Türk Milleti! Kendi iradeni, kendi vicdanının eğilimini yerine getirmek,
uygulamak istiyorsan, egemenliğini mutlaka kendi elinde tut.
Geçmişte başına hangi felaket gelmişse, kendi talihini ve geleceğini
hep başka birinin eline bırakmandan gelmiştir.
İrade ve egemenliğinden vazgeçen bir ulusun sonu
musibettir, felakettir.
Mustafa Kemal Atatürk
Çoğu
kişinin sandığı gibi Atatürkçülük “Laiklik”ten ibaret değildir.
Atatürkçülüğün bugün gerilemiş görünmesinin belki de birinci sebebi bu
sakat anlayıştır. Bana göre Atatürkçülük, bir bütün teşkil eden,
birbirini destekleyip açıklayan, çağdaş ve evrensel 10 ilkeden oluşur: Bilimcilik,
Ahlakçılık, Devrimcilik, Laiklik, Milli Egemenlik, Tam Bağımsızlık,
Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik.En iyi
Atatürkçü bu on ilkeyi en ince ayrıntısına kadar bilen, aralarındaki
ilişkileri görebilen, uygulayan ve öğretebilen kişidir. Bir Atatürkçünün
baş hedefi de böyle yüksek bir mertebeye erişmek olmalıdır; eğitim
görerek, kendini yetiştirerek, o yüce yolda emek vererek, pişip
kavrularak...
Bu
yazımda Atatürkçülük Öğretisi’nin Milli Egemenlik ilkesi üzerinde
duracağım. Bazı sorular soracak, aynı öğreti çerçevesinde kalarak,
kendimce yanıtlarını vereceğim. Okuma düşünerek olursa verimli olur.
Öyleyse küçük bir tavsiye size: Soruları okuduktan sonra hemen yanıtlara
geçmeyip tahminde bulunun, kendi kendinizi deneyin. Doğru yanıt
verebilenler –benim anlayışıma göre- en iyi Atatürkçülerdendir ya da “en
iyi Atatürkçü” olma yolundadır.
SORU 1: MİLLİ EGEMENLİĞİN KAYNAĞI NEDİR? MİLLÎ EGEMENLİK NASIL TANIMLANIR?
Egemenlik
önce çokluktan kaynaklanır; büyüklükten, çeşitlilikten doğar. Tek bir
insanın gücüyle, 10 kişinin, 100 kişinin gücü bir midir? Ya bir
milletin, örneğin 70 milyonluk Türk Milleti’nin gücü?... Sayıca insan
çokluğu, büyük coğrafya, geniş ve çeşitli doğal kaynaklar, güçlü bir
ekonomi, örgütlenme ve dayanışma, kültür birikimleri, düşünce ve duygu
hazineleri… Bütün bunlar bir araya gelerek muazzam boyutlarda maddî ve
manevî bir güce hayat verirler ki bu kuvvete “Millî Egemenlik” adı
verilir.
Atatürk’ün bir tanımı şöyledir: İnsanlar
zorunlu olarak toplumsal yeteneğe sahip, birlikte yaşama ihtiyacında
olan yaratıklardır. Dolayısıyla birlikte yaşayan insanlar bir toplum
teşkil eder. O toplumu oluşturan bireylerin kuvvetleri bir araya
gelebilir. İşte irade, egemenlik denilen kuvvet, bu son kuvvetten
ibarettir. Bu kuvvet toplumun kuvvetidir ve toplumu oluşturan her
bireyin ayrı ayrı kuvvetinden üstündür. Belki bu ifademden söz konusu
kuvvetlerin maddî bir şey olacağı zannedilir. Kuvvetleri toplayarak bir
bileşke bulmuş oldum. Evet, isterseniz maddî kabul edin, fakat bu
maddiliğin içinde manevî bir kuvvet vardır.
SORU 2: TÜRKİYE’DE MİLLÎ EGEMENLİĞİN “BÖLÜNMEZLİK VE DEVREDİLMEZLİK” NİTELİKLERİNE GEREKEN ÖZEN GÖSTERİLİYOR MU?
Hayır, gösterilmiyor. Bu ağır ihmale iki örnek verebilirim:
-Türkiye’de
gerçek demokrasi yok, “lider demokrasisi” var. Seçim sandığı
sonuçlarına göre bir parti Millî Egemenliği Millî İrade’ye uygun olarak
kullanmakla görevlendirilmesine rağmen, uygulamada egemenlik bir grubun
veya tek bir şahsın eline geçiyor. Başka bir deyişle TBMM’nde iktidar
çoğunluğu esas itibariyle milletin değil, liderin emrine giriyor. Lider
ne derse buyruk mahiyetindedir, derhal, olduğu gibi yasalaştırılıyor.
Hükümet de onun emrindedir. Tartışma, itiraz, öneri yoktur. Dolayısıyla
egemenlik fiilen tek bir şahsa devredilmiş oluyor.
-TBMM,
kimi yasama yetkilerini -üyesi bile olmadığı- Avrupa Birliği
organlarına devretmiştir. Bu olgu Millî Egemenliğin, millet dışında
başka bir güç odağıyla paylaşılması, egemenliğin kısmen de olsa o odağa
devredilmesi anlamına gelmektedir.
SORU 3: MİLLİ İRADE İLE MİLLÎ EGEMENLİK NEDEN BİR ARADA OLMALIDIR?
Millî
İrade ile Millî Egemenlik yapışık kardeşler gibidir. Hep bir arada
olmalıdırlar, çünkü Millî Egemenlik kendi elinde olmazsa, millet; kendi
iradesini uygulayamaz, gerçekleştiremez, kendi istek ve ihtiyaçlarını
fiilen karşılayamaz. Eğer durum bu ise, o muazzam güç, Millî Egemenlik;
kısmen ya da tamamen başkalarının eline geçmiş demektir; onların
iradesi, talepleri, onların refahı hizmetinde kullanılıyor demektir.
Başka bir deyişle rejimin, demokrasinin tahrip olması demektir.
Bir
örnek vereyim: Diyelim ki, bir elma ağacının altındasınız, uzanıp bir
elma koparmak, yemek istediniz. Eğer gücünüz, yetkiniz varsa uzanır,
elmayı koparır, yersiniz. İradenizi bir istek olmaktan çıkarır, somut
bir olaya çevirirsiniz. Çünkü iradeniz kuvvetinizle destekleniyor; irade
ve güç, ikisi bir araya gelmiştir. Buna karşılık gücünüz, yetkiniz
yoksa sadece bakmakla yetinirsiniz, iradenizi hayata geçiremezsiniz;
arzunuz, hevesiniz içinizde kalır, somut bir realiteye dönüşemez. Çünkü
iradeniz bir güçle, kuvvetle, egemenlikle desteklenmiyor; İrade ve
egemenlik bir araya gelememiştir.
İşte
bir millet için de bu böyledir: Örneğin, milletin madenleri var, onları
kendi çıkarı yönünde kullanmak, işletmek istiyor; bu istek Millî
İrade’dir. Ancak işletemiyor, neden? Çünkü bu isteğini gerçekleştirmek
için güç, kuvvet gerekli; kendisi lehine iş yapacak yasama erki
(Meclis), icra erki (hükümet) gerekli… İşte bunlar yok…, madenleri
yabancılar işletiyor. Çünkü egemenliğini geçici olarak emanet ettiği
Meclis yasaları yabancıların lehine çıkarmış, hükümet, devlet teşkilatı
da onların lehine iş yapıyor. Milletle ilgisi olmayan bir takım odaklar;
büyük gücü, Milli Egemenliği, belirli yöntemlerle kendi lehlerine iş
yapar hale getirmişler.
SORU 4: MİLLİ EGEMENLİKLE BİLİM İLKESİ ARASINDA NASIL BİR İLİŞKİ VARDIR?
Atatürkçülük;
bütün ilkeleri için söz konusu olduğu gibi, Ulusal Egemenlik İlkesi ile
Bilim İlkesi’ni birlikte düşünür. Esas olan, bunların birbiriyle uyumlu
bir şekilde gerçekleşmesidir. Ancak gerçekler, dolayısıyla bilim ilkesi
önceliklidir. Sonuç olarak Milli İrade bilimsel gerçeklere aykırı
olamaz, olmamalıdır. Ulusal egemenlik de aynı şekilde bilimsel
gerçeklere aykırı iş yapamaz, yapmamalıdır. Bu uyum halkın, onun
temsilcilerinin ve yöneticilerin çağdaş anlayış ve yöntemlerle eğitilip
yetiştirilmesi ile sağlanır.
Şu
da var ki uygulanacak bilimsel gerçekler de ahlak ilkesi ile ters
düşmemelidir. Düşerse, öncelik ahlaktadır, ona göre yumuşatılır, yeniden
şekil verilir. Uzun dönemde bütün mücadele, aykırılığın giderilmesi
yönünde olacaktır.
SORU 5: EGEMENLİK MİLLETİMİZİN ELİNDEN HİÇ ALINMIŞ MIDIR?
Alınmıştır,
tarihte hemen hep böyle olmuştur. Örneğin, Osmanlı Hanedanı Anadolu’da
yaşayan toplulukları zor kullanarak sultası altına almış, bu
egemenliğini 700 yıl boyuca sürdürmüştür. Tarih aynı davranışın, diğer
topluluklarla ilgili olarak sayısız örnekleriyle doludur. Tarihte bir
sürü despot; toplulukların, kavimlerin egemenliklerini zorla gasp edip o
muazzam gücü kendi iradeleri hizmetinde, kendi keyif ve gönençleri için
kullanmışlardır. Günümüzde Amerika’nın Afganistan’da, Irak’ta yaptığı
da budur. Amerika bugünkü Türkiye’de de farklı yollardan, Millî
Egemenliğin, kendi lehine, küresel Amerikan şirketlerinin lehine
kullanılmasını sağlamış bulunuyor.
Egemenliğin
ülke içinde gaspı ise, dolaylı yollardan gerçekleştiriliyor. Örneğin,
yurttaşın seçimlerde oyunu kullanmış olması demokrasi için yeterli
sayılmaktadır ki bu doğru değildir. Bundan başka bir takım ahlak dışı
yöntemlerle yurttaşların hakikî tercihi de, kendi aleyhlerine
saptırılmaktadır.
SORU 6: MİLLET MECLİSİ MİLLİ EGEMENLİĞİ GEREĞİNCE KULLANMAKTA MIDIR?
Bugün
Türkiye’de Millet Meclisi’nin, Millî Egemenliği kullanma yetkisini
gereğince yerine getirdiğini söyleyemeyiz. Bunun önde gelen bir sebebi,
Türkiye’de “lider demokrasisi”nin geçerli olmasıdır. Bilindiği gibi
parti disiplini denilen bir uygulama var, ayrıca milletvekili adayları
lider tarafından belirleniyor. Milletvekilleri bu iki baskının etkisiyle
düşündüklerini serbestçe ifade edemiyor, oylarını serbestçe
kullanamıyorlar. Lider sultası sorununa yukarda değindim.
SORU 7: TÜRKİYE’DE MİLLÎ EGEMENLİK GERÇEKTEN TÜRK MİLLETİNE Mİ AİTTİR?
Türkiye’de
egemenlik gerçekten milletimize ait olsaydı, milletvekilleri yalnızca
milletin eğilimleri, arzuları yönünde hareket eder, oy kullanırlardı.
Hükümet her işinde Türk milletinin isteklerini göz önüne alır, yalnızca
onun gerçek sorunlarını çözmek için çaba gösterirdi. Türkiye’de önde
gelen tartışma konusu, başlıca ölçü de bu olurdu.
Örneğin
bir hükümet, halkın arzu ve eğilimlerini ne ölçüde yerine getirmiştir,
hep bunun tartışması yapılırdı. Halk öncelikle hangi sorunlarının
çözülmesini istiyor, hep bu konuşulurdu. Bu konulara yönelik
araştırmalar yapılır, yöntemler geliştirilirdi. Bugün Türkiye’de hemen
bütün kamuoyu yoklamalarında halkın başta gelen sorunları arasında
yoksulluk, işsizlik, eğitim, sağlık hizmeti, sosyal güvence, yolsuzluk,
ülke bütünlüğü gibi sorunlar yer alıyor. Siz hiç hükümetlerin Meclis’den
aldığı yetkiyi bu istikametlerde kullandığını, hep bu sorunları gündeme
taşıdığını gördünüz mü? Ama bir dış gücün, Amerika’nın sorunları
yıllardır gündemimizde… Hükümet ABD’nin Ortadoğu’daki emperyalist
hedeflerinin gerçekleşmesi derdinde!...
Demek ki Türkiye’de Millî Egemenlik kullanılırken, Millî İrade hesaba katılmıyor.
Böylece sorumuzun yanıtına da ulaşmış oluyoruz:
Türkiye’de Milli Egemenlik gerçekten Türk Milletine ait değildir.
Öyleyse, rejim de demokrasi değildir.
Prof. Dr. Cihan DURA
2 Eylül 2013