15 Mart 2017 Çarşamba

AKP referanduma nasıl hazırlanıyor?





AKP, hiç gündeminde yokken, birdenbire sonu bilinmez bir yola girdi, ya da birileri arkadan itti!
Referandumdan söz ediyorum, Anayasaları reddedilirse, ayakta kalmaları zor. Enkaz kaldırma çalışmalarına sıra geldiğinde nelerle karşılaşacaklarını en iyi AKP kurmayları biliyor.
Bu nedenle de can havliyle “evet”i zorluyorlar. Başarı şanslarının çok olmadığını düşünüyorlar. Öyle ya; “Diktatörün el kitabını”, “demokrasi belgesi” diye yutturmak kolay değil.
Gerilimi tırmandırmaktan başka çözüm üretemiyorlar. Kendilerini öylesine kaptırdılar ki; hayır diyenleri, faşist; zorba; terör örgütü üyesi olmakla suçlamaya başladılar.
Avrupa ülkelerinde büyük bir oy potansiyeli var. Oralarda güçlü bir kampanya yürütmeyi amaçlamışlardı. Önceki yıllarda olduğu gibi hiçbir engelle karşılaşmayacaklarını umuyorlardı. Ama öyle olmadı. Sınır kapılarından dönmek zorunda bırakıldılar.
O ülkelerin de kendi seçimleri var ve kontrollü bir gerilim yaratarak milliyetçilik yarışında öne çıkıp oy toplamayı hedefliyorlar. Günümüz koşullarında tavır değiştirmeleri normal.
AKP bu aşağılanmışlıktan, ülkesinin çıkarı için yedi düvele savaş açmış bir kahraman üretmeye çalışıyor.
Belki başarırlar ama işadamlarının sürekli gerilimli bir ortamdan hoşlanmadıklarını herkes bilir. Yavaş yavaş seslerini yükseltmeye başladılar.
Şunu da unutmayalım: yurt dışında seçim çalışması yapılmasını 8 yıl önce kendileri yasaklamışlardı. Kendi çıkardıkları yasalara göre suç işliyorlar.
Bu arada kampanyalarını bizlerin paralarıyla yürüttüklerini de bir yerlere not edelim.
******
Bu hafta, 8 Mart günü yürürlüğe giren; 6824 sayılı torba yasa ile yapılan düzenlemelerden söz etmeyi düşünüyordum. Vazgeçmeye hiç niyetim yok. Toz duman arasında bu gibi konular medyada pek fazla yer bulamıyor. Oysa bunlar çok önemli.
AKP’li bir bölüm milletvekili gelir vergisi ve bazı yasalarda değişiklik öngörülen bir teklif verdiler. Bu teklif komisyonda dağıtıldı ve İç Tüzük gereği 48 saat geçtikten sonra görüşülmeye başlandı. Ancak komisyon üyeleri önlerinde aynı konularda düzenlemeler öngören Bakanlar Kurulu tasarısıyla daha karşılaştılar. İç Tüzüğü dolanmışlardı. İki gün içinde bu iki metin birleştirildi, yeni maddeler eklendi ve ortaya 26 maddeden oluşan ve 13 yasanın 19 kuralında değişiklik yapan bir tasarı çıktı. Genel Kuruldaki görüşmeler ise üç gün sürdü. Kimse ne olduğunu anlamadan tasarı yasalaşmıştı.
Yasayla, çiftçinin Ziraat Bankasına; Kredi Kooperatiflerine; TEDAŞ’a olan borçlarının yeniden yapılandırılması, Esnaf Ahilik Sandığı kurulması; vergilerini düzenli ödeyenlere %5 indirim uygulanması; yabancılara taşınmaz satışlarında KDV, Damga vergisi, harç alınmaması gibi biri diğeriyle ilgisiz çok sayıda konu düzenleniyor. Bunların hepsi ayrı uzmanlık gerektiriyor olsa da meclisin uzmanlık komisyonlarına gönderilmedi.
Getirilen düzenlemelerin bir bölümü, referandumda “evet” oylarını artırmaya yönelik. Bir bölümü, muhataplarının yararına gibi görünse de fiili durumun yasalaştırılmasından öte anlam taşımıyor. Ahilik Esnaf Sandığı ise, sanki varlık fonuna devredilmek üzere kurulmuş gibi.
Yapılan düzenlemelerin ortak bir özelliği var: Kişilere mali yükümlülük getiriyorsa referandumdan sonra yürürlüğe girmesi öngörülüyor.
Ana hatlarıyla da olsa bu sözleri açıklamak gerekiyor.
ÇİFTÇİ BORÇLARI
Çiftçinin, Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatiflerinden kullandığı ve 31 Aralık 2016 günü takip hesaplarında izlenen Tarımsal kredi borçlarının, Ekim/2017 ‘den başlamak üzere, her yıl, aynı ayda ve %11 basit faiz uygulanmak suretiyle, yeniden yapılandırılması öngörülüyor. Faizin %5’ini borçlu, %6’sını Hazine üsleniyor.
AKP’nin çiftçi dostu olmadığını biliyoruz. Bu maddenin, referandum için çiftçiye göz kırpılması anlamına geldiğinde kuşku yok.
TEDAŞ’IN ALACAKLARI
Elektrik dağıtım şirketlerinin özelleştirilmesinden önce tahsil edilmemiş ve çoğu takipli alacakları vardı. Bu alacaklar, özelleştirme/devir sırasında TEDAŞ’a devredilerek şirketleri satın alanlar yükten kurtarıldı, bir anlamda alacaklarını tahsil etmiş oldular. Devredilen alacaklar TEDAŞ’ın alacağı olarak anılmaya başlandı.
Şüpheli alacakların tutarının iki milyarın üzerinde olduğu belirtiliyor. Yıllarca tahsil edilememiş, bu süre içinde çiftçi toprağını terk etmiş, birçoğunun abone kaydı bile bulunamıyor. Kısaca söylersek tahsil edilebilmesi uzak bir olasılık. Bu maddeyle gecikme zammı, faiz gibi yükümlülüklerden vazgeçerek bir miktar tahsilat yapılması yollarının arandığı anlaşılıyor.
VERGİYE UYUMLU YÜKÜMLÜLER
Böyle bir düzenleme ilk kez yapılıyor. Yasada bildirimini zamanında veren, vergisini zamanında ödeyen yükümlülerin gelir ve kurumlar vergilerinden %5 indirim yapılması öngörülüyor. Bu düzenlemede dikkati çeken bir özellik var: yasal süresi geçtikten sonra düzeltme ve pişmanlık bildirimi verilmesi kural ihlali sayılmadığı için yükümlüye tanınan indirimden vazgeçilmesi gerekmiyor.
YABANCILARA TAŞINMAZ SATIŞLARINDA KDV BAĞIŞIKLIĞI
Yabancılar ile yurt dışında oturma izni alarak 6 aydan çok süre yurt dışında yaşayan Türk vatandaşları, bedelini döviz olarak getirip Türkiye’de taşınmaz alırlarsa bu işlem KDV’den bağışık tutuluyor. Tek koşul, taşınmazları bir yıl içinde satmamaları. Maddede, yabancıların bu süreden önce satmaları durumunda KDV’sini ödemek zorunda oldukları yazılı. Ancak yükümlülerin yurt dışında yaşadığı dikkate alınırsa tahsil edilebilme şansının pek fazla olmadığı görülür.
Satılma yasağının süresi de çok kısa. Hemen herkes, %8-18 KDV bağışıklığından yararlanabilmek için taşınmazını, bir yılı biraz aşan bir süre emanet edebileceği bir yakınını bulabilir. Bu fırsatın kötüye kullanılmaması için önlem geliştirilemezse KDV’siz taşınmaz konut satışlarının tepe yapabilir.
ESNAF AHİLİK SANDIĞI
Torba Yasaya konulan bir maddeyle devasa bir sigorta kuruldu. Görevleri, sorumlulukları, uyması gereken kuralların hepsi Ek Madde 6’ya sığdırıldı. İlk fıkrasında şöyle deniliyor; “Esnaf Ahilik Sandığının gerektirdiği görev ve hizmetler için mali kaynak sağlamak, piyasa şartlarında kaynakları değerlendirmek, bu kanunun öngördüğü ödemelerde bulunmak üzere…” kurulmuştur.
Adı Esnaf sandığı olsa da; “hizmet akdine bağlı olmaksızın kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlardan serbest ticaretle uğraşan” herkesi kapsıyor.
Sigorta kapsamındakilerin, prime esas kazançlarının %2 ‘sini ödemesi; Devletin de %1 katkıda bulunması öngörülüyor. Bugünkü asgari ücrete göre sigortalıdan en az 35,55 en çok 266,62 lira kesinti yapılacak. Kesintinin başlama tarihi ise 1 Temmuz, yani referandum sonrasına bırakılmış. Kapsamda yaklaşık iki milyon kişi var. Milyarlarca lira toplanacak.
Yasada; “Sandığın gerektirdiği hizmetler için…” kurulduğu belirtiliyorsa da yapılan tek iş, iflas eden ya da işyerlerini kapatanlara belirli süreler boyunca ödeme yapmak. 600 – 900 – 1080 gün prim ödeyenlere aynı sırayla 180 – 240 - 300 gün süresince ve ödedikleri prim dilimine göre 720 ile 1.422 lira arasında değişen tutarlarda ödenek verilmesi öngörülüyor. En az prim ödeme gün sayısı 600 olduğuna göre 2020’den önce ödeme yok.
Ödeneğe hak kazanmak için iki koşul öngörülüyor. Birinci koşul iflas başvurusunda bulunmak ya da işyerini kapatmış olmak. İkinci koşul ise Sandığa borcu olmamak. Şaka gibi değil mi? iflasın eşiğinde olan birine borcun varsa ödeme yapmam diyorsunuz.
Sandığın bir başka gideri daha var: gelirinin %15’ini, girişimcilik ve mesleki eğitim gibi amaçlarla kullanılmak üzere, İŞKUR’a aktarması öngörülüyor.
Varlık Fonu, gerekçesinden anlaşıldığına göre, öncelikle emeklilik fonlarına göz dikti. Ahilik Esnaf Sandığının savruk bir anlayışla kurulduğunu dikkate alırsak, gelecekte varlık fonuna devredilmesinin amaçlandığını söyleyebiliriz.
KAYIT DIŞI ÇALIŞTIRMA TEŞVİK Mİ EDİLİYOR?
Bu Yasadan önce, kayıt dışı işçi çalıştırılanlar, bir yıl süre ile sigorta primi destek ve indirimlerinden yararlandırılmıyordu. Bu süre bir aya indirildi. Böylece işletmeler kayıt dışı işçi çalıştırmasınlar diye verilen desteklerin anlamı kalmadı.
MERALAR ELDEN ÇIKIYOR
Bugüne değin, meraların amaç dışı kullanımlarını yasallaştıran çok sayıda düzenleme yapılarak ucundan kıyısından kırpıldı. 2012’de 6360 sayılı Yasayla 16 bin köy, bir günde büyükşehirlerin mahallesi oldu. İçinde meraların da olduğu kamunun toprakları belediyelere ya da çeşitli kamu kurumlarına devredildi. Meralara el atmalara göz yumuldu ve çoğu bu niteliğini yitirdi. Mera denildiğinde akıllara artık yağmalanacak toprak geliyor. Kentsel dönüşümlerin konusunu bile oluşturmaya başladı.
Meralara ilişkin olarak yapılan düzenlemeler, fiili durumun kabul edilmesi anlamına geliyor. Yasanın 8. Maddesinde deniliyor ki; belediyelerden, özel idarelerden ya da diğer kamu kurumlarından satın almış olan özel kişilerden yeniden bedel istenmez; dava açılmaz; açılan davalardan vazgeçilir; kazanılmış davaların gereği yerine getirilmez. Böylelikle bir yandan fiili durum yasallaştırılırken, öte yandan yasalara göre haklı neden olsa bile meraların yağmasının sürekliliği sağlandı.
GENEL SAĞLIK SİGORTASI YÜRÜMEDİ
Genel Sağlık Sigortası 1 Ocak 2012’de yürürlüğe girdi. Gelir gruplarına göre, 71,10 – 213,30 ve 426,60 lira olmak üzere üç kademeli ödeme belirlenmişti. Başaramadıkları anlaşılıyor. Genel Kurul’daki görüşmelerden; sistemde olması gerekenlerin yalnızca %8,9’unun yükümlülüklerini yasaya uygun olarak gerçekleştirdiğini, 7 milyon 200 bin kişinin 12 milyar liraya yakın borçlu olduğunu öğrendik.
Ödenecek prim tutarı bütün gelir grupları için 53 lirada sabitlendi. Borçların bu tutar esas alınarak yeniden hesaplanması ve gecikme zammı, faiz gibi borcun fer’ ilerinden vazgeçilmesi öngörüldü.
GÖZLER SENDİKALARIN GELİRLERİNDE
Yasanın 23. Maddesiyle; Sendikaların, gelirlerinin %10’a kadar olan kısmını, kadın istihdamını destekleyici hizmetlerde kullanılmak üzere, Çalışma Bakanlığına; “ayni ve nakdi yardımda bulunabilirler” deniliyor. Çalışma Bakanlığının, sendikalar üzerindeki gözetim, denetim yetkilerini dikkate almazsak, zorlama olmadığını düşünebiliriz. Oysa gerçek hiç de öyle değil. Artık sendikaların gelirlerine de el koymaya başlayacakları anlaşılıyor.
SON SÖZ
Yazının çok uzadığının farkındayım. Ama suç bende değil, AKP’nin referandum maceraları bitmek bilmiyor.
Kadir Sev 15/03/2017 Çarşamba

ROL MODEL, SULTAN ABDÜLHAMİT (BİRİNCİ BÖLÜM)



Cumhurbaşkanı Erdoğan, Osmanlı padişahlarını “ecdadım” diyerek sahiplenmektedir. “Ecdad”, Arapça bir sözcük olup Türkçe anlamı şudur: Atalar, dedeler.
Yani, Erdoğan tüm Osmanlı padişahlarını ataları olarak görmektedir.
Hiç kuşkusuz Osmanlı tarihi de Türklerin tarihini bir parçasıdır. Ancak, özellikle Fatih Sultan Mehmet ve sonraki padişahlara Türklerin ataları demek söz konusu bile olamaz.
Bakın, Cumhurbaşkanı Erdoğan kimlere “ecdadım” diyor:

Taht kavgasında kardeşlerin bir birini öldürmesini yasalaştıran Fatih Sultan Mehmet’e “ecdadım” diyor.

Tüm saltanatı süresince hiç “Kâfire kılıç sallamamış”, hep Türkleri ve Müslümanları öldürmüş olan Yavuz Sultan Selim’e “ecdadım” diyor.

Anadolu’da yoksul 40 bin Alevi Türk’ü kılıçtan geçirmiş Yavuz Sultan Selim’e “ecdadım” diyor.

Öz üç oğlunu öldürten, bunlardan birini gözünün önünde boğdurtan ve bunu izleyen Kanuni Sultan Süleyman’a “ecdadım” diyor.

Tahta çıkar çıkmaz 19 öz erkek kardeşini ve 20 öz kız kardeşini boğdurtan seri katil III. Mehmet’e “ecdadım” diyor.

Tüm ülke düşman işgali altındayken işgalci İngilizlerin bir savaş gemisine binerek İstanbul’dan kaçan Vahdettin’e de “ecdadım” diyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “ecdadım” dediği 36 Osmanlı padişahından birisini, Sultan II. Abdülhamit’i kendisine “Rol Model” olarak seçmiştir.
Devlet başkanlarına ve önemli siyasetçilere “aktör” denildiğini hepimiz biliyoruz. Bu nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan da bir aktördür.
Aktörler rol yapar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da kendisine Rol Modeli olarak seçtiği Sultan Abdülhamit rolünü oynamaktadır.
İşte bu nedenle Sultan Abdülhamit’i biraz yakından tanımamızda çok yarar vardır.

ABDÜLHAMİT DÖNEMİNDE BASKI REJİMİ

Abdülhamit tahta geçtikten dört ay sonra, “Kanun-i Esasi” denilen anayasa yayınlandı. Bu anayasanın 12. maddesinde “Basın, yasalar çerçevesinde özgürdür” denilmekteydi. Ancak, Abdülhamit anayasanın çerçevesi içinde basın özgürlüğünü işlemez hale getirmeyi başarmıştır.
Söz konusu anayasaya göre Abdülhamit şu yetkilere sahipti: Meclis’i toplamak, kapatmak, yeniden seçim yaptırmak.

YORUM: Eğer 16 Nisan’da yapılacak anayasa referandumunda “Evet” oyları çoğunluğu sağlarsa, Cumhurbaşkanı Erdoğan da aynı yetkilere sahip olacaktır.

Nisan 1877’de Osmanlı-Rus savaşı başlar.
Sultan Abdülhamit, bu savaşın çıkmasına Meclis’in neden olduğunu ileri sürerek Meclis’i kapatır. Yine anayasanın başka bir maddesine dayanarak Bakanlar Kurulu’na bir sıkıyönetim kararnamesi yayınlatır. Bu kararnamede şöyle denilmektedir:

Sıkıyönetim hükümeti, gerekli görülen kişilerin gece ve gündüz evlerini aramaya; şüpheli ve sabıkalıları tutuklamaya, konutları olmayan kişileri başka bir yere uzaklaştırmaya, kafaları karıştıracak yayın yapan gazeteleri hemen kapamaya ve her tür toplantıları, kurumları ve dernekleri yasaklamaya yetkilidir.”

YORUM: Eğer 16 Nisan’da yapılacak anayasa referandumunda ‘Evet’ oyları çoğunluğu sağlarsa, Cumhurbaşkanı Erdoğan da tıpkı Sultan Abdülhamit gibi aynı yetkiye sahip olacak, istediği zaman istediği konuda Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çıkarabilecektir.

Evleri basmak, kişileri sürmek, gazeteleri kapamak, toplantıları yasaklamak gibi eylemlerle 33 yıl sürecek ve gittikçe şiddetlenecek olan baskı yönetimi, Abdülhamit’in tahta çıkışından bir yıl sonra işte böyle başlamış, toplumun özellikle aydın kesimini kasıp kavurmuştur.

Değerli Dostlar,

Genelde baskı yöntemleri korkuya dayanır ve korku ile sürüp gider.
Peki, korkuyu doğuran nedir?
Korkuyu doğuran, güvensizliktir.
İşte, Abdülhamit’in kurduğu baskı yönetiminin temelini de halka güvensizlik oluşturuyordu. Abdülhamit, halkı çocuk düzeyinde görüp çocukların yönetilmesi gibi yönetilmesine inanıyordu. Bu görüşünü şöyle açıklıyordu:
“Ana baba ve çocuk eğiticileri, nasıl çocukların elinde zararlı kitaplar bulunmaması için özen gösterirlerse, hükümet de halkın fikirlerini zehirleyecek şeyleri ondan uzak tutmak zorundadır.”
Peki, halkın fikirlerini zehirleyen şeyler nelerdir?
Sultan Abdülhamit’in fikirleri dışındaki tüm fikirler zehirlidir!
Öyleyse Abdülhamit, baskı rejimini sürekli sürdürebilmek için, kendi fikirlerine karşı fikirler içeren her sözcüğü yasaklatmalı, her tür kitabı yasaklatıp yakmalıdır.
İşte, Abdülhamit de öyle yaptı!
Sansür kurumunu, jurnalcileri, hafiye örgütünü bu nedenle oluşturdu.

Değerli Dostlar,

Bu çok önemli ama uzunca konuyu sizlere üç bölümde sunacağım.
İkinci bölüm, yarın.

Yılmaz Dikbaş
15 Mart 2017, Çarşamba
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52