26 Ocak 2014 Pazar

SİVİL ÖRÜMCEK AĞI/ Yılmaz Dikbaş



AB Niçin Türkiye’de Hibe Dağıtıyor?

Kim kime karşılıksız para verir?

AB, bugüne kadar Türkiye’ye milyarlarca Avro’yu ‘hibe’, yani karşılıksız olarak niçin vermiştir?

AB, kendileriyle üyelik müzakerelerine başladığı ülkelere, katılım müzakereleri sürecinde parasal destek vermektedir, bu doğru. Ancak AB Türkiye’de para dağıtmaya, henüz Müzakere Tarihi verilmeden çok önce başlamıştır, niçin? 

AB ile müzakerelere resmen başlama tarihi, 03 Ekim 2005’dir. Oysa AB, Türkiye’de sivil toplum örgütlerine 1995 yılında karşılıksız para dağıtmaya başlamıştır, neden?

AB’den müzakere sürecinde parasal destek alan aday ülkelerin tamamı, müzakereler sonunda AB’ye üye olarak katılmışlardır. Oysa artık sağır sultan bile duyup öğrendi, AB’nin Türkiye ile başlattığı müzakerelerin ucu açıktır, yani müzakereler sonunda üyelik garanti edilmemiştir. 

Şu duruma bir bakar mısınız: 

AB ile müzakereler, en yetkili ağızların söylediğine göre, en az 10–15 yıl sürecektir. Hatta Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, yaptığı bir televizyon konuşmasında bu sürenin 20 yıl bile sürebileceğini söylemişti. Peki, AB en az 10–15 yıl, belki de 20 yıl daha Türkiye’de çeşitli örgütlere karşılıksız para dağıtmayı sürdürecek midir, sürdürecekse neden?

En az 10–15, belki de 20 yıl sürecek olan ucu açık müzakerelerin sonunda, eğer Türkiye AB’ye üye yapılmazsa, o güne kadar Türkiye’de çeşitli örgütlere dağıtılmış olan paralar yandı gitti kül oldu mu, olacaktır? AB, sonunda kaybedeceği bir oyuna milyarlarca 

Avro harcar mı?

Bu genel sorularla sizleri baş başa bıraktıktan sonra, çok daha somut birkaç soru soralım:

• 25 Üyeli AB’de bugün yaklaşık 20 milyon işsiz varken; AB niçin Kütahya’nın Tavşanlı ilçesindeki işsiz maden işçilerine iş bulunsun diye 141.950 Avro (yaklaşık 230 milyar TL.) veriyor?

• AB Üyesi Polonya’da 25 yaşından genç olanların yüzde 40,7’si, Slovakya’da yüzde 30,5’u ve Litvanya’da yüzde 25’i işsizken; AB niçin ‘Türkiye’de Genç İşsizlere Yeni Ufuklar’ adlı bir proje için 187.580 Avro (yaklaşık 300 milyar) hibe ediyor?

• Almanya’da 860.000 evsiz insan bulunmaktadır. Nüfusu 1 milyon 300 bin olan Almanya’nın en büyük üçüncü kenti Münih’te 5.120 evsiz Alman vatandaşı yaşamaktayken; 

AB niçin Diyarbakır’da geleneksel el sanatlarının tanıtımı için Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası’na karşılıksız 369.000 Avro (yaklaşık 480 milyar TL.) bağışlamıştır?

• AB’nin kurucu üyelerinden Fransa’da 200.000’den fazla evsiz bulunmaktadır. Yalnız Paris’te 8.000 evsiz Fransız yaşarken; AB niçin Erzurum’un Oltu taşından mücevherat üretimi eğitimi alsınlar diye Erzurumlulara 124.989 Avro (yaklaşık 200 milyat TL.) hibe etsin?

• AB’nin 15 üye Ülkesinde toplam 65 milyon insan, fakirlik sınırında yaşamaktayken; Siirt’in Eruh ilçesindeki köylülere ‘Ağaç Aşılama ve Budama Eğitimi ve Uygulaması’ verilmesi için AB neden 84.936 Avro (yaklaşık 135 milyar TL.) hibe ediyor?

• Bugün AB’nin 15 Üye Ülkesinde toplam 37 milyon yardıma muhtaç fakir bedensel ve zihinsel engelli insan bulunurken; AB niçin Türkiye’de sakatlara yeni iş fırsatları yaratılması için Türkiye Sakatlar Derneği’ne 134.381 Avro (yaklaşık 215 milyar TL.) bağışlasın? 

• AB’nin 15 üye ülkesinde 3 milyon evsiz insan perişan durumdayken; 
İstanbul’un Fener ve Balat semtlerindeki evlerin onarım ve bakımı için AB niçin 300.000 Avro (yaklaşık 480 milyar TL.) hibe gönderiyor?

• Hollanda’nın Başkenti Amsterdam’da her gün, “Çorba Otobüsü” adı verilen bir otobüs günde beş tur atmakta, Amsterdam sokaklarında gördüğü evsizlere yiyecek, giyecek, battaniye ve ilaç dağıtmaktadır. AB’nin kurucu üyelerinden olan Hollanda’nın Başkentinde bu onur kırıcı acı manzara yaşanırken; 

İstanbul’un Kadıköy, Maltepe, Kartal, Pendik, Tuzla, Sultanbeyli, Ümraniye, Üsküdar ve Beykoz ilçelerinde yaşayan 18–30 yaş arası yoksul ve dar gelirli 50 Türk vatandaşı eğitim kursları alsın diye, AB niçin 50.000 Avro (yaklaşık 80 milyar TL.) bağışlasın?

• AB Üyesi Almanya’da işsizlik oranı yüzde 10,8, Belçika’da yüzde 12,8, İspanya’da yüzde 10,5 iken ve bu oranlar giderek artmaktayken; 
Türkiye’nin 12 ilinde imam-hatip, müezzin ve Kuran kursu öğrencileri arasından seçilmiş 455 kişinin din görevlisi olarak yetiştirilmesi için AB, niçin 40.170 Avro hibe ediyor?

• Her biri AB Üyesi olan Almanya’da 5 milyon 580 bin, İspanya’da 2 milyon 380 bin, İngiltere’de ise 2 milyon 200 bin bedensel ve zihinsel engelli yoksulluk içinde yaşarken; AB niçin Türkiye Sakatlar Derneği Kocaeli Şubesi’ne 57.600 Avro (yaklaşık 92 milyar TL.) bağışlasın?

• İspanya’da 20 bin, İtalya’da 78 bin, Almanya’da 7.789, Belçika’da 3.445, Fransa’da ise 1.200 doktor işsiz bulunurken; Yalova’da 30 dar gelirli Türk kadınının el örgüsü eğitimi alarak meslek sahibi olması için, AB neden 66.021 Avro (yaklaşık 105 milyar TL.) hibe etsin?

• AB’nin kurucu üyesi Fransa’nın Başkenti Paris’te, Kasım 2005’in ilk günlerinde, kenar mahallelerde yaşayan 21 yaşından küçük binlerce genç ayaklandılar. Üst üste 12 gecede 6 bin arabayı, onlarca okulu ve mağazayı yakıp yıktılar. Bu gençler; babaları, hatta dedeleri yıllarca önce Cezayir, Fas ve Tunus’tan Fransa’ya göç etmiş, Arap kökenli göçmenlerdi. Fransız İçişleri Bakanı Sarkozy’nin “pislikler, ayaktakımı” olarak nitelediği bu gençler şehir dışındaki ucuz ve yetersiz sosyal konutlarda yaşıyorlar ve Fransızlar tarafından horlanıp dışlanıyorlardı. Hepsi de ceplerinde Fransız pasaportu, daha doğrusu AB pasaportu taşıyan bu gençlerin yüzde 40’ından fazlası işsizdi! İşsizlik ve toplum dışına itilmişlikle boğuşmak zorunda kalan AB pasaportlu bu gençlere, Fransız polisi, yolda durdurup üst-baş araması yaparken, “Ulan Araplar, evinize dönün! Sizin ırkınızı si..m!” diye alçakça küfürler yağdırıyordu. (Jon Henley, The Guardian, 09.11.2005). Sözde Aydınlanmış Avrupa’nın bu sözde en uygar kentinde bu mide bulandırıcı manzaralar yaşanırken; 
AB, Şırnak’ta El Sanatlarının Yaşatılması ve Geliştirilmesi için Türkiye’ye 448.776 Avro (yaklaşık 718 milyarTL.) hibe gönderiyordu! Bunun nedeni nasıl açıklanabilirdi?

Yukarıdaki listeye bakarak, siz bu tür soruları çoğaltabilirsiniz. Ama dönüp dolaşıp, yine hep aynı soruları sormak zorunda kalacaksınız:
Kim kime karşılıksız para verir?

AB neden Türkiye’ye 1995 yılından beri milyarlarca Avro hibe etmeyi sürdürüyor?

AB Projesi, temelleri 50 yıl önce atılmış emperyalist bir projedir. Bu projenin Türkiye’ye dönük ana hedefleri şunlardır:

• Kıbrıs’ı Türklerin elinden almak. (Bu işlem hemen hemen tamamlanmış sayılır.)

• Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ni Türkiye’den koparıp, bir Kürdistan devleti kurulmasını sağlamak. ( Bu hedefe de çok yaklaşılmıştır.)

• Dil, din ve ırk farklılıkları yaratıp körükleyerek Türk halkını bölmek. (Bu yolda, çok yönlü yoğun çalışmalar sürmektedir.)

• Sözde Ermeni Soykırımını Türklere kabul ettirip, Doğu Anadolu’dan Ermenistan’a toprak verilmesinin yolunu açmak. (Bu yönde yoğun baskılar artarak sürmektedir) 

• İstanbul Fener Kilisesi Başpapazını ‘Ekümenik’ ilan ettirip, Konstantinapol (İstanbul)’da bir Ortodoks Din Devleti kurulmasının önünü açmak. (Bu yöndeki baskılar yalnız AB’den değil ABD’den de gelmektedir.)

• Başta Dicle-Fırat nehirleri üzerindeki barajlar olmak üzere, Türkiye’deki tüm su kaynaklarının ve dağıtım şebekelerinin yönetim ve denetimini Türklerin elinden almak. (Gündeme girmek için sıra bekliyor).

• Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, yani Türk halkının malı olan tüm fabrikaları, işletmeleri, yer altı ve yer üstü madenlerini, bankaları, deniz ve hava limanlarını ‘özelleştirme’ adı altında yok pahasına Türklerin elinden almak. (Bu yönde önemli bir yol alınmıştır.)

• Türk Silahlı Kuvvetleri’nin etki ve yetkilerini en aza indirip, Türk ulusunun gözbebeği ordusunun yönetim ve denetimini Brüksel’e bağlamak. (Bu amaca ulaşabilmek için çok yoğun baskılar sürmektedir.)

• Türkiye Cumhuriyeti Anayasasındaki ‘Kayıtsız Şartsız Türk Milletine ait olan Egemenlik’ le ilgili, Madde 6, Madde 7, Madde 8, Madde 9, Madde 81 ve Madde 103’ün ya tamamen kaldırılmasını ya da değiştirilmesini sağlayarak, T.C. Ulus Devletinin egemenliğine son vermek. Egemenliği ve bağımsızlığı elinden alınmış olacak Türk Ulusunu, halklar topluluğuna dönüştürmek. (AB Projesinin kurnaz mimarları bu hedefi henüz tam açığa çıkarmamakta, diğer tüm hedeflere varıldıktan sonra bu amaçlarını ortaya koymayı planlamaktadırlar.)

Emperyalist AB Projesinin kurnaz ve kararlı mimarları, Türkiye’ye dönük yukarıda sıralanan hedeflere ulaşabilmek için, şu önemli başarıları elde etmişlerdir:

• Türk hükümetlerini yanlarına almışlardır.

• Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki milletvekillerinin tümünü yanlarına almışlardır. (Bugün T.B.M.M’ de AB karşıtı tek bir milletvekili bulunmamaktadır. Bu durum, AB Üye Ülkelerinden hiçbirinin parlamentosunda görülmeyen bir olgudur!)

• T.B.M.M’ de temsil edilen siyasi partilerin tümünü yanlarına almışlardır.

• Cumhurbaşkanlarının çok açık ve net desteklerini kazanmışlardır. 
• Hâlihazır Genelkurmay Başkanı, Genelkurmay 2.Başkanı ve bazı paşaların çok açık desteklerini kazanmışlardır.
• Sayıları bir elin parmakları kadar az olan yazarlarımız hariç, Medyanın tamamını yanlarına almışlardır.

TRUVA ATI-BEŞİNCİ KOL

Böylesi büyük bir desteği arkalarına almış olan Emperyalist AB Projesinin mimarları, yine de bir türlü rahat olamamışlar, Türkiye’deki hedeflerine hiçbir engel çıkmadan ulaşabilmek için başka türlü önlemler almanın de gerekliliğine inanmışlardır.

Peki, Türkiye’de elde ettikleri büyük desteğe rağmen AB’nin kurnaz ve deneyimli mimarları niçin bir türlü rahat olamamışlar, Türkiye’deki hedeflerine ulaşabilmede kuşkular taşımışlardır?

Çünkü AB’nin kurnaz ve deneyimli mimarları, Türk Kurtuluş Savaşı Tarihi’ni, bizim çoğu sözde aydınımızdan çok daha iyi okuyup incelemiş ve öğrenmişlerdir! 

Türklerin en ağır koşullarda bile bağımsızlıklarından vazgeçmeyen, teslim olmayan, ulusal onur ve şerefleri için ölüme gülerek giden, tanımı ve nedeni tam açıklanamayan bir direnme gücüne, formülü henüz bilinmeyen bir kimyaya sahip olduğunu görmüşlerdir. İşte bu doğru saptamayı yapan AB’nin kurnaz ve deneyimli mimarları, stratejilerini de buna göre uyarlamışlardır: Türkiye’yi ve Türkleri tam teslim alabilmek için, Türk vatanseverlerinin Ulus devletlerini savunma bilinci ve kararlığını yok etmek, teslimiyete karşı direnme gücünü yıkmak şarttır!

Peki, bu hedefe nasıl varılacaktı?

ABD’nin Türkiye’de kullandığı “Sivil Örümcek Ağı” ndan yararlanılacaktı!

Yani, Türkiye’deki Sivil Toplum Örgütleri ele geçirilecekti!

İşçi ve İşveren Sendikaları, Vakıflar, Meslek Odaları ve Derneklerin tümüne birden Sivil Toplum Örgütleri denilmekteydi. Kayıtlara göre Türkiye’de 152.369 Sivil Toplum Örgütü bulunmaktaydı. 

Stratejisini belirleyen AB’nin kurnaz ve deneyimli mimarları, propaganda ağlarını işte bu Sivil Toplum Örgütleri üzerinde örmeye başladılar. Para musluklarını açtılar. Kendi dümen sularına girecek Sivil Toplum Örgütlerine para dağıtmak için bir ‘gerekçe’ bulmakta gecikmediler: 

Sivil Toplum örgütlerine “proje bazında” para verilecekti. Artık ‘rüşvet’ sözcüğü kullanımdan kaldırılmış, yerine “proje bazında” deyimi yerleştirilmişti. Eskiden, bir yabancı ülkenin çıkarları için para karşılığı hizmet edenlere ‘ajan’ denilmekteydi. Küreselleşen dünyada, ‘ajan’ sözcüğü de sözlüklerden silindi. Artık ‘ajan’ yoktur, ‘proje bazında’ para alan Sivil Toplum Örgütleri vardır!

İşte sizlere bu yazımızın başında, adlarını sıraladığımız 315 Sivil Toplum Örgütü, AB’nin propaganda ağına düşmüş kuruluşlardır. Bu kuruluşlar, ‘proje bazında’ AB’nin hedeflerine dönük hizmetler vermektedirler.

Şu ünlü deyimi bilmeyen var mı: Parayı veren düdüğü çalar!

Parayı veren AB düdüğü çalmakta ve AB’den karşılıksız para alan Sivil Toplum Örgütleri de efendilerinin buyrukları doğrultusunda hizmetler vermektedirler!

Anadolu’da çok güzel bir söz söylenir: 

Gâvurun ekmeğini yiyen, gâvurun kılıcını çalar! AB’nin parasını yiyen örgütlerin de yine AB’nin kılcını sallayacakları çok açıktır.

Yine Anadolu’da söylenen güzel bir deyim şöyle der: 

Rüşvet kapıdan girince, iman bacadan çıkar! Bu deyimi günümüze uyarlayacak olursak, AB’den hibeler gelince, ulusal onur ve şeref bacadan çıkar!

Elbette, AB’den karşılıksız para alanlar türlü gerekçelerle kendilerini savunmaya kalkışacaklardır. Onlara şimdiden, yine güzel bir deyimimizle yanıt veriyorum: Parayı domuzun boynuna takmışlar da ‘Domuz Ağa’ diye çağırmışlar! Paraları hibe olarak gönderen AB, artık ‘Domuz Ağa’dır, ağanın hiçbir türüne karşı çıkılamaz!

Soğukkanlı ve mantıklı olarak şu soruları yanıtlayalım:

AB’den ‘proje bazında’ karşılıksız para alan Sivil Toplum Örgütleri, AB’nin yukarıda sıraladığımız hedeflerine ulaşmak için verdikleri ve vermeyi sürdürecekleri savaşımda, AB’ye karşı çıkabilirler mi? AB’ye karşı, Türkiye’nin çıkarlarını savunabilirler mi?

Artık fotoğraf netleşmiştir:

AB’den karşılıksız paralar alan örgütler, Anadolu’nun bağrına sürülmüş birer TRUVA ATI’dır!

AB’den karşılıksız para alan örgütler, Türk Ulusunun içine girmiş BEŞİNCİ KOL’dur!

Şimdi geldik en can alıcı soruya:

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en üst kurumlarının ve medyanın tam desteğini sağladıktan ve çok sayıda Sivil Toplum Örgütünü de buyruğu altına aldıktan sonra, AB’nin kurnaz ve deneyimli mimarları son amaçlarına ulaşabilecekler mi, daha açıkçası, Türkleri tam teslim alabilecekler mi?

Türklerin teslim olacağını sananlar, hala Türk’ün kimyasını anlayamamış olanlardır!

Bir kez daha kimya dersi vermeye hazırız!

Yılmaz Dikbaş/Araştırmacı-Yazar
12.11.2005, Antalya

Tel: 0242–243 43 01
Belgegeçer: 0242–243 11 75
Cep: 0532 233 31 52

E-Posta: dikbas@kalinka.com.tr 
Web-Sitesi: 

Bozulan Yemek Dökülmelidir! /Figen Özen

TBMM. Adı üstünde Türk milletinin,  Meclis’i… Ve duvarında göstermelik de olsa “Hakimiyet Kayıtsız, Şartsız Milletindir!”  yazmaktadır.
Meclis’in çatısı altında da milletin vekilleri görev yapmaktadır. Göreve başladıkları gün ise TBMM’de ve Türk milletin huzurunda yemin etmişlerdir.
Anayasa’ya göre, milletvekillerinin bu yemini etmeleri zorunludur.

''Devletin varlığı ve bağımsızlığını,  vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma;  hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasa’ya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.”
Ancak 550 milletvekilinin ettikleri yemine sadık kaldıkları şüphelidir. Mevcut Anayasa’ya göre “Anayasa’ya sadakatten ayrılmayacaklarına” namus ve şerefi üzerine ant içenler, küresel çetelerin, Öcalan’ın ve AB’nin talimatnameleri doğrultusunda Anayasa’yı değiştirme çalışmalarıyla, ilk önce bu yemini,  ayaklar altına almıştır.
TBMM’de milletin vekilleri tarafından onaylanan yasalar ise “milletin kayıtsız şartsız egemenliğini” yok edecek cinstendir.
Bu Meclis’te hukukun üstünlüğü, yargının bağımsızlığı yok edilmiş, kişiye özel yasalar çıkarılarak suçlular ve suç örgütleri koruma altına alınmıştır.
Gene aynı Meclis’in BDP Grup Salonu’nda konuşmalar Kürtçe yapılmakta ve Anayasa’nın değiştirilemez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez 3.Maddesi açıkça ihlal edilmektedir.
Bunların sayısını artırmak elbette mümkündür. Siyasi partilerin grup salonları gelen izleyiciler tarafından adeta bir orta oyunu sahnesine dönüştürülmüştür. “Yaşa, Var Ol, Gururumuzsun” çığlıkları ayyuka çıkmakta, Meclis saygınlığını yitirirken hiçbir yetkili bu duruma müdahale etmemektedir.
Ama son zamanlarda olan bazı çirkin olayların yanında, yukarıda saydıklarımızın esamisi dahi okunmamaktadır.
Bir vekilin diğerine hitabındaki en zarif(!) sözcük, “şerefsiz”dir. En galiz küfürler Meclis’in duvarlarında yankılanmaktadır.
Türk milletinin hakkını savunmayı unutanlar, tekme, tokat ve hatta yumrukla yek, diğerine saldırmakta sakınca görmemektedir. Suçluluk psikolojisi kişiyi elbette zorbalık ve şiddete yöneltir.
 İktidara mensup milletvekillerinin böylesine saldırgan oluşu, tükenmişliğin ifadesidir. Bir başka ülkede yolsuzluk iddiaları böylesine ayyuka çıksaydı, en azından hükümetin istifa etmesi gerekirdi.
Ancak Türkiye’de bunun tamamen tersi olmuştur. Aslında iktidar artık eski imajını yitirmiştir. Erdoğan’ın en sağlam kartı ekonomi çökmüş, 57. Hükümet’ten devir alınan kaynaklar tükenmiştir. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in itiraf ettiği gibi “Satacak hiçbir şey kalmamıştır.”
İç ve dış politika iflas etmiş,”Ağamsın, paşamsın” diye küresel çeteler tarafından sırtı sıvananlar bir kenara itilmiştir. Bölgesel liderlik iddiası ise çöpe atılmıştır.
Yürütme “YARGI”yı, göz altına almıştır.
17-25 Aralık soruşturmaları engellenmiş, Emniyet ve Yargı’da tasfiye operasyonu yapılmış, soruşturmada yer alan tüm görevliler yerlerinden alınmıştır.
Erdoğan yapılan bu operasyonu ise “Hükümete şer güçlerin(!) yaptığı bir darbe teşebbüsü” olarak nitelendirmiştir.
Daha dün can ciğer kuzu sarması oldukları, Diyarbakır’da PKK’nın uzantılarıyla birlikte halay çektikleri TUSİAD’ın yayımladığı bildiri iktidar için yolun sonunu işaret etmiştir. İş dünyası ve patronlar dünyası, para kaynaklarının tükendiğini görmüşlerdir. Sermaye de artık iktidarın tekelindedir.
Aslında bu bildiri ne halktan, ne emekten ne de Türk milletinden yanadır. Satır aralarında gizlenen şifreler  çözüldüğü takdirde, bu bildirinin buram, buram AB koktuğu görülecektir.
Erdoğan celâllenmiş, derhal kendisi gibi düşünmeyenleri “vatan haini” ilan etmiştir.
Yoksulluğa, yolsuzluğa, hukukun göz altına alınmasına, yönetilerek yönetilmeye karşı çıkmak, tam istiklalci ve anti-emperyalist, devrimci, Kemalist olmak vatan hainliğiyse ben de bir vatan hainiyim(!)
Ben “itaatse itaat, biatse biat, ölümüne arkasındayım.” demem. Sorgularım. Başkalarına çözüm nedir diye de sormam. Ders Kitabım Nutuk önümdedir. Fikir paylaşımında bulunur, ortak akılla hareket ederim. Bu yurttaşlık bilincinin gereğidir.
ALLAH Kuran-ı Kerim’de kullarına akıl ve fikir ihsan ettiğini söylemektedir. Aklını ve zekasını kullanmayı bilmeyenlerin, iyi ve kötüyü tefrik edemeyenlerin Meclis’te işi yoktur. İtaatçi ve biatçiler bu milletin  vekili olamazlar.
TBMM ne boks ringidir, ne de Romalıların gladyatörleri dövüştürdüğü arenadır. Meclis saygınlığını tamamen yitirmiş bu işin şirazesi kaçmıştır.
Var olan vekillerin asillerinden, Türk milletinden özür dilemesi de yeterli değildir. Bu Meclis kendini fesih etmelidir.
Hele, hele Devlet’in istihbarat teşkilatı MİT, Erdoğan’ın deyimiyle,  bir başka ülkenin bölücülerine TIR’larla silah, mühimmat gönderiyorsa ve Başbakan “Benim iznim olmadan savcı arama yapamaz.” diyorsa, şirazeyi tutan ip tamamen kopmuştur.
Görev vekillerin değil, asillerindir. Görev Türk milletinindir.
Bozulan yemek dökülmelidir.


26.01.2014
Figen Özen

25 Ocak 2014 Cumartesi

Faili Meçhuller: Neden ve Niçin? Ertuğrul KAZANCI – Eğitimci/Hukukçu



---------------------------------------------------------------------------------------------------------------   
       
 Kemalist ideoloji esaslarına bağlı; ilerici, toplumcu ve devrimci sistem yeniden inşa edilmelidir. Yoksa; harami ve canilerin verdiği acı ve sömürüler “bertaraf” edilemez. Her biri birer değer olan “Namus erbabı” da cesaretlerine karşın, “namussuz” düzenin saldırısından kurtulamaz.
---------------------------------------------------------------------------------------

     Günümüzdeki Türkiye’de hâlâ ortaya çıkarılmamış siyasal katliamların yıllara dayalı ağırlıkları vardır. İnsan hakları ihlâlleri ve “iade-i muhakemeler” gerektiren adil yargı özlemleri dile getirilmektedir. Sömürü ve yolsuzlukların diz boyuna çıktığı manzara da ortadadır.Kısacası; halka düşman bir düzen, aşılamamıştır.
    Kamuya zararlı totaliter payandalı liberalizm, her karışıklığa kol atar.“Bir lokma, bir hırka” tuzağını teşhir ederek haksızlıklara karşı dikilenler de çilelerden kurtulamazlar.İşte memleketimizin gerçeği budur.Eğer bir ülkede ideal devlet işleyişi yoksa cinayetlerden, talancılıklara kadar tüm kötülüklere gizemli şallar atılır. Gizemli şalların rüzgârı da kapitalizmin; tutucu, şoven, teokratik hurafe ve safsatalarıyla, yolsuzluklarından kuvvet alır.   
    Türkiye’de halk egemenliği esas alınarak kurulan Cumhuriyete duyulan saygınlık; saydamlığı yeğlemesi ve karanlık işleri dışlamasından ileri gelir. Türkiye Cumhuriyetini sadece halkın kendisi yönetmiştir.Devrimci felsefe, içli-dışlı “eşkıyayı” ulusumuzu ilgilendiren konulara yanaştırmamıştır. Rejim, örtülü eylemlerden “medet” ummamış, “devlet sırrı” safsatası ardına hiç gizlenmemiştir. Her şey apaçık yürütülerek suç ve ceza işleyişinde kamuoyu bilgilendirilmiştir.      
    Yergiler yöneltilen “Ebedi ve Milli Şef’ler” nitelemeli dönemlerde; ne toplumsal güvensizlik, ne faili meçhuller ve ne de hesabı sorulmamış talancılıklar vardır. Kalkınmayı amaçlamış demokratik bir ülkedeki insanların yaşamlarından çekilen fotoğraf ve filmlerinden mutluluklar yansımaktadır. Atatürk’ün deyişiyle: “Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran halk” yani ulus, gurur içindedir.
    “Kemalist” devlet işleyişine bir göz atınız. Hiçbir faili meçhul hâl, bir tek gizlide kalmış siyasal cinayet var mıdır?Bunun yanı sıra, devlet yönetimindeki yolsuzluk “şaibeleri” de  meçhulde kalmamış, üstleri kapatılmamıştır.
     Sonrası:
     Siyasal cinayetlerden yolsuzluklara kadar her türlü sorunun ülkemizin başına gülleler gibi yağmasındaki sorumluluk, 1950’ler sonrasınındır.Atatürk devrim ve ilkeleri, “Bizi yutmak isteyen kapitalizm ve bizi mahvetmek isteyen emperyalizmle” yer değiştirmiştir. İktidarlar; ayırımcı, çıkarcı ve ezici odaklara bağlıdır. “Tam bağımsızlık” ve halkçı-devletçi ekonomi terkedilmiştir.
      ABD’nin CIA, İngiltere’nin M16 örgütleri eliyle dünyada örgütlenen gizli kurumlar, Türkiye’de de konuşlanarak cirit atmaya başlamışlardır. Çünkü “dost ve müttefik” tanımlanan bir ülke, iktidarlar eliyle onlara kucak açmıştır. 1946 yılından bu tarafa 50’ den fazla devlette hükümet darbesi ve 25 dolayındaki ülkede işgal yapanlar, daima yeraltı örgütlerinin kaos organizesiyle yola çıkmışlardır. Ayrıca Türkiye, çokuluslu şirketlerin yağmaladığı açık pazar konumuna düşmüştür.
      Ülkelerdeki devrimci aydınlarla uğraşma işi, işte bu organizenindir.İlerici ve toplumcu her adım ve atılımın öncüleri hedef tahtası farz edilmiştir. “Mc Carthy” kafasıyla iş gören yerli ve yabancı silahlı köstebekler, devlete güveni sarsmışlardır.
     İnönü 1961-65 yıllarını kapsayan son Başbakanlığında, ABD finanslı ve karanlık işlevli Özel Harp Dairesini bütçe araştırmasıyla ortaya çıkarmıştır.Başbakan: “Bir talimat veriyorum.5 dakika sonra ABD Elçisi, bilgili olarak karşıma dikiliyor. Ben devleti böyle bırakmamıştım” derken, devletin geldiği durumu işaret etmektedir.”Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de o dünya içinde yerini bulur” yaklaşımındaki İnönü’nün, dış ve iç gerici-tutucu işbirlikçiler eliyle 1965’de güvenoyu alamayıp iktidardan düşürüldüğü de belleklerdedir.
   Derin yapılanmalar:
    Sonraki yıllarda işbirlikçi derin yapılanmalar yeniden güçlenmiştir. Faili meçhullerdeki; dış bağlamlı ve iç organizeli etmenlere zamanla akıl erdirilmiştir.Devleti eşkıya ile el ele tutuşturma politikalarına en yalın bir örnek “Susurluk” olayı değil midir? Nicesinin “devlet adına görevlendirildiği” öyküleri üst üste deşifre olmamış mıdır? 1974 yılında Başbakan Ecevit’in: “Özel daireyi, Org. Semih Sancar’dan duydum” demesi de ayrı bir ilginçliktir.    
    Devletin görev ve sorumluluğu; yurttaşın dirliğini koruyup, kollamaktır. Saygın bir siyasal iktidar, kamu düzenine kastedenleri arar,bulur ve cezalandırır.  Ama ülkemizde; İpekçi, Mumcu, Kışlalı, Aksoy, Üçok, Hablemitoğlu, Türkler, Dursun, Köksal,  Karafakioğlu, Okkan, Doğanay, Emeç, Öz, Cömert, Kutlar, Özkan ve diğerlerine ilişkin faili meçhuller aydınlanabilmiş midir? Eşref Bitlis konusu ne olmuştur? Cavit Orhan Tütengil’ in yargıdaki yitik dosyası nerededir?      
    Emperyalizmin bu ülke ve ulusun işlerine karışmasıyla birlikte başlayan süreçte, neden ilerici ve toplumcular sürekli hedeftir? Zindanlar ve cana kasteden saldırılar niye hep onların yaşamsal (tutarak halkçı-devrimci görüşler savunmanın onulmaz bedelleri karşılarındadır?
   Sonuç:        
   Kemalist ideoloji esaslarına bağlı; ilerici, toplumcu ve devrimci sistem yeniden inşa edilmelidir. Yoksa; harami ve canilerin verdiği acı ve sömürüler “bertaraf” edilemez. Her biri birer değer olan “Namus erbabı” da cesaretlerine karşın, “namussuz” düzenin saldırısından kurtulamaz.


  (Cumhuriyet Gazetesi: 24 Ocak 2014)   
     
    

22 Ocak 2014 Çarşamba

"Bilelim ki milli benliğini bulamayan milletler başka milletlerin avıdır.”




Bu fıkrada görülen/gösterilmek istenen Türk düşmanlığı ilk değildir. Mustafa Kemal Atatürk’ün de belirttiği üzere, “Türk Ulusu aleyhine yüzyıllardan beri hazırlanmış”  bir plan adım adım içerideki hainler ve “bizi yutmak isteyen emperyalizmin ve bizi yok etmek isteyen kapıtalizmin” kurnaz mimarlarınca sahneye sürülmesinin bir ürünüdür.
Lozan anlaşmasını bu güne kadar yok sayan Amerikan"ın Temsilciler Meclisi üyesi William UPSHAW 1927"de ağzından köpükler saçarak şöyle diyordu.
-"Lozan anlaşması, Timurlenk kadar hunhar, Korkunç İvan kadar sefih ve kafatasları piramidi üzerine oturan Cengiz Han kadar kepaze olan bir diktatörün, zekice yürüttüğü politikasının bir toplamıdır. Bu canavar savaştan bıkmış bir dünyaya, tüm uygar uluslara onursuzluk getiren bir anlaşmayı kabul ettirmiştir. Buna her yerde Türk Zaferi dediler! Dünya parlamentolarını bu anlaşmayı kabule ikna ettiler ve büyük sermaye grupları, ticaret erbabı ve bazı din temsilcileri bile Türkiye"yi uygar uluslar masasında, uluslar arası bir konuk durumuna yükselterek, Amerika"yı yüksek ülkülerinden uzaklaştırmada birleştiler. "
ABD öyle de İngiltere farlı bir tutum mu sergiliyordu. Türk köpeğini dövmek için her kırbaç mubahtır” diyen İngilizler, Türk düşmanı Hıristiyanlara ise hep iyi davranmışlardır.
… Amerika Cumhurbaşkanı Wilson “Türkler Avrupada çok uzun zaman kaldılar ve oradan tamamen temizlenmelidirler” diyordu.
Ama küresel çetenin mimarları kendi kimliklerinin de farkındaydılar. “Türklerin şimdi en çok savaşması gereken şey, cehâlet ve vatanlarını Avrupalı hırsızlardan korumaktır.
*- Sayfa No: 654- Belge No: 433- 28 Haziran 1919 (Amiral Webbten Sir R. Grahmana)
Emperyalist yağmacılar Anadolu dan Türkleri atmanın yollarını ararken, devşirme soyundan oluşan Osmanlı, Türkler konusunda yağmacıları aratmıyordu.

 Koçu Bey, 4. Murat'a sunduğu risalesinde (küçük kitap) Türkler hakkında  şunları yazıyordu:
"...mezhebi bilinmeyen şehir oğlanı, Türk, çingene, tatar, kurt, ecnebi,  laz, yörük, katırcı, deveci, hamal, ağdacı, yol kesen, yankesici ve diğer  çeşitli kimseler..."
 "Harem-i Hümayuna kanuna aykırı olarak Türk ve yörük, çingene, Yahudi,  dinsiz, mezhepsiz, nice kallaş ve ayyaş şehir oğlanları girer oldu."  Bu sözler yazılıp Türk olduğu söylenen Padişaha veriliyordu.( Çetin Yetkin, Türk Halkı... s.145.)
İstanbul alındıktan sonra, Osmanlı yönetiminde, devletin en yüksek yürütme organları Türk'e kapalı tutulmuş, devlet adamlarının yetiştirildiği  Enderun okullarına Türkler alınmamışlardır.  
İstanbul'un alınmasından 4. Murat'ın ölümüne dek geçen 187 yıl içinde,  devşirmelerden 66, Türk kökenlilerden de 10 kişinin sadrazamlığa atandığını, aynı dönemde devşirmelerin toplam 167 yıl, Türk kökenli sadrazamların da 17 yıl görev yaptığı” gerçeği, Türklere yaklaşımı  gösteren ayrı bir kanıttır. Padişahlar, yakın korumalarını da hep devşirme (kul-köle) olanlardan seçmişlerdir. “Hikmet Bayur”
Hırvat kökenli sadrazam Kuyucu Murat Paşa döneminde, 155 bin Türkmen doğranmış ya da diri diri kuyulara doldurulmuştur. Aman diyen insanlara Kuyucu'nun yanıtı, ''Vurun şu pis Türk'ün başını'' olmuştur. Cellatların bile öldürmeye kıyamadığı çocuğu atından inerek öldüren Kuyucu Murat, Osmanlı'nın yetkilisi, öldürülen çocukta Analodolu'nun evladıdır. Osmanlı Tarihçisi Naima Tarihin de Türkler için, ''Nadan (Kaba Türk), Etrak-ı bi idrak (Anlayış yoksunu Türk) ve hilekar Türk ifadelerini kullanmaktadır.
İç ve dış ihanet odaklarının işbirliği ile gelinen son nokta “yüzyıllarca hazırlanan  plan “Sevr” antlaşması oldu.
Mustafa Kemal Atatürk, yüzyıllarca hazırlanan Türk ü yok etme planını dünyaya örnek bir bağımsızlık savaşı ile yerle bir etmişti. Lozan görüşmeleri sırasında, içerideki türk olmayan soysuz artıklarının, küresel yağmacı çete ile işbirliği yapmasının amacını şöyle açıklıyordu.
“… Düşmanların bütün çalışması, barış esaslarının kararlaştırılacağı şu sıralarda memleketimizi dışarıda ve içeride güçsüz bir durumda bırakarak, istedikleri her şeyi kabul ettirmeyi amaçlıyor…” (24 Nisan 1920-TBMM)
Türk kimliğini Tarihe altın harflerle ve bir daha silinmeycek şekilde kazıyan Mustafa Kemal, Onuncu yıl nutkunda, yalnız Türk ulusuna değil dünyaya şöyle haykırıyordu.

Geçen zamana nispetle, daha çok çalışacağız, daha az zamanda, daha büyük işler başaracağız. Bunda da, muvaffak olacağımıza şüphem yoktur.
Çünkü, Türk milletinin, karakteri yüksektir; Türk milleti çalışkandır; Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti, millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü Türk milletinin, yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir.
Şunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin, tarihî bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtrî zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini ve millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek, millî ülkümüzdür.”( Cumhuriyetin 10.Yıl Nutku. (29.10.1933))
Ancak Onun bedensel varlığının aramızdan ayrılmasını fırsat bilen küresel yağmacılar ve işbirlikçileri öncelikle Atatürk ün yücelttiği Türk kimliğini, onurunu, karakterini aşağılayarak, milli bilincini yok etme çalışmalarına yöneldiler. Son sözü yine Mustafa Kemal Atatürk söylesin.
Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak evvela biz kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen, bütün iş ve hareketlerimizle gösterelim; bilelim ki milli benliğini bulamayan milletler başka milletlerin avıdır.”

Mahmut ÖZYÜREK
UED Isparta Şube Başkanı