03 Mart 2017
AKP’nin “milli
tarım projesi” ile birlikte tarım sıklıkla gündeme gelir oldu.
Tarım ve
Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik 7 Ekim 2016’da Tekirdağ’da milli tarım projesini
açıklarken, “üreticimizin boşa kürek çekmemesi ve ektiğinin para etmesi için”
yeni bir modele geçileceğini belirterek “Bunlardan birincisi havza bazlı
destekleme modeline geçiyoruz, ikincisi ise hayvancılık destekleme modelinde
yerli üretime dayalı bir destekleme modeli. Bunların hepsine birden milli tarım
projesi diyoruz.” ifadeleriyle milli projelerini açıkladı.
Yine ekim
ayında Başbakan Binali Yıldırım ise ”Gıdaya erişimdeki dengesizlik,
insanlığın geleceğini tehdit ediyor. 7,5 milyar olan nüfus, 2040’ta 10 milyara
çıkacak. Bilinçsizce yapılaşmadan dolayı her yıl 12 milyon hektar tarım arazisi
yok oluyor. 34 ülke gıda, 80 ülke ise su sıkıntısı çekiyor. Bütün bu sıkıntılar
bizde yok, önce şükredeceğiz, elimizdekinin kıymetini iyi bileceğiz.” dedi.
Oysa üretici
AKP’li yıllarda boşa kürek çekmiş, ektiği para etmemişti. Tarım toprakları
imara açılmış, çiftçi, köylü mülksüzlermiş, işçileşmişti. Buğday ise ithal
edilir olmuştu…
AKP’nin 15
yıllık tarım uygulamalarına bakalım şimdi.
Tarımsal alanlar
yok edildi, üretim yetmiyor
Sulama
Birlikleri Kanunu, Şeker Kanunu, Tütün Kanunu ve Tohumculuk Kanunlarıyla üretici ürününü
maliyetini karşılayarak satamamaya
başladı.
Tarımsal
üretimin en önemli unsuru sulama suları devletin yatırım ve denetiminden
çıkarıldı. Sulama birlikleri tüm yatırım ve dağıtımın çiftçilerce
karşılandığı
birlikler haline geldi. Çiftçi her yıl tarla sulamak için binlerce lira ödemek
ve borçlanmak zorunda bırakıldı.
Mera Kanunu,
Zeytin Kanunu, Büyükşehir Kanunu, Maden Kanunu, Elektrik Piyasası Kanunu,
Yenilenebilir Enerji Kanunları ile tarım alanlarının yok edilmesi ve meraların özel şirketlere
devri kolaylaştırıldı.
Büyükşehir
Yasası’yla, büyük şehir sınırları tüm il sınırına çıkarıldı, köyler
mahallelere dönüştürüldü, köylünün
ortak kullanımına açık köy tüzel kişiliğine ait meralar, çayırlar, tarım
alanları büyükşehir belediyelerinin mülkiyetine
geçti.
Birbirini tamamlayan iki üretim
alanı tarım ve
hayvancılık bütünlüğüne darbe
vuruldu. Trakya’da
örneklerine
sıkça
rastladığımız ve
giderek tüm ülkeye yayılan meraların
kiralanması
uygulamaları
artarken çiftçi
hayvanlarını
otlatacak yer bulamadı,
sütünü
maliyetine bile satamadı, hayvancılıktan
vazgeçti. Böylelikle önemli
bir gübre kaynağı kaybedilmeye
başladı, bitkisel
üretimin
maliyetleri yükseldi.
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı (GTHB) verilerine göre:
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı (GTHB) verilerine göre:
-1990-2002
arasında 1 milyon 277 bin hektar(ha)
tarım alanı yok oldu. AKP’li 2002-2015 yılları arasındaki 13
yılda ise
bu miktarın
iki katından
fazla, 2
milyon 630 bin hektar tarım alanı yok edildi.
Şile’nin de dâhil olduğu İstanbul il
sınırlarını düşünecek olursak, bu büyüklük yaklaşık 5 İstanbul’a karşılık
geliyor. Ekilen tarım alanı ise 1 milyon 700
bin hektar, yani 3 İstanbul’dan fazla azaldı.
-Çiftçi kayıt
sisteminde (ÇKS) yer alan çiftçi sayısı 2003’ten 2014’e giden 11
yılda 5
yüz 38 bin 423 kişi azaldı. Çiftçilerin
ailelerini de düşünecek olursak yaklaşık 2
milyon kişi mağdur edildi diyebiliriz. Kayıtlı olmayanlar
da hesaba katılırsa çok daha
fazla kişinin artık
tarım ve hayvancılıkla uğraşmadığını, geçimini bu alanlardan sağlamadığını
rahatlıkla söyleyebiliriz.
-2003-2015
yılları arasında gübre fiyatları 3,5 kat arttı. Örneğin CAN (kalsiyum amonyum
nitrat) 230 TL’den 893 TL’ye yükseldi.
– 2002-2015 yılları
arasında mazot fiyatları da 3,5 kat arttı. Bir litre mazot 1.09 TL iken 2015’de
3.86 TL’ye yükseldi. Bugün 4.65 TL olan bir litre mazot fiyatını temel
aldığımızda artışın 4 kattan fazla olduğunu görüyoruz.
Tarımsal
destekler yetersiz ve adil değil
24 Nisan
2006 tarihli 5488 sayılı tarım kanunu
gereği gayri safi milli hasılanın (GSMH) en
az yüzde 1’i oranında yapılması gereken
çiftçi desteği binde
5-6 oranında yapılıyor. Çiftçi için üretmek,
zararına yapılan bir
faaliyete dönüştü.
Örneğin 2015
yılı GSMH 19
trilyon 535 milyar TL idi. Tarımsal
destek en az 19,5 milyar olması
gerekirken 11 milyar 644 milyon TL oldu, 8 milyar az ödendi. Çiftçilerin
%55’i
(1.210.000 çiftçi) 1000
TL altında, %4’ü (88.000
çiftçi)
10.000 TL üstünde destek
aldı. Bu %4’lük kesim
toplam desteğin %40’ını alıyor.
Tarımsal
destekleri ürün maliyetlerinin yükünü çiftçinin sırtından almak, halkın gıdaya
erişimini kolaylaştırmak amacıyla yapılır. Desteklerin düşük tutulmasıyla
çiftçi üretemez hale geldi. Toprak Mahsulleri Ofisi’nin (TMO), AKP güdümlü
birliklerin düşük fiyatlarıyla çiftçiler maliyeti karşılayamadı, böylelikle
ithalat arttırıldı.
Buğday
vatanından buğday ithaline
Ziraat
Mühendisleri Odası buğday fiyatları ile ilgili yaptığı çalışmada 2003 yılında
buğday fiyatı ile maliyetinin denk belirlendiğini, sonraki yıllarda buğday
fiyatının istikrarlı(!) bir şekilde maliyetinin
altında
belirlendiğini raporladı.
2000-2010
yılları arasında buğday maliyeti %412, tarımsal girdiler
%588, enflasyon %352, buğday
fiyatı ise
%335 oranında
arttı. Çiftçi
hep zarar etti.
Halkın ihtiyacı oranında
artması gereken
buğday üretiminde ekim
alanları azaltıldı.
Yılda 4 milyon tona
ulaşan buğday
ithalatı yapılıyor. İthalatın her yıl
daha da artması muhtemel.
Buğdayla
kalmadı pek çok tarımsal ürün ithal edilir oldu
Buğday gibi mısır, arpa,
kuru fasulye, mercimek ve ayçiçeği de ithal
ediliyor. Hububat, baklagiller, pamuk, yağlı tohumlar ve türevlerinde Türkiye ithalatçı
bir ülke artık.
Sebze ve meyve
üretiminde ihracatçı olan Türkiye, halkın beslenmesinde ve
gıdaya erişiminde olmazsa
olmaz tahıllar ve
yağlı
tohumlarda ithalatçı
konumuna geldi.
Türkiye’nin
yaklaşık 17 milyar dolar toplam tarımsal ürün ihracatı, ancak tarımsal ithalatı karşılar
durumda.
Şirketler kazansın diye Tarım Sigortası
Şirketler kazansın diye Tarım Sigortası
Sulama,
makine-teçhizat, gübre, mazot gibi maliyetlerinin artışı yanında AKP yeni
maliyet kalemleri de yarattı.
Çiftçiye
iyilik yapılıyor gibi
gösterilen
bu maliyet kalemlerinden biri tarım
sigortası. Doğal afet ve iklim şartlarından
dolayı ürünü zarar gören çiftçinin zararını daha önce devlet karşılarken artık
sigorta şirketleri karşılıyor.
Gıda Tarım ve
Hayvancılık Bakanlığı’nın 2016 yılı verilerine göre, 1 milyon 444 bin 277 tarım
sigortası poliçesi düzenlenmiş. 1
milyar 300 milyon TL prim ödenmiş. Bunun 700 milyon TL’si devlet
desteği, 600
milyon TL’si çiftçilerin
parası. Çiftçilere ödenen
tazminat ise 800 milyon TL. Böylelikle
2016’da
sigorta şirketlerinin
net kazancı
500 milyon TL’yi
buldu. ‘Çiftçiye prim
desteği’ gibi
pazarlanan bu sigortadan çiftçiye
ancak 200 milyon TL kaldı.
Yani aslında devlet 700 milyon
TL yerine
800 milyon TL desteği doğrudan çiftçiye yapsa çiftçi
kazanacak, tarımsal
üretim
kazanacak, sigorta şirketlerine
gerek kalmayacak. ‘100 milyon TL az para mı, devlet
nereden bulacak?’ sorusunun cevabı ise belli: GSMH’den (zaten) çiftçiye
verilmesi gereken (ama
verilmeyen) paydan.
Tarımsal alanın küçükse çiftçilik yapamazsın
Tarımsal alanın küçükse çiftçilik yapamazsın
2006 yılında
çıkarılan 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda Mayıs-2014’de
yapılan değişiklikle asgari tarım arazisi büyüklüğü tanımlandı:
Tarlalar için 20 dekar, dikili tarım arazileri için 5 dekar, örtü altı tarım yapan araziler
için 3
dekar olarak belirlendi. Bu büyüklüklerin altında
kalan arazilere sahip çiftçiler tarım yapıyor sayılmayacaklar, teşviklerden,
desteklerden faydalanamayacaklar.
Başbakan
Yıldırım geçtiğimiz ekim ayında yaptığı konuşmada bu konuya da
değinmişti: “Araziler 10, 20 parçaya bölünüyor, kimseye yaramıyor. Kimse
istifade edemiyor. Şimdi 7 milyon hektar araziyi 2023 yılına kadar
toplulaştıracağız. Bu sefer ektiğimiz, biçtiğimiz alan karşılığını verecek,
yani emeğimizin karşılığını alabileceğiz. Toplulaştırma ve sulama işini tek
bakanlıkta toplayacağız. O bakanlık da Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı. Tarıma
elverişli her karışın ekilmesi mutlaka gerçekleştirilecek.”
Çiftçiler
yeterli büyüklükte tarım alanları oluşturmak,
birleştirme ve
toplulaştırmalar için
arazilerini satmaya zorlanacaklar, kendi
topraklarında ya
da büyük
kentlere göç
edip işçileşecekler.
Yasaya göre GTHB bu büyüklükleri sağlamayan topraklara
zorla el koyabilecek. AKP hazırlıklara başladı bile.
Çiftçiler,
işçiler sosyal güvenceden yoksun
Çiftçilerin
%85’i sosyal güvenceye sahip değil. Eğitim, sağlık, enerji, ulaşım haklarından
yararlanma oranları Türkiye ortalamasının çok altında. Türkiye ortalaması 9 bin
doların üzerinde
olan kişi başı milli
gelir, 16 milyon insanın
var olduğu tarım kesiminde 3 bin doların altına geriledi.
Tarımda güvencesizliğin yanı sıra,
21.yy’da insanlık
dışı koşullarda çalışmak zorunda bırakılan sayıları 1 milyon civarında olan
mevsimlik tarım işçileri günü birlik işlerde yollarda hayatını kaybediyor.
Tarım alanında 5,5
milyon kişi
istihdam ediliyor, AKP sanayi
alanında
patronlara prim teşvikleri
yaparken, tarım işçilerini
yok sayıyor, ölümlere gözünü kapatıyor.
Kendi ürettiğin tohumu kullanamazsın
Kendi ürettiğin tohumu kullanamazsın
Ekim 2006’da
çıkarılan Tohumculuk Kanunu ile Türkiye yabancı tohum
şirketlerinin pazarı oldu, çiftçiye 2011 yılına kadar geçiş
süresi tanındı. 2011’den sonra sertifikalı tohumla üretilmeyen ürünlerin satışı
yasaklandı. Yasağa uymayanlara önce para
cezası, sonra meslekten men cezaları getirildi.
Gıda Tarım ve
Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik 23
Aralık 2016’da Antalya’da yaptığı toplantıda yerli-yabancı
tohum sanayicilerine bir müjde daha verdi: “2018’de
sertifikalı tohum kullanmayan (çiftçi) destek
alamayacak.”
Tohumculuk Kanunu ve sözde Milli Tarım Projesi
Tohumculuk Kanunu ve sözde Milli Tarım Projesi
-Yüzlerce
yıldır elden ele, nesilden Nesil’e aktarılan, iklime uygun,
hastalıklara dayanıklı hale gelen yerel tohumların sonu anlamına
geliyor.
-Dünyanın tohum
çeşitliliğinde en zengin ülkelerinden biri olan ülkemiz çoraklaşacak,
organik tarım yapılamayacak.
-Gıda
bağımsızlığını yok ediyor.
-Sağlıklı gıda
üretimine son veriyor.
Şirketlerin
pazarladığı tek tip tohumlar tarımsal üretimde daha çok zirai ilaç
kullanılmasına yol açıyor. Gıdalar zehirleniyor. Halk sağlığı tehdit
ediliyor.
Bu süreçte
tohum şirketleri kazanacak.
AKP’nin ‘milli tarımı…
AKP’nin ‘milli tarımı…
AKP’nin milli
tarımı, tohum, ilaç ve gübrede uluslararası tekellere bağımlı hale getirilmiş,
gıda bağımsızlığını, bitki çeşitliliğini yitirmiş, dünyanın terk etmeye
çalıştığı endüstriyel tarım anlamına geliyor.
Yukarıda
verilerle sunulduğu gibi ‘milli tarım’ dedikleri buğdayı ithal eden,
hububatı, baklagilleri,
yağlı tohumları ithal eden bir tarım. Çiftçisine iyi bakmayan, onları tarımsız bırakan
bir ‘milli tarımdan bahsediyorlar.
AKP 15
yıl
boyunca, tarımsal
alanda, tohum,
ilaç ve gübrede çokuluslu
şirketlerin
taleplerine uygun düzenlemelere
gitti.
Türkiye’de
tarım çokuluslu
şirketlere
entegre edildi, ediliyor.
Tarımsal
üretimdeki teşvik
sistemi bu politikaya göre değiştirildi.
AKP’nin tarım
havzalarında dayattığı tek tip üretim ve sertifikalı tohum kullanımı dünyanın
en zengin tohum çeşitliliğine sahip ülkemizi çoraklaştırıyor. Tohumda
dışa, yani çokuluslu
şirketlere
bağlı bir Türkiye yaratıyor.
Tarımsal arazi
büyüklüklerine
göre destek
veren ya da destek vermeyen AKP, toprakları büyük
olmayan ve destek alamayan çiftçilerin-köylülerin
üretimi bırakmasına yol açıyor.
Tarımı bırakan
çiftçiler-küçük üreticiler-köylüler mülksüzleştikleri gibi işçileşti, ya
kendi topraklarında tarım işçisi oldu ya
göç ederek
ucuz emek gücü topluluğuna katıldı.
AKP, Türkiye
topraklarının tarımsal üretimle ilişkili
binlerce yıldır oluşturduğu bilgiyi, dayanışma ve
paylaşma kültürünü yok
ediyor.
Böylesi ‘milli tarım’a Hayır.
Tarımsal üretimi kendisine yeten bir ülke için Hayır.
Buğday ekebilmek, üretebilmek için Hayır.
Şirketler değil tarımsal üretim kazansın, halk kazansın diye Hayır.
Sağlıklı ve güvenli gıdalarla gelecek nesillere hazır bir ülke yaratmak için Hayır.
Böylesi ‘milli tarım’a Hayır.
Tarımsal üretimi kendisine yeten bir ülke için Hayır.
Buğday ekebilmek, üretebilmek için Hayır.
Şirketler değil tarımsal üretim kazansın, halk kazansın diye Hayır.
Sağlıklı ve güvenli gıdalarla gelecek nesillere hazır bir ülke yaratmak için Hayır.
Kaynak; http://politeknik.org.tr/toprakta-tohumda-bugdayda-ureticide-akpnin-15-yili-hayira-nasil-goturuyor-politeknik/