23 Mayıs 2016 Pazartesi

Atatürk’ün evini ‘orijinalliğini kaybetti’ diye yıkmışlar! Yusuf Yavuz



Ankara Atatürk Orman Çiftliği’nde bulunan Atatürk’ün evi olarak bilinen Marmara Köşkü  ‘orijinalliğini kaybettiği’  gerekçesi ile yıkıldı.
Atatürkçü Düşünce Derneği Tüzüğünde Amaçları belirleyen 4. Maddesinde şunlar yazılı. DERNEĞİN AMACI MADDE 4
“….
Atatürk’ü, yapıtlarını ve Atatürkçü düşünceyi yıpratmak ve kötüye kullanmak amacıyla yapılan her tür kalkışmaya, söz ve eyleme gereken yanıtı vermek, ….”
Şimdi ADD Genel Merkezi ve şubelerinin Tüzük gereği Mustafa Kemal Atatürk’ün başta en büyük eseri(yapıtı) olan Türkiye Cumhuriyetinin ve yapıtlarının yıkımına, bu amaçla “yapılan her tür kalkışmaya, söz ve eyleme gereken yanıtı vermesi” beklenir değil mi?
ADD Genel Merkezinin Konu ile ilgili olarak hiç değilse bir açıklama yaptığını düşünmüştüm. Üşenmedim ADD web sitesi başta olmak üzere neredeyse tüm iletişim olanaklarını kullanarak araştırdım. ADD Genel merkezinden ve Şubelerinden hiçbir tepki yok..
Daha bir gün önce, 22 Mayısta “ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ BU GÜNLER İÇİN KURULMUŞTU!” başlıklı yazımda aynen şöyle yazmıştım.
“Kemalist Devrimi,  devrimciliği ve mücadelenin meşruluğunu savunmak bir tarafa, dinci faşist bir diktatörlükle çatışmamak için, kendi varlıklarına yönelen saldırılara karşı bile dik duramayan, gasp edilen yasal haklarını bile devrimci bir duruşla sahiplenemeyenler Atatürkçü değil, Mandacı- Masonlardır, icazetli Atatürkçülerdir.”
Bir kez daha yinelemeliyim. “ADD Özellikle 2010 yılından bu yana Atatürkçülüğü, göstermelik bir makyaj, bu köhne düzenin savunuculuğu ve hizmetkârlığı, halkın acılarına duyarsız ama “çağdaş” bir yaşam yürütme olarak yutturmaya çalışan bir zihniyetin eline geçmiştir. Onlara göre Atatürk’ün devrimleri ve ilkeleri önemli günlerde hatırlanılacak, üstümüze giyeceğimiz elbiselerdir. Varsın bugünkü düzen onun kurduğu Cumhuriyet’in tam zıddı olsun; önemli değil! Yeter ki onun kurduğu Cumhuriyet şeklen devam etsin!”
Mahmut ÖZYÜREK 
Aşağıda Saygın Kemalist Yusuf Yavuz’un her zamanki duyarlılığı ile kaleme aldığı konu ile ilgili yazısını sunuyorum



Atatürk’ün evini ‘orijinalliğini kaybetti’ diye yıkmışlar!
Yusuf Yavuz
Ankara Atatürk Orman Çiftliği’nde bulunan Atatürk’ün evi olarak bilinen Marmara Köşkü’nün yıkılmasının ardından başlayan tartışmalar sürüyor. Konuyla ilgili haberlerin gündeme gelmesinin ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı ‘orijinalliğini kaybettiği’ gerekçesiyle yıkılan köşkün yeniden yapılacağını açıklamıştı. Mimarlar Odası Ankara Şubesi ise yıkım ile ilgili kurum ve kişiler hakkında suç duyurusunda bulundu. Yeniden yapılacak tartışmalarına ilişkin ise mimarlar "hiçbir şey yıkımı meşrulaştırmaz bu bir suçtur" diye tepki gösterdi. Şehir ve Bölge Yüksek Plancısı Prof. Dr. Mehmet Tunçer de Atatürk’e ait olmasının yanında AOÇ arazilerinin halka emanet edildiği mekân olan anıtsal yapı ve eklerinin onarımında ulusal ve uluslararası bilgi birikimlerinden yararlanılması gerektiğinin altını çizerek, “Mimarlık ve restorasyon (yenileme)ile ilgili Venedik Tüzüğü gibi önemli yol göstericilerden yararlanılması da gerekliydi” diye konuştu.
BAKANLIK ‘ORJİNALLİĞİNİ KAYBETTİĞİ İÇİN YIKILDI’ DEDİ
Atatürk Orman Çiftliği’nde bulunan ve Atatürk tarafından kullanılan tarihi Marmara Köşkünün yıkıldığının ortaya çıkmasıyla başlayan tartışmalar sürüyor. Ankara Mimarlar Odası, geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamada Marmara Köşkü’nün yargı süreci devam etmesine rağmen yıkıldığını belirterek tepki dolu bir açıklama yapmıştı. Tartışmaların ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, 1930’lu yıllardan bu yana birçok kez tadilat gören tarihi yapının ‘orijinalliğini kaybettiği’ öne sürülerek, (yenileme) için bir yıl önce hazırlanan projenin Ankara 1 Numaralı Koruma Bölge Kurulu tarafından onaylandığı belirtildi. Restorasyonla ilgili kurul kararında, proje uygulanırken statik raporuna bakılmasının talep edilmesi üzerine ise ODTÜ’den ilgili akademisyenlerin hazırladığı statik raporunda restorasyonun(yenilemenin) riskli olacağı kaydedildi. Bunun üzerine ise tarihi yapının yıkılarak aslına uygun olarak yeniden yapılması için proje hazırlandığını açıklayan Bakanlık, bu projenin de kurul tarafından onaylandığını belirtti.
‘ASLINA UYGUN OLARAK YENİDEN YAPILACAK’ AÇIKLAMASI
Ancak köşk için hazırlanan söz konusu yeniden yapım projesi, Mimarlar Odası tarafından yargıya taşındı. Yargı ise önce yürütmeyi durdurma kararı, ardından ise Mimarlar Odası’nın itirazını reddeden bir karar verdi. Kültür ve Turizm Bakanlığı, köşkün yıkım işleminin mahkemenin bu kararına dayanılarak alındığını ve aslına uygun olarak yeniden yapılacağını açıkladı.
MİMARLAR ODASI: ‘AYAKTA DURAN BİR YAPIYI YIKMAK SUÇTUR’
Bakanlığın köşkün yeniden yapılacağına yönelik açıklamasını değerlendiren Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan, “660 sayılı ilke kararı çok açık, ayakta duran bir yapıyı yıkmak suçtur. Yapı ile ilgili bir sorun varsa güçlendirirsiniz, restore edersiniz ama yıkıp yeniden yapmak diye bir şey yok” diye konuştu.
‘BİR KİŞİNİN VERDİĞİ RAPORLA KÖŞKÜ YIKMAK KATLİAMDIR’
Marmara Köşkü'nün yıkımının kültüre, tarihe ve Cumhuriyet dönemi eserlerine karşı tahammülsüzlüğün bir örneği olduğu görüşünü savunan Candan, “Kimse bize yıkımı meşrulaştırmaya çalışmasın. Ayakta duran bir yapıyı yıkamazsınız. Bir kişinin verdiği raporla Atatürk'ün Marmara Köşkü yıkılıyorsa, bu bir katliamdır. Yarın bir kişinin verdiği raporla, Saraçoğlu Mahallesi, İller Bankası binası, Opera binası gibi birçok kültür varlığımız riskli gösterilip yeniden yapılacak diye yıkılacak mı? Bu bir kılıf, kimse bizim aklımızla dalga geçmesin. Marmara Köşkü'nün yıkımı Cumhuriyetin mimari eserlerinin yani izlerinin silinmesi operasyonudur. Hesap verecekler” dedi.
‘TOPKAPI SARAYINI YIKIP YENİDEN YAPABİLİR MİSİNİZ?
Kültür Bakanlığı’nın 660 sayılı ilke kararına atıfta bulunan Candan, şöyle konuştu: “Bu kapsamda, basit onarım ve esaslı onarımlar yapılmaktadır. Yeniden yapma denilen Rekonstrüksiyon ancak herhangi bir nedenle yitirilmiş olan yapının, deprem, yangın vb. gibi eldeki mevcut belgelerden yararlanmak suretiyle kendi parsellerinde daha önce bulunduğu yapı oturum alanında, eski cephe özelliğinde, aynı kitle ve gabaride, özgün plan şeması, malzeme ve yapım tekniği kullanılarak, kapsamlı restitüsyon (yeniden tasarımlama)etüdüne dayalı rekonstrüksiyon(yeniden kurma) uygulamasının koşulsuz sağlanmasını öngörür. Marmara Köşkü taammüden yıkılmıştır ve tescilli bir yapıyı yıkmak suçtur. Yapıların yıkılmadan korunması esastır. Marmara Köşkünde koruma ilkeleri ihlal edilmiştir. Yıkıp yeniden yapmak ne demek? Ayasofya Camii'ni tamamen yıkıp yeniden yapabilir misiniz? Ya da Topkapı Sarayını? Bu bir tahammülsüzlük ve kültürsüzlük örneğidir.”
PROF. DR. MEHMET TUNÇER: ‘VENEDİK TÜZÜĞÜNE UYULMALI’
Konuyla ilgili değerlendirmelerde bulunan Şehir ve Bölge Yüksek Plancısı Prof. Dr. Mehmet Tunçer ise tarihi yapıların korunması ve restorasyonunu(yenileme) belirleyen uluslararası bir anlaşma olan Venedik Tüzüğü’ne göre mimari mirasın incelenmesine ve korunmasına yardımcı olabilecek bütün bilim ve tekniklerden yararlanılması gerektiğinin altını çizerek şu görüşleri dile getirdi:
‘KURUL KARARINA YANSIYA HUKUKSUZLUKLAR DURDURULAMADI’
“Atatürk'ün mirası önemindeki Marmara Köşküne gösterilmesi beklenen ihtimam, ilgili yasa maddesi ve ilke kararlarında belirtilmiştir. Bizzat Kültür ve Turizm Bakanı tarafından da yerinde tespit edilen, talimatlara, kayıtlara, Koruma Bölge Kurulu kararlarına yansıyan hukuksuzluklar, TMMOB Mimarlar Odası, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Koruma Bölge Kurulu tarafından durdurulamamıştır. Aslında; Marmara Köşkü anıt mirası için acele edilmeden, restorasyon(yenileme) uzmanları tarafından (hatta yarışma açılarak) özgün ve yetkin tasarımlar yapılması gerekmekteydi. Marmara Köşkü ve eklerinin onarımında ulusal ve uluslararası bilgi birikiminden, mimarlık ve restorasyon (yenileme) ile ilgili Venedik Tüzüğü gibi önemli yol göstericilerden yararlanılması da gerekliydi.”
‘YAPI KAZAEN ORTADAN KALKSA BİLE TESCİL KARARI DEVAM EDER’
Türkiye'de tescil kararının yapıya değil, parsele verildiğini belirten Tunçer, bu nedenle Marmara Köşkünün, tüm ekleriyle beraber koruma altına alınması gerektiğinin altını çizerek, “Koruma altındaki yapı kazaen ortadan kalksa bile tescil kararı parsel üzerinde devam eder” dedi.
ATATÜRK, ÇİFTLİĞİ BU KÖŞKTE HALKA EMANET ETTİ
Marmara Köşkünün, Atatürk'e ait olmasının yanında en önemli simge özelliğinin Atatürk'ün, Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) arazisini halka emanet ettiği mekân olduğuna değinen Tunçer, “11 Haziran 1937 yılında Atatürk, AOÇ’nin şartlı olarak halka emanetini Marmara Köşkü’nde imzalamıştı. Marmara Köşkü, küçük olmasına rağmen AOÇ arazilerinin en yüksek noktasında, tüm AOÇ alanlarına hâkim bir noktada inşa edilmiş durumdaydı. Marmara Köşkü 1928 yılında Ernest Egli’nin, AOÇ arazisi içinde tasarladığı ilk yapılardan birisi ve cumhuriyetin modernite projesinin ilk örneklerindendi. 2863 Sayılı Kültür ve Tabiat varlıklarını Koruma Kanunu uyarınca koruma altında (tescilli) anıt eserdi. Tarihi ve kültürel değer taşıyan böyle bir anıt eserin yıkımının, 2863 sayılı Kanuna göre suç teşkil etmektedir. Eğer yapı yeniden yapılmak üzere yıkıldıysa, sağlam bir ‘eski eser’ yapının yıkılıp yeniden yapılması 660 sayılı ilke kararına aykırıdır. Çünkü bir kültürel miras olarak tescillenmiş bir yapı eğer risk taşıyorsa bakım ve onarımının yapılması gerekir” diye konuştu.
VENEDİK SÖZLEŞMESİ NE DİYOR
Türkiye’nin önde gelen şehir plancılarından biri olan Prof. Dr. Mehmet Tunçer’in atıfta bulunduğu, tüm restorasyon(yenileme) uzmanları tarafından benimsenen ve hassasiyetle uyulan ‘Venedik Tüzüğü’nün 11. Maddesinde şu hükümlere yer veriliyor:
“Anıta mal edilmiş farklı dönemlerin geçerli katkıları saygı görmelidir; zira onarımın amacı üslup birliği değildir. Bir anıt üst üste çeşitli dönemlerin izlerini taşıyorsa, alttaki dönemleri açığa çıkarmak ancak bazı özel durumlarda - yok edilen malzemenin önemi azsa, açığa çıkarılan malzeme büyük tarihi, arkeolojik, ya da estetik değer taşıyorsa ve korunma durumu böyle bir davranışı gerekli gösterecek kadar iyi ise haklı çıkarılabilir. İlgili unsurların öneminin değerlendirilmesi ile ilgili yargıyı ve neyin yok edileceği üzerinde kararı vermek, sadece bu işi üzerine almış kimseye bırakılamaz.”

22 Mayıs 2016 Pazar

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ BU GÜNLER İÇİN KURULMUŞTU!

Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Merkez Olağan Genel Kurulunun 18 – 19 Haziran 2016 da Yapılacağı http://add.org.tr/add web sitesinde duyuruldu. Aynı web sitesinde, “Atatürkçü Düşünce Derneği 14.Olağan Genel Kurul Çalışma Raporu” da yayımlandı.
2014-2016 dönemini kapsayan Çalışma Raporunda, önceki dönem çalışma raporlarındaki değerlendirme ve saptamalar güncellenerek yeniden yazılmış.
Çalışma Raporuna göre “Bu dönemde (2014-2016) derneğimizin ideolojik hattını sınayan 3 önemli görev ile karşı karşıya kaldık” denilerek bu üç önemli görev şöyle sıralanmış
Cumhurbaşkanlığı seçimleri,
Üst üste yapılan iki genel seçim
“Yeni anayasa” girişimi adı altındaki büyük tuzak…
Bu görevler elbette yerine getirilmeliydi. Ancak görünen ve bilinen Kemalist Cumhuriyete yapılan yıkım saldırılarını göğüsleme, yıkıma karşı, emperyalizme karşı direnme kararlılığından ve bilincinden yoksunluk çalışma raporuna da yansımış.
Atatürkçü olmak gibi bir iddia taşıyan ADD Üst yönetimi, ne yazık ki saldırılar karşısında suskun, eylemsiz ve hareketsiz kalabilmeyi başarabilmiş(!), çalışma raporu ile bu tutumunu tescillemiştir.
İşin daha ilginci Çalışma Raporu olarak;  bu konularla ilgili ADD Genel Merkezi ve Genel Başkan imzalı, çözüm üretmeyen, yalnızca saptamalar ve gazete haberlerinden derlemelerden oluşan basın duyuruları tarih sırası ile sunulmuş. Bu “baştan savma”, “iğreti” , özensiz belgeye “Çalışma Raporu” adı verilmiş. Bu “Çalışma Raporu” değil, deyim yerindeyse “ÇALIŞMAMA RAPORUDUR”
“ÇALIŞMAMA” raporunda Yapıldığı söylenen etkinliklerden birkaç örnek verelim.
Türk Japon Vakfı Kültür Merkezi Açılış Programı
KİTLESEL BASIN AÇIKLAMASI İÇİN 23 NİSAN’DA ULUS’TA BİRİNCİ
MECLİS ÖNÜNDE BULUŞUYORUZ
ETKİNLİK: Oğuz Tansel 2016 Şiir Ödül Töreni
PANEL: Milli Eğitim Bakanlığı’nı Uyarıyoruz….
MUAMMER AKSOY ANISINA ” UĞURSUZ YILLARDA HUKUK” PANELİ DÜZENLENDİ
Dikkatle incelenirse bu “ÇALIŞMAMA(çalışma)” raporu, İcazetli ATATÜRKÇÜLERİN,  Kemalizm’in özünü yani antiemperyalist, halkçı-devrimci savaşımı yadsıdığının çok açık ve tartışmasız özetidir.
Özellikle 2010 yılından bu yana ADD’yi ele geçiren Mandacı ve Masonlar,   kuruluş felsefesinden tümüyle uzaklaşmış sistemle uzlaşmadıklarını, dinci faşizme karşı durduklarını, Atatürkçü olduklarını; hatta daha da ileri giderek antiemperyalist olduklarını hep söyleyegeldiler. Ancak “Çalışma Raporunda” söylemle eylemlerinin hiç ama hiç örtüşmediği görülmektedir.
Karşı devrim tarafından oluşturulan sistemin dışına bir santim dahi çıkmadan dinci faşizmin, yine dinci faşizm tarafından yürürlüğe sokulan yasal sınırlar içinde YIKILABİLİR olduğu düşüncesi ADD tabanına dayatılmış ve yaygınlaştırılmıştır.
Gerek dünyada, gerekse ülkemizde karşı devrimci, işbirlikçi güçler iktidarı ele geçirirlerse, kendi egemenliklerini koruyabilmek için, kendisine yönelik tepkileri etkisiz kılma ya da bu tepkileri kendisine zarar vermeyecek yönlere sevk etmeye çalışır.
Kendi düzenine tehlike oluşturmayan, sözde devrimci kimi siyasal, demokratik örgütlenmelere izin vererek, kitlelerin düzene karşı tepkilerini bu örgütlenmeler aracılığıyla kontrol altında tutmayı amaçlarlar. Sistemle uzlaşmış, karşı devrimciliğin çizdiği yasal sınırlar içinde varlığını sürdüren bu anlayış “icazetli Atatürkçülüktür”
Türkiye’nin en meşru gücü olan Atatürkçü Düşünce Derneği(ADD) 2010 yılından bu yana Yönetimi ele geçiren mandacıların/masonların, İcazetli Atatürkçülerin eli ile meşruiyet kaygısına düşürülmüş, eylem ve söylemlere görünmez zincirler vurulmuştur.
Tansel Çölaşan ve çevresinde toplananların "icazetli Atatürkçülük" yaptıkları ADD tabanında şöyle ya da böyle görülebildiği halde, bilince yerleştirdikleri "yasallık", "yasal devrimcilik" nedeniyle ADD hem eylem, hem de söylemde onarılması güç düşünsel bir yıkıma sürüklenmiştir.
Dünyadaki ve ülkemizdeki bağımsızlık savaşlarından çıkardığımız deneyimlerden bilinir ki; Emperyalizmin dümen suyuna girmiş, iktidarı ele geçirmiş karşı devrimciliğin belirlediği yasal sınırlar içerisinde kalınarak emperyalizme karşı, dinci faşizme karşı mücadele verilemez. Bırakalım devrim iddiasında olan bir örgütü, kendi meşruluğunu esas almayan, kimliğini savunmayan hiçbir muhalif güç faşizmin yasalarına yaslanarak ve onun icazetine sığınarak ayakta kalamaz.
Bir kez mücadeleyi dinci faşizmin çizdiği sınırlar içinde kalınarak sürdürülebileceği kabul edilirse; kazanılmış mevziler direnişsiz terkedilir, hep geriye, daha geri mevzilere sığınmak zorunda kalınır. Giderek geri çekiline bilecek mevzi bile kalmaz. Özünde ADD Genel merkezi yöneticilerinin durumu tam da budur.
Emperyalizmle, emperyalist bataklığın yarattığı Faşizmle çatışma göze alınmazsa, örgütlenmede, çalışma yöntemlerinde iktidarı ele geçirmiş egemenlerin çizdiği “yasalara saygılı olmaya özen gösterilerek” emperyalizm nasıl kovulacak, faşizmin nasıl yıkılacak, bağımsızlık nasıl sağlanacak? ADD Genel Merkez Yönetiminin buna bir yanıtı var mıdır?
Kemalist Devrimi,  devrimciliği ve mücadelenin meşruluğunu savunmak bir tarafa, dinci faşist bir diktatörlükle çatışmamak için, kendi varlıklarına yönelen saldırılara karşı bile dik duramayan, gasp edilen yasal haklarını bile devrimci bir duruşla sahiplenemeyenler Atatürkçü değil, Mandacı- Masonlardır, icazetli Atatürkçülerdir.
Atatürk'ün bütün devrimlerine ağır saldırılar yapılırken, Cumhuriyet'in kurucu ilkeleri ve laiklik silinirken, O'nun mirası olan ve isabeti on yılların deneyimi ile kanıtlanmış dış politika ilkeleri rafa kaldırılırken, devletin kurucuları katliamcı iftirasına uğrarken tepki göstermeyen/gösteremeyen bir aymazlar topluluğu, icazetli Atatürkçüler ADD üst yönetimindedir.
Emperyalizmin dümen suyuna girmiş, iktidarı ele geçirmiş egemenlerin belirlediği meşruluk anlayışını, faşist yasaları temel alırken, çoğu zamanda bu yasaları bile tanımazken, Kemalist devrimciler için meşruluk; doğru ve haklı olanın, Kemalist devrimin ve halkın çıkarına olanın savunulmasıdır. Bunun için savaşım verilmesidir.
Gerçek Kemalistler, Cumhuriyetimizin tüm kurumlarının teslim alındığı bir sistemin kabul mekanizmalarından onay alarak, dayatılan turnikelerden geçerek yapılan bir Atatürkçülük algılamasını asla ve asla kabul edemezler/etmezler. Hele ki, sistem sahiplerinden şu veya bu nedenle, “vize” dilenmezler.
Kemalistleri haklı ve meşru kılan; tüm kurumlarıyla işgal edilmiş bir sistemin vereceği “icazet” değil, işgale, gericiliğe ve haksızlığa başkaldırının, Kemalizm’in vazgeçilmez bir gereği ve önkoşulu olmasıdır.
Elbette Basın açıklamaları, paneller, konferanslar, yapılabilir. Bu tür etkinliklerin şu veya bu ölçüde yararları da söz konusudur.  Ama bir iki basın açıklaması, birkaç panel, konferans ve gösteriyle “sistemi fiilen cumhuriyetten başkanlığa” dönüştüren dinci faşizme karşı mücadele verdiğini söylemek en azından ADD Tabanının aklı ile alay etmektir.
Kemalist halkçı-Devrimci bir örgüt; şu tür eylemler yapar, bu tür eylemler yapmaz gibi, mekanik bir yaklaşım içinde olunamaz. Önemli olan eylemdeki hedef ve amaçtır. Atatürkçü Düşünce Derneği, Tüzüğünde belirtilen hedef ve amaçların çok uzağına düşürülmüştür.
Özellikle 2010 yılından bu yana geçiştirmeci, yasak savmacı işler yapılıyor ve yapılmakta. Sonra da onlardan büyük sonuçlar beklenmekte. O kadar ki, bir basın açıklaması, bir konferans ve panel ile dinci faşizmin işbirlikçi politikalarından  "caydırma", geri adım attırma gibi bir beklenti ADD tabanında yaygınlaştırılmaya, benimsetilmeye yönelik girişimlere yönleniyor. Çalışma Raporu bunun en güzel kanıtı olarak önümüze getirildi.
Atatürkçü Düşünce Derneği’nin “Çalışma/Çalışmama Raporunda” AB-ABD Emperyalizmine, dinci faşist sivil diktatörlüğe karşı uzun vadeli, kapsamlı mücadelede hangi yöntemlerin kullanıldığı/kullanılacağı bir yana böyle tehdit ve tehlikenin varlığından bile söz edilmemesi Atatürkçü Düşünce Derneğinden yalnızca Kemalistlerin değil, Kemalizm’in de tasfiye edildiğinin açık kanıtıdır.
Kemalist Cumhuriyet; tarihinin gördüğü en kapsamlı araç ve ihanet yöntemleri kullanılarak dinci faşist bir diktatörlük tarafından ele geçirilmiştir.  Bu ele geçirme her alanda ve her anlamda gerçekleşmiştir.  ADD işte böylesi günler için kurulmuş, yüz bin Kemalist bu nedenle Atatürkçü Düşünce Derneğine üye olmuştur.
Ne yazık ki 2006-2013 döneminde Atatürkçü Düşünce Derneğini, AB-D işbirlikçisi, gerici sistemin içine çekerek “ehlileştirme” amaçlı, özel görevliler, öncelikle ADD içindeki Kemalistleri tasfiye etmeyi, yolda önlerine çıkabilecek engelleri ortadan kaldırmayı amaçlamışlardır.
 Atatürkçü Düşünce Derneğini devrimci, halkçı, tam bağımsızlıkçı, antiemperyalist, özünden arındırarak “Uysal-uyumlu” bir konuma getirenler, Atatürkçülüğü “icazetli Atatürkçülük” olarak anlayıp, anlatanlar, yalnızca tüzüğü ihlal etmekle kalmamış, aynı zamanda, Kurtuluş ve kuruluşumuzun görkemli tarihine karşı da suç işlemişlerdir/işlemektedirler.
Gerçekte 2014- 2016 çalışma raporu bu çarpık bakış açısının, özellikle de Tansel Çölaşan’la gelişen bir çarpıklığın sonucudur.
AKP faşizminin Kemalist, yurtsever, devrimci, demokrat, ilerici bütün kesimlere, halka baskı ve zulmünü yoğunlaştırdığı, arttırdığı bugünlerde, büyük bir kararlılık, gurur ve onurla, her zamankinden daha çok, lafı döndürüp dolaştırmadan, açık ve net olarak Kemalist devrimin savunulması ve faşizmin yüzüne haykırılması gerekir.
Her türlü bedeli ödeyerek her koşul altında Kemalist devrimin meşruluğunu haykırma bilinci ve cesareti olan tüm dostların,  bu ideolojik çarpıklığa, icazetli Atatürkçülüğe karşı duracaklarına olan inancımı korumak istiyorum.
22 Mayıs 2016 Isparta                                                   Mahmut ÖZYÜREK

21 Mayıs 2016 Cumartesi

BAŞKANLIK: DEMOKRASİ Mİ DİKATATÖRLÜK MÜ? YANITI ATATÜRK VERSİN:



"Cumhuriyet, milletvekillerinden kurulu meclisi ve belli bir süre için seçilmiş devlet başkanı ile, ulusal egemenliğin korunmasını en iyi sağlayan düzendir.

Cumhuriyette meclis, cumhurbaşkanı ve hükümet, halkın özgürlüğünü, güvenliğini ve rahatını düşünmek ve sağlamaya çalışmaktan başka bir şey yapamazlar.

Çünkü bunlar bilirler ki kendilerini erk ve yetki yerine belli bir süre için getiren, istenç ve egemenliğin sahibi olan ulustur.

Ve yine bunlar bilirler ki, erk yerine saltanat sürmek için değil, ulusa hizmet için getirilmişlerdir.

Ulusa karşı konumlarını ve görevlerini kötüye kullanacak olurlarsa, şu ya da bu yolla, ulusal istencin kendileri hakkında da belirmesiyle karşı karşıya kalabilirler.

Ulusça, ulus adına devleti yönetmeye yetkili kılınanlar için, gerektiğinde ulusa hesap vermek zorunluluğu, gelişigüzel ve gönlünce davranmakla bağdaşamaz.

Oysa gücünün ve yetkisinin Tanrıdan geldiğini ve yalnız ona karşı, öbür dünyada, hesap verebileceğini sanan ve devleti, ülkeyi babadan kalma bir çiftlik gören bir buyurgan, her türlü sınırlamadan kendini bağımsız sayar.

Böyle bir yönetimde ulusun benliği, özgürlüğü söz konusu bile olamaz.

Bundan dolayı, yetkisi sınırlı bile olsa buyurganlık biçimi demokrasiye, ulusal egemenlik ilkesine uygun değildir.

Hükümetin sınırlı sayıda insanların, sınıfların elinde bulunması da ulus varlığının hiçbir biçimde kabul edemeyeceği bir durumdur. Bütün ulusun çoğunlukla, devlet yönetimine katılmasına engel olan bu “çokerki” yöntemi de bir kesimin, kendi çıkarlarını sağlamak için bütünüyle ulusa ait olan egemenliği zorla kapmasından başka bir şey değildir."

KAYNAK: ATATÜRK, YURTTAŞ İÇİN MEDENİ BİLGİLER (Özleştiren Ö. Ozankaya, ADD Yayını)



Durum, 1919’daki durumdan farklı değildir.
Bir yandan “turuncu devrimler” gibi sinsi yıkım projelerini, bir yandan Büyük Orta Doğu Projesi gibi bölgemizi işgal saldırılarını, bir yandan da dünyaya barış ve demokrasi getireceğini söyleyip ateşe boğan küreselciliğin saldırganlığını göz önünde bulunduralım. Bunlara, ülkemizde adeta iktidar ortağına dönüşen etnik bölücülüğü ve iktidara yerleşen İhvan ümmetçiliğinin Cumhuriyet düşmanlığını ekleyelim. Ve bu düşmanca süreçlere ya işbirlikçiliğinden ya da teslimiyetçiliğinden destek veren son liberallerin koşturmalarını katalım. İçinde bulunduğumuz durumun 1919’daki durumdan ne kadar farkı kalır?
Yeni-Anayasacılık, Türk ulusunun savaşla kazandığı varlık ve egemenlik hakkını ortadan kaldırmayı amaçlamıştır. Bunu hiç unutmamak gerek.
Yeni-Anayasaya Geçit Yok! Tarih :