6 Mart 2016 Pazar

Atatürk, bira fabrikasını ne için kurmuştu?





          Recep Tayyip Erdoğan Yeşilay toplantısında yaptığı konuşmada Atatürk’ün, manevi kızı Ülkü Adatepe kucağındayken bira içtiği fotoğrafını kastederek “Atatürk Orman Çiftliği’nde ellerine bira şişeleri tutuşturulmuş çocuk fotoğrafları görürsünüz.” demiş ve aklınca Atatürk’e laf atmıştı.


Peki, Atatürk, bira fabrikasını ne için kurmuştu?

“Atatürk tarafından 5.5.1925 yılında kurulan ve 1937 yılında hazineye bağışlanan Atatürk Orman Çiftliği, tüm faaliyetlerini Atatürk’ün vasiyeti doğrultusunda yürütmektedir. Kurum olarak tüm çalışmalarımızı Atatürk’ün vasiyetinin en iyi şekilde yerine getirilmesi temel hedefine dayanmakta olduğunu ve bu hedeften herhangi bir sapma olmaksızın çalışmalarımıza devam etmekte olduğumuzu belirtmek isteriz.
Söz konusu bira fabrikasına ilişkin; Atatürk, 1932 yılı içinde yerli üretimi desteklemek, Orta Anadolu’nun yaylalarında üretilen ve çiftlikte ıslah edilen arpa üretiminin gelişimini temin etmek, aynı zamanda bira fabrikasının küspeleri ile çiftlikteki hayvanları besleyerek süt inekçiliğinin gelişmesini sağlamak vb gerekçelerle yeni başkent Ankara’da bira fabrikası kurulması talimatını vermiştir. Bira fabrikası 1934 yılında 500.000 litre/yıl olarak faaliyete geçmiştir. İkinci fabrika 1937 yılında 7.500.000 litre/yıl olarak faaliyete geçer. Atatürk, bütün çiftlikleriyle birlikte AOÇ ve içerisinde bulunan bira fabrikalarını da 1937 yılı içerisinde Hazine’ye bağışlamıştır.
Bira fabrikası 6.7.1939 yılında 3697 sayılı Kanun ile; bira fabrikası bina ve arsası, fabrika dâhilinde biraya ve binadan başka imalata mahsus bütün tesisat, bira fabrikasına ait memur, müstahdem, ve işçilerine ait fabrika dahilinde ve haricindeki demirbaş eşya, alet ve mallar TEKEL Genel Müdürlüğü’ne devredilmiştir.
Bira Fabrikasının 1939’da TEKEL Genel Müdürlüğü’ne devredilmesi ile Çiftlik tarihinde ilk toprak kaybı ve giderek küçültülme süreci başlamış olup yine çiftlik tarihinin en önemli gelir kaybının da başlangıcı olmuştur.
Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun 05.02.2002 tarihli ve 2002/6 sayılı Kararı ile TEKEL’in özelleştirilmesine karar verilmiştir.
Atatürk Orman Çiftliği Bira Fabrikası’nın 6.7.1939 tarih ve 3697 sayılı Kanun’la TEKEL Genel Müdürlüğü’ne devrinden sonra Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü’nün yasal tasarruf hakkı kalmamış olup şu anki yasal tasarruf hakkı Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’ndadır.
Günümüzde; 5659 sayılı Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü Kuruluş Kanunu’na göre yönetilmekte olup, aynı kanunun Madde 10 – “Atatürk Orman Çiftliğinin bu kanunun yayımı tarihindeki sınırları içinde bulunan gayrimenkullerin gerçek veya tüzelkişilere devir ve temliki ve kamulaştırılması özel bir kanunla izin alınmasına bağlıdır.” ifadesiyle yetki TBMM’ne verilmiştir.”

Yalçın Bayer - Hürriyet, 22 Şubat 2013

NE YAPMALI?



Attila İlhan’ın altını çizdiği gibi Türk Milleti fazla ‘dikti’, ‘ecnebileştirilmesi’ gerekti.

Sürüleştirme operasyonu uygulandı. İsa’nın koyunları olmalıydık. Şekillendirme bir ‘çoban’ olgusunun kabullendirilmesi esasına dayalı. Siz düşünmeyeceksiniz. Biri size söyleyecek. Zaman aralıklarıyla bir sandık önünde sıraya gireceksiniz. Oyunuzu atıp bekleyeceksiniz. Sonra yine şekillendirilmiş bir yaşama geri döneceksiniz. Alışveriş merkezleri, güvencesiz iş ve ağır zehir işlevi gören aptal kutusu arasında kilitleneceksiniz.

Ama genetik hafızanız sürekli sizi rahatsız edecek. Gidişatın doğru olmadığını söyleyecek... Ruh sağlığınız bu çatışmaya dayanamaz hale gelecek, çatışmadan yorulup kendini dinlenmeye çekecek… Uyuşmayı çare olarak göreceksiniz.

Yıllardır üzerimizde uygulanan ‘şekillendirme’ operasyonu meyvalarını veriyor. Bizler için planlanan bu…

Gerek feysbuk sayfasında gerekse yurdun dört bir yanında katıldığım yüzlerce toplantıda defalarca aynı soruyla karşılaştım: ‘Durumu anlatma.. Biz de biliyoruz! Hastayız! Sen ÇÖZÜMÜ SÖYLE...’

Acaba çözüme hazır olmayan kulaklar çözüm önerisini duyar mı? Soru bu. Malum içinde bulunduğumuz sistem, gözleri kör, kulakları sağır, dili peltek yapıyor…

Sözler ne denli somut olursa olsun ‘emir’ kipi içermedikçe ‘soyut’ kalıyor. ‘Git şu partiye oy ver!’ kolayca anlaşılıyor da, ‘YEREL OLARAK AŞAĞIDAN YUKARIYA ÖRGÜTLENMEK’ önerisi, uzun bir çaba ve her bireyin düşünsel ve fiili anlamda gücünü ortaya koymasını gerektirdiğinden ‘soyut’ kalıyor.

Bu gün çeşitli partilere gönül koyan vatanseverler, birbirlerini sevdikleri partiye ‘ikna’ etme arayışı dışında ne yapıyorlar…
 
Hatırlatalım, Mustafa Kemâl Paşa Samsun’a çıktığında da “HÜRRİYET VE İTİLAF”, “İTTİHAT VE TERAKKİ PARTİLERİ” vardı… Ama o YEREL ÖRGÜTLENMELERLE TÜM YURTTAKİ ÇOBAN ATEŞLERİNİ BİRLEŞTİREREK işe başladı…

Demem o ki: her partinin tabanında BİZ varız. Önce bu gerçeği anlamalıyız. İşi aşı elinden alınmış, hayatı karartılmış Türk Milleti. 1946'dan beri çoğulcu demokrasi adı altında KANDIRILIYOR. Demokrasinin ana ekseni çalışanların, emekçilerin örgütlenme özgürlüğü yok ama sandık başında 'DEMOKRAT' OLDUĞUNU ZANNEDİYOR.

Futbol takımı tutar gibi parti tutarak özgür karar verdiğini sanıyor.

Geldiğimiz noktada istediğiniz muhalif partiye oy verin… Size parti işaret etmek haddim değil. Benim dikkat çektiğim konu SEÇİM SARMALININ ÇOK ÖTESİNDE.

Türkiye’nin siyasi partilerini kim şekillendiriyor? …

Partiler ne kadar ulusal çıkarların yörüngesinde gidiyor?

Neden her seçimden önce umutluyuz ve hemen arkasından yılgınlık daha çok sırtımıza çöküyor?

Bakın Metin Aydoğan Ne yapmalı adlı kitabında bugün siyasi partilerin içinde bulunduğu açmazı anlatıyor:

"Sınırları yasal düzenlemelerle belirlenen PARTİ İŞLEYİŞİ, yasa koyucunun amaç ve istemlerine uygun olarak biçimlenir. Yasayı, meclis aracılığıyla çıkaran PARTİLERDİR. İktidar gücünü ele geçiren partiler, yitirmek istemedikleri bu gücü, siyasi demokrasinin sınırlarını genişletmek için değil, etki ve egemenliğini sürdürmek için kullanır. Yasalar, bu kullanımın araçları haline gelir. Mali kaynak başta olmak üzere DEVLET OLANAKLARI BÜYÜK PARTİLERE AKTARILIR…

Türkiye’de ve dünyada SİYASET, bugün, paraya ve güce bağlı, halkın yeralmadığı, büyük sermayenin denetim altında tuttuğu BİR ÇIKAR EYLEMİ HALİNE GELMİŞTİR: İKTİDARA GELEN/getirilen PARTİLER BU İŞLEYİŞİ SAĞLAYAN ARAÇLAR DURUMUNDADIRLAR….

Programlarında ya da açıklamalarında ne söylenirse söylensin, halkın ve ulusun değil, destek aldıkları çevrelerin haklarını savunurlar. ÇIKAR SAĞLAMA ESASTIR…"

Aydoğan, küresel bir çetenin paylaşım azgınlığının çarkları arasında dönüp duran bir düzenekten bahsediyor. Uzun yıllardır her iktidara gelen parti, küresel ahtapotun kolları arasında kalıyor… Uluslar arası anlaşmalar, uyum yasaları, tahkim, eğitim ve sağlıkta halkın değil küresel şirketlerin çıkarları doğrultusunda adımlar atıyor… Seçim öncesi verilen tüm vaadler Washington ya da Londra veya Brüksel’deki bir imza dosyasında kayboluveriyor.

‘Demokrasi’ adı altında tüm ülkeleri ateşe boğan bir KÜRESEL AHTAPOT’LA DOST OLMAYA ÇALIŞAN ve halkının çıkarları aleyhine kararlar alan ÇEŞİTLİ SİYASİ PARTİLERİ 60 YILDIR İZLEMEDİK Mİ?

Bu nasıl bir düzenektir? Aslında NE MECLİSİ HALK SEÇMEKTEDİR NE DE YAŞANAN SÜREÇ ‘DEMOKRATİK’TİR. Siyasi işleyiş o denli ustalıkla kurgulanmıştır ki, sistemi kurgulayanların dışında bir seçim sonucu elde edilmesi çok güç neredeyse olanaksızdır.

TEKELCİ bir SİYASET ORTAMI vardır. Ve herkes ‘OYUM BOŞA GİTMESİN’ klişesi ile ALDATILMIŞTIR.

PARTİ, DERNEK SENDİKA, VAKIF ve SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNİN BÜYÜK ÇOĞUNLUĞU DIŞ FONLARLA BAĞLANMIŞTIR. Parayı veren düdüğü çalar ve para alınan ülkenin politikaları doğrultusunda ‘düdük’ler ortaya çıkar. Bunlar medyadan gerekli sesleri yayar.

PARTİ İÇİ DEMOKRASİDEN SÖZ BİLE EDİLEMEDİĞİ GİBİ ‘sivil toplum kuruluşlarının’ büyük çoğunluğunda da DURUM AYNIDIR. Her şey lider sultası altındadır. Örgütler baştan bağlanır.

PARTİLERDE SEÇİLENLER HALKIN DEĞİL, LİDERİN SEÇTİKLERİDİR.

NE YAPMALI?

Bugün, birçok aydınımızın yıllardır, defalarca altını çizdiği YEREL DÜZEYDE BİR ARAYA GELİŞLER doğal sürecin sonucu olarak gerçekleşmektedir. Son yıllarda gittiğim yüzlerce bölgede yaptığım toplantılarda MHP’ye, CHP’ye, DSP’ye, İşçi Partisine, Saadet Partisine, HEPAR’a hatta AKP’ye oy veren kişilerle bir araya geldim. Bazı kereler tüm bu unsurların ortak davetiyle konuşmacı oldum.

Yurtseverliklerinden en ufak bir şüphe duyulamayacak birçok aydınımız, yaşamını bu vatana adamış birçok değerli kişi değişik görüş ve gruplara dahil olmuşlar, zaman zaman farklı partilerde de bulunmuşlardır. Şimdi değişik partilere derneklere mensup bu ÖNCÜLERİN PARTİLER ÜSTÜ OLUŞUMLARDA BİR ARAYA GELME ZAMANIDIR. Ve bu olmaktadır da.

Hızla GERÇEKLEŞTİRİLMESİ GEREKEN, BU BİRLİKTELİĞİN, MAHALLE, KÖY, İLÇE, İL, BÖLGE BAZINDA HAYATA GEÇİRİLMESİDİR.

Geçenlerde Rize’deki çay üreticilerinden bir mektup geldi. Diyor ki: ‘En doğal çayı biz üretiyoruz. Ama satamıyoruz. Satsak parasını alamıyoruz. Çay fiyatı açıklanmıyor. Özel şirketler gırtlağımıza basıyor çayı ucuza kapatıyor. Çay üreticisi ölüyor! KİMSE SESİMİZİ DUYMUYOR!’

Daha iki gün önce, Karabük Kardemir işçilerinin haykırışı gelmişti: ‘Sendika değiştirdiğimiz için haksız olarak işten atıldık. Dava açtık dava sürecinde çeşitli yerlerde işe konduk. Dava tamamlanana kadar yerleştirildiğimiz işyerlerinde çalışacağımızı sanıyorduk. Ama şimdi de işten çıkarıldık. Sendika yetkililerine ulaşamıyoruz. Şikayet edecek yerimiz yok Sokakta kaldık! Ölüyoruz! SESİMİZİ KİMSEYE DUYURAMIYORUZ!’

Yurdun dört bir yanından akan bu mektuplarda emekçiler hasbelkader karşılaştıkları gazeteci yazar çizerden ‘ÇARE’ soruyorlar…

İşin tuhafı, seçim süreci olmasına karşın çeşitli partilerin milletvekili adaylarına da ulaşamıyorlar… Ulaşsalar da cevap alamıyorlar. Ya ‘ceğiz cağız’ları duyuyorlar YA DA ‘FİLANCA PARTİYE OY VERMEMİŞ MİYDİN SEN!’ DİYE AZARLANIYORLAR!

Benim naçizane önerim bu noktaya odaklı:

Ateşin yakmaya başladığı bugünlerde 3-5 aydının bir araya gelmesi ile değil, HALKIN İÇİNDEN SADE VATANDAŞIN AKTİF KATILIMIYLA TÜM İLLER ve İLÇELERDE o yörenin somut dertlerini dillendiren ve ÇÖZÜM ÜRETEN BİRİMLER KURULMALI.

HER MAHALLENİN, yörenin, KÖYÜN, ilçenin, İLİN dertlerini, yöre insanı olarak yakından bilen, kendi ilindeki sorunlara bulunan ‘çare’leri diğer illerdeki sorun sahipleriyle paylaşan ve büyüyen bir topluluk, YEREL ÖNDERLER ORTAYA ÇIKARACAK ve TABANDAN ÖRGÜTLENEREK ULUS ÇAPINDA BİR ELELE VERİŞİN TOHUMU OLACAKTIR...

Önümüzde, programı Amerikanın ünlü yatırım bankası J. P Morgan tarafından bize satılmış SEÇSİS sistemiyle yapılacak bir seçim var.

Seçimden sonraki gündem açık:

- ‘YENİ’ bir ‘FEDERASYON’ ANAYASASI.

- Suriye’den patlayacak kaosun İran ve Türkiye’ye sıçratılması…

- Diyarbakır başkentli Kuzey Kürdistan belediyelerinin özerklik ilanı.

- Üniter devlete son noktanın konulması!

- Fırat ve Dicle başta olmak üzere akarsuların kontrolünün, petrol, altın, gümüş, bor ve diğer madenlerin küresel şirketlerin denetimine geçmesi…

Nisan ayında ‘NE YAPACAĞIZ’ diye soranlara hatırlatmaya çalışmıştım:

‘‪SANDIK KAFALILIKTAN VAZGEÇİN. UFKUN ÖTESİNE BAKIN.’ diye yazmıştım.

Önerim yakın tehlikelere karşı GENİŞ TABANDA YEREL DEMOKRATİK ÖRGÜTLENMELERİN GERÇEKLEŞTİRİLMESİDİR. Bunun aydınlar birliği olarak değil, HALKIN İÇİNDEN FİLİZLENEREK hayata geçmesi önemlidir. Bu yolla her şehirde, partiler üstü ŞURA/KONGRE’lerın toplanması ve vatansever unsurların tartışması sağlanır.
Bu yapı, MİLLETVEKİLİ OLMAK ya da OLMAMAK anlayışının çok ötesinde bir anlayışla yürütülmek zorundadır.

Siz yine gönül koyduğunuz partilere oyunuzu verin AMA DAHA ÖTESİ İÇİN GENİŞ TABANDA BİR ARAYA GELME YOLLARI ÜZERİNE DE DÜŞÜNELİM…

Banu AVAR,

11 Haziran 2011