7 Nisan 2013 Pazar

ATATÜRKSÜZ BİR KEMALİZM VE “MERKEZ PARTİ” ARAYIŞLARI



Vaziyeti muhakeme ederken ve tedbir düşünürken; acı olsa da, gerçeği görmekten bir an geri kalmamak lazımdır. Kendimizi ve birbirimizi aldatmak için lüzum ve mecburiyet yoktur.” K. Atatürk
Atatürkçü Düşünce Derneğinin “ Kuruluş nedeni”  Tüzükte şöyle bir girişle başlıyor.  ..Atatürk;  Sadece "bağımsızlığı tümüyle tehlikeye düşmüş Türk Ulusunu ve yurdunu emperyalist güçlerin işgalinden kurtaran bir büyük asker "değildir.  O, bunun çok daha ötesinde, örneğin siyasal, kültürel ve ekonomik alanlar başta olmak üzere, her alanda bağımsızlığımızı yok edici ya da kısıtlayıcı olumsuz bağları koparan;  Ulusal egemenliği gerçekleştirerek Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran,…”
Buradan da anlaşıldığına göre;  Kemalizm, ilk önce ve her şeyden önce Emperyalizme karşı ve onunla savaşarak doğmuş, tam bağımsızlıkçı bir dünya görüşünün adıdır.
Eğer bu tanımla devam edersek, Atatürkçü Düşünce Derneği, Antiemperyalist bilinçle donatılmış, tam bağımsızlıkçı bir örgütlenmenin adıdır.
 Araştırmacı yazarlarımızdan Sn. Metin Aydoğan Kemalizm’in Antiemperyalist bilincini şöyle açıklıyor. “Kemalizm’deki anti-emperyalist bilinç, sosyal içeriklidir ve yüksek düzeylidir. Irkçılıkla bezenmiş yabancı düşmanlığından uzaktır. Ülke savunmasıyla sınırlı değildir. Ulusçu ve toplumcu temeller üzerinde yükselir. Evrensel boyutludur. Anti-emperyalist eyleme ve bilimsel araştırmaya dayanır.”(s.717)
1990 lı yılların başında Sosyalist sistemin çöküşü, Kapitalist sistemin öncü gücü ABD ve Batılı Emperyalistlerin,  dünya egemenliği önündeki en büyük engelin ortadan kalkması anlamına geliyordu.  Bu nedenle, bu tarihten sonradır ki mazlum milletlerin bağımsızlıkçı mücadelelerine ve ideolojilerine karşı amansız bir saldırı başlatıldı. Emperyalizmin ideologlarına göre "Yeni Dünya Düzeni” ve “küreselleşme” olgusu     “tarihin sonu” dur.  Artık liberalizm, yani kapitalizm, evrensel bir sistem olarak sonsuza dek dünyanın kaderini belirleyecektir.
Bu yayılmacı propagandanın ülkemiz üzerindeki yıkıcı etkisi, dünyanın diğer mazlum milletlerden daha fazla oldu. Çünkü “tarihin sonu” gelmişse özünde antiemperyalizm demek olan, Kemalizm’in de sonu geldi demektir.
Bu propagandanın etkisi altında, Kemalizm’in içini boşaltmaya kalkışanlar yalnız numaralı cumhuriyetçiler olsaydı sorun belki daha kısa sürede çözümlenebilirdi.
ABD ya da AB ülkesi pasaportu taşıyan devşirme sömürge aydınları ve Türkiye Cumhuriyeti kimlikli yabancı ajanlar, deşifre edilmemiş masonlar, Maaşını “Büyük Locadan”, ya da Pensilvanya’dan alan, medyanın köşe başlarını tutmuş keskin kalemler, kendilerini Kemalist mücadeleye değil de, birtakım makamlar ya da etiketler elde etme hayaline kapılanlar, Milyon dolarlarla gazetecilik yapanlar, Atatürkçülüğünü, arada bir anımsayan, emekli olduktan yapılacak bir “hobi” olarak görenler,  “Atatürksüz bir Kemalizm” yaratarak Atatürkçü Düşünce Derneğinin içine çöreklendiler.  
Bu işgüzar ekip, Antiemperyalizmden, devrimci, halkçı, devletçi özünden kopartılmış, Batıcı bir laikliği önceliğine koyan, 10 Kasımlarda, 29 Ekimlerde Anıtkabir’e koşan, Balolar, şenlikler, konserler düzenleyen, Anadolu’yu, sokakları, meydanları,  değil, lüks salonları kendilerine çalışma alanı olarak belirleyen, Batı ile bütünleşmiş iktidarların keyfini kaçırmayacak eylemlerle yüz binlerin gazını alan bir örgüte dönüştürüldü Atatürkçülük ve Atatürkçü Düşünce Derneği.
Senaryo yazarları tarafından ciddiyetle kurgulanan, Sistemin, sınırları içerisine hapsedilmiş, sistem tarafından denetim altına alınmış, “yeni Kemalizm” adı verilen Atatürkçülük anlayışı Kemalizm’e son darbeyi vurma operasyonudur. Eğer kitlesel bir körlük ve akıl tutulmasına uğratılmış değilsek,  operasyonun aktörlerini tanımak hiç de zor değildir.
Onlar; asla bir şeyler kaybetmeyi göze alamayan, çünkü kaybedecek şeylerinin çok olduğunu bilenlerdir.  Oysa mücadele bir şeyleri kaybetmeyi göze almadan yapılamaz!
Onlar; Atatürkçülüğü, kermeslere ve Tatlısu mitinglerine, salonlarda balo ve kokteyllere hapsedenlerdir.
Onlar, Aşırı dinci olmayan herkesin kendisini ‘laik’ olarak tanımladığı bir ortamda, yalnızca “laikliğe sahip çıkıyor” diyerek, Türk düşmanı masonları, misyonerleri ve hatta bölücüleri bile “Atatürkçü” olarak kabul edenlerdir.
Onlar; Davayı bugün için sahiplenmiş görünerek, Kemalist felsefeyi hobi malzemesi olarak gören ve edilgenleştirenlerdir.
Atatürkçü Düşünce Derneğinden beklenen,   Davaya inanmış ‘Kemalist’ militan yetiştiren bir okul olmasıdır. Atatürkçü Düşünce Derneğine olursan ol gel” diyen bir Mevlana dergâhı değildir ve olmamalıdır.
Kemalizm, meşruiyetinin kaynağını Sistemin sınırları içinden değil, antiemperyalist, tam bağımsızlıkçı, halkçı, devrimci mücadelesinin haklılığından ve bu temelde kazanılan kitle desteğinden alır.
Kemalist mücadeleyi, ABD, AB nin dayatmaları sonucu ortaya çıkan, işbirlikçi iktidarların insafına, hoş görüsüne dayanarak sürdürmek , başlangıçta kimi sözde Atatürkçülerin ve elbette iktidar yandaşlarının övgüsünü alıyor olabilir. Bu övgülerin ardına gizlenilerek , mücadele verdiklerini sananların söz ve yazı düzeyinde, iddiaları her ne olursa olsun sonuçta karşı devrimin değirmenine su taşımaktan öteye bir işlevi olamaz.
Bu nedenle böylesi siyasal yaklaşımların parlatılmış elamanları, milyonların büyük özveriler göstererek elde ettikleri siyasal kazanımların heba edilmesine aracılık yapmak için üretilmişler ve sahneye sürülmüşlerdir.
Kemalizm,  salt ülkeyi ve bağlı olarak dünyayı yorumlamakla yetinen bir dünya görüşü değil,  bununla birlikte ve aynı zamanda ülkenin ve ulusun ters giden yazgısını değiştirmek üzere bilinçli, kararlı tutarlı, antiemperyalist, halkçı, devrimci bir mücadelenin yol haritasıdır.
Yalnızca kısır yorumlar üreterek, 29 Ekimlerde, 10 Kasımlarda Anıtkabir’e şikâyette bulunarak vatan kurtardığını sananlarla, “Atatürk seviciliği” dışında hiçbir “meziyeti” olmayanlarla,  ne Kemalist mücadele verilir, ne de var olan mevziler korunabilir.  Kavgaya girmekten, şeytan görmüş gibi kaçarak, kendileri sütre gerisinde kalmak koşuluyla birilerinin, kendileri adına  “vatan savunması”  yapmasını bekleyenler şimdi yeni bir tezgâhın peşindeler.  
Geldiğimiz süreçte, toplumsal muhalefetin yükseldiği, Kemalist düşünceyi temel alan örgütlenmelerin etrafında kümelenmelerin arttığı gözlemlenebilir bir gerçekliktir.  Toplumsal muhalefetin bu yükselişini ABD ve AB’nin kurnaz mimarları ve onların içimizdeki mason maskesi takmış organizatörlerinin dikkatlerini çekmediğini söylemek safdilliktir.  Bu nedenle “muhalefet” adı altında, AKP karşıtlığı üzerinden, kökü dışarıda bir “Atatürkçü Parti” senaryosu uygulamaya konuldu.
AKP’yi alaşağı etmek için bazı platformlar oluşturulmakta,  kapalı kapılar ardında “derin” pazarlıklar yapılmakta, sonuçları önceden programlanmış anketler yaptırılmaktadır. Bu pazarlıklı anketlere göre Türk halkının %65’i yeni bir parti kurulmasını istiyormuş. Hatta AKP’ye Oy verenlerin %30 dan fazlası bu yeni kurulacak partiye oy verecekmiş!  Sözün özü Türk halkı bir kez daha “Atatürk le aldatılıyor.”
Biz bu filmi bir değil birkaç kez seyrettik. Atatürkçü Düşünceye gönül vermiş Toplumsal muhalefet,  ne zamanki yükselişe geçti, önce birileri “Türk Halkı yeni bir partiden yana”  söylemini dillendirmeye başlar. Arkası çorap söküğü gibi gelir. Atatürkçülerin en aktif, en militan unsurları yeni kurulan partiye kaydırılır. Bu parti ile birlikte orada görev alan unsurlarda eritilir, yok edilir. 
Yeni  “Merkez Parti” düşüncesi bir kez daha “temelsiz çatı” inşa etme meraklısı, AB-D imalatı “yeni Kemalizm” ideologları ve onların dümen suyundan giden bilcümle akademisyenler, entelektüeller, sol liberaller tarafından tedavüle sürülmüştür. Ve bir kez daha kitlesel düzeyde bir körlük ve akıl tutulması dönemi yaratılmak istenmektedir.
Sisteme muhalifmiş gibi görünenlerce yükseltilen, kafa karıştırıcı, ortamı bulanıklaştıran bu senaryo , Kemalist mevzide mücadele veren geniş katmanların,  AKP nin iktidardan uzaklaştırılmasına “fit” olup, Kemalizm’in temel değerlerinin ve toplumsal muhalefetin bir kez daha güç ve enerji yitimine, yenilgisine neden olacaktır.
Günümüz koşullarında stratejilerini yalnızca AKP’nin alaşağı edilmesi ile sınırlandıranlar tarihsel bir yanılgı ile karşı karşıyadırlar.
AKP Emperyalizmin Türkiye üzerindeki emellerinin eksiksiz gerçekleşmesi yolunda önemli bir araçtır. AKP nin yedeği ve yedekleri yıllar öncesinden hazırlandı. Değişikliğin ne zaman ve nasıl olacağına karar verenlerin elleri  “düğmenin” üzerinde hazır bekliyorlar.
Ülkenin ve ulusun parmak hesabıyla kurtarılabileceğini, demokratik(olmayan) yöntemler kullanılarak bir şeylerin geri çevirebileceğini, düzelebileceğini sananlar ya gerçekten saf, ya da birileri tarafından aldatılıyorlar.
Çünkü günümüzde iktidar yâda muhalefette olan, sistemin sınırları içinde varlığını sürdüren siyasal partilerin programları arasındaki farklıklar azalmış hatta kalmamıştır.  Hangisine neden sağ ya da hangisine neden sol parti vb. dendiğinin de giderek hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Bu nedenle var olan siyasal partilerin hükümet etmede yer değiştirmeleri, sonuçta hiçbir köklü değişime yol açmayacaktır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün yolundan giderek, en geniş “antiemperyalist cepheyi inşa etmek yerine, kendi siyasal kimliklerini sürdürecek, güvenli bir şemsiye arayanlar, ulusal bağımsızlık mücadelesine hep kendi çıkarları açısından yaklaşanlar, bizleri bir kez daha “Atatürk le aldatmanın” hesabı içindedirler.
Bu nedenle bu küresel çetenin tezgâhlayarak sahneye sürdüğü bu oyunu bozmak,  gerçek olguları, akıl ve bilimin, Kemalist felsefenin yol göstericiliğinde çözümleyerek, bağımsızlığa giden yolu ışıklı kılmak tarihsel görev ve sorumluluğumuzdur.  
Bu sorumluluğun yerine getirilmesi sırasında kimi bedellerde ödenecektir. Bedel ödemeyi göze alamayanların, sahibine tapınanların davaya yarar değil, zarar getireceklerinin de bilincinde olmalıyız. Çünkü “Sahibi olanlar, bu DAVA’ ya hizmet edemezler..”

Mahmut ÖZYÜREK

4 Nisan 2013 Perşembe

AYDIN MISIN?




Kilim gibi dokumada mutsuzluğu
Gidip gelen kara kuşlar havada
Saflar tutulmuş top sesleri gerilerden
Tabanında depremi kara güllelerin
Duymuyor musun

Kaldır başını kan uykulardan
Böyle yürek böyle atardamar
Atmaz olsun
Ses ol ışık ol yumruk ol
Karayeller başına indirmeden çatını
Sel suları bastığın toprağı dönüm dönüm
Alıp götürmeden büyük denizlere
Çabuk ol

Tam çağı ise başlamanın doğan günle
Bul içine tükürdüğün kitapları yeniden
Her satırında buram buram alın teri
Her sayfası günlük güneşlik
Utanma suçun tümü senin değil
Yırt otuzunda aldığın diplomayı
Alfabelik çocuk ol
Yollar kesilmiş alanlar sarılmış
Tel örgüler çevirmiş yöreni
Fırıl fırıl alıcı kuşlar tepende
Benden geçti mi demek istiyorsun
Aç iki kolunu iki yanına
Korkuluk ol

Yazar : RIFAT ILGAZ


Yeni Osmanlı Projesi'nin Görevli Akil'ine Yanıt

"ATATÜRK İNGİLİZ VALİSİ OLMAK İSTİYORDU" YALANINA YANIT - 
 Sinan MEYDAN
Yeni Osmanlı Projesi'nin Görevli Akil'ine Yanıt
Atatürk’ün yüzyılın başında İngiliz ve Fransız emperyalizmini ve onların
desteklediği Yunan ve Ermeni taşeronlarını Anadolu yaylasına gömerek kurduğu “bağımsız” Türkiye Cumhuriyeti’ni bugün yeniden “bağımlı” Osmanlıya dönüştürmek isteyen iç ve dış odaklarca yakın tarihi çarpıtmakla ve Türkiye Cumhuriyeti’nin yerine kurulması planlan Yeni Osmanlı’ya uygun yeni bir tarih  kurgulamakla görevlendirilmiş GÖREVLİ AKİL’LERDEN biri de edebiyatçı/ amatör tarihçi Mustafa Armağan’dır Cemaatin gazetesinde, Derin Tarih adlı dergisinde ve yandaş medyada çalakalem ve kirliağız Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı yapan bu GÖREVLİNİN yalanlarına yanıt vermekten yoruldum doğrusu! Bu yazımda İngiliz gazeteci W. Price'ye dayanarak "Atatürk İngiliz valisi olmak istiyordu" diyen “görevli akil” Mustafa Armağan'a bir kere daha yanıt vereceğim bir kere daha.
İngiliz Gazeteci W. Price - Atatürk Görüşmesi
Atatürk 14 Kasım 1918’de İngiliz Daily Mail gazetesi yazarı Ward Price ile İstanbul Pera Palas’ta görüşmüştür. Lord Kinross,Atatürk” adlı kitabında bu görüşmeyi şöyle anlatmaktadır: “Mustafa Kemal… Pera Palas otelinin müdürüyle haber göndererek gazeteciyi kahve içmeye çağırdı. Ward Price de Genelkurmayın istihbarat servisindeki albaya danıştıktan sonra çağrıyı kabul etti. Mustafa Kemal onu üniformasıyla değil de, sırtında jaketatay ve başında fesle karşıladı. Ward Price, Mustafa Kemal’i yakışıklı ve erkek tipli buldu. Elini kolunu oynatmadan, sakin ve ölçülü bir sesle konuşuyordu.”  İddiaya göre Atatürk bu görüşmede Price’e, “Bu böyle olmaz vatanı baştan başa değiştirmek lazım, yenileştirmek lazım” demiştir.
Ward Price’ı Daily Mail  Gazetesine Verdiği Demeç (1918)
Ward Price, 1918 yılında Daily Mail gazetesine verdiği demeçte İstanbul’da Atatürk’le görüştüğünü anlatmış, ancak Atatürk’ün o görüşmede kendisine İngiliz valisi olmak isteğini söylediğinden falan söz etmemiştir.
Price’nin  Cumhuriyet Gazetesi’ne Verdiği Demeç (1939)
Price, 1939 yılında İstanbul’a gelmiş ve Cumhuriyet gazetesine bir demeç vermiştir. Price demecinde, 1918’de Atatürk’le yaptığı görüşmeyi kastederek, “O zamanlar doğrusu bu laflara pek dikkat etmemiştim. Mesleğimin her zaman hatırlayacağım büyük hatası, bu emsalsiz dehayı o zaman keşfedememiş olmamdır” demiştir.  Hepsi bu! Price yine 1918’deki o görüşmede Atatürk’ün kendisine İngiliz valisi olmak istediğini söylediğinden söz etmemiştir.
Price’nın  “Ekstra-special Correspondant” Adlı Kitabındaki İddiası (1957)
Ancak aynı Price, bu demeçten (1939’daki) tam 18 yıl sonra 1957 yılında “Ekstra-special Correspondant” yani “Çok Özel Gazeteci” adlı bir kitap yazmış ve kitabında Atatürk’’ün 1918’deki görüşmede kendisine, “Eğer İngilizler Anadolu için sorumluluk kabul edecek olurlarsa, İngiltere yönetiminde bulunan tecrübeli Türk valileriyle çalışmak gereğini duyacaklardır. Böyle bir yetki çerçevesinde hizmetlerimi sunabileceğim uygun bir yerin mevcut olup olamayacağını bilmek isterim” dediğini iddia etmiştir.

Price, bu görüşme sırasında Albay Refet Bele’nin de orada olduğunu belirtmiştir. Price, ayrıca Atatürk’ün böyle bir göreve istekli olduğunu, kendisinin bu öneriyi İngiliz askeri istihbaratından Albay Hoywood’a bildirdiğini, ancak İngilizlerin bu öneriye o sırada fazla önem vermediğini ileri sürmüştür.
Akıl Oyunları
Price’ın, “Mustafa Kemal İngiliz valisi olmak istiyordu!” iddiasını “doğru” kabul etmeden önce sorgulayalım. Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı GÖREVLİ tarihçiler sadece Atatürk’ün lehine durumları sorgulamaya alışıktırlar, onlar Atatürk aleyhine durumları “peşinen doğru” kabul etmeye alışıktırlar! Bu nedenle bu konuyu sorgulamaya gerek duymazlar. Adı üstünde GÖREBLİ olunca böyle oluyor tabi! Her neyse! 1918 öncesinin ve sonrasının koşullarını ve Mustafa Kemal’in çalışmalarını dikkate alarak inceleyelim iddiayı:

1.Görüşmenin Zamanı: (14 Kasım 1918): Atatürk, daha bir gün önce 13 Kasım’da (İstanbul’un fiilen işgal edildiği gün) İstanbul’a gelmiş ve ayağının tozuyla Pera Palas Oteli’ne yerleşmiştir. Pera Palas Oteli’ne yerleşmesinin temel amacı, işgalci İngiliz ve Fransız subaylarının ve gazetecilerinin de daha çok Pera Palas’ı tercih etmeleridir. Atatürk üniformalarını çıkarıp sivil giysilerini giyerek gizli, açık İngiliz ve Fransız yetkililerin amaçlarını, planlarını öğrenmek istemektedir. Bir askeri ve strateji dehası olan Atatürk, her zaman öncelikle düşmanını tanımayı ilke edinmiştir. Daha bir gün önce İstanbul’a gelen Atatürk’ün, daha ne olup bittiğini tam olarak anlamadan apar topar İngiliz gazetecisine, “Ben Anadolu’da İngiliz valisi olmak istiyorum!” demesi pek de mümkün değildir. Atatürk Anadolu’ya geçmeden önce İstanbul’da Osmanlı Hükümeti çevrelerinde siyasi yollara başvurmayı düşünmektedir. İşgal İstanbul’da aralarında padişahın da olduğu yetkililerle, devlet adamlarıyla ve silah arkadaşlarıyla görüşmeler yapmayı düşünmektedir. Nitekim 14 Kasım1918-16 Mayıs 1919 arasındaki altı ay boyunca İstanbul’da kalan Atatürk, bütün bu kişilerle çok sayıda gizli, açık görüşme yapmış, Kurtuluş Savaşı’nın bütün alt yapısını İstanbul’da hazırlamıştır. (Bkz. Sinan Meydan, Parola Nuh-Atatürk’ün Gizli Kurtuluş Planları, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2008.) Kısaca demem o ki, Atatürk, İstanbul’a geleli daha bir gün olmuştur ve daha İstanbul’daki siyasi havayı yeterince koklamamış, gerekli görüşmeleri yapmamıştır. Durup dururken bir İngiliz gazeteciye “Beni Anadolu’ya valiniz olarak atayın!” demesi çok anlamsızdır.

2.Price’nin Çelişkileri: İddia güvenilmezdir; çünkü Ward Price, 1918 yılında Daily Mail gazetesine ve 1939’da Cumhuriyet gazetesine verdiği demeçlerde “Mustafa Kemal’in İngiliz valisi olmak istediğinden” söz etmezken, 1957 yılında yayınlanan Çok Özel Gazeteci adlı kitabında “Mustafa Kemal’in İngiliz valisi olmak istediğini” iddia etmiştir. Eğer iddiası doğruysa neden 1918'de ve 1939'da bu iddiayı dile getirmemiştir?

3.Refet Paşa İddiası: Price, Atatürk’le yaptığı görüşme sırasında Refet Paşa’nın da orada olduğunu ileri sürmüştür, ancak 14 Kasım’da henüz Atatürk, Refet Paşa ile görüşmemiştir. Price başka birini Refet Paşa ile karıştırmış da olabilir tabi!

4.Bir Hafta Kadar Önce Atatürk İngilizlere Direnmekten Söz Ediyordu: Atatürk, Price ile İstanbul’da görüşmesinden çok değil daha bir hafta kadar önce (3-8 Kasım 1918’de) Adana’dan Sadrazam ve Harbiye Bakanı Ahmet İzzet Paşa’ya gönderdiği telgraflarda açıkça "İngiliz karşıtlığını" ortaya koymuş, emrindeki orduya “İngilizlere ateşle karşılık vermeyi emrettiğini” belirtmiştir: 

İşte Price’nin iddiasını yerle bir eden, Atatürk’ün İngilizlere karşı direnişe kararlı olduğunu gösteren o telgraflarından bazı bölümler:
…İngilizlerin her dediğine boyun eğilecek olursa onların ihtiraslarının önüne geçmeye imkân kalmayacaktır.”
…İskenderun’a her ne sebep ve bahane ile asker çıkarmaya girişecek İngilizlere ateşle engel olunmasını 7. Ordu’ya emrettim.”
“…İngilizlerin elde edeceği sonucu onlara kendi yardımımızla bahşetmek, tarihte Osmanlılık için ve özellikle bugünkü hükümetimiz için kara bir sayfadır.”
“… İngilizlerin iğfalkar hareketlerini, İngilizlerden ziyade haklı görenlerle işbirliği yapmaya yaradılışım müsait değildir.”

Bir hafta önce “İngilizlere ateşle karşılık vermekten” söz eden Atatürk’ün bir hafta sonra “İngiliz valisi olmaktan söz etmesi” ne kadar inandırıcıdır? Price, eğer o günlerde Atatürk’ün daha birkaç gün önce Adana’dan Harbiye Bakanlığı’na gönderdiği “İngiliz karşıtı” bu telgrafları bilseydi, bu gülünç dedikoduyu şüphesiz ki kitabına koymazdı, koyamazdı.

5. İlk Silahlı Direniş İskenderun Saldırısını Atatürk Gerçekleştirmiştir: Mondros gereği İskenderun Körfezi ve çevresindeki mayınlar 1918 Kasım ayı başından itibaren İngiliz-Fransız mayın tarama gemilerince temizlenmeye başlanmıştır. Ancak İtilaf devletlerinin asıl niyetinin bölgeyi işgal etmek olduğu birkaç gün içinde ortaya çıkmıştır. İtilaf devletlerinin çok stratejik bir konumdaki İskenderun’u işgal etmek istedikleri anlaşılmıştır. İtilaf devletleri 4 Kasım 1918’den itibaren İskenderun’u işgal etmekten söz etmeye başlamışlardır. Ancak Atatürk, emrindeki 7. Ordu, 3. Kolordu ve 41. Tümen Komutanlığı’na 5. Kasım 1918’de çektiği telgrafta İskenderun Körfezi’nden çıkarma yapmaya kalkışacak İngiliz kuvvetlerine  ateşle karşılık verilmesini istemiştir. Atatürk’ün bu emri üzerine 41. Tümen topçu birlikleri İskenderun Körfezi’ne bakan sırtlarda, körfeze girecek düşman donanma ve çıkarma araçlarına ateş edecek biçimde mevzilenmişlerdir. Ayrıca 3. Kolordu topçusuyla da güçlendirilmişlerdir. Atatürk, 6 Kasım 1918’de Başkomutanlık Erkan-ı Haribiye Başkanlığı’na çektiği telgrafta çıkarma teşebbüsü karşısında, ateşle karşılık vereceğini hem İngiliz kumandanlığına hem de Sadrazam ve Başkumandan Erkan-ı Harbiye Reisi Ahmet İzzet Paşa’ya bildirmiştir. Atatürk’ün bu kararlı tutumu karşısında İngilizler Osmanlı hükümetini sıkıştırmaya başlamışlardır.  Bazı kaynaklara göre, örneğin 7. Ordu Harekat Şubesi’nde görev yapan subaylara göre İngiliz ve Fransız donanma ve çıkarma birlikleri körfeze girdiklerinde 41. Tümen uyarı ateşi yapmıştır. Bazı kaynaklara göre, örneğin, bir gün sonra, 7 Kasım 1918’de Atatürk tarafından Ahmet İzzet Paşa’ya cevabi telgrafta İngilizler bir çıkarmaya yeltenmediklerinden ateş edilmesine gerek kalmamıştır. Ancak belgeler dikkatle incelendiğinde 6 Kasım 1918’de İskenderun Körfezi’ne girmeye çalışan İngiliz-Fransız çıkarma birliklerine Türk topçusu tarafından ateşle karşılık verildiği anlaşılmaktadır. Süleyman Hatipoğlu’nun, “Filistin Cephesinden Adana’ya Mustafa Kemal Paşa” adlı kitabında da belirttiği gibi, “7. Ordu Karargahı’nın hareket şubesinde o zaman genç bir subay (yüzbaşı) olarak görev yapmış olan Muzaffer Ergüder’in Samet Kuşçu’ya anlattıklarına ve not ettirdiklerine göre uyarı niteliğindeki topçu ateşi yapılmıştır. 6 Kasım 1918 günü İskenderun Körfezi’ndeki bu ateş ve direniş sonucunda düşman donanması körfezden uzaklaştırılmıştır. Mustafa Kemal Paşa, kişisel dostlukları bulunan, saygı ve sevgi duyduğu Ahmet İzzet Paşa’yı daha fazla kırmamak, gücendirmemek için ve amaca da vardığı için cevabi telgrafında ‘Ateş edilmesine hacet kalmamış ve buna göre birlik komutanlarına yeniden emir verilmiştir’ diye bildirerek konuyu kapatmak istemişti.” Enver Behnan Şapolyo, bu olayı “ilk kurşun sesi” olarak adlandırmıştır. Samet Kuşçu’nun anlattıklarına bakılacak olursa Kurtuluş Savaşı’nın ilk silahlı direnişi Atatürk’ün emri üzerine gerçekleştirilen 6 Kasım 1918’deki İskenderun Körfezi saldırısıdır. “Kurtuluş Savaşımızın eşsiz mimarı, eşsiz komutan Mustafa Kemal Paşa’nın emri ile gerçekleşen bu kutsal direniş ilk olandır. O tarihte zaten anayurdun hiçbir köşesine henüz düşman ayağı değmemiş ve işgal başlamamıştır. Milli direniş ve karşı koyma düşünce ve kararı, hiçbir bölgede meydana gelmiş değildir. Milli direnme ve karşı koyma, herkesten ve her yerden önce Mustafa Kemal Paşa’nın kafasında, yüreğinde ve ruhunda kıvılcım alıp alevlenmiştir.” Daha sonra da 19 Aralık 1918’de Dörtyol Karakese köyünde İtilaf devletlerine karşı ilk silahlı halk direniş gerçekleşmiştir.
14 Kasım 1918’de İstanbul’da “Atatürk’ün İngiliz valisi olmak istediğini” ileri sürenlerin, Atatürk’ün Yıldırım Orduları Komutanı olarak 1-10 Kasım arasında Adana, Kilis ve İskenderun hattında yaptığı İLK DİRENİŞ HAZIRLIKLARINDAN (Adana Mülakatı, Adana’da Şakir Paşa’daki Kırmızı Konakta yaptığı direniş toplantıları ve Ahmet İzzet Paşa’ya gönderdiği direniş telgrafları vs) haberi yoktur belli ki! Kısaca demem o ki, 14 Kasım’da “Atatürk bana İngiliz valisi olmak istediğini söyledi” diyen Price, Atatürk’ün çok değil sadece 8 gün önce İskenderun’daki İngiliz donanmasına saldırı emri verdiğinden habersizdir! (Ayrıntılar için bkz. Sinan Meydan, Parola Nuh-Atatürk’ün Gizli Kurtuluş Planları, Sinan Meydan, Akl-ı Kemal-Atatürk’ün Akıllı Projeleri, 1. Cilt).

6.Atatürk 21 Mayıs’ta İngilizlerin Teklifini Reddetmişti: Price’nin bu iddiasını çürüten en somut olaylardan biri Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığında yaşanmıştır. 21 Mayıs’ta Atatürk, Samsun’da güvenlik durumunu görüşmek üzere İngiliz Güvenlik Yüzbaşısı L. H. Hurst ve iki meslektaşıyla buluşmuştur. İngiliz subaylar Atatürk’e açıkça, Osmanlı hükümetinin ülkeyi yönetemediğini bu nedenle en azından birkaç yıl için yabancıların korumasına ve müdahalesine ihtiyaç olduğunu söylemişlerdi ve Türkiye’nin İngiliz mandası altına girmesini teklif etmişlerdir. Atatürk, “sorunların çözüleceğini” söyleyerek bu teklifi kesin bir tavırla reddetmiştir.  Soruyorum; Atatürk gerçekten İngiliz valisi olmak isteseydi, İngilizlerin Samsun’da kendisine yaptıkları bu teklifi geri çevirir miydi?
7.Tarihçilerin Görüşleri: Yerli ve yabancı tarihçiler Price’nin bu iddiasının gerçeği yansıtmadığı düşüncesindedirler. Prof. Sina Akşin,Bu olayı ciddiye almak çok zordur. Vatana ciddi hizmetlerde bulunmaya hazırlandığı ve en az Harbiye Nezaret’i ne göz diktiği bir sırada Mustafa Kemal’in böyle süfli bir teklifi, araya otel müdürünü ve bir gazeteciyi koyarak yapması, inanılacak şeylerden değildir. Böyle bir görüşmenin yapıldığı kesinlikle kanıtlansa bile, önerinin ciddi olarak yapılmadığına hükmetmek gerekir” derken, Doğan Avcıoğlu ve Sadi Borak da Atatürk’ün İngiliz karşıtlığına dikkat çekerek, bu iddianın inandırıcı olmadığını belirtmişlerdir.Yabancı tarihçilerden Prof. Andrew Mango, Price’nın iddiasını, “Yorum farkları ve unutkanlık olabileceği noktası göz ardı edilmemelidir” diyerek sorgularken, Lord Kinross, bu görüşmenin nedenini, Atatürk’ün dolaylı yoldan İngilizlerin ağzını arama isteğine bağlamıştır. Grace Ellison’ın 1928’de yayınlanan “Turkey Tuday” adlı eserinde, Sir Alexander T. Waugh’ın 1930 yılında yayınlanan “Turkey Yesterday, Today and Tomorrow” adlı kitabında ve Prof. Bernard Lewis’in 1961’de yayınlanan “The Emergence of Modern Turkey” adlı çalışmasında gazeteci Ward Price’nın iddiasına yer vermemeleri, bu iddiayı ciddiye almadıklarını göstermektedir. Ciddi tarihçiler, gazeteci Ward Price’nın “iddiasını” doğrulamazken ve dikkate almazken ülkemizdeki “Vahdettinperest İkinci Cumhuriyetçi liboşlar” ve “Atatürk paranoyasına yakalanmış yobazlar”, Price’nın  iddiasına dört elle sarılmışlardır. Bu iddiayı son olarak gazeteci yazar Taha Akyol, “Ama Hangi Atatürk” adlı kitabında ve Mustafa Armağan, “Kim Hain Kim Kahraman” adlı bir yazısında gündeme getirerek, sözüm ona, “Mustafa Kemal’in de İngilizci olduğunu” kanıtlamaya çalışmışlardır! Şimdi bu çevrelere, onları hayal kırıklığına uğratacak bir gerçeği hatırlatalım:
8.İngiliz gazeteci Price’nin Sadram Tevfik Paşa ve Ali Rıza Bey ile  görüşmesi: İngiliz gazeteci Ward Price, İstanbul’da sadece Atatürk’le görüşmemiş, aynı zamanda Osmanlı hükümeti temsilcileriyle ve dahası –sıkı durun– Padişah Vahdettin’le de görüşmüştür. Price, 11 Kasım 1918’de Sadrazam Tevfik Paşa ile görüşmüş, Tevfik Paşa, Price’e, “Amacımız İngiltere ile eski dostluğu canlandırmaktır” demiştir. Price, 17 Kasım 1918’de de Ayan Meclisi Başkanı Ali Rıza Bey’le görüşmüş, Ali Rıza Bey de kendisine, “İngiltere ile samimi bir ittifakı arzu ederiz” demiştir.

9.İngiliz gazeteci Price’nin Padişah Vahdettin’le görüşmesi: Price, 24 Kasım 1918’de Padişah Vahdettin’le görüşmüş, Vahdettin, İngiliz gazeteciye, “İngiliz  milletine kuvvetli sevgi ve hayranlık duygularımı babam Sultan Abdülmecit’ten miras aldım. Ermenilerin öldürülmeleri…. Kalbimi yaralamıştır. Adalet çok geçmeden yerini bulacaktır… Şimdi bu sebepten memleketim ile Büyük Britanya arasında öteden beri mevcut dostane münasebetleri yenileyip kuvvetlendirmek için elimden geleni yapacağım…Diyebilirim ki Türk milleti İngiltere’ye karşı aynı duygularla, hem de umumiyetle çok daha kuvvetle duygulanmaktadır.” demiştir. Vahdettin’in Ward Price’e yaptığı bu açıklamalar, 6 Aralık 1918’de Daily Mail gazetesinde yayımlanmıştır. Atatürk’le yaptığı görüşmeden tam 40 yıl sonra yazdığı anılarında “Mustafa Kemal İngiliz valisi olmak istemişti!” diyen Ward Price’ı çok seven “Vahdettinperestler”, aynı Price’ın Vahdettin’in “İngiliz severliğini” olanca açıklığıyla ortaya koyduğunu biliyorlar mıdır acaba? Yoksa biliyorlar da saklıyorlar mıdır, nedir?...
Diyelim ki İddia Doğu!
Price’ın, “Mustafa Kemal İngiliz valisi olmak istiyordu!” iddiasını “doğru” kabul edecek olursak da şöyle yorumlayabiliriz: İşgal İstanbul’unda direniş planları yapan Atatürk, bütün vatanseverlerin İngilizler tarafından tutuklanıp Malta’ya sürgün edildiği bir ortamda her şeyden önce İngilizlerin hedefi olmaktan kurtulmak zorundaydı. Bir strateji ve taktik dehası olan Atatürk, İngiliz baskısından kurtulmak için, “strateji gereği” o süreçte İngilizlere karşı değilmiş gibi görünmek amacıyla Price’e böyle bir öneri sunmuş olabilir. Nitekim o günlerde çıkarmaya başladığı Minber adlı gazetede İngilizleri kızdıracak yayınlardan kaçınmıştır, hatta "İngilizleri uyutucu" bir yayın çizgisi izlemiştir. Nitekim Atatürk Kurtuluş Savaşı’nın başlarında da strateji gereği işbirlikçi padişah Vahdettin’i kuşkulandırmamak için bir süre “Vahdettin’e yakınmış izlenmi” vermiştir. Yine buna benzer şekilde içerdeki dışarıdaki Müslüman unsurların Kurtuluş Savaşı’nı desteklemesini sağlamak için bir süre "HİLAFETİ kurtarmak" için bu mücadeleyi verdiklerini söylemiştir. Başka ve çok daha güçlü bir olasılık da şudur: İlerleyen günlerde ulusal direnişi örgütlemek için bir şekilde İstanbul’dan Anadolu’ya geçmeye çalışan Atatürk, “İngiliz valisi” olarak kolayca Anadolu’ya geçmeyi düşünmüş olabilir. İstanbul’dan Anadolu’ya geçmek için “İngiliz vizesine” ihtiyaç duyulan bir ortamda zeki ve taktikçi Atatürk’ün böyle bir plan yapmış olması muhtemeldir. Sadi Borak’ın dediği gibi, “Bir görevle Anadolu’ya geçerek orada ulusal direnişi körüklemek kararında ve azminde olan taktisyen Mustafa Kemal’in bu yola da başvurmasını doğal karşılamak gerekir.” Prof. Andrew Mango da aynı kanıdadır: “…Mustafa Kemal… Belki de İngilizlerin desteğiyle askeri bir yönetici olarak Anadolu’ya dönüp Ermenilere ve Yunanlılara toprak verilmesini önlemek için çalışmayı düşünmüştür. Türklerin çoğu için de en acil tehlike buydu.”
Diyelim ki Price Doğru Söylüyor Ne Değişir: İngiliz İşbirlikçisi Vahdettin ve Damat Ferit Aklanır mı?

Diyelim ki gerçekten de Atatürk, 14 Kasım 1918’de Pera Palas’ta İngiliz gazeteci Price, “Anadolu’da İngiliz valisi olmak istediğini” söyledi? Ne değişir? Çünkü sonraki zaman diliminde Atatürk İngiliz valisi falan değil İngilizlerin kabusu olmuştur. Doğan Avcıoğlu’nun dediği gibi, Kurtuluş Savaşı aslında bir Türk İngiliz Savaşıdır Atatürk, W. Price'ye "İngiliz valisi olmak istediğini" söylemiş olsa ne değişir? Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nda İngiliz destekli Yunan ordusunu yendiği gerçeği mi değişir? Yoksa İngiliz işbirlikçisi Damat Ferit ve Padişah Vahdettin’in İngilizlerle birlikte Kurtuluş Savaşı’nı bitirmek, Atatürk’ü ve milliyetçileri yok etmek istedikleri, bunun için fetvalar yayınlatıp, bu fetvaları İngiliz uçaklarıyla Anadolu semalarına attırdıkları, Hilafet Ordusu adında bir ihanet ordusu kurup bu orduyu İngiliz silahlarıyla teçhizatlandırıp Atatürk’ün ve milliyetçilerin üzerine gönderdikleri, Mustafa Sagir adlı İngiliz casusunun Atatürk’ü öldürmek için Ankara’ya kadar gittiği gerçeği mi, İngiliz casusu Noel’in Kürtleri Atatürk’e karşı kışkırtmak için yaptığı çalışmalar mı, yoksa İngiliz gizli servisi MI6’nın Atatürk’ü yok etmek için yaptığı çalışmalar mı, işgalci İngilizlerin Anadolu’daki direnişçilere KEMALİST deyip, bu vatansever KEMALİSTLERİ halkın gözleri önünde kurşuna dizdiği gerçeği mi, yoksa İngilizler İstanbul’u işgal edince İstanbul’daki milletvekillerini ve vatanseverleri Malta’ya sürgün edince Atatürk’ün de Anadolu’daki işgalci İngiliz subaylarını esir aldığı gerçeği mi değişir? Ne değişir?



İngilizlerin kartpostal haline getirdikleri bu kartın arkasında, İngilizce, "İzmit'te bir Kemalist Türk'ün idamı" yazıldır.
Atatürk’ün, Yarbay Özdemir Bey’e Musul’u Misak-ı Milliye kazandırması için verdiği emirler, Özdemir Bey’in milisleriyle 31 Ağustos’ta Irak civarında İngiliz ordusuna karşı kazandığı DERBENT ZAFERİ gerçeği mi değişir? Ne değişir? Kurtuluş Savaşı sırasında İngilizlerle işbirliği içinde her türlü ihaneti yapan Padişah Vahdettin’in savaş sonunda Atatürk zafer kazanınca İngilizlerle yaptığı HİLAFET ANLAŞMASI gereği (Vahdettin Halifeliği İngilizlere satmıştır. Bunun karşılığında İngiliz korumasında İngiliz etkisinde bir HALİFE olmayı kabul ederek İngilizlere sığınmıştır. Kaçarken hazineyi soymamansın nedeni de budur. Nasıl olsa İngilizlerin kendisine krallar gibi bakacaklarını düşünmüştür. Ama bu oyunu Atatürk bozmuştur. Atatürk, Vahdettin'in "Hilafet hırkasını" alıp Abdülmecit Efendi’ye giydirince çırılçıplak kalan Vahdettin’i İngilizler yarı yolda bırakmış, o da yurt dışında sefalet içinde ölmüştür: İhanetin sonu işte!) yurt dışına kaçtığı gerçeği mi değişir? İngilizlerin Şeyh Sait İsyanı’ndaki kışkırtıcılıkları gerçeği mi değişir? Ne değişir ey GÖREVLİ TARİHÇİ ne?
Aslında bu tür "saçma-salak" iddiaların, bir kere Atatürk'ün büyüklüğünü gözler önüne sermemize fırsat verdiği için yararlı olduğu bile söylnebilir! Düşünsenize, bugün Atatürk karşıtlarının sahte kahramanları Vahdettin'le ilgili bizim arşivlerimizde ve İngiliz arşivlerinde yüzbinlerce İHANET BELGESİ varken, Vahdettin, Kurtuluş Savaşı boyunca İngilizlere ciltler dolduracak söz ve vaatte bulunmuş, hatta ülkesini 15 yıllığına İngiltere'ye kayıtsız koşulsuz teslim edip Kurtuluş Savaşı'nın ardından İngilizlere sığınıp yurt dışına kaçmışken, Atatürk, bir İngiliz gazeteciye şunu demiş, bunu demiş diye bin dereden su getirerek Atatürk'ü suçlamaya çalışmak zorunda kalıyor yalancı tarihçiler. Ne diyebilirim. Büyüksün Atam!
Sinan MEYDAN
3 Nisan 2013
http://sinanmeydan.com.tr/index.php?option=com_content&view=article&id=423:ngiliz-vali-atauetrk&catid=62:yazlar&Itemid=228