4 Mart 2016 Cuma

Anayasa Mahkemesi Herkesi Yener - Özdemir İnce



Siyasete girdiği ve bu sayede makam ve ün sahibi olduğu için, yurt insanının tanıdığı kimselere önem vermem ben. Aralarından “Büyük Adam” çıkmaz, “Büyük Siyasetçi” de çıkmaz. AKP kurucuları ve kuyrukları içinde olmak üzere, kadrolarının tamamında bilim, sanat, düşünce, akademik ve sivil meslekler alanlarında eser vermiş, yurt ve dünya çapında sivrilmiş tek bir Allah’ın yoktur. Tamamı siyaset esnafı, tamamı “siyaset seyyarı”, tamamı “serbest meslek” sahibi, yani “boşta gezer”… Bir “boşta gezer” milletvekili olsa, bakan olsa, başbakan olsa, cumhurbaşkanı olsa ne yazar?! “Boşta gezer” in gölgesi ve omurgası yoktur.

Aklıma sadece, Başbakancı Ahmet Davutoğlu’nun, hangi akla hizmet, kaleme aldığı Stratejik Derinlik‘i geliyor ki, şu anda Türkiye’nin Başyüce kılavuzluğunda Suriye çirkefinde debelenmesinin en büyük sorumlusudur.
“Boşta gezer” in işçi sınıfından olanına Karl Marx “Lümpen proletarya” derdi, çok zararlı ve tehlikeli bulurdu. “Lümpen” prinha gibidir. Siyasetin lümpeni masa ve kasayı ele geçirmek için din ve imanı ökse ve yem olarak kullanır. Masa ve kasayı ele geçirince de dünyayı ham hum şaralop eder.
Vaziyetin durumu böyle! Şimdi gelelim şu, Can Dündar-Erdem Gül davasında Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karara. Anayasa Mahkemesi (AKP suçüstü yakalandığı halde) bal gibi kapatabilecekken para cezası ile hesap kestiği zaman AYM aslan, kaplan ve de vatansever idi. Şimdi gölgelerine bassa bile katli vacip. Üstelik kendileri doğrudan zarara uğramıyor. AYM, mazlumları AKP tuzağından biraz uzaklaştırdığı için. Bunlar böyledir, bunlarda hak ve adalet diye bir kabiliyet yoktur.
Başyüce hazretleri “Karara uymuyorum, saygı da duymuyorum!” diyor. Son derece nihilist ve anarşik bir cümle. Bunu başka bir bağlamda tekrarlayalım: “Trafik kurallarına saygı duymuyorum ve de uymuyorum!”  Trafik kurallarına uymadan ve saygı duymadan on kilometre içinde kaç kaza yaparsın, kaç can alırsın?! Böyle konuşma ancak bir haneberduşa yaraşır ama şimdilik cumhurbaşkanlığıyla idare eden Başyüce’ ye yakışır mı?
Sen ki o anayasa sayesinde Cumhurbaşkanı oldun, görev ve yetkilerinin trafik kurallarına uyacağına namusun ve şerefin üzerine yemin ettin! Yemin ederken ayağını kaldırsan da hükmü yok. Anayasa ciddi bir adamdır, yemini ciddiye alır. Anayasa, ilacı yemekten önce alacaksın diyorsa, yemekten sonra alamazsın. Cumhurbaşkanlığı ciddi bir iştir. Cumhurbaşkanı’nın görev sorumluluğu olduğu için  (kurala bağlı) yetkileri vardır. Yetki koşulsuz ve sınırsız değildir.
Gençliğimde TRT Televizyonunda Öndenetim ve Redaksiyon Müdürlüğü yaparken, İsmail Cem Genel Müdür idi. Hiç bilinmez ama yönetim anlayışı Başyüce’ninkinden farklı değildi. Her toplantıda tartışırdık. Bir gün “Özdemiğ bey, yetkim olmadığını söylüyogsunuz ama TRT yönetmeliğinde ‘Bu yönetmeliği Genel Müdür yürütüg’ diye yazıyor” demişti. Ben de “Yürütmekten kasıt,  yönetmeliği yok saymak değil, onun maddelerini harfiyen uygulamak (zorundadır) anlamındadır!” diye cevap vermiştim. “Kimse devlet işlerinde yasal temeli olmayan yetki kullanamaz” anlamına gelir bu. Yönetmelikte bir hizmet için 1.000 lira yazıyorsa genel müdür de olsanız 2.000 lira veremezsiniz. AKP kadrosunun anlamadığı bu işte. İşte bu yüzden meşruiyet dışına çıkıyorlar. İktidar olmanın kuralının “Hep bana, Rab bana” olduğunu sanıyorlar.
Gene kendimden bir örnek vereceğim. 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra yedek subaylığımı yaptım. Ailemin okumuş büyükleri, disiplinsizlikten hapse gireceğim için askerliği tamamlayamayacağımdan kaygılanıyorlardı. Önce okulda, sonra 57.Er Eğitim Tugayı’nda bütün yönetmelikleri ezbere öğrendim ve buyrukların tamamını eksiksiz yerine getirdim. Hapse girmek de ne demek, takdirname aldım ve örnek subay olarak gösterildim. Tugay Komutanı tezkere bırakıp orduda kalmamı bile önerdi.
Şiir ve hukuk insanlığın en yüce erdemleridir. “Karara uymuyorum, saygı duymuyorum” demek “Benim hukuka saygım yok!” anlamına gelir ki, bu cümleyi aklı başında hiçbir şiir sever söyleyemez.
“Karara uymuyorum, saygı duymuyorum” un anayasal sakıncalarına gelelim ve dikkatlice okuyalım:
 ANAYASA ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Yargı
Genel hükümler
    Mahkemelerin bağımsızlığı
MADDE 138.– Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.
Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.
(Tekrar edelim: “Yasama (TBMM) ve yürütme organları (Cumhurbaşkanlığı ve Hükümet)  ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”
Demek ki neymiş? Cumhurbaşkanı mahkeme kararlarına uymak zorundaymış. “Karara uymuyorum, saygı duymuyorum” diyemezmiş. Derse…
Anayasa Mahkemesi’nin Görev ve yetkileri
MADDE 148.– Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler. Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler. […..]
Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanını, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanını, Bakanlar Kurulu üyelerini, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başkan ve üyelerini, Başsavcılarını, Cumhuriyet Başsavcı vekilini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıştay Başkan ve üyelerini görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılar.
(“Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanını […] görevleriyle ilgili suçlarından dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılar” demek, ne demek?
Anayasa Mahkemesinin kararları
MADDE 153.– Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir. […] Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.
Bu hüküm şu anlama geliyor: Anayasa Mahkemesi’nin kararları kesindir. TBMM, Cumhurbaşkanlığı, Hükümet ve bütün mahkemeler, idare makamları (vali, kaymakam, belediye başkanı…), (Cumhurbaşkanı olsa da) gerçek ve tüzel kişiler bu kararlara uymak zorundadır. Hiç kimse “Bu kararları beğenmedim, emirlerini yerine getirmeyeceğim!” diye kafa tutamaz. Anayasa, kafa tutanın ağzına biber sürer.
TBMM’nin eski başkanlarından Hüsamettin Cindoruk, Halk TV’de Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına (dolayısıyla Anayasa’ya) uymamanın “vatana ihanet suçu” oluşturacağını bile söyledi.
Efendim, izin verirseniz, Anayasa, yasa, hukuk tanımaz AKP cemaatine bir de Türk Ceza Kanunu’ndan çok ciddi bir tehlikeyi de hatırlatalım:
TÜRK CEZA KANUNU BEŞİNCİ BÖLÜM
Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar
Anayasayı ihlâl
MADDE 309. –
(1) Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar.
“Anayasa Mahkemesi’nin kararına uymuyorum” demek. Anayasa düzeninin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs etmek değil midir? Bu teşebbüsün cezası da ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile değil midir?
Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanı da dâhil herkesi yargılayabilir ama cumhurbaşkanı da dâhil hiç kimse, hiçbir kurum Anayasa Mahkemesi’ni yargılayamaz, tehdit edemez ve onun kararlarına karşı gelemez; herkes ve her kurum bu kararı uygulamak zorundadır. Şimdi ortaya çıkmadığına bakmayın, gün olur, bir hukuk yiğidi çıkar, Anayasa’nın buyruklarını ve Türk Ceza Kanunu’nu uygular.

Özdemir İnce/ozdemirince.com
4 Mart 2016
http://haberguncel.blogspot.com.tr/2016/03/anayasa-mahkemesi-herkesi-yener-ozdemir-ince.htm

HÂLÂ OSMANLI DEDEM DİYENLERE; “DÖNMELER, DEVŞİRMELER VE TÜRKLER!”



Önce iki Osmanlı kanunu;
-“Türk’ten vezir olmaya!”
-Türk’ten yeniçeri olmaya!”
Kuruluş Dönemi Osmanlı Sadrazamları listesi
Yükseliş Dönemi Osmanlı Sadrazamları listesi
Duraklama Dönemi Osmanlı Sadrazamları listesi
Gerileme Dönemi Osmanlı Sadrazamları listesi
Dağılma Dönemi Osmanlı Sadrazamları listesi
Rahmetli Ali Kemâl Meram’ın yukarıda sözünü ettiğim kitabından başlamak istiyorum: “Osmanlı ‘da Kimdi Bu Büyük Devlet Adamları! Bu Paşalar kimlerdendi!”
 “Halkımız, Tanrı katından zembille inmiş üstün yaratıklar olarak gördükleri bu kişilerin adlarını anarken seslerini kısıyor, rastlaştıklarında da iki büklüm olup, korku ile saygının ezikliği özellikle göstermek, kayıtsız şartsız bu “büyüklerin büyüklüğüne ”boyun eğdiklerini anlatmak istercesine yerlere kapanıyor, eteklerini öpüyorlardı”
Oysa bir düşünen soran ve gerçeği kavrayan birileri olsa, bunların Kim ve ne olduklarını kulaktan kulağa yayacaklardı, işte o zaman, boğazın iki yakasındaki köşkleri, yalıları, konakları dolduran uşaklar, hizmetçiler, halayıklar, nedimeler, cariyeleri ve içoğlanları arasında zevklerin ve saltanatın zirvesinde yaşayanların her birinin Frenk dölü, dönme ve devşirme, savaş tutsağı, parayla satın alınmış köleler olduğu; Türklere yasaklanmış ocaklardan yetişip devletin her bir organına, Türk Düşmanı padişahların buyruklarıyla oturdukları anlaşılacaktı.
Bizans başkenti İstanbul’un alındığı günden başlayarak, Sadrazamlık katına kadar devletin tüm yetkili organlarının başına, şeriat ve ticaretin her bir alanına, sarayların içlerine kadar her bir köşe başına Rumları, Ermenileri, Yahudileri, Sırpları, Bulgarları ve başka tüm yabancı Frenk döllerini getirerek, (Türksüz ve Türk’e yasak) bir devlet örneği veren (Fatih) 2‘inci Mehmet, kendinden sonra Osmanlı tahtına oturacaklara aynı izi sürmelerinin gereğini perçinlediği, Anadolu’yu dolduran milyonlarca Türk için en kara, en kahır yüklü bir yaşam daha o zaman başlamış olduğu görülecektir.”S.597.
“Yapılan seçim sonunda 2’inci Meşrutiyet Meclisine milletvekili olarak seçilenlerin ırklarına göre sayıları şöyleydi: 60 Türk, 60 Arap, 25 Arnavut, 25 Acem,12 Kürt, 11 Laz, 23 Rum, 12 Ermeni, 15 Yahudi, 4 Bulgar, 3 Sırp, 1 Romen, 15 Çerkez, 8 Gürcü, 7 Tatar.
Ülke, Osmanoğulları’nın 623 yıl boyunca Türk ırkını yok etme eylemleri sonucunda işte böyle bir insan panayırı durumuna sokulmuş, en karmaşık bir toplum meydana getirilmişti. 29 Nisan 1909 günü, İkinci Abdülhamit tahttan indirilerek Selanik’e gönderildi. Yıldız sarayının Cahil Arnavut bahçıvanlarına Mareşallik rütbesi vererek, her birine Mareşallik aylığı verdiren bir Kızıl Sultandı o.”33 yıllık kanlı saltanatının tortusunda kümelenen Hıristiyan dölü karılarıyla,8 oğlunu ve 9 kızını da yanına kattılar”.  S.G.E. S.619.
Halkımız açlıktan, cehaletten ve sefaletten kırılırken; bir Osmanlı Mareşalinin—Müşirlerinin– tayın bedeli bir süvari bölüğünün aylık gideri kadardı. Sultan Abdülaziz’in kendisi gibi intihar eden oğlu Şehzade Yusuf İzzettin Efendi doğumundan üç ay sonra Mareşal olmuştu. Sultan Abdülaziz, dövüş kazanan bir horoza Sultani nişanının en üst nişanını vermişti.
Ama geliniz ve görünüz ki, Küçük Onbaşı diye adlandırılan Korsikalı Napolyon Bonapart’ın madalya konusundaki değerlendirmesini: Napolyon’un ünlü bir aşçısı vardır.18 Haziran 1815’te Waterlo’da bile Napolyon’a salçalı tavuk kızartarak görevini yapan bir aşçı. Bir gün İmparator Napolyon’un huzuruna çıkar ve eydirir: ”Haşmetmeap; yıllardır size sadık bir şekilde hizmet etmekteyim. Bir Lejyon d’honer madalyasına çok hevesim var. Lütfen bana bir madalya ihsan eder misiniz?”
Fransız İmparatoru Napolyon, işaret parmağını aşçısının gözüne nişanlayarak: ”Bu mümkün değildir Bayım. Siz, bana yapmış olduğunuz hizmetin karşılığını maaş olarak almaktasınız. Lejyon d’honer madalyası Fransa’ya hizmet edenlere verilir!
Rahmetli Falih Rıfkı’nın Zeytinyağı adlı ünlü eserini okumadıysanız ben boş yere anlatmış olurum. Osmanlı ordusunda, savaşta ayağı ve kolu kopanlara verilen madalya; Almanya’ya Veliahtla yapacağı ziyarette, göğsü boş kalmasın diye Asteğmen Falih Rıfkı’nın göğsüne takılır.
Bunların pisliklerini ve Türk’e yaptıklarını anlatmaya sahifem yetersiz kalır. Bir yabancı asker gözü ile kölelikten başkomutanlığa ve Sadrazamlığa yükselen, Mısır’ı Kavalalı Çorbacı Mehmet Ali’ye bırakan Hüsrev Paşa’dan söz etmek istemekteyim. Üçüncü Selim döneminde kaputanı Derya olan ve on sene müddetle de Seraskerlikte bulunan bu Çerkez-Abhaza- asıllı kölenin çevirmediği dolap ta kalmamıştı. Büyük Reşit Paşa’yı Padişah Sultan İkinci Mahmut’a teskiye mektubu ile göndermiş; Sultan Mahmut mektubu Reşit Paşa’ya verdiğinde Paşa’nın gözleri fal taşı gibi açılmış: “Devletlû Hünkârım, bu Reşit Paşa kulunuz Cennetmekân Selim Hanı şehit edenlerdendir, derhal başını vurmak gerekir. Ferman sizindir.” Şimdi; Ünlü Alman Mareşali ve Alman birliğinin kurucularından Bernhart Helmuth Von Moltke’nin anılarından bir parçayı aktarayım:”
“Fizik yapısı son derece biçimsiz, buna karşın her zaman şaklaban, kurnaz, içinden pazarlıklı, büyük burunlu, küçük gözlü,0 kıpkırmızı yüzlü, kısacık bir boy, aşırı şişman, başında kulaklarına kadar indirilmiş kırmızı yayvan bir fes sırtında topuklarına kadar inmiş bir cübbe, karşısındakini aldatmak için aptal görünümlü, gerçekteyse elindekini kaçırmamak için her zora başvurmaya hazır bir adam.”
Hüsrev paşa 1855 yılında öldü; Eyüp’e gömüldü. Sağlığında Bahçekapı’daki konağında, boğazdaki yalısında, kendisi gibi satın alınmış, ya da tutsak edilmiş birçok “kız, kadın ve erkek” kölelere de sahipti. Bunlardan 32’si devletin çeşitli katlarında büyük görevlere getirilmiş, paşa” ve Nazır olmuşlardı. Sadrazamlık görevine son verildiğinde, Hüsrev Paşa aleyhinde tanıklık yapıp onu suçlayanlardan Kaptan’ı Derya(Deniz Kuvvetleri Komutanı) Halil Paşa da, Hüsrev Paşa’nın kölelerindendi. S.G.E. S.594
23 Aralık 1876 tarihinde; Avrupa devletlerinin Osmanlıya baskılarını önlemek için; Rahmetli Mithat Paşa’nın büyük emekleriyle Anayasa ilan edilmişti.1831 tarihli Belçika anayasası tercüman edilerek ilan edilmişti. İkinci ve de Kinci Sultan Hamit; bir Ermeni Rakkasenin—Virjin’in– oğluydu. Osmanlı-Rus Savaşını bahane eden Abdülhamit, Anayasayı yürürlükten kaldırarak Osmanlı Meclisini de kapattı. Mithat paşayı Hicaz Eyaletinin Taif kalesi zindanına attırdı. Mithat Paşa’nın Sultan Aziz’in katili olduğunu iddia ederek bir yüksek mahkeme kurdurdu. Mahkemenin başkanlığına da bir İngiliz ajanı olan Rum Hıristoforidis’i getirdi. Ünlü Müşir Osman Paşa da bu mahkemenin üyelerinden birisiydi. Oğullarını saraya damat ettirmenin yollarına ünün de kurban ettirmişti. Ve Rahmetli Mithat Paşa Taif zindanında Abdülhamit köpeği subaylarca boğdurulmuştur.
“Daha 1800’lerde,Üçüncü Selim döneminden başlayarak, Londra Elçilerimiz, şu adamlardı: Yanko Aziropuda(1800-1802),Antonaki Ramadani(1818-1821),Mavroyani Efendi(1832-1843),Kalimaki Bey(1846-1848),Kostaki Musurus paşa(1851-1856),Kostaki Antopule Paşa(1895-1903),Stefani Musurus Paşa(1903-1908),
Paris Elçileri: Panoyataki Efendi(1814-1817)Nikolaki Mano Efendi(1817-1821),Kalimaki Bey(1848-1852),Naum Paşa(1908-1911),
Berlin Elçileri: Kostaki Bey(1850-1854) Aristaki Bey(1858-1876).Petersburg Elçileri: Komnimus Bey(1868-1870),Roma Elçileri: Yanko Potayadis(1870-1873),Serkis Efendi(1872-1874),Aleksandr karatodori Efendi(1874-1876),İstefaniki Musurus Bey(1881-1886),Yanko Potoyadis-ikinci defa—(1886-1889).Viyana Elçileri: Dibolto(1800-1808),Todoroviç Efendi(1826-1831), Mavroyani Efendi(1831-1835),Kostaki Paşa(1848-1850),Kalimaki Bey(1855-1865),Aleko Vagorides Paşa(1876-1877).Washington Elçileri: Blak Bey(1867-1873),Ligoraki Aristaki Bey(1873-1883),Mavroyani Bey(1886-1896).Madrid Elçileri: Vikont Kreckhore de Varent(1858-1862), Atina Elçileri: Musurus Paşa(1840-1848), Yanko Fotidis Paşa (1861-1879).
Ünlü bir Romalı: ”Geçmişlerini doğru, dürüst bilmeyenler, yaşamları boyunca, hep çocuk kalırlar.” Demiş, doğru söze ne denir. Bendeniz, ilk önce, Üçüncü Mustafa’nın bir şiiri ile Er Meydanına gireceğim. Üçüncü Mustafa, Cihangir mahlası ile şiirler yazmıştır. Şimdi, kendi devrinden ve devletinden nasıl yakındığını okuyalım. PS: Patatesler adlı yazımdan alıntıdır.
“Yıkıluptur bu cihan, sanma ki bizde düzele;
Devleti, cerhi deni, virdi kamu müptezele,
Şimdi, ebvab’ı saadette gezen hep hezele,(saadet kapısında)
İşimiz kaldı heman Merhamet’i Lemyezele.
Ya Rab, beni bu mesnedi valaya getürdün,
Envai inayetini kıldın bana ihsan,
Gördüm, fukara kullarının hali perişan,
Her biri ider mihnet ile çaki giriban
Tahribi bilad itmek ile dümen’i İslam
Mahzuru mükedder ulemamız dahi hayran.
Her semt’i memalik denice türlü mehalık.
Buldum ki taadi ile yıkılmış nice büldan.
Fikretmek ile çare bulunmaz buna asla,
Tedbir ile tanzimi değil kabil’i imkân.
Bildim ki medet senden olur, kimseden olmaz,
Ey Kadir’i Kayyum, medet derdime derman.
1627 tarihinde ölmüş olan Üveysi de aynı serenat’ı okumuştur:
“Vezire itimad etme benim devletlü Hünkârım,
Olardır düşmeni dinin, olardır devlete bedhah,
Vezaret sadrına geçmiş oturmuş bir bölük hayvan
Bu dini devlete hizmet eder yoktur ah, vah.  ”Osman Türkoğuz, Rüşvet’in Anatomisi, s.25
Şeyhülislam Yahya Efendi, rüşvetçiliği ayyuka çıkan Sadrazam Kemankeş Ali Paşa ile divanda yalınız kaldıklarında: ”Rüşvet aldığınız işler kulağıma geldi. Bu yolda yanıldıysanız, tövbekâr olunuz. Bir yerden, haksız olarak bir şeyi koparıp almak, gönlün de, hayatın da ışığını söndüren ne kötü tufanlara yol açar. Der. Sadrazam, bu nasihate bozulur, alaylı bir biçimde
”Bak şu dönen işlere ki, hep hak yiyenler dediklerinizin servet ve saltanatları var. Beri tarafta, hak, hak diye çenesini yorup duranlar ise, ya sürünecek, ya da dövünecek hallere düşüyorlar. Bunun hikmeti nedir acep? Diye dalga geçer.
Tamı tamamına (135) kez, Osmanlıya isyan eden Anadolu Türk halk; bakınız, olaya hangi pencereden bakmıştır
”Eyeri kaltağ Osmanlı,
Şalvarı şaltağ Osmanlı,
Eyeri kaltağ Osmanlı
Ekende yok, biçende yok
Yiyende ortağ Osmanlı”.
Celali İsyanları.
Yavuz Sultan Selim döneminde Bozok—Yozgat—Şeyhi Celal Mehdilik iddiası ile ayaklandığı için 16 ve 17 ‘inci asırdaki tüm ayaklanmalar bu adla anıldı. İpek yolunun eski ticari değerini yitirmiş olması, sosyal ve ekonomik düzenin de bozulması büyü ayaklanmalara ve “Büyük Kaçkun’a” neden olmuştu. Üçüncü Murat, Üçüncü Mehmet ve Birinci Ahmet döneminde isyan ateşi tüm Anadolu’yu sarmıştı.1606 tarihinde Sadrazam Kuyucu Murat Paşa büyük bir ordu ile Anadolu’ya geçerek yakaladıklarını öldürüp kazdırdığı kuyulara doldurdu.
Bir akşamüzeri, bir sipahi eyerinin terkisinde 8-9 yaşlarında bir çocuk getirmişti. Çocuğun babasının isyancılara saz çaldığının öğrenilmesi üzerine Arnavut asıllı Murat Paşa çocuğun öldürülmesini emir buyurdu. Ne cellâtlar ne de askerler bu emri yerine getirmedikleri için, Koskocaman Osmanlı Sadrazamı ve Serdarı Ekremi Murat Paşa ol sabiyi elleriyle boğarak ölüsünü kuyuya attırmıştı. Kuyucu Murat Paşa.100.000 Türk’ü isyan bahanesiyle öldürmüştür. Daha sonra da Dördüncü Murat 110.000 Türk’ü öldürtmüştü. Daha önce, Birinci Selim de deftere tabi tuttuğu 40.000 Türk’ü öldürtmüştü.
Yavuz Sultan Selim, Çaldıran vadisine 23 Ağustos 1514’te geldiğinde bir Savaş Meclisi toplamıştı. Mecliste bulunanlara şu soruyu yanıtlamalarını istemişti:
“Muharebeye şafakla mı başlayalım, askere yirmi dört saat istirahat verdikten sonra mı başlayalım? Tüm vezirler, ”yirmi dört saat istirahat verdikten sonra başlayalım!” Önerisinde bulunmuşlardı. İçlerinde Türk asıllı Defterdar Piri Mehmet Paşa:
“Akıncıların büyük kısmı alevidir. İhtimal bunlar gizlice düşmanın Şiilik mezhebine inandırılmış olabilirler. Bunlara düşünme vakti bırakıldığı takdirde onların tarafına geçmeleri ve hiç olmazsa isteksiz ve gevşek hücum etmeleri ihtimali vardır. Bu sebeple muharebenin tehiri tehlikeli olabilir. Şafakla taarruza geçilmesi doğrudur!” Deyince, Yavuz Sultan Selim:
“İşte mecliste rey sahibi bir adam! Ne yazık ki henüz vezir olmamış!” Dedi. Piri Mehmet Paşa sonradan Sadrazam oldu. ”E.B.Şapolyo, S.G.E. S.361-362
Davos’tan dönen Sayın R.TERDOĞAN’I, neden “Son Osmanlı Padişahı ”yazısı ile karşıladılar dersiniz! Hiçbir Osmanlı padişahı Türklüğü ile övünmemiştir. Birinci Selim’in Şah İsmail’e yazmış olduğu mektup her şeyi açıklamaktadır: ”Ben, Beyazıt Han oğlu Yavuz Sultan Selim Hanım. Sen ki eşek Türk!”
Sizler, hiç Sayın R.T.Erdoğan’ın Türk ve Türklük lehine bir şey söylediğini duydunuz mu? EK: Kaç-ak Saray için: ”BU SARAY TÜRK MİLLETİNİNDİR’”DEMEK ZORUNDA KALDI!
Kanuni döneminde de İçel tarafında başlayan isyan Anadolu’ya yayılmıştı. İsyanın çıkış nedeni de; avuç içi kadar tarlasına İçel valisinin koymuş olduğu 40 akçe vergiye itiraz eden Türkmen’in sakallarını kılıç ile kazıtması neden olmuştu. Sadrazam Makbul, Pargalı Rum asıllı ve damdı şehriyari, İbrahim Paşa, isyana neden olan haksız yöneticilerin kellelerini keserek sükûneti sağlayabilmişti.
Fatih Sultan Mehmed’in gözdelerinden ve Zagonos Paşa ile elele vererek Türk asıllı Veziriazam Çandarlı Halil Paşayı öldürten Rum Mehmet Paşa, Konya’da yapmış olduğu mezalime “yeter! Diyen Türk halkına:
“Daha İstanbul’un intikamını almadım!” Dediği günümüze ulaşmıştır.
Şimdi, kalkıp, Rahmetli Fikret’in, HAN’I YAĞMA’SINI MI yazayım? Fatih Sultan Mehmet döneminde yaşayan, Trabzon’a KADI olarak giderken yolda soyulan, Şeyhi’nin(1371–1439) HARNAME adlı hicvini okumayan var mı? Rüşvetle semiren büyükleri görerek, onlara özenen bir garibanın başına gelenleri, ÖKÜZ ve EŞEK motifi ile anlatması, devrinin sosyal tarihi değil de nedir? Fuzuli, Türk –Azeri edebiyatının en büyük şairidir.(1480–1556) tarihleri arasında, Bağdat’ta yaşamış,1556 senesinde de vebadan ölmüştür.
Kanunî Sultan Süleyman, Bağdat’ı fethedince, O’na ve paşalarına kasideler yazmıştır. Kanunî de, Fuzuli’ye Evkaf gelirinden (9) akçelik bir maaş bağlamıştır. Fuzulî, bir türlü bu maaşını alamayınca, Nişancı Celâl zade Mustafa Çelebi’ye ünlü ŞİKÂYETNAME’SİNİ yazmıştı. Bu ŞİKÂYETNAME ve Avusturya İmparatorluğunun İstanbul Elçisi BUSBECK’in anıları, Osmanlı’nın iç yüzünün tam bir MİR çekimidir.(1554–1562 arası).
ŞİKÂYETNAME’NİN başlangıcını okumak yeterlidir. Kanuni’nin emri ve haberi olmadan maaşının verilmemesi düşünülemez. Kanuni’yi uyaranlar :”Devletlû ve dahi Azametlû Hünkârım, bu Herif’i na şerif KIZILBAŞTIR! Şeyhülislam kulunuzun dahi bunlar hakkında fetvaları vardır. Gene de siz Devletlû ve Azametlû Padişahımız bilürsünüz;” dediler. Maaş işi de böylece Düyuna kaldırıldı. ŞİKÂYETNAME şöylece başlamaktadır:
”Selam verdim, rüşvet değildir deyü almadılar.
 Hüküm gösterdim, FAİDESİZDİR deyü mültefit olmadılar.
Eğerci zahirde suret’i itaat gösterdiler,
amma zeban’ı hal ile cemi sualime cevap! Verdiler…”
Avusturya Elçisi BUSBECK,1555 tarihinde, İstanbul’a gelir; Viyana’ da bulunan dostlarına yazdığı mektupları tarihi belge niteliğindedir. Bu mektuplardan bir iki parça vermekle yetineceğim. Şimdi, beş asır sonra, okuyalım Sefir’i Kebir’i Nemçe’yi:
”Gerçekte, Türklerin yanına gitmek isteyen bir adam, sınırı geçer geçmez, kesenin ağzını açmağa ve memleketlerini terk edene kadar da, onu hiç kapamamaya hazır bulunmalıdır. Orada bulunduğu sürece, etrafa para serperek ve bunların boşa gitmiş olması için dua edecektir” .s. 38
“İyi tanıdığım, yüksek rütbeli bir Türk subayı Napoli donanmasına karşı yapılan sefere katılmıştı. Napoli donanmasının komutan ya da kral sancağı onun eline düşmüştü. İmparatorluk kartalının üzerinde, bütün İspanya illerinin armaları bu sancakta görülüyordu. Bunu, bir armağan olarak, Süleyman’a taktım edeceğini öğrenince, buna engel olmayı ve sancağı elime geçirmeyi bir vazife bildim. Kendisine, iki ipekli giyeceği armağan olarak göndererek, sancağı almakta zorluk çekmedim. Bu suretle; Şarıl Kent’in şerefli bayrağının, yenilginin sürekli bir anısı olarak, düşman elinde kalmasına engel oldum. S.282
“Rüstem, her zaman ters ve anifti, sözlerinin bir emir gibi kabul edilmesini iterdi. Politik durum ve şartların ne durumda olduğunu ve sultanın ilerlemiş yaşının neye lüzum gösterdiğini pek ala bilirdi. Fakat fiiliyatta ve sözde azıcık yumuşaklık göstermiş olursa, hasislik sevki ile böyle davranmış görünmekten korkardı. Çünkü Sultan, o’nun rüşvet aldığından, kuvvetli bir şekilde şüpheleniyordu.”s.245
“Rüstem, Tercüman’a: “Sizin fikriniz nedir, Busbeck’in birkaç sefer teklif ettiği şartlara Sultan’ın muvaffakiyetini alsam, sözünü tutar mı? Diye sorunca, Tercüman: “BUSBECK, vaat ettiği hediyeleri verir.” Dediğinde;” git evine, sor o’na. ”Der. Bu konuda Busbeck’i dinleyelim:
”şimdi, yanımda, her türlü olasılığa karşı,(5.000) Duka altını var. Bu miktar altın,(6.000) Kuran’a eşittir. Bu parayı tercümana verdim ve bunun iyi niyetimin bir kanıtı olduğunu, ilk taksiti oluşturduğunu, Rüstem’e söylemesini rica ettim. Üst tarafı, iş bitirildiği zaman verilecekti. Çünkü daha büyük bir para vaat etmiştim.”S.246
Yeniçeri Ocağından gelen bu Hırvat kökenli Rüstem Paşa, Sadrazamlığa yükseldiği gibi, Kanunî’nin Damadı bile olmuştu. Manisa sarayında, Kanunî’ye takdim edilen, Ukraynalı bir Papazın kızı olan Raksalon-Hürrem Sultan- ile birleşerek, Şehzade MUSTAFA’YI ve BEŞ Oğlu ile Şehzade Beyazıt’ı boğdurtmuşlardır.
BUSBECK: ”Bir insan olarak, Şehzade Mustafa’nın ölümüne üzüldüm. Bir Türk düşmanı olarak ta sevindim. Tanrı, Atilla’yı dedelerimizin başına, Fatih Sulta Mehmet’i babalarımızın başına, Kanunî’ de bizim başımıza musallat etti. Şehzade Mustafa öldürülmeseydi, çocuklarımızın başına musallat olacaktı.” Diyor.
Ben, bu konuları niçin mi yazıyorum? Anlatayım: ”Medeniyet, İrfan, Hayır ve Ref derneği Başkanı Fazıl Emre,” Kuşadası Belediye salonunda bir konferans düzenlemiş. Kadınların ayrı, erkeklerin ayrı oturtulduğu salonda esmiş, gürlemiş! Osmanlı dönemini göklere çıkartarak: ”inşallah, kısa sürede, Osmanlı devleti gibi olacağız,” buyurmuş. Üç yüz sene, önüne gelenden hakaret görüp, dayak yiyen Osmanlı devletinin hali ve sonu ortada. Bu Beyefendi, hiç merak etmesinler, TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN Osmanlı devleti gibi olmasına izin veremeyiz. Demek ki, bu zat’ı muhterem de gidişata bakarak, sonumuzu iyi görmedi! İşte, bu tutarsız toplantı yüzünden bu yazıyı, çalakalem yazdım.
Osmanlı döneminde, görev alan (243) Vezirden, sadece ve sadece (10) Vezir Türk kökenlidir.3
”TÜRK’TEN VEZİR OLMAYA!”
Osmanlının bu konuda kanunu olduğundan bu Zat’ı muhterem de habersiz gibi. Yeniçeri yasasının 5’inci maddesinin, TÜRKTEN YENİÇERİ ALINMAYA hükmünü düzenlemekte olduğundan da haberi şerifleri yoktur sanırım.
Arnavut kökenli Koçi Bey, Dördüncü Murat’a bir risale yazarak gönderir. Osmanlı devletinin gerileme nedenlerini ve kurtuluş önerilerini sıralar:”
Belli tarihten beri, Yeniçeri ocağına, Kürt, Türk, Ağdacı, Tellak, Yol kesici, vb.…Alındığından, ocağın düzeni bozulmuştur…”Der. İkinci Murat döneminde, Yazıcı oğlu Ali’ye Osmanlının soyu GÜNHAN OĞULLARINDAN, KAYI BOYU’NA bağlattırıldığı halde, ”ula Koçi, sen Türk’ü kimlerle kıyaslıyorsun diyen çıkmamıştır. Ama Osmanlı devletinin DEVLETLÜ hırsızlarını hicveden TÜRKOĞLU NEF’İ, OSMANLI DEVLETİ’NİN KURULUŞ GÜNÜ OLAN, 27OCAK 1635 CUMARTESİ GÜNÜ, Boynu Eğri Mehmet Ağa marifeti ile boğdurulmuştur.
Daha anlatılacak çok şeylerim var; ama yerim dar. Osmanlı Tarihçisi NAİMA, Padişahların hayat öyküleriyle devirlerinde oluşan olayların tarihini yazarak, Padişah’ı RUYU ZEMİN’E takdim ettiği ünlü kitabında, TÜRKLER için (ETRAB’I Bİ İDRAK)-Akılsız, idraksiz Türk –diyebilmiştir. Lütfen, Von HAMMER’İN Osmanlı Tarihi kitabını, şöylece, bir karıştırıveriniz. Dokuzuncu kitabının bir yerinde: ”Hatta kabalığından dolayı, Türk Ahmet diye çağrılan…” Değerlendirmesini görürsünüz.
Osmanlı’nın biz Türkler için ürettiği atasözlerine ne buyrulur? ”Sırtını kürke, kapını da Türk’e alıştırma. Türk ne bilir bayramı, lık, lık içer ayranı!” Bendeniz bunların hepsini bir yazımda Osmanlı hayranlarının gözlerine sokmuştum.
Osmanlı Devleti’nde, Padişahın Muhafız Alaylarında Kürt, Arap ve Arnavut asıllılar bulunurdu. Sultan İkinci Abdülhamit’in Sır Kâtip’i de, Ünlü Arap İzzet değil miydi? Ey Cumhuriyet ve Atatürk düşmanları: Sizler Osmanlının Eyaletlere ve vilayetlere verilmiş bir gizli emrinden haberli misiniz?
Devlet memuru olarak kabul edilmiş Alevi asıllıların tespit edilerek her türlü bahanelerle bu görevlerinden uzaklaştırılmaları!”
Osmanlı dönemini yazanlar ve anlatanlar, savaşlardan ve çeşitli olaylardan söz ederler. Halkın durumunu, halkın ne yiyip ne içtiğini soran ve anlatana rastlayamazsınız. Osmanlının en güçlü olduğunu sandığımız dönemlerde, Anadolu Türk halkının, hayvanlarla bir ve beraber otlamaya çıktığını Prof. Dr. Mustafa Akdağ’ın ünlü araştırmasından öğreniyoruz. Askeri birlikler gibi örgütlenen medrese öğrencilerinin, köyleri ve kasabaları basarak, kadın, kız ve oğlan demeden ırzlarına geçtiklerini ağızlarına alan da yok.
Anadolu, anlatılan ve Üçüncü Mustafa’nın şiirinde tasvir edilen durumda iken, neler olduğunu bir de benden okumalısınız. Osmanlı devleti, tam (375) sene, Mekke ve Medine’ye Sürre Alayları ile neler mi gönderdi. Sürre Emini’nin atının eyer takımları altın ve gümüşten imal edilirdi, Urgan olarak kullanılan kısımları da saf ipekten yapılırdı. Götürdükleri eşyanın tutarı da akıllara zarar verecek cinsten idi.
—200.000 Düka altını,20.000 ton buğday,
—100.000 kat, elbise, çakşır, camadan, şalvar
—100.000 adet kaftan,
—Kâbe’de yakılacak bir senelik gülyağı. Samanlı, tam (375) sene Kâbe’de GÜLYAĞI yaktırmıştır. E.B.Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi
Bir de, Şu Damadı şehriyarı Hırvat’tan dönme Rüstem Paşa’nın Terekesini görelim. Kardeşi Sinan Paşa da İkinci Beyazıt’ın Damadı ve karındaşından ünlüdür.4
Rüstem Paşa’nın terekesi, Von Hammer ve Uzun Mehmet Paşa Cönkünden alınmıştır. Eşi Mihri Mah Sultan için, her Allah’ın günü, 2.000 Duka altını bıraktığı da rivayet edilmektedir.
—8.000 adet güzel yazı ile bezenmiş Mushaf, değerli taşlarla bezenmiş 130 adet, ciltli Mushaf. 5.000 adet çeşitli kitap, Memlûk köle,(Oğuz,Çerkez170 kişi) ,Anadolu ve Rumeli’nde 815 çiftlik,2900 muharebe atı,476 su değirmeni,1106 adet deve,5000 sırmalı kaftan,8000 kavuk,11.000sırmalı kavuk,2.900zırh,2.000cübbe ve cevşen(örme zırh),600 gümüş eyer,500 gümüşlü miğfer,500 altın kakmalı murassa (cevherli) eyer,130 çift altın eyer,700 murassa kılıç,1000 gümüşlü mızrak,70.000 Duka altını,112yük–11.200.000 akçe 32 adet cevher, evinde,1000yük kuruş,(100.000.000guruş). VON Hammer, Büyük Osmanlı tarihi.3s.448–449
Osmanlının tarihi, bizim tarihimizdir. Aslında, daha da derinlere inmeliyiz. Isparta, Gönen’de yapılan kazılarda bulunan iskeletlerin D.N.A. yapısı oradaki Türk vatandaşlarının D.N.A. yapısı ile aynı çıkmadı mı? Ben, hiçbir kimseye hakaret amacı ile yazmıyorum. Günümüzü ve dünümüzü neşterlemek, benim hakkım ve görevimdir. Hiç bir şeyi bilmeden, art düşüncelerle yapılan eylem ve davranışların karşısında olmak ta, benim yaşama nedenimdir. Bu, böylece biline. Bizler, ATATÜRK sayesinde Türklüğümüze ve insanlığımıza kavuştuk. Devşirme ve Dönme döllerinin Türk’ü yönetmesinin acısını da çok çektik.
Rüstem Paşa’nın saptanabilen terekesini okuduk. Binlerce Kuran’ı Kerim neye hizmet ediyor? Hırsızlık, rüşvet, soygun ve talan diz boyunu da aşmış. Halkımızın soyulup soğana çevrildiği bir çağı anlatırken, hala Viyana’ya gidiyoruz. Pekiyi, gerisin geriye niçin kaçtık?” Tanrı izin vermeseydi, ATATÜRK başarabilir miydi?” Diye soranlar, ben de sizlere soruyorum: Yüce Yaratanımız, NİÇİN ATATÜRK’Ü destekledi de, sizin övdüklerinizi desteklemedi?
Din kitapları ve ibadethane inşaatları ile şeklen dindarlık ile halkımızın gözünü boyayıp vurgunlarınızı sürdüreceksiniz. Bazı insanları her zaman, bazı insanları da zaman, zaman kandırabilirsiniz. Ama TÜM İNSANLARI HER ZAMAN KANDIRAMAZSINIZ!
OSMAN TÜRKOĞUZ
osmanturkoguz@hotmail.com
Kaynaklar
Ali kemal Meram, Padişah Anaları, s.651
Profesör DR. Muazzez İlmiye Çığ, Sümer Yazılarına ve Arkeolojik Bulgulara Göre,
1*Mithat Sertoğlu; Osmanlı Tarih Ansiklopedisi,
2*Ali Kemal Meram, Padişah Anaları. S.653-665
3*Enver Behnan Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi.
4*Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, Celali isyanları.
5*Enver Behnan Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi.
6*Hilmi Yücebaş, Hiciv Antolojisi.
7*Mareşal Bernhart Helmuth Von Moltke, Türkiye Mektupları.
8*BUSBECK(1555-1562) Türkiye Mektupları.