16 Ocak 2014 Perşembe

28 Şubata giden yol. Unutmayalım, unutturmayalım... Hatırlamakta yarar var.




28 Şubata giden yol. Unutmayalım, unutturmayalım...
Hatırlamakta yarar var. 

Ertan ABALI   21 Ekim 2013


Nereden nereye nasıl gelindi. Aydınlığa koşarken ortaçağa nasıl dönüldü. Hayret etmemek elde değil. Nereden nereye nasıl gelindi... Lütfen sonuna kadar okuyunuz.
4 Şubat 1949 : İki "meczup" Meclis'te ezan okuyor.

15 Şubat 1949 : İlkokullarda isteğe bağlı olarak din dersleri okutulmaya başlanması öneriliyor.
1 Mart 1950 : CHP hükümeti, Tekke ve Türbelerin Kapatılmasına Dair 677 sayı yürürlükten kaldırıyor. Türk büyüklerine ait olanlar ve sanatsal değer taşıyanlar Milli Eğitim Bakanlığınca(!) halka açıldı. Açılan türbe sayısı ilk aşamada 19 idi.
12 Nisan 1950 : Mareşal Fevzi Çakmak için düzenlenen cenaze töreninde gericiler dini siyasete alet ederek gövde gösterisi yapıyor.
29 Mayıs 1950 : Başbakan Menderes, sadece "Millete mal olmuş inkılâplarımızı saklı tutacağız " diyerek irticaya ilk işareti veriyor.
16 Haziran 1950 : Ezanın Arapça okunması yasağı kaldırılıyor.
5 Temmuz 1950: Radyoda dini program yayınlama yasağı kaldırılıyor.
21 Ekim 1950 : Milli Eğitim Bakanlığı, okullarda din derslerinin zorunlu olmasına karar veriyor.
3 Aralık 1950 : Arap harfleriyle tedrisat yapmak için gizli ya da aleni dershane açanlar hakkında 23 Eylül 1931 günlü, 12073 sayılı kararnamedeki yasaklama
 kaldırılıyor. Böylece Kuran kursu ve imam hatip okullarına yeşil ışık yakılıyor.
1953 : Köy Enstitüleri, İlköğretmen Okulları'na dönüştürüldü.
1953 : Yasa değişikliği ile "Siyasi yayın ya da beyanlarda bulunmak, öğretim üyeliğinden çıkarılmaya neden olan bir suç" sayılmaya başladı.
1954 : 25 yılını dolduran öğretim üyelerinin emekliye ayrılmasını sağlayan yasa ile öğretim görevlilerini bakanlık emrine alan ya da görevden uzaklaştırmayı sağlayan yasa çıkarıldı.

1955 : Başbakan Menderes, DP Meclis grubunda arkadaşlarına şöyle sesleniyor: "Siz öyle güçlüsünüz ki, şu anda isterseniz Anayasa'yı bile değiştirebilir, hilafeti bile getirebilirsiniz. "

1956 : Menderes, Konya'da halka hitap ederken "Ortaokullara din dersleri konulacağını" açıklıyor.
13 Eylül 1956 : Ortaokul ders programlarına seçmeli din dersleri konuyor.

1957'de Başbakan Menderes, Ödemiş'te halka yaptığı konuşmasını bir kasaba imamı gibi bitiriyor: “Allah, münafıkların şerrinden hepimizi korusun."  Genel seçimler yaklaşınca hızını alamıyor ve seçmene şu vaatlerde bulunuyor: "İstanbul'u ikinci bir Mekke, Eyüp Sultan Camii'ni de ikinci bir kâbe yapacağız."

14 Şubat 1957 : Başbakan Menderes, Ankara'da Kocatepe Camii'nin yapımı için Cami Yaptırma Derneği 'ne 100.000 TL bağış yapıyor.

19 Mayıs 1957 : Kayseri 'de halka yaptığı açıklama Menderes, "DP'nin iktidarda olduğu yedi yıl içinde yeni 15.000 cami inşa edildiğini ve başta Süleymaniye olmak üzere 86 caminin onarıldığını, Süleymaniye'nin 500' üncü yıl dönümünü kutlamak için Müslümanların İstanbul 'a davet edileceğini " söylüyor.

1957 – 1958 : Liselere seçmeli din dersi kondu.

1959: Din dersleri öğretmeni yetiştirmek için Yüksek İslam Enstitüsü açıldı.

26 Haziran 1965 : Milli Eğitim bakanı Cihat Bilgehan, "İmam hatip okullarını bitirenlerin, ilkokul öğretmeni olabileceklerinin" müjdesini veriyor.

15 Nisan 1966 : Atatürk büst ve heykellerine karşı gericilerin saldırıları sürüyor.
31 Mayıs 1966 : Demirel, Kayseri'de halka yaptığı konuşma hedef saptırarak şunları söylüyor: "Bugün Türkiye'de gericiliğin yaşamasına uygun koşullar artık bulunmamaktadır.“

17 Mayıs 1967 : İmam hatip okullarını bitirenlere üniversitelere girme hakkı tanınıyor.

20 Ağustos 1967: İzmir 'de İslam Enstitüsü'nün temelleri Başbakan Süleyman Demirel tarafından atılıyor.

Aralık 1967 : Meclis'te iftar yemekleri verilmeye başlanıyor.

21 Şubat 1968 : Milli Eğitim Bakanı İlhami Ertem, "Hükümetimizin amacı her ilde bir imam hatip okulu açmaktır" diyor.

19 Şubat 1969 : Mehmet Şevki Eygi adlı emperyalizm fedaisi, ABD'nin 6. Filosu'nu protesto eden yurtsever gençler üzerine "ABD bizim kâbemiz, cihada hazır olun” sloganları ile dincileri saldırtıp o günün tarihlere "Kanlı Pazar " olarak geçmesini sağlamıştır.

1 Ekim 1969 : Seçimlere bir gün kala Adalet Partisi'nin kır'atlı Kuran dağıttığı haberleri basına yansıyor.

26 Ocak 1974 : Milli Selamet Partisi genel seçimlerden 48 milletvekili ile çıkıyor.
1974 – 1977 : Din kültürü ve ahlak dersi zorunlu kılındı.
1975-1976 : Bir yıl içinde 70 imam hatip okulu açılıyor.
1976-1977 : Bir yıl içinde 77 imam hatip okulu daha açılıyor.

1977-1978 : Açılan bu imam hatipler yetmemiş olacak ki bir yıl içinde 86 tane daha açılıyor. Bu üç yıl boyunca Başbakanlık koltuğunda Süleyman Demirel oturuyor.
21-25 Aralık 1978 : Kahramanmaraş 'ta meydana gelen olaylarda resmi 
Açıklamalara  göre 111 kişi yaşamını yitirmiş, yüzlerce kişi de yaralanmıştı….
Sol parti ve dernek binaları ateşe verilmiş, Müslümanlar cihada çağrılarak duvarlara "Allah için savaşa, Müslüman Türkiye" sloganları yazılmıştı. Buna karşın
Süleyman Demirel, şunları söylemişti : "Bana sağcılar, milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz"

12 Haziran 1979 : MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan şunları söylüyor: "Hafta tatili Cuma günü olmalı. Nikâhı müftüler kıymalı. Mekteplere Kuran dersi koymalı. Bu milletin mektep kitapları niye Allah adıyla başlamıyor? "

4 Temmuz 1980 : Çorum Katliamı gerçekleştiriliyor. 58 kişi katledilirken başbakan Demirel "Çorum'u bırakın Fatsa'ya bakın!" diyerek "solun kalesi" diye anılan Fatsa'yı hedef gösteriyordu.

22 Temmuz 1980 : Kemal Türker'in öldürülmesi.

7 Eylül 1980 : MSP'nin Konya'da düzenlediği mitingde yobazlar tarafından şu sloganlar atılıyordu : "Dinsiz devlet yıkılacak elbet…Şeriat gelecek… Laiklik dinsizliktir… Anayasa Kuran… Ya şeriat ya ölüm…  Cihada hazırız…"

12 Eylül 1980 : Amerika'nın fedailiğine soyunan, Amerikalıların "bizim çocuklar" (Our Boys) dedikleri generaller tarafından darbe yapılarak tüm siyasi parti ve dernekler kapatıldı. Demokrasi güçlerine karşı topyekun bir seferberlik başlatıldı. Dizginlerini koparan zor, zulüm ve işkence doruğa çıktı. Ülkenin aydınlanmacı birikim üzerinden silindir gibi geçildi. Bu satırların yazarı bile bundan payını alarak 92 gün işkence gördü. Ulusal birlik yerine dinsel birliği öne süren, ulus yerine ümmet anlayışını ön plana çıkaran, günlük konuşmalarını bile dinsel motiflerle süsleyen gerici 12 Eylül' ün darbesinin mimarı Kenan Evren, 10 Ağustos 1981 tarihinde Çanakkale'de yaptığı konuşmada "Muhterem din adamlarının elini öpeceğiz " diyordu.[1] "Gerçekte," der Machiavelli, "hiçbir ülkede olağandışı bir yasacı yoktur ki, Tanrı'ya başvurmuş olmasın; yoksa koyduğu yasaları kimse kabul etmezdi. Gerçekte bilge kişinin bildiği birçok yararlı bilgi vardır. Fakat aynı bilgilerde, başkalarını inandıracak ölçüde açık bir takım nedenler yoktur." [2] Darbe rejimi, 2842 sayılı yasayı 16.6.1983 tarihinde yürürlüğe koyarak bu yasanın 10. Maddesiyle İmam Hatip Lisesi mezunlarının yükseköğretim kurumlarına girmelerini sağladı. Bununla da yetinmeyerek, 1983 yılında 1739 sayılı yasanın 31. maddesinde yaptığı değişiklikle, cami imamı olarak yetişenlerin okullarda öğretmen olmalarına yasal dayanak hazırlandı.

12 Eylül'de gerçekleştirilen Amerikancı darbeden sonra İsmet İnönü 'nün oğlu veto edilerek seçimlere katılması engellenirken Nakşibendi tarikatının üyesi olan Turgut Özal'ın Çankaya 'ya kadar tırmanması sağlandı. Nitekim Özal 'ın, "12 Eylül olmasaydı iktidara gelemezdik" biçimindeki açıklaması 14.8.1987 tarihinde basına yansıdı. Mart 1987: Demirel, Öğretim Birliği Yasası'nın bir devrim yasası olduğunu ve değiştirilmesinin olanaksız olduğunu gözardı ederek şunları söylemiştir: "Siyasetin emrinde din değil, başka hakların kullanılmasına yaptığı gibi, siyaset dine hizmet edecek. Bunda yadırganacak bir şey yok…Tevhidi Tedrisat Kanunu bir semavi kitap değildir. Şayet Kuran kursları ve din eğitimi bu kanuna ters düşüyorsa, yanlış olan din eğitimi değildir. Tevhidi Tedrisat Kanunu'dur. …Laiklik çiğneniyor diye yapılan tartışmalar, bir yerde din ve vicdan hürriyetinin kullanılmasını baskı altına almaktır. "[3]

1989 : TCK'nın Türkiye 'de din devleti kurulmasını suç sayan 163. maddesi kaldırıldı. Bu maddenin kaldırılmasına karşı çıkan aydınlar birer birer öldürülmeye başlandı.

28 Aralık 1989 : Üniversitelerde türban serbest bırakıldı.
31 Ocak 1990 : Prof. Dr. Muammer Aksoy'un öldürülmesi.
7 Mart 1990 : Çetin Emeç'in öldürülmesi.
4 Eylül 1990 : Turan Dursun'un öldürülmesi.
6 Ekim 1990 : Prof. Dr. Bahriye Üçok'un öldürülmesi.
24 Ocak 1993 : Uğur Mumcu, "İmam-Subay " başlıklı yazısından iki gün sonra bir suikasta kurban gitti.

2 Temmuz 1993 : Sıvas 'ta her yıl geleneksel olarak düzenlenen Pir sultan Abdal Kültür Etkinlikleri' nin 3. gününde, Müslümanlar ortalığı kana buladı. Ülkemizin yetiştirdiği en değerli aydın, düşünür, bilim adamı, sanatçı ve edebiyatçılardan 37 kişi diri diri yakıldı. Çoğu çevre illerden gelerek Madımak Oteli' ni ateşe verenlerin attığı ortak sloganları şunlardı : "Zafer İslam'ın… Cumhuriyet Sıvas'ta kuruldu, Sıvas'ta yıkılacak! Şeriat gelecek zulüm bitecek…  Kahrolsun laiklik…"
27 Mart 1994 : Yerel seçimlerle RP'nin yükseliş ivmesi devam etti. 22 ildeki belediyelerin, Ankara ve İstanbul 'daki anakent belediyelerinin tüm olanakları RP'nin eline geçti. Bunlar, iktidar yolunda önemli kilometre taşları olacaktı. 
Erbakan, ”Refah iktidara gelecek. Sorun ne? Geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı? Kanlı mı olacak? Kansız mı? 60 milyon buna karar verecek" diyordu.
5 Nisan 1994 tarihli kararlarını ilan ederken "Son sosyalist devleti de yıktık" sözleriyle Kemalizm’in sosyal devlet alanında sağladığı cılız da olsa kazanımları
 kastediyordu.
10 Kasım 1994 : Anıtkabir'de Atatürk' e çirkin bir saldırı yapıldı. Saldırgan, "Taşlara, kemiklere secde etmeyin. Taşlar sizi kurtaramaz. Kur'ana davet ediyorum." diye slogan attı.

11 Ocak 1995 : Onat Kutlar'ın öldürülmesi.

9 Ocak 1996 : Metin Göktepe'nin öldürülmesi.
3 Kasım 1996 : Susurluk'ta meydana gelen bir trafik kazasında mafya, siyasetçi, polis ilişkileri açığa çıktı. Başbakan Erbakan 'fasa fiso' dedi, Adalet Bakanı Şevket Kazan ise, aydınlık için bir dakika karanlık toplumsal eylemi için "Mumsöndü oynuyorlar" dedi.
1997 : Refah Partili Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız, "Laiklere şeriat enjekte edilecek" diyordu.

11 Ocak 1997 : Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan, Başbakanlık Konutunda tarikat liderleri ve şeyhlere iftar yemeği verdi. 

1997 : Şevket Yılmaz : "Allah'ın size soracağı soru şöyle : Küfür düzeninde İslam Devleti olsun diye niye çalışmadın?"

Hasan Hüseyin Ceylan : "Bu vatan bizimdir, rejim bizim değildir kardeşlerim. Rejim ve Kemalizm başkalarınındır. Türkiye yıkılacak beyler!"

Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe : "Bu törenlere içim kanağlayarak katılıyorum. Bu düzen değişmeli. Bekledik, biraz daha bekleyeceğiz. Gün ola harman ola. Müslümanlar içlerindeki hırsı, kini eksik etmesin."

Şanlıurfa Belediye Başkanı H. İbrahim Çelik : "Ben kan dökülmesini istiyorum. Demokrasi böyle gelecek, fıstık gibi olacak." 
diyorlardı.

Ve Nihayet Şubat 1997 : … Özal'ın halefi olan Başbakan Necmettin Erbakan, Başbakanlık Konutu’nda verdiği iftar yemeğine Türkiye'nin en ünlü din baronlarını davet ederek, toplumsal gerilimi tırmandırdı.

Laikliliğin tanımı bile değiştirilerek, "Laiklik, din özgürlüğüdür", "Din ise birleştirici ve lâzımdır" denilmeye başlandı. 

Eğitim yoluyla bu ülkede, "İktidar olursak, içkinin içilip içilmeyeceğini referanduma götürürüz" diyen Tayyip Erdoğan gibi şeriat özlemcisi kafalar yetiştirildi. Bu kafa sahipleri, iktidar olup cesaret ettikleri takdirde çarşafı, Arap alfabesini, dört kadın ile evlenmeyi de referanduma götüreceklerinden, bir yandan uluslararası yeşil sermaye gücü, öte yandan da din istismarı yoluyla bunu topluma kabul ettirip uygulayacaklarından, artık hiç kuşkumuz kalmadı.
21 Ekim 1999 : Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı 'nın öldürülmesi.
18 Aralık 2002 : Prof Dr. Necib Hablemitoğlu 'nun öldürülmesi.
Şimdi ise Sevr kapımızın eşiğinden sırıtıyor
-------------------Ertan ABALI   21 Ekim 2013

TÜRK HUKUK KURUMU KAMUOYUNA DUYURU



TÜRK HUKUK KURUMU
KAMUOYUNA DUYURU
Eğer, bir ülkede
Yasama’nın denetim yolları tıkanmış, etkisiz ve güçsüz kılınmışsa;
Yürütme’de saydamlığa yer verilmemişse;
Yargı’nın bağımsızlığı ve yansızlığı yok edilmiş ve medya, sahiplerinin ekonomik çıkarlarının sözcüsü haline getirilmiş, siyasi iktidarın yandaşı olarak işlevinden uzaklaştırılmışsa; eş, dost, akraba, yandaş ve partili kayırarak zengin etme yolu olan nepotizm iktidar politikası yapılmışsa bu uygun ortamda yolsuzluklar kaçınılmaz olur.
Eğer, o ülkede, erkler ayrılığına uyulmaz, güç tek adamın elinde toplanır özellikle Yargı Yürütme’nin etkisine terk edilir, Sayıştay ve teftiş kurullarının yetkileri kısıtlanır ve toplumun bilgilenme ve tepki gösterme hakkı zedelenirse, yolsuzluklarla mücadele etme olanağı da yoktur.
Ülkemiz, 17 Aralık’tan bu yana büyük yolsuzluk iddiaları ve Yargının soruşturma çabalarına iktidarın direnmesi örnekleriyle karşı karşıyadır. Siyaset, ticaret ve bürokrasi üçgeninin yolsuzluklar konusunda ulaştığı zirvenin, Cumhuriyet tarihinde bir benzeri yoktur. Rüşvet ve rüşvete aracı olmak, ihaleye fesat karıştırma ve karapara aklama suçlarının şüphelileri, bir kısım Bakanlar, yakınları, bürokratlar ve ticaret adamlarıdır.
Soruşturmanın sağlıklı yapılması halinde nereye ve kimlere değineceği belirsizdir. Siyasi iktidarın soruşturmanın başlangıcından itibaren sergilediği tutum ve davranış ise hayal ve umut kırıcı olduğu gibi, son dönemlerdeki soruşturma ve kovuşturmaların şaibeli haline haklılık kazandırmaktadır.
Özellikle,
I Soruşturma evresindeki usul işlemlerinin gizliliği ve masumiyet ilkeleri ihlal edilmiştir.
II Oğlu rüşvete aracı olmakla suçlanan İçişleri Bakanı’nın aldığı talimatla soruşturmaya yardımcı olan adli kolluk görevlilerinin yerlerinin değiştirilmesi yargıya açık bir müdahaledir.
III Soruşturmanın başlamasından sonra Adli Kolluk Yönetmeliği’nin değiştirilmesi, Anayasanın 2 nci, 9 ncu ve 138 nci maddeleri bir yana CMK nun 157 nci, 160 ncı, 161 nci, 164 ncü ve 167 nci maddelerine kesinlikle aykırıdır.
IV Başka bir yolsuzluk soruşturmasına, kendisine verilen yetkiyle başlayan Cumhuriyet Savcısının talimatlarının ve talep ederek aldığı hakim kararlarının, Başsavcılıkla ilişkileri bahane edilerek kolluk tarafından yerine getirilmemesi olayın vahametini daha da arttırmaktadır.
Kolluk, bu gücünü ve yargının üstüne çıkma cüretini siyasi iktidardan almaktadır. Anayasanın ve CMK nun 157 nci, 161 nci, 164 ncü maddeleri ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu’nun 12 nci maddesinin üzerine çıkan bu sonuçla artık Türkiye “Hukuk Devleti” bir yana; “Kanun Devleti” de değil sadece bir “Polis Devleti” dir.
Yargıya olması gereken ve sarsılan güven ve inancın yeniden sağlanması için yargının herhangi bir hesaplaşmaya konu ve araç edilmemesi önkoşuldur.
Türk milleti, yolsuzluklarla birlikte yaşamaya layık ve mahkûm değildir. Devletin çatırdayan temelini kurtaracak, yeniden hukuk devletini ve yargının bağımsızlığını
sağlayacak olan, milletimizin vereceği karardır.
Kamuoyunun bilgisine saygıyla sunarız. 28.12.2013

Türk Hukuk Kurumu Yönetim Kurulu adına
Başkan
Sabih Kanadoğlu

15 Ocak 2014 Çarşamba

Sözcü Gazetesini şiddetle kınıyor ve Türk Halkından özür dilemeye davet ediyoruz



  Sayı   :2014/05
  Konu: Sözcü Gazetesini şiddetle kınıyor ve Türk Halkından Özür dilemeye davet ediyoruz                                                15.01.2014
  Kod: 32.011.159
BASIN AÇIKLAMASI
Ölen, Ruhuna Fatiha Okunacak olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti Değil Çürümüş AKP İktidarıdır.
15 Ocak 2014 Günlü “ Sözcü” gazetesinin “ACI KAYBIMIZ”, “DEVLETİ KAYBETTİK” manşeti ile verdiği tam sayfa ilanı tümüyle reddediyoruz. Çürümüş, fiilen yıkılmış olan AKP iktidarına can suyu vererek, meşru ve güçlü göstermek, sözcü Gazetesinin değil, AKP'yi iktidara taşıyan Egemen güçlerin ve onların avukatlığına soyunan, satılmış işbirlikçi medyanın görevidir.  Mustafa Kemal Atatürk ün öncülüğünde ve Türk ulusunun Kanla irfanla kurduğu Türk Devleti’nin BOP eşbaşkanlarınca ve bir avuç işbirlikçi güruh tarafından yıkıldığını ileri sürmek, en basit anlatımıyla “Bizi yok etmek isteyen emperyalizme ve bizi yutmak isteyen kapitalizme” uşaklıktır.  
Türkiye Cumhuriyeti’nin “Ruhuna Fatiha” okunduğunu yazıp söylemek, 2013 Haziran direnişinde, 19 Mayıslarda, 29 Ekimlerde, 10 Kasımlarda AKP faşizmine karşı ayağa kalkan milyonlara, bu uğurda can veren devrim şehitlerine karşı yapılmış büyük bir değerbilmezlik, daha ötesi “Gaflet, Dalalet ve ihanettir”. AKP rejiminin halk düşmanı, dinci, sermaye yanlısı ve işbirlikçi karakterini yüceltmektir.
Sözcü Gazetesinin bu çarpık anlayışına en güzel yanıtı Mustafa Kemal Atatürk vermektedir. “Mazinin kararsız, çürümüş zihniyeti ölmüştür. Bütün dünya bilmelidir ki, Türk milleti hakkını, haysiyetini, şerefini tanıtmağa kadirdir. Türk vatanının bir karış toprağı için bütün millet bir vücut olarak ayağa kalkar. Haysiyetinin bir zerresine, vatanın bir avuç toprağına vuku bulacak tecavüzün bütün mevcudiyetine vurulmuş darbe olacağını artık Türk milletinin fark etmediğini sanmak hatadır.”
Bu nedenle Sözcü Gazetesini şiddetle kınıyor ve Türk Halkından özür dilemeye davet ediyoruz.
YÖNETİM KURULU ADINA:                                                                                                           Mahmut ÖZYÜREK       
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI