Nedir “Etki Ajanlığı” ya da “Nüfuz Casusluğu"?
Emperyalist yayılmacı güçlerin egemenlik kurmayı hedeflediği ülkelerde
devşirdikleri kişileri kendi çıkarları yönünde eğiterek, devlette, özel
sektörde, sendika, dernek, oda, birlik, vb. örgütlenmelerde kilit yerlere yerleştirdiği ve öz görevi Emperyalist
yayılmacı güçlerin çıkarları doğrultusunda çalışmak olan kişilerdir.
Emperyalist yayılmacı güçlerin Türkiye’yi sömürgeleştirmek için
önce beyinleri sömürgeleştirmesi, ulusal bilinçten, ulusal kimlikten yoksun beyinleri
yetiştirmesi gerekir. Bu amaca ulaşmanın
yolu ise eğitimin en önemli ve vazgeçilmez unsuru olan öğretmenleri, öğretmen
örgütlerini etki ve denetim altına almaktır. Devşirilen, Öğretmen örgütlenmesi istihbarat
ve ajitasyon bakımından çok geniş bir kitleye kolaylıkla ulaşabiliyor.
Bu etki ajanı örgütlenmeler Güçlerini; destek aldıkları ülkelerle
birlikte, işbirlikçi iktidarlardan ve ülke içinde işgal ettikleri konumlarından
alıyorlar.
Etki ajanları ile ilgili olarak 1975 yılında Richard PODOL AID
(Uluslararası Kalkındırma Örgütü) uzmanı, Amirlerine yolladığı Türkiye
raporunda bakın neler diyor:
“Yirmi yıldan fazla bir zamandır Türkiye’de faaliyette bulunan
Amerikan yardım programı bir zamandan beri meyvelerini vermeye başlamıştır.
Önemli mevkilerde Amerikan eğitimi görmüş bir Türk’ün bulunmadığı bir Bakanlık
ya da bir İktisadi Kamu Kuruluşu hemen hemen kalmamıştır. Bu kimseler halen
bulundukları örgütte ‘ilerici güç’ niteliğini taşımaktadır. Genel müdür ve
müsteşarlık mevkilerinden daha büyük görevlere kısa zamanda geçmeleri beklenir.
AID (Uluslararası Kalkındırma Örgütü) bütün gayretleri bu gruba yöneltilmelidir.
Bu rapordan da anlaşılıyor’ ki Türkiye’nin hemen tüm
kurumları “Etki Ajanları” aracılığı ile denetim ve kontrol altına alınmış durumda.
Bunlardan birisi de Eğitimciler Birliği Sendikası (Eğitim-Bir- Sen)
Bu sendika 1992 yılında kurulmuş. 2002 yılına kadar yani 10 yıl
içinde yalnızca 18.000 üye kayıt edebiliyor. Ancak AKP iktidarı ile birlikte
sendikanın üye sayısı birden artmaya başlıyor. Eğitim-Bir-Sen 2015’te 340
bin 365’, 2016’da 402 bin 171 üye sayısına ulaşan sendika,
üyelerinin ekonomik, demokratik, sosyal haklarını savunacak yerde, AKP iktidarının
eğitimciler içindeki ajansı ve sözcülüğünü üstlenmiş durumda. İktidar
sendikanın bu “fedakarlığını!” karşılıksız bırakmıyor. MEB ve hükümete yaptığı
her öneri “kabul görüyor” ve uygulamaya sokuluyor.
Birkaç gün önce Millî Eğitim Bakanlığı tüm eğitim kademelerinde”
yaz Boz’a çevirdikleri müfredatın bir kez daha yenilenmesi çalışmalarında sona
gelindiğini duyurmasının ardından, hükümete yakınlığı ile bilinen Eğitimciler
Birliği Sendikası (Eğitim-Bir- Sen) kendi müfredat önerilerini açıkladı.
50 akademisyen ve 400 öğretmen tarafından hazırlandığı belirtilen
raporda, ortaokul ve lise müfredatlarından inkılap tarihi ve Atatürkçülük
dersinin çıkarılması, din dersinin İslami ağırlıklı olmak üzere birinci
sınıftan itibaren verilmesi önerileri yer aldı.
Sendika Raporunda;
·
Kemalist
Cumhuriyetin eğitimini “tek tipçi ve farklılıklara izin vermeyen”’
olarak nitelendiriyor,
·
“Cumhuriyet elitleri, dini
bağların güçlü olduğu ümmetçi bir toplumdan seküler bir Türk ulusu inşa etmeyi
kendilerine hedef olarak” seçtiklerini,
· “Bunu gerçekleştirmek için anayasadan “din”
ifadesinin “din dersleri, Arapça ve Farsça derslerinin müfredattan
çıkartıldığını,
· “Geçmişle bağı koparmak
için alfabenin değiştirildiğini,
·
Aklı ve bilimi kutsayan ve dini aşağılayan pozitivist anlayışı ile
insan yetiştirme amaçlı bir eğitim sistemi hedeflendiği” ileri sürülen raporda Kemalist Cumhuriyet’in eğitim alanında
yaptığı devrimler hedef alınmıştır.
Eğitim Bir Sen’in önerileri ise şöyle özetlenebilir.
“-15 Temmuz eğitim programlarında yer almalıdır.
-Talim Terbiye Kurulu yeniden yapılandırılmalı.
-İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersi ortaokul ve lise
müfredatından çıkarılmalı.
-Din ve ahlak eğitimi birinci sınıftan itibaren verilmeli.
-Öğrencilerin Kuran’ı Türkçe seslerle seslendiremedikleri için
Kuran okuma öğretim programı yapılandırılmalı”
Eğitim Bir Sen’in aklı, bilimi dışlayan, Kemalist devrimleri, laik
demokratik cumhuriyeti ve Kemalizm’i ret ve inkâr eden önerileri yayılmacı ABD
emperyalizminin akıllı ve kurnaz mimarlarından biri olan Amerikalı siyaset bilimci
Samuel Huntington’un 1996 da yazdığı “Medeniyetler Çatışması” kitabında
ileri sürdüğü görüşlerle bire bir örtüşmektedir.
Huntington’a göre Atatürk, Osmanlı düzenini ve geleneğini yıkarak, Batı normlarında
günümüz Türkiye’sini, yani ‘kimliği bölünmüş bir ülke’ yaratmış, aynı zamanda
İslam dünyasını da parçalamıştı. "fazla" laik olan Türkiye Müslüman
dünyada lider ülke olabilmek için laiklikten taviz vermek zorundadır. Huntington
bu yüzden Atatürk’e çok kızıyordu. Onun tümüyle reddedilmesini ve Türkiye’nin
kendi Osmanlı-İslam mirasına dönmesini istiyordu.
“Medeniyetler Çatışması” kitabında Huntington
aynen şöyle diyor. “Türkiye bir noktada Batıdan üyelik dilenmek gibi hayal
kırıklığına uğratıcı ve aşağılayıcı rolü bırakıp, İslam'ın sözcülüğü gibi çok
daha etkileyici ve seviyeli olan tarihi rolüne devam etmeyi düşünebilir. Fakat
bunu yapabilmek için Türkiye'nin Atatürk'ün mirasını, Rusya'nın Lenin'inkini
reddettiğinden dahi daha kapsamlı bir şekilde reddetmesi gerekir.” "Fazla"
laik olan Türkiye Müslüman dünyada lider ülke olabilmek için laiklikten taviz
vermek zorundadır”.
Huntington bu tezleri 1996 sonrası her fırsatta
dile getirdi. 1996 ve 2005’te iki kez Türkiye’ye gelerek konferans verdi. 2005’te
ölümünden üç sene önce geldiği İstanbul’da AKP’ye İslam dünyası liderliğine
oynamayı yine şiddetle tavsiye etti. Yönlendirmeye çalıştı.
Huntington’dan yaklaşık 12 yıl sonra 2008
yılında emperyalizminin akıllı ve kurnaz mimarlarından bir diğeri olan Graham
Fuller adlı CIA Türkiye masası eski şefi "Yeni Türkiye Cumhuriyeti"
ismiyle bir kitap yazdı. İlginçtir ki kitap Huntington’un yazdıklarının devamı
ve tamamlayıcısı olarak görülebilir. CIA’nın bir dönem başkan yardımcılığını yürüten,
Türkiye’de 1980 sonrası CIA İstasyon Şefi olarak görev yapan Graham Fuller
aynı zamanda AKP’nin “Yeni Türkiye” sinin isim babasıdır.
İşte bu Fuller’ in iddiasına göre, Türkiye’nin sorunu Atatürkçülük’
ten kaynaklanıyordu. Bu nedenle “Türkler
Kemalizm’i terk edip ılımlı İslam’ı benimsemelidir. Ilımlı İslam, Kemalizm’i
silmeye yönelik bir karşı devrimdir. Bu devrimin karşısındaki tek güç, Türk
Ordusu ile ulusalcı aydınlardır ve tasfiye edilmeleri gerekir.”
Peki Eğitim Bir-Sen ne diyor? “İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük
dersi ortaokul ve lise müfredatından çıkarılmalı.”, “-Din ve ahlak
eğitimi birinci sınıftan itibaren verilmeli”, “Öğrencilerin Kuran’ı Türkçe
seslerle seslendiremedikleri için Kuran okuma öğretim programı yapılandırılmalı”
Emperyalizminin akıllı ve kurnaz mimarları tarafından Türkiye’nin
sömürgeleştirilmesi, vesayet altına alınması için ileri sürdükleri görüşleri
bire bir dile getiren Eğitim Bir – Sen "Etki Ajanlığı" yapmış
olmuyor mu?
Yalnız bu kadar da değil. Eğitim
Bir–Sen’le Atatürk ve Kemalizm düşmanlığında aynı amaca koşan AB’nin akıllı ve
kurnaz mimarlarından söz etmedik daha.
Harvard Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Profesörlerinden
Albert B. Hart, öğretim üyeleri arasında topladığı
107 imzalı bir metni, senatörlere ve hükümet yetkililerine göndermişti. Bu
metinde şunlar yazılıdır: “Türklerin Avrupa ve uygar uluslar çerçevesinde
yeri yoktur. Kemalist rejim mutlaka çökecek ve milliyetçi Türk Hükümeti’nin
amaçları asla gerçekleşmeyecektir”
Konrad Adenauer Vakfı’nın Türkiye Danışmanı, Alman Dışişleri
Bakanlığı’nın finanse ettiği Alman Doğu Enstitüsü’nün Müdürü Udo Steinbach,
15 Eylül 1998 günü Lingen Akademisi’nde verdiği konferansta şunları söyledi:
“Sorun, Atatürk’ün bir paşa fermanıyla yarattığı yapay ürün Türk
Devleti ve Türk ulusudur. Sorun, Kemalizm ve Kemalizm’in ulusçuluk ve laiklik
ilkeleridir. Sorun, uyduruk, zorlama ve yapay Türk ulusudur. Böyle bir ulus
yoktur. Olmadığını Türkiye’de yaşayan Türk–Kürt, Müslüman–laik, Alevi–devlet
çatışmalarında görmekteyiz. Bu uyduruk ulusu Atatürk nasıl kurdu? Önce
Ermenileri yok ettiler, sonra da Rumları. Kürtleri bugüne dek neden yok
etmediler bilinmez.”
“CIA İstasyon Şefi” Paul Henze,
1993 yılında bir rapor hazırlıyor: “21. Yüzyıla Doğru Türkiye”. Ve şu
“Sav’ları savunuyor: “Atatürk ilkeleri soğuk savaş döneminde görevini
yapmıştır; ama “yenidünya düzeni” ile birlikte gerekliliği de kalmamıştır.
“Klasik Atatürkçülük” ölmüştür. Aydınların imam-hatip okulları konusundaki
endişeleri yersizdir. İran ve Arap parası ile desteklenen köktendincilik, Türkiye
için ciddi bir tehlike değildir.
Atatürk’e “deccal” diyen Said-i Nursi ve Nurcular ilericidir.
Nakşibendiler geriye dönük değillerdir; Orta Asya Türk cumhuriyetleri ile
bağlantıyı sağlayabilirler…”
İngiliz derin devletinden Andrew Duff, Eylül 2005’te
şöyle demiş: “Türkiye Avrupa’nın gerçek partneri olabilmek için klasik
milliyetçi Kemalizm’le mücadele etmelidir. Devletin gücü azaltılmalıdır.
Kemalizm reforme edilmeli ve bu eski liderin fotoğrafları kamu binalarının
duvarlarından indirilmelidir. Türkiye artık Kemalizm’de değişme gereğiyle
yüzleşmeli. Sadece yasalar, anayasa değil, Kemalizm kültürü ve felsefesi de
değişmeli. Türkiye’nin, merkeziyetçi yönetim yapısından âdem-i merkeziyetçi
(yani federatif yapı) yapıya geçmeye ihtiyacı var. Diyarbakır’da bölgesel
otonomiye varacak şekilde merkeziyetçi yapının değişmesi iyi olur. Bunu sadece
Güneydoğu için değil diğer bölgeler için de öneriyorum.”
Emperyalizmin sözcülerinden Reiner Albert,
Almanya’nın Mannheim kentinde Katolik Teoloji Fakültesi’nde “Dinler Ve
Kültürler Arası Diyalog” dersleri verirken şöyle diyor: “Türklerin
Almanya’ya uyum sağlayamamalarının en büyük sorumlusu, Türkiye’de aldıkları
Kemalist eğitimdir. Farklılıklara karşı son derece hoşgörüsüz bir ideoloji olan
Kemalizm insanları ister istemez, Almanya’ya karşı mesafeli, hatta düşman
yapıyor”.
Özünde bunlara benzer yüzlerce örnek var. Eğitim Bir-Sen
“milletçe bizi mahvetmek isteyen emperyalizm ve bizi yutmak isteyen kapitalizmin”
akıllı ve kurnaz sözcüleri ile amaç birliği içinde. Ortak düşmanları ise yeryüzünde
emperyalizmi ilk kez mağlup eden komutan ve devlet adamı olan Atatürk
Eğitim Bir–Sen; Ulusal Kurtuluş ve Bağımsızlık Savaşı sırasında
ulusal varlığımıza düşman olan derneklerin arasında yer alan 19 Şubat 1919’da İstanbul’da
kurulan Cemiyeti Müderrisin’ in (Müderrisler Derneği) günümüzdeki devamı
olduğunu kanıtlamak istercesine Atatürk’e saldırıyor. Cemiyeti Müderrisin’ in
Başkanlığına getirilen Mustafa Sabri aynı zamanda Teali İslam
Cemiyeti’nin (İslam’ı Yüceltme Derneği)de başkanıydı. İttihad-ı
Muhammediye Cemiyeti öncüsü Kürt Sait (Nursi) de yönetim kurulunda
görev aldı.
Mustafa Sabri tarafından kaleme alınan bildirilerde "Yunan
ordusu halifenin ordusu sayılır. Hiç de zararlı bir topluluk değildir. Asıl
kafası koparılacak mahlukat Ankara'dadır." – 1920, "Kuva-i
milliyeciler kudurmuş haydutlardır" deniliyordu. Yine Mustafa Sabri
tarafından kaleme alınan ve Yunan tayyarelerinden Afyon, Uşak gibi illerde
atılan beyannamelerde "Yunan ordusu halifemiz efendimizin dostudur. Her
kim Yunan ordusuna bir tek kurşun dahi sıksa bu halifemiz, efendimiz
padişahımıza sıkılmış bir kurşundur."
Daha sonra Şeyhülislam olan Mustafa Sabri’nin başkanlığındaki
Anadolu Cemiyeti adlı örgütün yayınladığı bildiri: “Amaç Ankara
hükümetine karşı, Yunanistan’ın yardımıyla, Sultanın ve Yunanistan’ın himayesi
altında bir Batı Anadolu Devleti’nin kurulmasıdır. Kemalist kuvvetler
bastırılacak, bütün Anadolu Mustafa Kemal’in elinden kurtarılacak… Bunun için
kurulacak gönüllü Anadolu Ordusunun talim ve silahlandırılmasından Yunan
Başkomutanı sorumlu olacak, bir miktar Yunan subayının bu orduya katılması
sağlanacak… Yunanistan masraflarını karşılamak üzere cemiyete yüz bin Türk
Lirası verecek… (9.12.1921)
Bunun anlamı Mustafa Sabri ve yandaşları “din elden
gidiyor!” safsatası ile halkı Mustafa Kemal ve Kuvayı Milliyeye karşı
kışkırtacak, buna karşılık Yunanistan masraflarını karşılamak üzere
cemiyete yüz bin Türk Lirası verecek. Bu kelimenin tam anlamıyla mandacılıktır!
1919 Ağustosunun sonlarında
Amerikan mandasını savunanları çok sert şekilde yeren Mustafa Kemal şöyle
demektedir:
“Ahmaklar, memleketi Amerikan mandasına, İngiliz koruyuculuğuna
bırakmakla kurtulacak sanıyorlar. Kendi rahatlarını sağlamak için bütün bir
vatanı ve tarih boyunca devam edip gelen Türk bağımsızlığını feda ediyorlar.
“Oh, ne ala!.. Mücadele yerine mandayı kabul edeceğiz ve rahata
kavuşacağız!.. Bu ne gaflet ne körlük ve hatta ne budalalık! İstanbul’un yüce
kişileri de bu fikirde. İçlerinden biri çıkıp da ‘Ya istiklal ya ölüm’
diyemiyor.”
Eğitim Bir-sen, Atatürk’ün “Bu ne gaflet ne körlük ve hatta ne
budalalık” diyerek sert bir dille karşı çıktığı bir AB Mandacısıdır.
Çünkü Eğitim Bir-Sen’in hemen her şubesi Avrupa Birliği (AB)
fonlarından “uyduruk projeler” karşılığı milyonlarca avro hibe (karşılıksız
para) almıştır/almaktadır. AB’den karşılıksız para alan örgüt
yöneticileri, AB Mandacısıdır.
Yalnızca birkaç örnek verelim;
Elazığ Eğitim Bir Sen 1 No’lu Şube Başkanlığı “Bilgisayarlı Araç
Muayenesi” ve “Akrediteli Kaynakçı Yetiştirme” Projeleri kapsamında
AB’den 270 Bin Avro,
Eğitim-Bir-Sen Kastamonu Şubesi “kızlar için Elele” projesi kapsamında
235,000 Avro,
Eğitim-Bir-Sen Kütahya 1 No’lu Şube “Eğitimde Bilişim
Teknolojilerinin Kullanımı ve Sendikaların Eğitime Katkısının İncelenmesi”
projesi kapsamında 58 bin 245 Avro
Peki, AB Projesi, temelleri 50 yıl önce atılmış emperyalist bir
projedir. AB Niçin Türkiye’de Hibe Dağıtıyor? Kim kime karşılıksız para verir?
AB ile Türkiye’nin müzakerelere resmen başlama tarihi, 03 Ekim
2005’dir. Oysa AB, Türkiye’de sivil toplum örgütlerine 1995 yılında karşılıksız
para dağıtmaya başlamıştır, neden?
“Türkiye’nin AB’ye alınmayacağı”,
kapı önünde “kuma” gibi bekletileceği AB’nin kurnaz mimarlarının
değişik zamanlarda yaptıkları açıklamalardan anlaşılmaktadır.
Peki, Türkiye AB’ye üye yapılmazsa, o güne kadar Türkiye’de çeşitli
örgütlere dağıtılmış olan paralar yandı gitti kül oldu mu, olacaktır? AB,
sonunda kaybedeceği bir oyuna milyarlarca Avro harcar mı?
AB’nin çeşitli kanallardan bazı kişilere, bazı örgütlenmelere “istihbarat
ve yönlendirme çabası için” karşılıksız “fon” aktarmaktadır.
AB’nin kurnaz ve deneyimli mimarları, stratejilerini buna göre
uyarlamışlardır: Türkiye’yi ve Türkleri tam teslim alabilmek için, Türk
vatanseverlerinin Ulus devletlerini savunma bilinci ve kararlığını yok
etmek, teslimiyete karşı direnme gücünü yıkmak ön koşuldur!
Bu amaçla emperyalist güçler, çeşitli kanallardan bazı kişilere,
bazı örgütlenmelere ve bazı kitle iletişim araçlarına aktardıkları kaynaklar
aracılığıyla, istihbarat toplamakta ve toplumu yönlendirmeye
çalışmaktadırlar.
Bu örgütler Avrupa Birliği
entegrasyonu adı altında ülkenin bağımlılaştırılma ve çökertilme serüvenine
ortak-öncü oluyorlar. AB’den ‘proje bazında’ karşılıksız para alan Sivil
Toplum Örgütleri, AB’nin Türkiye’nin sömürgeleştirilmesi, çökertilmesi, çok
dilli, çok kültürlü eyaletlere bölme hedeflerine ulaşmak için verdikleri ve
vermeyi sürdürecekleri savaşımda, AB’ye karşı çıkabilirler mi? AB’ye karşı,
Türkiye’nin çıkarlarını savunabilirler mi? Bir Atasözümüz “Gavurun Ekmeğini
Yiyen, Gavurun Kılıcını Sallar!” der. Bu nedenle AB’den karşılıksız
paralar alan örgütler, Anadolu’nun bağrına sürülmüş birer TRUVA ATI’dır! AB’den
karşılıksız para alan örgütler, Türk Ulusunun içine sürülmüş BEŞİNCİ KOL- Etki
Ajanlığı yapmaktadırlar. Eğitim Bir-Sen bunlardan yalnızca biridir. Cumhuriyet, Atatürk, Kemalizm düşmanlığının
kaynağı, kökeni bu konumunun sonucudur.07.01.2017
Mahmut ÖZYÜREK