Değerli
Dostlar;
Bu yazı Başkent
Üni. Öğr. Üyesi Sn. Yrd.Doç. İsmet Görgülü tarafından kaleme alınmış olup, 19
Mart 2007’de Cumhuriyet Gaz. Strj. Ekinde ve çok sayıda web sitesinde “ATATÜRK’ün Önlediği Tehdit Gündemde “ başlığı
ile yayımlanmıştır.
Geçtiğimiz
günlerde Barzani’nin Türkiye ziyareti sırasında Kuzey Irak Bölgesel
Yönetiminin bayrağının göndere çekilmesi, kimi yetkililerin söylediği gibi “diplomatik
teamül” gereği değil, Sevr anlaşmasının 62, 63 ve 64. Maddelerinin hortlatılarak yaşama geçirilmesine
yöneliktir.
Mustafa
Kemal Atatürk’ün derin bir öngörü ile şiddetle karşı çıktığı “Türkiye’nin kati
mahvı projesi” olarak adlandırdığı, emperyalistlerin himayesinde kurulacak bir “Kürdistan”
, bu gün yeniden gündemdedir..Sn. Görgülü’nün konuyu aydınlatıcı nitelikteki
yazısı güncelliğini korumaktır.
İsmet
GÖRGÜLÜ
Başkent
Üni. Öğr. Üyesi-ADD,GYK Üyesi
Başlıktaki
söz Atatürk’ün 5 Şubat 1920 tarihli bildirisindendir. Bildirisinde “Kafkas seddi”
üzerine açıklamalar yapar ve sonunu başlıktaki gibi bağlar. Der ki;
“Kafkas seddinin
yapılmasını Türkiye’nin kati mahvı projesi sayıp, bu seddi İtilaf Devletleri’ne
yaptırmamak için en son vasıtalara müracaat etmek ve bu uğurda her türlü
tehlikeleri göze almak mecburiyetindeyiz.”
Atatürk’ü
bu sonuca götüren, Şubat 1920 itibariyle Türkiye’nin durumu şöyledir; ki anılan
ve komutanlara gönderdiği bildiride durumu uzunca açıklar.
Türkiye
dört bir yanından kuşatılmıştır. Batıdan Yunan ordusuyla, Boğazlardan İtilaf
askerleriyle, Akdeniz’den İtalyan ve Fransız, Suriye’den Fransız, Irak’tan
İngiliz ordularıyla, Kafkasya’dan yeni kurdukları ve Türk topraklarını işgal
ettirdikleri Ermenistan ve Gürcistan ile, Karadeniz’den de Pontus çeteleriyle
sarılmıştır. Ayrıca mevcut olan yönetimle işbirliği yapılarak, Türkiye içerden
de çökertilmektedir.
Bu
durumda Anadolu Türklüğünün tek nefes kapısı olarak Kafkasya kalmaktadır. Ancak
bu kapıda Ermenistan tıkacı ile kapatılmaya başlanmıştır. Bu tıkacı Trabzon’dan
Van Gölü güneyine kadar olan bölgeyi içine alacak şekilde büyüterek bir “sed”
haline dönüştürme amaçlanmaktadır. Tıkaç, “Kafkas Seddi’ne dönüştürüldüğünde
ise Türkiye’nin dünya ile olan tek nefes kapısı kapatılacak, Kafkas ve Orta
Asya Türklüğü ile ve de verilecek var olma-yok olma savaşında siyasi, mali ve
askeri yönden desteğine gereksinim duyulan, düşmanlarımızın düşmanı Moskova ile
ilişki olanağı ortadan kalkacaktır.
İşte
bu durumda, Kafkas Seddi’nin gerçekleştirilmesiyle Şark Siyaseti’nin son hedefi
olan Türkü ve Türkiye’yi yok edip tarihten silmenin ortamı tamamlanmış
olacaktır. Atatürk Kafkas Seddi’ni bu nedenle
Türkiye’nin kesin yok edilme projesi sayar.
Kafkas
Seddi projesi sadece Van Gölü’nden Karadeniz’e uzanan değil bir de
tamamlayıcısı olarak Güney ayağı vardır. Atatürk 6 Ekim 1920 tarihli bir
telgrafında;
“…Basra Körfezi’nden
Karadeniz’e kadar Doğu ile Türkiye arasında İtilaf Devletleri nüfuz ve himayesi
altında büyük bir kütle oluşturmak..”tan söz eder.
İtilaf
Devletleri’nin patronu olan İngiltere’nin de gerçek niyeti budur. Basra Körfezi
ile Karadeniz ve Hazar Denizi arasında kendi nüfuzunda bir bölge oluşturmak.
Bununla da bir taşla çok kuş vurmak. Birincisi, egemenliği altında bulundurduğu
denizlere Karadeniz’i de katmak. İşgalle kontrol altında tuttuğu Türk Boğazları
ile Karadeniz’de tam üstünlüğü sağlayamamaktadır. Rusya’ya karşı deniz
üstünlüğünü sağlayabilmesi için Trabzon ve Batum limanlarını da kontrolünde
tutması gerekir. İkincisi petroldür. Kendisi için Birinci Dünya Savaşı’nın
hedefleri arasında bulunan Irak petrol havzalarını (Basra ve Kerkük-Musul)
işgalle Türklerden alır. Savaşın sonunda Türkiye’nin kontrolünde bulunan Hazar
petrol havzasını da, Mondoros Ateşkesi ile boşalttırır ve kendisi işgal eder.
Bu iki büyük petrol havzasının (Irak ve Hazar) kendi kontrolünde fiziki bağını
oluşturmak da, vurduğu ikinci kuş olacaktır. Üçüncüsü de Anadolu Türklüğünün
direnişini, yaşam alanını daraltarak dışla ilişki olanağını keserek, bitirmek.
Kafkas
Seddi projesi sonuç olarak, Basra Körfezi İle Karadeniz’i ve Hazar Denizi’ni
birleştirecek bir sed olarak karşımıza çıkıyor. Seddi oluşturmak için
Ermenistan’ı Karadeniz kıyılarından Van Gölü güneyine kadar genişletmek, Van
Gölü ile İngiliz işgalindeki Irak arasındaki boşluğu doldurmak için de Kuzey
Kürdistan’ı(!) kurmak istediler. Güney
Kürdistan (!) (Kuzey Irak) isterse buna katılabilecekti. İşte Sevr Anlaşması
haritasının doğusu bunu düzenliyordu.
Atatürk,
Türkiye’nin yok edilmesini doğuracak bu projenin tehlikelerini gördü ve bu
projeden Türkiye kadar zarar görecek olan Moskova’yı birkaç kez uyardı. İki
örnek:
“Ermeniler Van ve
Bitlis’i ele geçirince Irak’taki İngilizlerle birleşeceklerinden dolayı bütün
Yakındoğu’da İngilizlerin yeri çok sağlamlık kazanacaktır.”
(1 Aralık 1920)
“Ermenistan’ı
Mezopotamya’da yerleşmiş İngilizlere yakınlaştıracak surette uzatmak, Moskova
ve Ankara Hükümetlerine pek çok nahoş sürprizler yaratmak demek olur.” (27 Aralık 1920)
Uyarıları
sonuç verdi, Ankara- Moskova işbirliği ile Kafkas Seddi’nin Ermenistan ayağı kırıldı.
Kürdistan kurma hayali de Sevr yerine Lozan Barışı getirilerek söndürüldü.
Ayrıca İngiliz’in uşaklığını yaparak bu hayalin peşinde koşanlar ile
emperyalizme hizmet edeceğinin farkında olmadan bir heyecan ile Kürtçülük
peşinde olanlara, kullanılanlara, bilgi ve uyarılarda bulundu, sonucun ne
olacağını anlattı. İki örnek verelim:
“Kürtlerin devletten
ayrılarak İngilizlerin himayesinde bağımsız Kürdistan kurmaları teorisini
tasvip etmem. Çünkü bu teori, muhakkak Ermenistan lehine İngilizler tarafından
tertip edilmiş bir plandır.” (16 Haziran
1919)
“Kürtleri Osmanlı
camiasından ayırmak, İngiliz boyunduruğuna sevk etmek, neticede Doğu
Anadolu’muzu Ermenilere çiğnetmeye yol açacak Kürdistan Teali Cemiyeti gibi
zararlı bir teşkilatın, vicdan yerine yabancı parası taşıyan birkaç serserinin
memleketimize ekmek istedikleri fesat tohumunun Dersim’de revaç bulmuş olması
üzüntü vericidir” (9 Kasım 1919)
Atatürk
Kafkas Seddi’nin Anadolu’da kurulmasını önlerken, yanı sıra bu seddin Kuzey
ırak’tan oluşturulmaya başlanmasına olanak vermemek için de, 1918’de elimizden
çıkan Musul vilayetini (bugünkü Kuzey Irak’tan daha büyük) Misak-ı Milli içine
aldı. Anadolu’da Kurtuluş Savaşı verilirken, Musul’a yönelik de askeri harekat
yaptırdı. Bizi Kurtuluş Savaşı vermek zorunda bırakan İngiltere olmasına
rağmen, Anadolu’da hiç çarpışmadığımız İngiliz ordusu ile Musul için Musul
kuzeyinde çarpıştık ve çok önemlidir, Dumlupınar’daki 30 Ağustos (1922) Zaferi’nin
ertesi günü, 31 Ağustos’ta İngiliz ordusuna karşı Derbent Zaferi’ni kazandık.
Başarıyı genişletecek gücümüz olmadığı için arkasını getiremedik.
Musul
vilayetini Misak-ı Milli sınırları içine alma gerekçesi ise bazı devlet
edenlerin vicdanlarını sızlatacak, yüzlerini kızartacak, Türk ulusuna vermeleri
gereken hesabı artıracak şekildedir.
“Musul, bizim için çok
kıymetlidir…Birincisi, civarında sonsuz servet teşkil eden petrol kaynakları
vardır. İkincisi bunun kadar önemli olan Kürtlük meselesidir. İngilizler orada
bir Kürt hükümeti teşkil etmek istiyorlar. Bunu yaptıkları taktirde bu fikir
bizim hududumuz dahilindeki Kürtlere de sirayet edebilir.”
(16 Ocak 1923)
Musul,
şu veya bu şekilde alınamaz ama orada bir Kürt hükümetinin kurulmasına da
fırsat verilmez.
Günümüze
geldiğimizde ise, Atatürk’ün “her türlü
tehlikeleri göze almak mecburiyetindeyiz” yaklaşımı ile önlediği Kafkas
Seddi Projesi adım adım gerçekleşiyor. İngiltere’nin Dünya Savaşı ve sonrasında
“Asya Çemberi Projesi” içinde yer
alan Kafkas Seddi, bugün ABD’nin BOP’u içinde gerçekleştirilmek yolundadır.
Geçmişte İngiltere’nin işgal ettiği Irak’ı bugün ABD işgal etmiştir.
İngiltere’nin Sevr’i ile önce Kuzey’de kurulması, Güney’in sonradan buna
katılması planlanan Kürdistan, bugün defacto olarak Güney’de kurulmuş, Kuzey’in
buna katılması hazırlıkları yapılmaktadır. Kuzey, Güney ile birleştirilirken
Sevr’deki gibi Van Gölü’ne kadar değil, Karadeniz’e kadar uzatılması
planlanmaktadır. Bunu haritalar ile açıklamaktan da çekinmemektedirler. Haziran
2006’da ABD Silahlı Kuvvetler dergisinde yayımlanan haritaya, bu bilgiler
ışığında bakılması yararlı olur.
Ayrıca
Türkiye çeşitli şekillerde dört bir tarafından da kuşatılmaktadır. Senaryo
aynıdır, kullanılan vasıtalar aynıdır (Kürtçülük, Ermenicilik, işbirlikçilik),
sadece filmin esas oğlanı değişmiştir. Film aynı olduğuna göre, Türkiye’nin bu
senaryoya karşı tavrı da Atatürk gibi olmalıdır. Bütünlüğü için, bekası için
Atatürk gibi yapmalıdır. Tehlikenin geldiği yöne karşı cephe almalı, tehlikeden
zarar göreceklerle saf tutmalıdır. Tehlikeyi doğuranlardan medet umma gafletinde
olmamalıdır.
“Bu
uğurda her türlü tehlikeleri göze almak mecburiyetinde” olduğunu kabul
etmelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder