27 Kasım 2017 Pazartesi

Fetullah Gülen mason mu?/ Ergün Poyraz



30 Mart 2015 tarihli Yeni Şafak gazetesinde paralel yapının 1 numarası Fetullah Gülen’in şimdiye kadar hiç bilinmeyen ilişkileri yer alıyordu. Gazete de yayınlanan belgelere göre Gülen daha ilk gençlik yıllarında Masonluk yemini ediyor ve üstün hizmetlerinden dolayı taltif madalyası alıyordu.
Hatırlayalım; Fetullah Gülen daha 1967 yılında CIA’nın Türkiye masası şefi Graham Fuller ile tanışıyor ve çok sıkı dost oluyorlardı. Graham Fuller, Yahudi ve masondu.
Çok geçmedi, Gülen gazetede yayınlanan haberlere yanıt veriyor. Avukatları aracılığıyla açıklama yapan Fetullah Gülen, mason olduğu iddiasını yalanlarken, “Karanlık bir merkezde üretilip Yeni Şafak gazetesine servis edilen yalan haber, bazı gazete ve gazetecilerin ahlak, hukuk ve etik gibi en temel ilkelere sahip olmadıklarını açıkça bir kez daha göstermiştir” diyordu.
Gazetenin haberinde Gülen’in mason locasına kabul edildiğini gösterdiği iddia edilen belge, aldığı taltif madalyası, Gülen’e yapılan toplantı davetleri, dönemin milletvekili Kasım Gülek’in Masonlara yazdığı ve Gülen’in adının geçtiği mektup yer alıyordu.
Ne var ki, Gülen kanka olduğu Mason Kasım Gülek ile ilgili haberler karşısında kalem bile oynatamıyordu.
Fetullah, Yahudiliğe hizmet için kurulan ADL’nin Başkanı ve “Filistinli çocukların kanını içeceğim” diyen Abraham Foxman’dan “İslam’da hoşgörüyü” işleyen kitap yazma siparişi aldığını övüne övüne anlatabiliyordu. Anlatmakla da kalmıyor, Müslüman katili Foxman’la sarmaş dolaş fotoğraflarını internette dolaştırıyordu.
Gülen, Irak’ta sakat bırakılan, taciz ve tecavüz edilen, öldürülen binlerce çocuk için hiçbir zaman, üzüntü duymuyor, gözyaşı dökmüyor, Filistinli çocuklar için bir kere bile ağlamıyordu.
Müslüman çocuklar için yüreği sızlamayan Fetullah, ne yaman bir Yahudi dostu olduğunu, Hz. Peygamber’e de iftira atarak, görmediği rüyalardan birini “gördüm” yalanıyla, öğrencilerine anlatarak kanıtlıyordu:
“Savaştan önce Resulallah’ı rüyamda görmüştüm. Tebessüm ediyordu. Sevinçli bir hali vardı. Savaştan sonra tekrar gördüm. Başının üzerinde Scud füzeleri uçuyordu. O füzeler çocukları öldürüyordu. Bu sebepten dolayı çok üzülmüştü, hatta bu sebepten saçları ağarmıştı. Vallahi saçları ağarmıştı.”
Yüzbinlerce Iraklı çocuk katledilirken sessiz kalan Fetullah, Saddam İsrail’e iki füze gönderince Yahudi dostları zarar görecek diye feryat figan ağlıyor, Yahudi çocukları için dövünüyor, ağlama ve inlemelerinde Hz. Peygamber’e de utanmadan, yüzü bile kızarmadan iftiralar atıyordu.
Fetullah’ın “Kimse Yok mu Derneği” milletten topladığı himmet, burs ve kurban paralarından 10 bin doları İsrailli mason vakfa bağışlıyordu.
Ankara 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılanan Gülen’e en önemli destek Masonlardan geliyordu.
Prof. Çetin Özek, bilirkişi edasıyla mahkemeye sunduğu raporunda Fetullah Gülen’in; demokrasi âşığı, ulusal birlik ve beraberlikten yana, güç ve şiddet kullanmaktan uzak olduğunu söyleyerek, Gülen için neredeyse “Gökten inmiş bir melek” tabirini kullanıyordu.
Çetin Öz 4 Nisan 2001 tarihinde İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Usul Hukuku Anabilim Dalı öğretim üyesi sıfatıyla verdiği 48 sayfalık raporunda, Gülen’i yere göğe sığdıramıyor, ona iltifatlar yağdırıyordu.
Mason Çetin Özek, Gülen’in “Şeriat’ın mutlaka geleceği” şeklindeki iddialarını, “Kanla abdest almayı, kelle alıp kelle vermeyi” müritlerine tek çıkar yol olarak gösteren, Hizbullah terör örgütüne övgülerini, demokrasi için “şeytandan gelen rejim” şeklindeki ifadelerini; çağdaşlık, hoşgörü, diyalog, insani duyguların zirveye çıkması gibi komik ötesi tanımlamalarla izah ediyor ve Gülen’i hukuk adına kutsuyordu. Özek, Gülen’in kitaplarındaki ve konferanslarındaki bu söylemlerinin suç olmadığını da iddia edebiliyordu.
Çok geçmiyor, Fetullah’a mason locasının desteği de gecikmiyordu. Masonlar Derneği 30.03.2015 tarihinde açıklama yaptı: “Fetullah Gülen’in bizimle bir ilgisi yok…”
Yerseniz!..
Dolma da var.
Bu mason derneğinin ne ilk ne de son olacak gerçek dışı açıklamasıydı.
1964 yılında bir gazetede Süleyman Demirel’in mason olduğu yönünde bir belge yayınlanmıştı.
Belge gerçekti ancak siyasette büyük hedefleri bulunan Süleyman Demirel’in “mason değildir” belgesi alması gerekiyordu.
Türk masonlarının ikiye bölünmesine yol açan, Süleyman Demirel’e “mason değildir” belgesini Enver Necdet Egeran vermişti.
Egeran verdiği bu sahte belge nedeniyle masonluktan ihraç ediliyordu. Egeran’ın kendi anılarına göre belge, masonların bağlı bulunduğu Büyük Loca yerine eski bir kuruluş olan “Türk Yükseltme Cemiyeti’nde kaydının bulunmadığı” şeklinde düzenleniyordu.
Mason kamuoyunu aylarca meşgul eden olay aslında Ankara Vadisi’ndeki Bilgi Locası’nda 1956’da masonluğa kabul edilmiş, bir yıl sonra da kalfalığa yükseltilmiş Süleyman Demirel’e bu bilgilere rağmen verilen belgenin bazı masonlar tarafından kabul edilememesine dayanıyordu.
Öyle ki bu olayın ardından Ekrem Tok’tan sonra Hür ve Kabul Edilmiş Mason Locası’na Üstad-ı Azam seçilen Egeran, tepkilerin durulmaması üzerine bu makamda ancak 8 ay kalabilmiş, hatta masonluktan da uzaklaştırılmıştı. Masonlar arasına bir daha 1985’te dönebilen Egeran, 2005 yılında, 98 yaşında hayatını kaybetmişti.
Bu gelişmeler üzerine Süleyman Demirel’e sahte “mason değildir” belgesi verilmesi Türkiye masonluğuna pahalıya patlamıştı. Türkiye masonları “Hür Masonlar” ve “Özgün Masonlar” olarak ikiye ayrıldı.
20.05.2015 tarihli Sabah gazetesinin haberine göre; Ermeni Said’in talebesi Şule Yüksel Şenler’in ağabeyi Üzeyir Şenler’in vefatından kısa bir süre önce kendisiyle yapılan ve videoya alınan bir sohbette Fetullah Gülen’in Mason olduğunu açıkladığı ortaya çıkıyordu.
Üzeyir Şenler videoda Gülen’in finansörü Ali Rıza Güven’in önce kendisine Masonluk teklifinde bulunduğunu kabul etmeyince aynı teklifi Gülen’e götürdüğünü, Gülen’in kabul ettiğini anlatıyordu.
Gülen’in masonluğuna bir teyid de yıllarca yol arkadaşlığı yaptığı ve hayatını anlatan kitabın yazarı Latif Erdoğan’dan geliyordu.
30 Mart 2015 tarihinde Latif Erdoğan, Fethullah Gülen’in Masonluk yemini ettiği iddiasıyla ilgili olarak “Teyit ettim, masonluk belgelerinin hepsi gerçek” diye konuşuyordu.
90’lı yılların sonlarında Kanal D’de yayınlanan Fatih Altaylı’nın sunduğu Teke Tek programına katılmış, ilk kitabım “Refah’ın Gerçek Yüzü” hakkında konuşmuştuk. Programda RP’li hatiplerin konuşmalarına da yer vermiş, programın ardından Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel’in Yargıtay Cumhuriyet Savcılığı’na yaptığı suç duyurusunun ardından açılan davayla RP kapatılmıştı.
Fatih Altaylı’ya Fetullah Gülen ile ilgili üç adet kaset vermiş, bunları yayınlamasını, insanlarımızın bu meczupların gerçek yüzlerini görmesini istemiştim.
Kasetlerin birinde, Fetullah’ın Hizbullah Terör Örgütü’nü övmesi şu sözleriyle yer alıyordu:
“Sürekli ittikaya kendisini salmış, kaptırmış, arayışına girmiş, yakalamış dahasını arayan, takvanın dahasını arayan derinlerden derin kutsiler… Hz. Muhammed Mustafa’nın askerleri, Cindullah; Allah Ordusu… Hizbullah; Allah cemaati, tabiri caizse Allah Partisi… Siyasi boğuşmalar, siyasi partiler karşısında Allah Partisi!..”
Eli kanlı terör örgütü Hizbullah’a övgüler düzen Gülen’in ikinci kasetinde; demokrasiyi şeytandan gelen rejim olarak nitelediği, şeriat devletinin mutlaka geleceğini iddia ettiği sözleri, müritlerine kelle alıp, kelle vermeyi, kanla abdest almayı öğütlemesi de yer alıyordu:
“…Doğru yolu görseler onu yol yordam edinmeyecekler… Düzen yordam edinmeyecek, o yolu tutup gitmeyecekler… Şeytan saltanatına ait bir yol kendilerine gösterildi mi; komünizmdir, kapitalizm’dir, faşizm’dir. Bilmem ne izm’dir, ne izm’dir!.. Şeytana ait bir yol onların önlerine getirilip, onlara gösterildi mi; hemen yol olarak, yordam olarak onu benimserler, parlamento olarak onu benimserler, Reis-i Cumhur olarak onu benimserler…İnsan karihatından çıkan yolu, ‘Şeytan yolu’nu benimserler!..”
Gülen, demokrasiyi “bilmem ne gibi artık doğurma kapıları kendisi için kapanmış bir mahlûk” diye de tanımlıyor, “hizmetimiz için açıklarından faydalanmalıyız” diyordu.
Fetullah yaptığı konuşmada, Şeriat sisteminin Türkiye’nin idare şekli olacağını şöyle ilan ediyordu:
“Bir gün gelecek semavat, zemin; bütün düzeniyle, nizamıyla İslâm’ın bembeyaz eline teslim olacak. Yedi Beyza İslam’a, yani Hz. Musa’nın harikalar meydana getiren asayı taşıyan mübarek eli demektir. Ak Şeriata, Ak Yola, Ak Sisteme Ak El!… Nasıl olsa olacak.”
Fatih Altaylı’ya Gülen’in bu sözlerinin yer aldığı kasetlerle birlikte, burnunu sildiği sümüklü mendilini “siz buna da değmezsiniz” ama diyerek müritlerine atmasını ve müritlerin o mendili “Allahhh” diyerek kapmalarının yer aldığı görüntüleri ve daha bir çok ilginç bölümleri içeren kaseti de yayınlaması için vermiştim.
Bir süre sonra Altaylı’nın müdürü Özer veya Özay beni aradı “Abi sen o kasetin yayınlanmasını unut, Fatih Altaylı şu anda Fetullah Gülen ve adamları ile yemek yiyor” dedi. Bu yemeğin ardından Altaylı bu kasetleri yayınlamadı.
Bugün kendilerini soruşturmacı gazeteci ilan eden sahtekârların rahmetli Necip Hablemitoğlu’ndan aldıkları belge ve bilgileri, kasetleri yedikleri yemeklerin ardından yayınlamadıkları gibi…
Altaylı yüzü bile kızarmadan yıllar sonra şu yazıyı yazdı:
“Birkaç yıl önce Fethullah Gülen cemaati peşimde.
Benim elimde Gülen’le ilgili bir kaset olduğunu düşünüyorlar ve bu kasedin içeriğini merak ediyorlar.
Hiç ummadık kanallardan bana ulaşmaya çalışıyorlar.
Sonunda ulaştılar.
Gülen’in benimle bir yemek istediği söylediler.
Olur dedik ve buluştuk.
Altunizade’de bir dershanenin üst katında, Gülen’in yaşadığı ve televizyon programları çektiği yerde buluştuk.
Benim yanımda Teke Tek ekibi, onun yanında başta İhsan Kalkavan kendi ekibi.
Güzel bir yemek yedik.
Onlar da kendi bakış açılarından yaptıkları işleri anlattılar.
Okulları nasıl kurduklarını, neden kurduklarını, nasıl yürüttüklerini.
Gülen özellikle Türk Cumhuriyetleri ve Balkanlar’daki faaliyetlerini anlattı.
Hepimizin bildiği şeyleri kendi açılarından görerek aktardılar.
Sohbetin sonunda Gülen’e izlenimimi aktardım.
Gülen, yurtiçinde ve yurtdışında aynen bir mason teşkilatı gibi örgütleniyordu.
Masonların yüzlerce yıl önce yaptıklarını, şimdi adına ‘mason’ demeden yapıyorlardı.
Aynı zamanda da bir dönem Batı’dan Anadolu’ya gelen misyonerlerin işlevini üstlenmişlerdi ve ‘Türk emperyalizminin uç beyliklerini’ oluşturmaya çalışıyorlardı.
Gülen’e ‘Bu, yapılanma açısından masoniktir’ dedim.
Yüzüme uzun uzun baktı.
Sonra kendi adamlarına döndü ve ‘Masonların kötü bir şey yaptığını kim söyleyebilir’ dedi.
‘Sizin çevreler masonları pek sevmez’ dedim.
‘Biz o çevrelerden değiliz’ dedi.
O zaman yazmaya değer bulmamıştım.
Ve bu konuda hazırladığım kitaba saklamıştım.
Ama yine Gülen konuşulmaya başlanınca aktarmak istedim.
Düzeyi, en aşağılık olan belirliyor!”
Fatih Altaylı’ya sormak lazım Kitap ne oldu?
Dediği gibi düzeyi en aşağılık olan belirliyor…

21 Kasım 2017

26 Kasım 2017 Pazar

Anti-Kemalist Atatürkçülüğün Zavallı Piyonları



Tayyip Erdoğan 2002 yılında "Milli Görüş gömleğini” çıkarmasından bu yana onlarca gömlek giydi çıkardı. Giyip çıkardığı gömleklerin içinde ayrıcasız hep Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı yaptı.    Geçtiğimiz 29 Ekim ve 10 Kasımda ise bu kez “Atatürk gömleğini” giymiş olarak çıktı karşımıza.
Kuruluşundan bu güne değin “Atatürk ve Cumhuriyete şaşı bakan”, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurup, kurumsallaştırdığı ve yücelttiği ne varsa üzerinde tepinen Erdoğan’ın ve AKP'lilerin birdenbire Atatürk’ü keşfetmeleri gündemin en ön sırasında yerini aldı.
 AKP’nin hangi kaygılarla “Atatürk” gömleği giydiği çok yazılıp çizildi. Kaldı ki Mustafa Kemal Atatürk’ün antiemperyalist, tam bağımsızlıkçı, devrimci, Osmanlı’yı, saltanatı, hilafeti yıkan kurtuluş ve kuruluş ideolojisiyle, ABD sübvansiyonu ile kurulmuş karşı devrimci, emperyalizmle her alanda ve her anlamda uzlaşmış AKP’nin Osmanlıcı, gerici zihniyeti birbirini kesinlikle dışlar.
“Benim referansım İslâm’dır” diyen bir anlayışla, “Eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse bilimi seçin” diyen Atatürkçü düşüncenin yolu hiçbir zaman ve hiçbir koşulda kesişmez.
AKP’ye karşı olduğunu söyleyip, emperyalizme karşı olduğunu söyleyemeyen, Amerika'da, Avrupa'da imal edilmiş anti-Kemalist Atatürkçülerin “AKP Atatürkçülüğüne“ karşı çıkışları ise tam anlamıyla Emperyalizmi ve işbirlikçilerini aklamaya yönelik “hamasi nutuk” yarışına döndü.  
Bu tartışmalarda, AKP Faşizmine karşı savaşımın aynı zamanda Emperyalizme karşı savaşım olduğu gerçeğinin üzeri politik bir ustalıkla örtüldü. Mustafa Kemal Atatürk’ün “tam bağımsızlıkçı, antiemperyalist, devrimci, aydınlanmacı” kimliği ve kişiliği hep ötelendi.
Öncelikle bir saptama yapalım. 1946’dan bu yana Atatürk’ün kurup yücelttiği devrimci Cumhuriyet, yozlaşıp/yozlaştırılıp yerini emperyalizme bağımlı, gerici bir düzene bıraktığını ortalama zekâ sahibi olan hemen herkes kabul eder sanırım. Bu noktaya Cumhuriyet resmen yıkılmadan, ama tüm temel devrimci nitelikleri ayırımsız tüm siyasi partilerin oy kaygıları nedeniyle birer birer terkedilerek gelindi.
Bugün gelinen noktada, küreselleşme adı altında, emperyalizmin, işbirlikçi güçlerinin ve gericiliğin Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Devrimine son ve ölümcül darbeyi vurmak, onu boğmak amaçlı saldırıları ile karşı karşıyayız.
Böylesine yok edici, ölümcül tehdit karşısında bile Atatürkçülüğü evcilleştirilmiş, devrimciliği silik, laikliği düşük anti-emperyalist, halkçı, devrimci özünden arındırılmış bir Atatürkçülük anlayışı ile bu saldırıların etkisiz kılınabileceği algısını topluma yerleştirmeye çalışan sahte Atatürkçülerle, “AKP Atatürkçülüğü“ aynı amaca hizmet etmektedir.
Kemalist Cumhuriyete, haçlı irticanın ölümcül darbeleri indirilirken, Kemalizm’i, cumhuriyeti, devrimleri savunmasını umutla beklediğimiz, Atatürkçülük iddiasındaki örgütlenmeler ve siyasal oluşumlar ise toplumun tam bağımsızlıkçı, antiemperyalist, aydınlanmacı direncini kırmak, gerici saldırılara karşı direnecek bütün güçleri etkisizleştirmek amaçlı uluslararası operasyonların karargâhlarına dönüşmüşlerdir.
AKP kurmaylarının Atatürkçülüğü ile bu anlayışa karşı çıkan Atatürkçülük iddiasındaki kimi örgütlenmeler ve siyasal oluşumların tartışması tümüyle biçimseldir. Çünkü Mustafa Kemal 1921 Aralığında “Efendiler, biz hakkımızı koruyup gözetmek, bağımsızlığımızı emin bulundurmak için genel kurulumuzca, milletin bütünlüğümüzce bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı milletin tümüyle savaşmayı caiz gören bir mesleği izleyen insanlarız.” demektedir.
Yani Atatürkçülük her koşulda emperyalizmin ve kapitalizmin karşısında olmaktır. Başka bir söylemle antiemperyalist, antikapitalist olunmadan Atatürkçü olunmaz.
Özelleştirmeden yana, AB’den, Soros Vakıflarından hibe alan, aldıkları hibelerle AB'nin istihbarat, yönlendirme, ulusal bilinci çökertme, ulusal direnişi kırma emellerine doğrudan ya da dolaylı katkı sağlayan Ulusal egemenliğimizi AB’ye teslim etmeye hazır mandacılardan Atatürkçü olmaz.
ABD gücüne tapınanlardan, Batının mutlak üstünlüğüne inananlardan Atatürkçü OLMAZ.
Hem ABD muhibbi ve gönüllü hizmetkârı, hem NATO’cu, hem AB Mandacısı, olup hem Atatürkçülük iddiasında olmak akıl tutulması değilse düpedüz ihanettir.
Kemalizm;  temel ilkesi emperyalizme karşı tam bağımsızlık olan bütünlüklü bir devrimci mücadelenin programıdır. Bu program, emperyalizme, gericiliğe, bölücülüğe ve emperyalist sistemden kopuş amacından dolayı liberal kapitalizme karşı direnişin, batılılaşmadan/batıcılıktan kopuşun adıdır. Bu programdan, altı Ok’tan, yani Kemalizm’den hangi amaç uğruna olursa olsun en küçük bile olsa ödün veren örgüt ya da kişi, makamı, unvanı ne olursa olsun Amerika'da, Avrupa'da imal edilen anti-Kemalist Atatürkçülüğün zavallı piyonluğunun ötesinde bir şey değildir.  
Yağma yok! Kemalistler; Mustafa Kemal Atatürk’ün geride bıraktığı devrimci kalıtının/mirasının üzerinde gerici şarlatanların ve maskeli, sahte Atatürkçülerin tepinmesine asla izin vermeyecektir.. 26 Kasım 2017
Mahmut ÖZYÜREK