30 Ekim 2016 Pazar

Ne yaptın böyle Mahruki…



Ne yaptın böyle Mahruki…
Vatan toprağını Yunanistan’a göz göre göre peşkeş çekenlerden özür dilemek de neyin nesi…
Sen bizim gönlümüzdeki kar leoparıydın, Mahruki. Everest’e tüpsüz çıkardın sen. Ağrı, Cudi, Erciyes ve dünyanın tüm heybetli zirveleri senin önünde tozlu yol olurdu.
Yangınlarda, depremlerde, felaketlerde sen ve AKUT’un Hızır gibi yetişir, hayat kurtarırdı.
Bizim ve milyonların kahramanıydın sen.
Ama öyle bir akıl almaz, akla gelmez iş yaptın ki geçende, bir anda uçup gitti tüm geçmişin ve geçmişteki varlığın, kişiliğin.
Bir anda gözümüzde korkak, ürkek, kaçacak yer arayan tarla faresine dönüştün.
Nasıl yaptın kendine bu kötülüğü?
Ve nasıl düş kırıklığına uğrattın bizi ve milyonları?
Biz izlemeyiz onları. Onların televizyonuna çıkmışsın ve orada son derece doğru, yurtsever sözler söylemişsin, o gericilere, o Ortaçağcılara. O Havuz Medyasının, halkın sırtından beslenen şahıslarına.
Aynen şöyle demişsin:
“Ege’deki bize ait olan 17 adayı Yunanistan’a vermekten dolayı vatana ihanetten yargılanacak hükümet. Devran dönecek, Cumhurbaşkanı da, Başbakan da, Genelkurmay Başkanı da yargılanacak.” (https://www.youtube.com/watch?v=ZxQczHEt_CM)
Bu sözlerin neresi yanlış?
Türkiye’de; “Ben bu vatanın insanıyım. Vatanımı ve milletimi seviyorum.”, diyen her kişi imzasını atar bu sözlerin altına.
Nitekim, Halkın Kurtuluş Partisi, yani “Vatanı Sevmenin Ustası”, onları “Vatan toprağını Yunanistan’a peşkeş çekmek”ten dolayı şikayet etti mahkemelere. Suç duyurusunda bulundu. Hem Çeşme’de, hem Ankara’da Anayasa Mahkemesinde. Eylemli açıklamalar yaptı. Fakat ne yazık ki, Türkiye’de bu vatan toprağını peşkeş çekenler tarafından hukuk diye bir şey bırakılmadığı için, bağımsız yargı diye bir şey bırakılmadığı için bir sonuç çıkmadı bu çabalarımızdan, bu başvurularımızdan.
Ama gün gelecek, devran dönecek, bağımsız mahkemeler kurulacak bu ülkede. Hükümlerini Kaçak Saray’ın sinyallerine göre değil, hukuktan ve vicdanlarından alan gerçek yurtsever savcı ve yargıçların oluşturduğu bağımsız mahkemeler meydana gelecek. İşte onlar, soracak bunlardan bu peşkeşin hesabını.
Vatan toprağını satmanın suç olmadığı nerede görülmüş?
Bal gibi suçlu bunlar. Ve hesap verecekler.
Senin bu olağanüstü doğru ve haklı sözlerin ağır geldi bu Kaçak Saraylı ve onun AKP’gilleri’ne. Ağır geldi onun Havuz Medyasının görünüşte gazetecilerine, televizyoncularına. Ve savcıları saldı senin üzerine. Senin tutuklanmanı istediler, zindana atılmanı…
Onlar, kendilerini projelendirip oluşturan, iktidara taşıyan ve 14 yıldan bu yana da iktidarda tutan ABD Emperyalistlerine verdikleri söz gereği, Türkiye’yi “Yeni Sevr”e yani BOP’a götürmekle görevlidirler. O işi yapmaktadırlar şu anda da.
Bu vatan millet düşmanı işi yaparken de, isterler ki bu ihanetlerine itiraz eden, ses çıkaran kimse kalmasın. Herkes koyun sürüsünün elemanlarına dönsün. Bu ağzı var dili yok, çaresiz canlılara benzesin. Böylece de onların hüloogg’cuları uyanmasın. Onların yapıp ettiği ihanetlerin farkına varmasın…
İşte bu sebepten sürdüler savcıları üzerine.
Böyle bir durumda senden beklenen neydi, Mahruki?
Yiğitçe haklı tutumunun ve sözlerinin arkasında durmak. Senin geçmişin, geçmişteki yiğitliklerin, fedakârlıkların böyle davranmanı gerektirirdi.
Ama olmadı. Yapamadın bunu, Mahruki. Diz çöktün Kaçak Saraylı’nın ve Avanesinin önünde. Yıktın geçmişte yaptıklarını bir bir. Acıklı, çaresiz, zavallı, ürkek ve korkak bir insana döndün.
Şöyle dedin aynen. Daha doğrusu, diz çöktün:
“İstemeden de olsa sebep olduğum bu olayda kendi payıma düşen kısmı için başta Sn. Cumhurbaşkanı ve tüm AKUT ailesi olmak üzere bu süreçten rahatsız olan herkesten özür dilerim.” (Nasuh Mahruki, Sözcü Gazetesi, 24 Ekim 2016)
İşte bu sözler, bu korkakça özür, kendi ellerinle kendi alnına sıktığın bir kurşundan farklı bir şey değildi, Mahruki. Artık yok eski zirvelerin fatihi Mahruki. Ortada acıklı bir “Feldmous” var.
Bu konuya ilişkin, kendini bağışlatmaya yönelik şu sözleri de söylüyorsun aynı yazında:
“Bugüne dek; Milli Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri Em. Kurmay Albay Ümit Yalım, Ümit Özdağ, Yılmaz Özdil, Soner Yalçın, Banu Avar, Saygı Öztürk, Ahmet Takan, Ümit Kocasakal, Vatan Partisi, MHP, CHP, HDP ve daha başka pek çok kişi ve kurum tarafından gündeme getirilmiştir.” (agy)
Bu saydığın kişi ve kurumların sadece biri, Ümit Yalım gerçekten bu işin ortaya çıkmasında ve takibinde elinden gelen her gayreti göstermiştir. Öbürleri ise, yasak savma babında mızıldanmıştır yalnızca.
Oysa gerçek yurtsever, halksever ve Mustafa Kemal’ci Parti-Halkın Kurtuluş Partisi ne yapmıştır?
Suç duyurularında bulunmuş, eylemli açıklamalar yapmış ve işi Anayasa Mahkemesine kadar götürmüştür. İşin peşini bırakmayacağına dair de tekrar tekrar açıklamalarda bulunmuş ve sözler vermiştir halkımıza. Hem suçlulardan bunun hesabının sorulacağına dair, hem de Ege’de bize ait olan 17 adanın Yunanistan’a bırakılmayacağına ve bedeli ne olursa olsun o vatan topraklarının kurtarılacağına dair hüküm belirtmiş, taahhütte bulunmuştur.
Saygıdeğer namuslu asker Ümit Yalım’la da işbirliği halinde çalışmaktadır.
Tabiî sen yukarıdaki yazında bizden söz etmiyorsun. Edemiyorsun, daha doğrusu. Ağırdır bizim adımız. Herkes taşıyamaz. Bizden söz etmek, hele hele hakkımızı vermek için Everest kadar yürek ve namus olması gerekir adamda, Mahruki!
Neyse, geçelim bunu…
Zaten sadece sen değil, Merdan Yanardağ yönetimindeki ABC Gazetesi’nin dışında hiç kimse bizim adımızı, yazılarımızı, eylemlerimizi taşıyamamaktadır. Bizim adımıza, suretimize ve görüntülerimize asla yer vermemektedir, ekranlarında, sayfalarında. Olsun bakalım…
Besbelli ki Kaçak Saraylı’nın ve Avanesinin saldırısı karşısında ürküntüye kapılmışsın Mahruki. Ama çevrende de seni cesaretlendirecek, yapmayı düşündüğünün büyük bir yanlış ve senin için intihar anlamına gelebileceğini söyleyen bir tek dostun, yakının da yokmuş. Seçtiğin çevre de yanlışmış, Mahruki. Yazılar yazdığın, ekranlarına çıktığın gazeteler, televizyonlar ve onların sahipleri de yürek yoksunu. O yüzden sana verecek bir cesaret öğütleri zaten yok onlarda.
Hani ne diyor şairimiz:

Yoksa bu ilişkiler, bu zaaflar
Seni yiyip bitirir, seni yiyip bitirir
Dirhem dirhem azalırsın…

Çok kötü oldu bu yaptığın, Mahruki. Hiç düşünmedin geçmişini. Savaşçı atalarını, sana umut bağlamış, seni kahraman bellemiş sevenlerini. Ve tırmandığın zirveleri, sarp uçurumları.
Neyse, olan oldu. Sana tavsiyemiz, daha doğrusu dost tavsiyesi; dönüp sıfırdan başlaman. Yeniden ayağa kalkman…
Bunun için izlenecek somut bir örnek mi gerek diyorsun?
İşte biz buradayız. Bizi izle… Görürsün vatan satıcılara karşı nasıl mücadele edilir, halk nasıl savunulur, vatan nasıl savunulur.
Ne diyor Önder’imiz Kıvılcımlı:
“Vatan aşkını söylemekten korkar hale gelmektense ölmek yeğdir.”    
Evet, Mahruki. Korkuyorlar. Ondan saldırganlıkları. Çünkü yaptıklarını biliyor onlar.
Ne diyordu yine Büyük Ozanımız Nazım?

Hiçbir korkuya benzemez
Halkını satanın korkusu…

Biz sanatı severiz. Gerçek sanatçılarımızı severiz. Zaten Devrim de bir güzelsanattır bize göre.
Bu vesileyle de sana şu an bedence aramızda olmayan yiğit bir devrimci ozanımızın dizeleriyle selam edelim:

Korkuyorlar korkacaklar korksunlar
Korkuyorlar, korkacaklar, korksunlar
Geliyoruz, geleceğiz yakındır.
Kim nerede ne işliyor hepsini
Biliyoruz bileceğiz yakındır.

Bölüşmüşler memleketin varını
Bekliyoruz hele gelsin yarını
Elimizin nasır balyozlarını
Başlarına vuracağız yakındır.

Din alıp satmaya vermişler hızı
Hele şu ağalık başlıca sızı
Zorlanıp alınan haklarımızı
Fitil fitil alacağız yakındır.

Aç ölürüz tok yaşarlar bu neden
Yıkılsın bu hale hükümet eden
Şura doğu şura batı demeden
Güvercinler salacağız yakındır.

Eridi yokuşlar yöneldik düze
Boşuna bu çaba bu engel bize
İşçi köylü kendi meclisimize
Biz kendimiz dolacağız yakındır.
Âşık İhsani

Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
29 Ekim 2016

Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı


Bugün 29 Ekim! İkinci Kurtuluş Savaşımızın Meşalesinin Alevlendiği Gün!



Bugün 29 Ekim!
İkinci Kurtuluş Savaşımızın Meşalesinin Alevlendiği Gün!
Bugün 29 Ekim! AB-D Emperyalizmi ve Yerli Satılmışlar Cephesinin, Sevr’i yırtıp attığımız günden beri süregelen ayak oyunlarıyla en sonunda enkaz haline getirdikleri Cumhuriyet’imizin 93’üncü yılı.
Ancak bugün artık bir bayram günü değil! Yeni Sevr’e karşı, İkinci Kuvayimilliyeciliğimizin meşalesinin alev aldığı bir birlik, bir mücadele günüdür!
Çünkü Antiemperyalist Birinci Kurtuluş Savaşı’mızla canla, başla mücadele ederek kapıdan kovduğumuz emperyalistler önce bacamızdan girdiler, bugünse artık ellerini kollarını sallayarak cirit atıyorlar vatanımızda!
Çünkü saltanat özlemcisi Kaçak Saraylı Reis’in kazanı, tüm Ortadoğu ve dünya halklarının baş düşmanı ABD Emperyalizminin ateşi üzerinde kızdırıldıkça, içindeki halkımız diri diri kaynatılmaktan kurtulamadı!
Çünkü Laik Cumhuriyet’i elbirliğiyle enkaz haline getirdiler, yıktılar ve vatanımızı Ortaçağ karanlığına sürüklüyorlar!
O nedenledir, dinci faşist düzenlerine yani Ortaçağ karanlığına doğru giden yolun en önemli aşaması olan 15 Temmuz’u yere göğe sığdıramamaları, adını caddelere, parklara, meydanlara kazımaları, zafer günü ilan etmeleri!
O nedenledir kendileri için yas günü olan 19 Mayıs’ları, 23 Nisan’ları, 30 Ağustos’ları, 29 Ekim’leri parçalama, yok etme ve öç alma günlerine dönüştürmeleri!
Şimdi anlamak için soralım:
Cumhuriyet nedir?
Emperyalizme karşı dünyada ilk başarılı Kurtuluş Savaşı’nın zaferinin ilanı olan Cumhuriyet’imiz nasıl bu hale gelmiştir? Cumhuriyet kalemiz nasıl düşmüştür?
Bu sorulara daha çocuk denecek yaşta, 17 yaşında Ege’de Yörük Ali Efe Çetesi’nde Kurtuluş Savaşı’mıza katılan ve yiğitliğiyle o yaşta Köyceğiz Kuvayimilliye Komutanı olan Hikmet Kıvılcımlı’nın 29 Ekim 1968’de yayımlanan “Cumhuriyet Bayramı Nedir?” başlıklı yazısından alıntıyla cevap verelim:
“Bunu, bize en iyi özetleyen kişi, Cumhuriyet’in ölümsüz kurucusudur.
Mustafa Kemal, Türkiye’yi yüzyıllardan beri iki büyük kahredici gücü, iki büyük lanetleme gücü ezdiğini haykırdığı gün, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin gönderesine ilk Cumhuriyet bayrağını çekmişti. Bu İki kahredici, lanetleme, baş belası güç neydi?
Mustafa Kemal’e göre birisi Emperyalizm, öteki Saltanat’tı.
Emperyalizm neydi?
Batıda, serbest rekabetçi tasını tarağını toparlamış ve iç çatışmalarını, dünya ölçüsünde kangrenleştirmiş olan, tekelci kapitalizmdi.
Saltanat neydi?
Kadim Tefeci-Bezirgân Sermayenin her türlü gelişimi taşlaştırıp dondura koymuş olan derebeylik biçimiydi.
Bu iki güç birbirileriyle domuz topu olmuştu. Emperyalizmin yeryüzündeki egemenliğini sağlayan yerli avadanlık, geri ve sömürge ülkelerde emperyalizmin teslim aldığı irili ufaklı saltanatlardı.
1919 yılı, yalın savaş kılıcıyla. Kadim Çağ derebeyliği olan emperyalizmin yüzde yüz emrine geçirilmişti. Onun için, Anadolu içlerinde, gâvura karşı kıpırdayan baş kaldırma karşısında, ilkin sözde Müslüman olan saltanatı buldu. Emperyalizmin Papaz Fru’ları, Saltanatın Molla Necmettin’lerini parayla tuttular. Ve Anadolu topraklarına sarıklı-cübbeli kılıklarla, casus ve baltalayıcı olarak gönderdiler. Ege Cephesinde Milli Kurtuluş Cephesinin ilk kurşunu, Yunanlıdan önce, sözde mütegallibe Hacıağalarına karşı sıkılmak zorunda kalındı.
Onun İçin Türkiye’de Cumhuriyet demek. Türk Milletinin bağrına oturmuş olan emperyalizmle Saltanat’a karşı kurduğu bir savunma kalesi demektir.”
(…) Cumhuriyet emperyalizme, yani Cihan Finans-Kapitalizmine ve Saltanat’a, yani Osmanlı Tefeci-Bezirgânlığına karşı savaşarak doğdu.
Türkiye’de Cumhuriyet’in anlamını yücelten ve kutsallaştıran, Mustafa Kemal’in hiç hayale kapılmaksızın pek açık belirttiği, o her iki irtica cephesinde, her iki gericilik cephesinde başardığı savaştır.
45 yıldır Türkiye’de neler olupbitti?
Her canlı ya da cansız varlık gibi, toplumumuz da zamanla bir sıra değişikliklere uğradı. Ana çizgisiyle, yani ekonomik temel ve sosyal sınıf yapısı bakımından geçirdiğimiz değişikliklerin anlamı ve yönü ne oldu?
Soruya duruca karşılık bulmak için kendi kendimize bir daha sorabiliriz: Türkiye’de Cumhuriyet, Mustafa Kemal’in ilk olarak gördüğü ve gösterdiği hedefe vardı mı? Daha kabaca söyleyelim: Türkiye’de, Saltanatı kökünden devirip, emperyalizmi kökünden kazıdı mı?
Bu sorulara yuvarlacık bir EVET, yahut HAYIR ile karşılık verecek kadar bozuk metafizik veya skolastik bir düşünce ve davranış olamaz. Cumhuriyetimizin gerçekliğinde yatan diyalektik büsbütün beklenmedik, şaşırtıcı gelişmeler gösterdi.
1- SALTANAT’ın tepesi Padişahlık ve Hilafetti. Saltanatın tabanı derebeyleşmiş Tefeci-Bezirgânlıktı. Cumhuriyet, tepedeki padişahlığı ve hilafeti kaldırdı. Tabandaki Kadim Tefeci-Bezirgân Hacıağalık ne oldu?
Vaktiyle “irtica” denilen gericilik isyanlara, suikastlara giriştikçe ezildi. Kabuğuna çekildikçe rahat bırakıldı, hatta ayrıcalandı. Yalnız ara sıra tefeciliğe karşı resmi savaşlar açıldı. Yüzde ondan “aşırı” faizler kanunla yasaklandı.
Oysa, politikanın etkileyemediği kanunlar vardı. Türkiye ekonomisinde Kadim Tefeci-Bezirgân Sermayenin kökünü ancak genlikli (prosper: Müreffeh) ve hızlı bir modern sanayileşme kazıyabilirdi. Geniş üretim alanımız, toprakta küçük ekici, sanayide esnaf eliyle yürütüldükçe kaçınılmaz sonuç belliydi. En ufak teşkilatına göz yumulmayan, her kımıldanışı “ağa” ağırlığıyla ile boğulan, binbir devlet vergisi ve banka mükellefiyetleri altında her gün biraz daha ezilen KÜÇÜK ÜRETMENLER Tefeci-Bezirgân torbasında kekliktiler.
O yüzden en iyi niyetli olsun veya olmasın, bütün resmi yasaklar ister istemez kitapta kaldı. Hayatta Kadim Tefeci-Bezirgân ilişkileri, şehir bankalarından güç alarak bütün hınçları ve uğursuzluklarıyla işlediler. Eski “saltanatlarını” (yeni egemenliklerini) yürüttüler ve gitgide büyülttüler.
2- EMPERYALİZM’in tepesi -o günler- Yunan Kıralı ile Türk Padişahının gölgelerine çöreklenmiş: İngiliz, Fransız, Amerikan, İtalyan vb… emperyalist silâhlı güçleriydi. Emperyalizmin Türkiye içindeki tabanı: yabancı komprador sermaye. yani bankalar ve şirketlerle onların acenteleriydi.
Mehmetçik, Yunan Ordusu’nu baskına uğratınca Yunan Kralı’nı, maymun ısırdı, Türk Padişahının kavuğu devrildi. Emperyalist silahlı güçler paratonersiz kaldılar. Ana yurtlarındaki grevlerde, halk hareketlerinde Sovyet İhtilalini bastırmaya vakit bulamayan emperyalizmin silâhlı güçlerini de şeytan aldı götürdü.
Tabandaki modern yabancı şirketlerle acenteler ne oldular?
Düyunu Umumiye alacaklıları “Şark isyanlarını” ve şirketler “Gaziye suikastları” kışkırttıkça, yerli-yabancı firmalar devletleştirildi. Çoğunluğu Rum, Ermeni, Yahudi olan komprador burjuvazi “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyalarıyla sindirildi. Sermayeci tıkırına baktıkça okşanmaktan da öteye şımartıldı ve varsa yoksa biricik devlet gözdesi yapıldı
Bunun üzerine pek imrendiğimiz özel sermaye külahları silâhları değiştirip yerli milli şirketler kılığında “adanmış toprağına” kavuştu. Uluslararası Finans-Kapital bütünlüğü içinde bir öz ve özel parça oldu, Türkler “Medenî Kıyafet” takınıp “Avrupalılaştılar”. Batılı kodaman turistler ve vaktiyle Türk’e tepeden bakan kompradorlar da “Türkleştiler”.”
Duruca gördüğümüz gibi ne saltanatın tabanı Tefeci-Bezirgânlık ortadan kaldırılabildi, ne de emperyalizmin Türkiye içindeki tabanı bankalar ve şirketlerle, onların acenteleri… Hal böyle olunca ve bu iki gericiliğe karşı Antiemperyalist, Antifeodal, Antişovenist örgütlü bir halk örgütlenmesi ve mücadelesi yaratılamayıp, Demokratik Halk Devrimi başarılamayınca bu son kaçınılmaz oldu. AB-D Emperyalizminin ülkemizi Yeni Sevr’e sürüklemesine de engel olamadık, Ortaçağ karanlıklarına bayır aşağı sürüklenmeye de!
O nedenledir ki bugün Mustafa Kemal’in gençliğe hitabesindeki uyarılarının tamamı gerçekleşmiştir.
Ne demişti Mustafa Kemal?
“İstiklâl ve Cumhuriyet’ine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler.
“Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.
“Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.” (Gençliğe Hitabe)
AB-D Emperyalizmi memleketimizin iliklerine dek işleyerek kaleyi içten fethetti. Batı gericiliği doğu gericiliğiyle yani Ortaçağcı Türkiye gericiliğiyle ve Batı aşığı ve uşağı Modern Türkiye gericiliğiyle etle tırnak gibi kaynaştı. Ekonomiyi de iktidarı da tekellerine aldılar.
1950’den sonra iktidarları da muhalefetleri de tamamen o belirledi. Halkımız da sandığa gidip oy verdi, memleketinde “demokrasi” var zannetti. Oysa bilmedi ve görmedi ki yapılan “seçimler” kendisini harap ve bîtap düşürmekten öteye gitmeyecek bir aldatmaca, bir oyun, bir sürek avı! Ha berideki kuklasını seçmişsin, ha ötedekini!
Ordumuzu da saltanatın mollası, ABD Emperyalistlerinin kuklası Celal Bayar-Adnan Menderes eliyle 1952’de NATO’ya teslim ettik. Sonrası çorap söküğü gibi geldi. Al gülüm, ver gülüm oldukları dönemde, “ben bu davanın savcısıyım” diyen Kaçak Saraylı Reis ve Pensilvanyalı İmam’ın yargıdaki, emniyetteki, MİT’teki alçak kadroları sayesinde Ergenekon ve Balyoz operasyonlarıyla Mustafa Kemal’ci, laik, yurtsever subaylar ve komutanlar Silivri zindanına tıkıldı. Askeri okullardaki kendilerinden olmayan öğrenciler kumpaslar kurularak atıldı ya da çeşitli işkencelerle okulları bıraktırıldı. Ordu böylece iğdiş edildi.
Yetmedi. ABD Emperyalizminin uşağı, işbirlikçisi, vatan haini bu iki Ortaçağcı İrticai güç, bildiğimiz gibi 17-25 Aralık 2013’ten sonraki ikinci ganimet paylaşım savaşını en son geçtiğimiz 15 Temmuz’da Ordumuz üzerinden yaptı. Takke düştü, kel göründü! Ordumuzun neredeyse yarısının Ergenekon-Balyoz katliamı sonucunda, İmam Fethullah’ın ordusu haline dönüştüğü ortaya çıktı.
Son darbeyi de Kaçak Saraylı Reis ve avanesi bu bahaneyle vurdu; askeri okulları, hastaneleri kapattı, kışlaları önce düşmanı zapt eder gibi Ortaçağcı güruhuna “kuşattırdı”, sonra da şehir dışına sürdü, Ortaçağ ordusuna dönüştürme harekâtına girişti. Mustafa Kemal’in dediği ve uyardığı gibi memleketimizin bütün orduları da dağıtılmıştır böylece!
Bütün bunları bir araya getirdiğimizde, görünürde Birinci Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızda olduğu gibi fiili bir “düşman işgali” olmasa da acı veren gerçekliğimiz budur! Bu gerçeği ne emperyalizmin kanlı postallı askerlerinin topraklarımızda, şehirlerimizde, sokaklarımızda açıktan dolaşmıyor olması değiştirir ne de başta Kaçak Saraylı Reis olmak üzere Meclisteki Dört Amerikancı satılmış partinin “yerli” olması!
Onlar BOP’u, Yeni Sevr’i, Türkiye’nin en az üçe bölünmesini ve Ortaçağcı bir din devletine dönüştürülmesini bu şekilde gerçekleştirmekle görevlidir. Bu süreçte epeyce yol almışlardır ve bayram etmektedirler.
Ancak erken bayram etmesinler!
Bundan gayrı yapılacak tek şey vardır: Antiemperyalist, Antifeodal, Antişovenist İkinci Kurtuluş Savaşı’mızı vermek!
Bu topraklar bereketlidir! Kurtuluş Savaşı Destanı’nın yazıldığı topraklardır! Zalimlere karşı cesaret vatanıyla insanlık onuru için direnen Şeyh Bedrettin’lerin, Pir Sultan’ların, Mustafa Kemal’lerin, Hikmet Kıvılcımlı’ların doğduğu topraklardır!
Bu topraklar Nazım’ın:
Ve kanlı bankerler pazarında
Memleketi Alaman’a satanlar,
yan gelip ölülerin üzerinde yatanlar
düştüler can kaygusuna
ve kurtarmak için başlarını halkın gazabından
karanlığa karışarak basıp gittiler…
Kuvayimilliye Destanı dizelerinde söylediği gibi, vatan hainlerinin Tarihin çöplüğüne fırlatılıp atıldığı topraklardır!
Bizler destan yazan Birinci Kurtuluş Savaşçılarımız gibi, yenilgiyi baştan kabullenmektense savaşarak ölmeyi yeğ tutan İkinci Kurtuluş Savaşçılarıyız! Bu savaşın önderleriyiz!
Memleketi satanları, halkımıza kıyanları Tarihin çöplüğüne fırlatacağız!
Eninde sonunda biz kazanacağız!
Yaşasın 29 Ekim!
Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
29 Ekim 2016
Halkın Kurtuluş Partisi
Genel Merkezi