti laik/AKP baskısına kaydırıldı.” http://www.1mart2003.com/makale/mahmut-ozyurek/akp-fasizminin-panzehiri-kemalizm/140.html
Bu değerlendirme; o günün koşullarında Kimi demokratik kitle örgütlerinin yönetimine ardı- ardına getirilen kişilerin ve özellikle ADD Genel Başkanlığına “parlatılarak” getirilen Tansel Çölaşan'ın davranış, söz, yazı ve eylemleri üzerine yapılmıştı.
Yanılmış olmayı çok isterdim. Yanılmamışım. Önce; Haziran 2012 de Toplanan genel kurulda, ADD Tüzüğünde  “Genel Kurulun görev ve yetkileri arasında sayılan”  Şube Yönetimlerini “görevden alma” yetkisi Genel Yönetim Kuruluna bir oldu-bitti ile devredildi. 
ADD Genel Başkanlığına  “özel görevli” olarak getirilen Tansel Çölaşan ve ekibi; Genel hukuk kurallarına- Türk Medeni Kanununa aykırı olan bu “görevden alma” yetkisine dayanarak, Kemalist ilkeleri savunan,  Genel yönetimin Kemalizm karşıtı, hukuka aykırı söylem ve eylemlerini “deşifre eden” şube başkan ve yönetimlerini hemen görevden almaya başladılar.   Bu işlemde kullanılan yöntemler “Silivri hukukunu” aratmıyordu.
 Önce kimin/kimlerin görevlerinden alınacağına Tansel Çölaşan ve kimi GYK üyelerince karar veriliyor. Sonra görevden alınması kararlaştıran şube başkan ve yöneticileri hakkında; “gayri ahlaki yöntemlerle”, Atatürkçü düşünceye karşıtlığı mahkeme kararları ile belgeli kimi karşı devrimci elamanların yalancı tanıklıklarıyla elde edilen sözde, uydurma deliller üretiliyordu.
Böylece hazırlanan kumpaslar sonucu görevden alınan şubelerden biri de ADD Isparta Şubesi Başkanı Mahmut Özyürek ve Onun görevden alınmasına yasal çerçevede itiraz eden Şube Yönetim Kurulu oldu.
Atatürkçü Düşünce Derneği Isparta Şube Yönetimine karşı,  Özel görevli Tansel Çölaşan’ın tertiplediği,  Kemalist kamuoyunda “Ajan-provokatör(KIŞKIRTICI) olarak bilinen” ADD GYK üyesi ve B. Akdeniz Bölge sorumlusu olan Mehmet PINAR’ın önemli rol üstlendiği, Isparta’daki Atatürkçülüğü şaibeli kimilerinin marifeti ile sahneye sürülen kumpas, “yıkım-çökertme” sürecine karşı; yasal olarak başlattığımız hukuksal süreç devam ediyor.
1-  ADD Genel Yönetim ve Disiplin Kurulunun; ADD Isparta şube başkanı Mahmut ÖZYÜREK’in "ADD üyeliğinden ve şube başkanlığından kesin ihracına" ilişkin kararlarında, şikayet ve tanıklığını, temel dayanak olarak  değerlendirdikleri  Hacer ÇİMENLİ;  Mahmut ÖZYÜREK 'in şeref ve haysiyetine, onuruna alenen hakaret suçu nedeniyle, yani "bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ya da yakıştırmalarda bulunmak" suçu nedeniyle, Isparta 3. Sulh Ceza Mahkemesi'nin, 09.04.2013 tarih ve  2013/137 sayılı kararı ile   "TCK’nin 125/4 maddesi uyarınca" cezalandırılmıştır.(Ek:2)
2-  Hacer Çimenli hakkında açmış olduğumuz tazminat davası karar aşamasındadır.
3-  Yine Tertibi düzenleyen Tansel ÇÖLAŞAN ve ekibine, ADD Isparta Şube Başkan ve Yöneticilerinin görevlerinden alınmalarını sağlayacak gerçeğe aykırı belge ve bilgileri, duyumlara dayalı gayri ahlaki, olmamış, olması olanaksız olayları olmuş gibi aktaran Akdeniz Bölge sorumlusu, GYK üyesi Mehmet Pınar; “ ISPARTA 2. SULH CEZA MAHKEMESİNİN; 05.03.2014 TARİH VE 2014/188 Esas sayılı kararları ile Türk ceza Kanunu 125/1 (Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldırmak” ve Türk ceza Kanunu 125/2(Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.)   Maddeleri gereğince “CAZALANDIRILMASINA”  karar verilmiştir.               
4-   Mehmet PINAR aleyhine ayrıca tazminat davası açılmış ve dava devam etmektedir. 28.04.2014
MAHMUT ÖZYÜREK