15 Aralık 2016 Perşembe

Halep Gerçeği ve Erdoğan



Dün gece Suriye ordusunun Halep’te kontrolü ele aldığı kesinleşince Tayyip Erdoğan’a yıllardır büyülenmiş gibi bağlı olan kitlede ciddi bir kırılma yaşandı.

Son dakikaya kadar satıldıklarını kabul etmek istemediler, “Vardır Reis’in bir bildiği, Halep’i teslim etmez” diye düşündüler ancak Beşar Esad’ın Halep’e bizzat gidip askerleri ile kucaklaşmasının görüntüleri gelmeye başlayınca cenahta büyük bir vaveylâ koptu.

Kaynağı belli olmayan, en ucube işkence görüntüleri paylaşıp ağlamaktan sabaha kadar uyuyamadılar. Sosyal medya dün gece kan ağladı.

Reis’ten talimat gelmeyince abdest bile alamayan bu gürûh, adeta darmadağın oldu. Kimisi “Rus Büyükelçiliği’nin önüne yatalım” derken, kimisi “Halep’e gidip kendimizi patlatalım” teklifinde bulundu.

Sabahın 05’ine kadar twitterde yazışan Reisçileri takip ettim. Aralarında Tayyip Erdoğan’a karşı çok ciddi bir güvensizlik yaşayanlar var. Bazılarınız bunun temelsiz ve geçici olduğunu düşünebilirsiniz ama burada anahtar bir kelime var:

Ümmet.

Onlar şimdiye kadar Tayyip Erdoğan’ın ne yaptıysa ümmetin selameti için yaptığına inandılar. Zaten Suriye’ye de sünnileri şiilerin elinden kurtarmak için girmemiş miydik?

Türk kanı, Kürt kanı, Alevi, işçi, öğrenci, gazeteci vs. kanı dökülebilirdi ama Reis, ümmetin saç teline zarar gelse dünyayı yakardı.

Öyle inanıyorlardı..

Kendilerine göre Suriye ordusu dün gece Halep’te çocukları kesip kadınlara tecavüz ederken (ki doğru bilgi değil, aksine halk kutlama yapıyor) Reis Putin’in dizi dibinde uysalca sustu…

Şimdi içlerinde 1’den fazla beyin hücresi taşıyanlar şu soruyu da soracak:

“Peki Reis neden sustu?”

Biz yardımcı olalım:

Sustu çünkü korkuları onu Putin’in ve İsrail’in kucağına atmıştı.
Yıllarca kapısında beklediği Atlantik devletleri tarafından terk edildiğini görünce can havliyle Putin’e sığındı. Yargılanmaktan ve suçlarının ortaya çıkmasından korkuyordu, gidecek yeri kalmamıştı.

Ne millet, ne devlet, ne ümmet.

Kendisinden, servetinden ve ailesinden başka önceliği yoktu..

Onun bu zaafını iyi bilen Putin kartlarını akıllıca oynadı.
Ve henüz Mavi Marmara’nın şokunu atlatamayan Ak yiğitler, bir de Halep’le sarsıldılar.

Bu daha başlangıç,

Çok daha ağır gerçeklere hazır olun.

Hani Fethullah için artık “Meğer o bir şeytanmış, bilememişiz” diyorsunuz ya..

Aynısını başkaları için de söyleyeceksiniz.

(FSG)
http://www.turkishnews.com/content/2016/12/14/halep-gercegi-ve-erdogan-kesinlikle-okunmali/

11 Aralık 2016 Pazar

BASIN AÇIKLAMASI “Bu alçak ve hain saldırı, karanlık bir siyasal düzenbazlığın parçasıdır”



Konu:Dolmabahçe saldırısını lanetliyoruz                                                            11 Aralık 2016               
BASIN AÇIKLAMASI
“Bu alçak ve hain saldırı, karanlık bir siyasal düzenbazlığın parçasıdır”

İstanbul Dolmabahçe'deki Beşiktaş - Bursaspor maçının bitiminin ardından Vodafone Arena'nın yakınlarında bomba yüklü araçla düzenlenen saldırıda 30’u polis 38 kişi yaşamını yitirirken 180 i aşkın kişi yaralandı.
Öldürülenlerin yakınlarına, sevenlerine ve ulusumuza başsağlığı, yaralılara acil şifalar diliyoruz.
Bu alçak ve hain saldırının, karanlık bir siyasal düzenbazlığın parçası olduğu açıktır. Türkiye başkanlık tartışmaları altında bir kaos ve belirsizlik ortamına sürükleniyor. AK–MHP’nin üzerinde uzlaştığı, ülkeyi faşist diktatörlüğe sürükleyecek Başkanlık yasa tasarısının TBMM’ye sunulduğu gün, bu alçak ve hain saldırının gerçekleşmesi bir rastlantı olmasa gerek.
Tıpkı 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra, Suruç katliamıyla başlayan Ankara Gar Meydanı saldırısıyla zirveye ulaşan terör ve korku ortamı bu kez başkanlık rejimi için bir kez daha tezgâhlanıyor. 
Anımsanacağı üzere 7 Haziran seçimleri sonunda 2002 de seçimle geldiği iktidarı kaybeden AKP seçimle gitmemiş, 1 Kasım’da iktidara yeniden el koymuştu.
14 yıllık yıkımın hesabını vermek yerine, Başkanlık kalkanına sığınmayı kurtuluş olarak hedefine koyan Erdoğan-AKP iktidarı, 15 Temmuz kalkışmasının yol açtığı siyasal krizi de, fırsata çevirerek kendi iktidarını güvenceye almaya çalışmaktadır.
Tüm iç ve dış iktidar dinamiklerini kaybeden AKP yönetimi, Olağanüstü Hal (OHAL) ile sarsılan iktidarını sağlamlaştırmak, toplumu baskı altına alarak ülkeyi başkanlık rejimine sürüklemeyi amaçlamaktadır.
İstanbul Dolmabahçe de 30’u polis 38 yurttaşımızın yaşamını yitirmesi, 180 i aşkın yurttaşımızın yaralanmasıyla sonuçlanan patlama da bu amaçla kullanılacağı ortadadır.
Kanlı ve kirli oyunun parçası olan saldırılar zincirinin bu son halkasını, onlarca insanın canını alan bu karanlık saldırıyı lanetliyoruz.

YÖNETİM KURULU ADINA:                                                                Mahmut ÖZYÜREK
ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ
ISPARTA ŞUBE BAŞKANI

8 Aralık 2016 Perşembe

Türk Millî Eğitimini, Gayrı millî yapan Anlaşma " FULBRİGHT ANLAŞMASI”



                 
  Osmanlı devletini çökerten anlaşmalardan Balta Limanı Anlaşmasının bin beteri olan 1995 Gümrük Birliği Anlaşmasının, Türkiye Cumhuriyeti’ni ekonomik kıskaca aldığını, Türkiye’yi açık pazar yaptığını, üretime dayalı ekonomik yapıyı tümüyle ortadan kaldırarak, yerine tüketime dayalı bir yapı oluşturduğunu biliyoruz.

Türk Milli Eğitim sistemini altüst eden, Türkiye’yi parçalayacak alt yapıyı oluşturan ve Atatürk’ün Türk Milliyetçiliği fikir sistemini yok etmeyi planlayan bir anlaşma da ABD ile 27 Aralık 1949 tarihinde imzalanan "Fulbright” Anlaşmasıdır.

ABD Fulbright bürosu, Fulbright komisyonu, Fulbright bursu, Fulbright kredisi, …vb. çok sayıda ad altında, yalnız Türkiye’de değil, hemen bütün ekonomik, siyasal işgali altındaki ülkelerde çalışmalarını sürdürmektedir.

27 Aralık 1949 tarihli;
"Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması hakkındaki Anlaşma”nın en önemli özelliği; Türkiye’de kazanılacak Amerikan yanlısı kadroların eğitilme biçiminin saptanması ve bu iş için gerekli giderleri karşılama yöntemlerinin belirlenmesidir. Belirlemeler aynı zamanda, Amerika’nın Türkiye’ye göndereceği uzman, araştırmacı, öğretim üyesi adı altındaki personel için de yapılmaktadır. ABD’ye, Türkiye’de "yardım” edip "işbirliği” yapacak, geleceğin "Türk” yöneticilerini yetiştirmek üzere, Amerika’ya götürülecek Türk öğrenci, öğretim üyesi ve kamu görevlilerinin konumları da bu anlaşmayla belirlenmektedir.

Sözü edilen Anlaşmanın birinci maddesi şöyleydi:

" Türkiye’de Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu adı altında bir komisyon kurulacaktır. Bu komisyon, niteliği bu anlaşmayla belirlenen ve parası T.C Hükümeti tarafından finanse edilecek olan eğitim programlarının yönetimini kolaylaştıracak ve Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri tarafından tanınacaktır.
Kurulacak komisyonun yetki, işleyiş ve oluşumu ile ilgili olarak 1.1 ve 2.1 alt maddelerinde ise şunlar vardır;

"Türkiye’deki okul ve yükseköğrenim kurumlarında ABD vatandaşlarının yapacağı eğitim, araştırma, öğretim gibi eğitim faaliyetleri ile Birleşik Devletlerdeki okul ve yükseköğrenim kuruluşlarında Türkiye vatandaşlarının yapacağı eğitim, araştırma, öğretim gibi faaliyetlerini; yolculuk, tahsil ücreti, geçim masrafları ve öğretimle ilgili diğer harcamaların karşılanması da dâhil olmak üzere finanse etmek…

Anlaşmanın 5. maddesi, Türkiye’de Birleşik Devletler Eğitim komisyonunun kuruluşunu belirlemektedir. (Burası çok önemli)

"Komisyon; dördü T.C vatandaşı, Dördü de ABD vatandaşı (ki ikisi mutlak C.I.A ajanı olmuştur)olmak üzere sekiz üyeden oluşacaktır. ABD’nin Türkiye’deki diplomatik misyon şefi, komisyonun fahri başkanı olacak ve komisyonda oyların eşit olması halinde kararı komisyon başkanı verecektir.

Bu anlaşmayla, Milli Eğitim Bakanlığı’nda bugün çalışmalarını "etkin” bir biçimde sürdüren, personel politikalarından ders programlarına, pek çok konuda stratejik kararlar önerebilen, "Milli Eğitimi Geliştirme” adlı bir komisyon vardır. 1994 yılında 60 personeli olan bu komisyonda çalışanların üçte ikisi Amerikalıydı.

Amerikalıların Türk Milli Eğitimine 1949’dan beri süregelen ilgileri günümüze dek hiç eksilmedi.

Bu durum, 2007'de de böyledir ve FULBRİGHT COMMİSSİON adı altında Türk Milli Eğitimini biçimlendiren kurulun başında 2007'de Amerikan Büyükelçisi oturmaktadır. (bu gün de o kadar taviz verdiğimize göre bu şartlar muhtemelen aynı şekilde, belki de daha da ağır şekilde devam etmektedir. Bundan daha ağır ne olacaksa?)

Yalnızca Milli Eğitim’in değil, diğer pek çok bakanlıkların 1949'dan başlayarak Amerikalı uzmanlar güdümlendiğine ilişkin acı gerçek, Türkiye’yi Amerikan yarı- sömürgesi durumuna düşürerek Türk Milleti’nin alnına bu lekeyi süren ve bu anlaşmada imzası olan İsmet İnönü tarafından, yıllar sonra, 1963'de "timsah gözyaşlarıyla” şöyle itiraf etmişti.

"Daha bağımsız ve kişilik sahibi dış politika izlemesini istiyoruz. Herkes aynı şeyden söz ediyor. Nasıl yapacağım ben bunu? Karar vereceğim ve işi teknisyenlere havale edeceğim. Onlar ayrıntılı çalışmalar yapacaklar ve öneriler hazırlayacaklar.

Yapabilirler mi bunu?

Hepsini çevresinde uzman denen yabancılar dolu. İğfal etmeye çalışıyorlar. Başaramazlarsa işi sürüncemede bırakmaya çalışıyorlar. O da olmazsa karşı tedbir alıyorlar. Bir görev veriyorum sonucu bana gelmeden, Washington’un haberi oluyor. Sonucu memurlardan önce sefirden öğreniyorum.
...
Böyledir bu işler, peygamber edasıyla size dünyaları vaat ederler. İmzayı attınız mı ertesi günü gelmişlerdir. Personeli gelmiştir, teçhizatı gelmiştir, üsleri gelmiştir. Ondan sonra sökebilirsen sök. Gitmezler. Ancak bu sorunun üzerine vakit geçirmeden gitmek gerek. Yoksa ne bağımsız dış politika ne bağımsız iç politika güdemezsiniz. Havanda su döversiniz. Fakat sanmayın ki bu kolay bir iştir. Denediğinizde başınıza neler geleceği bilinmez…”

Türkiye’nin Şubat 1948'de 705 bin dolar olan döviz varlığını, Mayıs 1950'de eksi 12 milyon dolara; 1946'da 214 ton olan altın varlığını 1949 sonunda 123 tona indiren, ülkenin dağarcığında yeterince altın ve döviz bulunmasına karşın Amerika’dan borç alarak ülkeyi Amerikan güdümüne sokan İsmet İnönü’nün bu yüz kızartıcı açıklamaları karşısında:

"Madem bunları biliyordunuz, öyleyse niçin Amerika ile antlaşmalar yaparken Türkiye’ye Amerikalı uzmanlar dolmasına neden olacak maddelere imza attınız?” . Demek gerekiyor.

İşin gerçeği bu tür Amerikan patentli anlaşmaya Amerikancı diye idam edilen Menderes yerine İnönü’nün imza atması oldukça gariptir.

Eğer bu yazıyı uzun demeden okuduysanız zannediyorum,
Neden "Tarih bize yanlış öğretilmiş” dediğimizi,
Neden Ülkemizde ABD yurttaşlarının, Bakan hatta Başbakan olabildiğini,
Neden bizlere gerçek Atatürk’ün anlatılmadığını; artık anlıyorsunuz demektir.

İşin garibi ise, 1949’dan bu yana gelen hiçbir hükümetin bu anlaşmayı yürürlükten kaldıralım dememesidir.

Türk Gencine gerçek Türk Tarihi’ni öğretmek boynumuzun borcu olmalıdır zira Türk Genç’inin cesaretinin de, ferasetinin de, idrakinin de, inancının da kaynağı gerçek Türk Tarihi’dir.

"Türk genci atalarını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde güç bulacaktır."
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

Selam ile…

Murat ÇALIK
Not: Bu yazıda Cengiz Özakıncı’nın "Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni- Osmanlı Tuzağı ”adlı kitabından ve Metin Aydoğan‘ın "Türkiye Üzerine Notlar” kitabından alıntılar yapılmıştır.