10 Temmuz 2015 Cuma

Eğer utanmasa, Kerbelâ katliamını da Kemalistlere yıkacak!




ABDAL MUSA’DAN KAYGILI DÖNDÜM…

27 Haziran 2015 Cumartesi günü Antalya’nın ilçesi Elmalı’nın Tekkeli köyünde Abdal Musa şenliklerine katıldım.
Saat 13.00’de gittiğim Tekkeli köyünden akşam 19.30’da ayrıldım.
Kaygılar içinde ve tedirgin ayrıldım…
Ama önce günün güzel geçen anlarından söz edeyim, kaygılarımı ve tedirginliğimin nedenlerini sonra anlatayım…

Tekkeli köyünün içi ve çevresi, Türkiye’nin her yöresinden Alevileri-Bektaşileri getirmiş olan özel arabalar, otobüsler ve minibüslerle doldurulmuştu. Yoğun bir ilgi olduğu açıkça belli oluyordu.
Tarifi üzerine, köydeki 750 yıllık olduğunu söylediği kavak ağacının dibinde Ali Eriş’le buluştuk.
Ali Eriş, Abdal Musa Kültürünü Araştırma ve Yaşatma Derneği Başkanı.
Başkan beni, çok sıcak karşıladı:
“Baba Eren Yılmaz Dikbaş, hoş geldin!”
Çok telaşlı olduğu belliydi, ama yüzü güleç gözleri hep gülüyordu.
Üç bini aşkın davetli gelmişti ve birçok etkinlik eş zamanlı devam etmekteydi: Abdal Musa Türbesini ziyaret, Budala Sultan Türbesini ziyaret, Dur Dağı ziyareti, üç ayrı Cem Evinde dualar ve semah gösterileri, davetlilere verilecek yemeğin hazırlıkları…
Ali Eriş elimi tuttu, sanki özür dilercesine, “Ben tüm etkinlikleri yönetmek, her tarafa koşturmak zorundayım, seni kardeşim Hüseyin Eriş’e emanet edeceğim, seninle ve katılacağın panelle o ilgilenecek” dedi ve ekledi: “Ben de fırsat buldukça gelip her şeyin yolunda olup olmadığına bakacağım.”
Beraber dernek binasına yürüdük.
Hüseyin Eriş’le tanıştık.
Hüseyin Eriş; Bektaşi Babası, Alevi Dedesi. Gözleri sürekli gülümsüyor, sıcak, doğal ve konuşkan…
Hüseyin Eriş hemen bir açıklama yaptı:
“Panel’i saat üçte başlatacaktık, ama değerli bir yöneticimizin eşi dün akşam vefat etmiş, cenazesi bugün Antalya’dan kaldırılıyor. Bu nedenle panelin başlama saatinde bir gecikme olacak, kusura bakma!”
Hiç sorun olmadığını, bu süreden yararlanarak davete gelen konuklarla sohbet etme olanağını bulacağımı söyledim. Rahatladı. Beraber dernekteki odasına girdik. Hemen çayları söyledi…
Hüseyin Eriş, kendisini bekleyen diğer konuklarla ilgilenmeye başlayınca, ben de rahat koltuklarda oturup çaylarını yudumlayan diğer konuklarla tanıştım:
Organik tarımla uğraşan Serdar Tanal, mali müşavir Yusuf Koç, Hatay’dan gelen Nejdet Baklacı, Erzincanlı Zeynel Can. Hepsi de Alevilerin toplumdan dışlanmasından, Cem evlerinin açılmasına bile izin verilmeyişinden şikâyetçiydiler. Yakınmasını en sert dille ve yüksek sesle, biraz da küfürle karışık anlatan Serdar Tanal oldu. Bir kulağı bizdeymiş ki, Hüseyin Eriş, Serdar Tanal’ı kibarca uyardı, sakin ve edepli konuşmasını istedi…
Ve Zeynel Gündoğdu Konferans Salonu’nda panel gecikmeli olarak başladı.
Yüz koltuklu salon dolmuş, bazı kişiler de ayakta kalmıştı.
Panelin üç konuşmacısı vardı. Konuşma sırasına göre:
Erdoğan Aydın, Yılmaz Dikbaş ve Ercan Geçmez.
Paneli yöneten: Tuncer Baş

Tarihçi ve yazar olarak tanıtılan Erdoğan Aydın, mikrofonu eline aldı, tiz ve yüksek sesle, neredeyse hiç soluk almadan, makineli tüfek gibi, bir saatten fazla konuştu, konuştu, konuştu…
O konuştukça kaygılanmaya başladım, tedirgin oldum!
Tarihçi olduğu söylenen konuşmacı, yakın tarihimizin gerçeklerini ters yüz ediyor ve sürekli olarak Alevilerin ezildiğini, dışlandığını, kıyıma uğradığını söylüyor ve tüm bunlardan Atatürk’ü, Cumhuriyet Devrimlerini, Kemalistleri suçlayıp duruyordu.
Erdoğan Aydın’ın neler anlattığını sizlere ancak kısa bir özet olarak şöyle aktarabilirim.
Erdoğan Aydın’ın konuşmasından:

“ Dersim katliamından Atatürk sorumludur! Dersim’i havadan bombalayan Sabiha Gökçen’i Atatürk kutlamıştır! Bir sosyalist olarak şunu söylemek zorundayım, Atatürk’ün emriyle, Dersim mağaralarında saklanan binlerce kadın, çocuk yangın bombalarıyla yakılarak öldürülmüştür! Kemalistler yüz binlerce Kürt öldürmüşlerdir! Bir sosyalist olarak konuşuyorum, Kemalistler Ermeni soykırımı da yapmışlardır! Sosyalist Sabahattin Ali’yi Bulgaristan sınırında Kemalist ajanlar öldürmüştür! Kahramanmaraş’ta Aleviler, Kemalistler tarafından öldürülmüştür! Bir sosyalist olarak sizlere bunları anlatma görevim var, Sivas’ta Madımak Oteli’nde 33 Alevi yakılarak öldürülürken Cumhuriyet hükümetinin Kemalist yöneticileri kıllarını bile kıpırdatmamıştır! Atatürk zamanında, Türkçenin dışında anadilini konuşanlar yakalanıp hapse atılmıştır! Bir sosyalist olarak söylüyorum ki, Kurtuluş Savaşı’nı Atatürk, Alevilerin desteğiyle, Alevilerle birlikte kazanmış, ama savaşın kazanılmasından sonra Alevileri dışlamıştır! Atatürk, Alevilere verdiği sözü tutmamıştır! Atatürk, devrim yapıyorum diyerek tekke ve zaviyeleri kapatma kararı aldığında, önce Bektaşi tekkelerini kapatmıştır! Bir sosyalist olarak sizlere gerçekleri söylemek zorundayım, 1 Mayıs İşçi Bayramı kutlamalarını Kemalistler yasaklamıştır! Cumhuriyet rejiminde Aleviler, Süryaniler, Ezidiler, Kürtler, Keldaniler, Araplar, Çerkezler, Lazlar, Boşnaklar, Ermeniler, Rumlar ve diğer tüm azınlıklar baskı altında tutulmuş, ezilmiş ve dışlanmışlardır! Bir sosyalist olarak soruyorum, neden Diyanet Başkanlığı sadece Sünnilerin elindedir, neden Aleviler, Ermeniler, Yahudiler de yönetimde yoktur? Kemalistler, Kürtlere “kuyruklu Kürt” adını takarak aşağılamışlar, mum söndü yalanlarıyla Alevilere hakaretler etmişlerdir! Kürt diye bir halk olmadığını, “karda yürürken çıkan Kart-Kurt” sesinden esinlenerek bazılarına Kürt denildiğini Kemalistler uydurmuştur!
Ben bir Sosyalist olarak…”

Değerli Dostlar,
Eğer utanmasa, Erdoğan Aydın, Kerbelâ katliamını da Kemalistlere yıkacak, Hz. Hüseyin’in şehit edilmesinden Atatürk’ü sorumlu tutacaktı!
Hiç şaka götürecek yanı yok!
Erdoğan Aydın, tarihi gerçekleri ters yüz ediyor, düpedüz yalanlar söylüyordu.
Erdoğan Aydın; Alevileri, Atatürk’e, Cumhuriyet Devrimlerine ve Kemalistlere karşı kışkırtmak istiyordu!
Erdoğan Aydın; Cem evlerinde ve kendi evlerindeki duvarlara Hz. Ali’nin posteri yanına Atatürk’ün fotoğrafını asan Alevileri kışkırtıp bölmeyi amaçlıyordu!
Erdoğan Aydın; yüreklerinde Hz. Ali sevgisiyle Atatürk sevgisini birlikte yaşatan Alevileri, Cumhuriyet düşmanı, Kemalizm düşmanı yapmaya çalışıyordu!

En sonunda, sosyalist olduğunu bin kez tekrarlayan konuşmacı Erdoğan Aydın sustu, konuşma sırası bana geldi.

Önce, 600 yıla yakın süren Osmanlı devletinde, en çok baskı altında tutulan, dışlanan, eziyet edilen ve kıyıma uğrayanların Aleviler olduğunu vurguladım
Alevilerin Oğuz Türkleri olduğunu, Osmanlı devletinin kuruluşunda önemli rol oynadıklarını, özellikle Osman Gazi ve Orhan Gazi dönemlerinde Alevi Türklerin devlet yönetiminde yer aldıklarını anlattım.
Fatih Sultan Mehmet’in tüm Türkleri yönetimden uzaklaştırdığını, daha sonra da Türklerin aşağılanıp dışlandıklarını söyledim.
Fatih Sultan Mehmet’le başlayan dönemden sonraki Osmanlı devletinin bir Türk devleti olmadığını açıkladım.

Osmanlı’da Alevi düşmanlığının Yavuz Sultan Selim’le başladığını, saltanatı döneminde hiçbir zaman “Kâfirlere kılıç sallamamış” olan Yavuz Sultan Selim’in Anadolu’da en az 40 bin Alevi’yi kılıçtan geçirmiş olduğunu kaynak adı vererek anlattım.

Yavuz Sultan Selim’den sonra, Kanuni Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murat dönemlerinde de Alevi kıyımının sürdüğünü, padişah fermanlarından örnekler vererek anlattım, Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin insanlık dışı fetvalarında Alevi kıyımlarına nasıl onay verdiğini birkaç fetva okuyarak açıkladım.

Alevilerin, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Atatürk döneminde rahat bir nefes aldıklarını, ilk kez kendilerini bu topraklarda eşit haklara sahip vatandaşlar olarak gördüklerini anlattım.
Ancak, özellikle 1950’li yıllardan sonra Alevilerin yeniden dışlanmaya, ötekileştirilmeye başlandığını açıkladım.

Günümüzde toplumun ayrışmasının, kutuplaşmasının nedenlerini araştırırken Mevlana’ya ulaştığımı söyledikten sonra, “GELİN YÜZLEŞELİM” adlı kitabımda bu konuyu belgeleriyle ayrıntılı olarak yazmış olduğumu bildirdim.
Mevlana’nın 1250’li yıllarda Anadolu’da biat-itaat kültürünün kahredici tohumlarını nasıl ekmiş olduğunu Mesnevi’den alıntılarla kısaca göstermeye çalıştım.

20 – 25 dakikada ancak bunları anlatabildim.

Benden sonra konuşma sırası gelen Ercan Geçmez, söze şöyle başladı:
“Yılmaz Dikbaş’ın anlattıklarının hiçbirine katılmıyorum!”
Şaşırıp kaldım!
Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Genel Başkanı Ercan Geçmez, nasıl oluyordu da anlattıklarımın hiçbirine katılmıyordu?
Kendisi de alevi olan Ercan Geçmez, 600 yıl süren Osmanlı döneminde Alevilerin baskı, eziyet, işkence görmüş olduklarını kabul etmiyor muydu?
Alevi Ercan Geçmez, Yavuz Sultan Selim döneminde 40 bin Alevi’nin kılıçtan geçirilmiş olması gerçeğini de mi kabul etmiyordu?

Ercan Geçmez konuşmasını yapmaya başlar başlamaz, benim hangi sözlerime katılmadığı ortaya çıktı!

Ercan Geçmez de tıpkı Erdoğan Aydın gibi sayıp dökmeye başladı:

Dersim katliamı, mağaralarda çocuk ve kadınların yangın bombalarıyla yakılarak öldürülmeleri, Ermeni soykırımı, Kürt katliamı, Kahramanmaraş, Madımak… Tüm bunlardan; Atatürk, Cumhuriyet rejimi ve Kemalistler sorumluydu!

Kendisi de Alevi olan, Hacı Bektaş Veli Kültür Vakfı Genel Başkanı Ercan Geçmez’in bu sözleri kaygılarımı daha da artırdı.
Alevileri; Atatürk, Cumhuriyet ve Kemalistlere karşı çıkmaya dönük planlı ve programlı bir algı operasyonu yapıldığı apaçık ortadaydı…

Değerli Dostlar,

Abdal Musa’dan kaygılarla döndüm.
Ancak, bu panelde yapılan konuşmaları sizlere yansıtmayı da bir görev bildim.
Anadolu’nun sevgiden, kardeşlikten, barıştan, üretimden, üretileni kardeşçe paylaşmaktan yana olan Alevilerin arsına fitne sokulmak istenmektedir.
Kurtuluş Savaşı’nda da daha sonra da Atatürk’le beraber olmuş, Atatürk sevgisini kalplerinin en derinliklerinde saklamış Alevileri, Atatürk’ten soğutma propagandası yapılmaktadır.
Toplumumuzun en aydın, en çağdaş kesimi Aleviler, Cumhuriyet Devrimlerine, Türkiye Cumhuriyeti devletine karşı ayaklandırılmak istenmektedir.
Yürütülen bu kara propagandayı önleyip yok etmek Alevi dostlarımızın birinci görevi olmalıdır.
Yalnız Aleviler değil, kendisini Atatürkçü, Ulusalcı, Cumhuriyetçi olarak gören tüm yurtseverler, Alevilerin arasına ayrılık tohumları ekmek isteyenlere karşı amansız bir savaşıma girişmelidir.

Binlerce yıllık yüksek bir kültüre sahip olan Alevilerin, aralarına sızmaya çalışan bölücülere, yıkıcılara fırsat vermeyeceğini umuyorum…

Saygılarımla,
Yılmaz Dikbaş
29 Haziran 2015 Pazar
dikbas@kalinka.com.tr
0532 233 31 52

9 Temmuz 2015 Perşembe

"Bu tarihi bir yazıdır..."



Metin AYDOĞAN aradı: "Bu tarihi bir yazıdır..." Dedi. Hangisi değil ki dedim. Kuramsal Aktarım'ı takip edin. BANU AVAR,

 

ORTADOĞU’DA NE OLUYOR; TÜRKİYE NE YAPIYOR

 “Türkler bize ihanet etti... Kürtler bize sadık... Ortadoğu’da bir Kürt devleti kurulmalıdır. Kurulacak bağımsız Kürt devleti; Suriye, Irak, İran ve Türkiye’den toprak almalıdır. Bu devlet Bulgaristan’dan Japonya’ya kadar uzanan bölgede en Amerikan yanlısı ülke olacaktır”.                                                                                                   
Ralph Peters -American Enterprise lnstitute Üyesi 
Armed Forces Journal


Seçimlerden hemen sonra Türkiye’de yeni bir tartışma kampanyası başlatıldı. Yazılı ve görsel basının seçim öncesi uyguladığı yayın politikası başarılı olmuş; “yaşamsal önemde”, “kırılma noktası”, “özgürlük umudu” gibi yaymacayla (propagandayla) seçime gidilmiş, seçmen etkilenerek, Kürt ayrılıkçılığının yasal kolu HDP’nin barajı geçmesi sağlanmıştı. Seçimden sonra; Diyarbakır’da patlatılan bomba, Doğu ve Güneydoğu’daki seçim güvenliği ya da seçmenlere Doğuda uygulanan sandık terörü hiç konuşulmadı.
Seçim hedefine kolay ulaşanlar; şimdi Suriye’nin Kuzeyini, İŞİD’i, PYD’yi, ABD’nin tavrını tartışıyor. Kitle etkileşiminde uzmanlaşmış profesyonel televizyon konuşucuları, halkın kafasını karıştıran düzeysiz yorumlar yapıyor. Dış isteklerin tümünü kabul edip uygulayan, bu nedenle gelinen noktanın sorumluluğunu taşıyanlar, inandırıcılığı olmayan açıklamalar yapıyor. Yandaş basın milliyetçi olmuş, ülke çıkarlarından, sınırdaki tehlikelerden söz ediyor. Suriye sınırına askeri araçlar gönderiliyor. Yapılanlar ABD’ye bildiriliyor, olası girişimler için izin isteniyor.
Bunlar ne anlama geliyor? Ortadoğu’da neler oluyor? ABD’nin amacı ne? Medyada söylendiği gibi, ABD İŞİD’le mücadele edip bölgeye istikrar mı getiriyor? Bölgede geçici olarak mı bulunuyor?
Soruların tasarlanmış ilkelliği nedensiz değil. Gerçeği gizleyip yanlışı yaymanın etkili bir yöntemi bu. Ortadoğu’da olanları ve olacakları görmek için, televizyonlardaki kahvehane sohbetlerine gerek yok. Fazla bilgili olmak ya da “stratejist” olmak da gerekmiyor. Yaşananları izlemek yeter.
Amerikalılar, Ortadoğu’ya nasıl baktıklarını ve ne yapacaklarını yirmi yıldır açıklayıp duruyor. 1997’de hazırlanan ve gelecekteki yüz yılı kapsayan, “Yeni Bir Yüzyıl İçin ABD Ulusal Stratejisi” (azgelişmiş ülkelere ulusçuluğu yasaklayanlar kendilerine yüz yıllık ulusal strateji hazırlıyor), Ortadoğu ve Pasifik’e yaşamsal düzeyde önem veriyor. ABD’nin (ve AB’nin) Ortadoğu’ya yönelik tutumu, yüzyıllık emperyalist politikanın günümüzdeki versiyonunu oluşturuyor. Şimdi belgenin içi dolduruluyor ve tasarımlar izlenceye (programa) dönüştürülüyor.
ABD yöneticileri, Ortadoğu’ya yönelik görüşlerini, özellikle 2003’ten sonra ard arda açıkladılar. Ulusal Güvenlik Danışmanı Condolezza Rice’ın 7 Ağustos 2003’te, Washington Post’ta yayımlanan yazısı, Dışişleri Bakanı Colin Powel’in 3 Kasım 2003’te yaptığı açıklama, Başkan George W.Bush’un 6 Kasım 2003’te yaptığı, “Ortadoğu’yu Özgürleştirme Stratejisi” adlı konuşma ve Dick Cheney’in Davos konuşması; uygulamalarına başlanmış olan Büyük Ortadoğu Projesi’nin dünyaya duyurulmasıydı.
Açıklamalardaki ortak görüş; “özgür olmayan, geri kalmış ülkelere demokrasi götürmek, sınırlardaki hukuk ihlallerini ‘önlemek’”, “dinsel ve ulusal azınlıkların kendi kaderini belirlemesini sağlamak”, “bölgeyi zehirleyen yanlış ideolojileri bastırmak” ya da “geri kalmış ülkelerde eğitimi geliştirmek”1 gibi, yaymaca amaçlı, bilinen Amerikan söylemleriydi. Ortadoğu’ya refah ve uygarlık götürülecek, böylece dünya barışına katkı sağlanacaktı.
Cheney’in söylemine göre; Ortadoğu’da etnik kökenli yeni bölge ve devletler oluşturulacak,“Suudi Arabistan, Suriye, Irak’ın bir bölümü ve Lübnan’ı” içine alan ve “Haşimi Krallığı” adı verilen yeni bir “krallık” kurulacaktı. Sünni Ortadoğu Arapları bu devlet içinde toplanacaktı. “Birinci Dünya Savaşı sonrasında belirlenen yapay sınırları” ortadan kaldıran ve nüfusunun tümü Sünni olan bu türdeş (homojen) devlet aynı zamanda “etnik sorunların çözme yeteneğinde” olacaktı.
Irak Kürdistanı”’nda (Kuzey Irak) ilk aşamada etnik türdeşliğe sahip bir “Kürt devleti yaratılacak”, bu devletin sınırları daha sonra Suriye ve İran’ın içlerine dek” uzanacaktır. İsrail, “olması gereken sınırlara dek genişleyecek” yeni sınırlar içinde kalan Araplar, kurallara uymak koşuluyla yerlerinde kalabilecek ya da “Haşimi Krallığı’na giderek onun vatandaşı olacaklardır”2.
Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’nin Ortadoğu politikası, özellikle Suriye’ye yönelik tutumları, Cheney’in sözünü ettiği Sunni Krallık ereğiyle anlam bulmaktadır. BOP Eşbaşkanlığı, Sunni terör kümelerine yardım, bunları eğitme, Esad’ı devirme türünden girişimler; ABD’nin bölge için çizdiği etnik haritanın gerçekleştirilmesinde görev almanın göstergeleridir.

Ortadoğu'ya Hızlı Müdahale”

ABD Savunma Bakanlığı Müsteşarı Douglas Feith, 2 Temmuz 2004’te yaptığı açıklamada, Ortadoğu’ya daha çok askeri güç ayıracaklarını söyleyerek, yalnızca İran ya da Suriye’ye değil, başta Türkiye olmak üzere yardımını istediği bölge ülkelerinin tümüne gözdağı verdi. Feith, Asya’ya yeni hava ve deniz birlikleri getirileceğini, var olan birliklerin Avrupa’dakilerle birlikte özel olarak eğitileceğini ve bunların tümünün Ortadoğu’ya yönlendirileceğini açıklıyor, şunları söylüyordu: “Asya’ya ek deniz ve hava yetenekleri getirmeyi planlıyoruz. Japonya ve Kore’deki karargah ve üslerimizi, etkinliklerini arttırarak, bölgesel ve küresel hareketlere katılacak biçimde sürelerini uzatmayı tasarlıyoruz. Avrupa’daki konumlanmamız; daha hafif ve kolay konuşlanabilir kara yeteneklerini, öncü hava ve deniz güçlerini, gelişmiş eğitim yeteneklerini ve güçlendirilmiş özel operasyon güçlerini kapsamaktadır. Bunların tümü, Ortadoğu ve diğer sıcak noktalara hızla ulaştırılabilecek biçimde konumlandırılacaktır. ‘Sonsuz Özgürlük ve Irak’ın Özgürleştirilmesi’ operasyonunda, ABD güçlerine yeni olanaklar sağlayan Ortadoğu ülkelerinden sağladıkları olanakları genişleterek sürdürmelerini istiyoruz”3.

Türkiye Merkez Üs”

Türkiye’nin BOP için giderek artan önemi, birçok ABD yetkilisi tarafından kerelerce dile getirilmiştir. Bunlara 2004’te, NATO Genel Sekreter Yardımcısı Jamie Shea da katıldı. Shea, 29 Haziran 2004’te Türk askeri yetkililerinin Büyük Ortadoğu Projesi’ne yönelttiği, “Türkiye hedef ülkelerle değil, Avrupa ülkeleriyle birlikte değerlendirilmelidir”4 eleştirisine yanıt niteliğinde bir açıklama yaptı. Açıklamada, Türkiye’nin, “cephe ülkesi” değil, “köprülerin inşa edildiği” bir yerde “merkez üssü” bir ülke olduğu ve Büyük Ortadoğu Projesi’nin “Türkiye’siz kurulması” nın mümkün olmadığı söyleniyordu. Shea şöyle diyordu: “Türkiye’ye ‘cephe ülkesi’ demek, bölünmüş bir dünyanın ucunda olduğunu söylemektir. Bunun doğru bir benzetme olduğunu düşünmüyorum. Türkiye için merkez üssü kavramını tercih ederim. Türkiye, bölünmüşlük ifade eden duvarların sınırında bir ülke değil, köprülerin inşa edildiği yerde bulunuyor. NATO’nun (ABD’nin diye okuyunuz y.n.), dünyanın gerisiyle kurmak istediği köprüleri, Türkiye’siz kurması mümkün değildir”5.

Emperyalizmin Ereği

ABD’nin amacı enerji kaynaklarını ve ulaşım yollarını ele geçirmek, bunun için Ortadoğu’ya, bağlı olarak da dünyaya egemen olmaktır. Sözcüklerle gizlenmeye artık gerek duyulmayan bu amaç, yarattığı sonuçlarla yaşanan gerçeklik durumuna gelmiştir. Washington’un “nükleer füzyon ve elektrikle işleyen arabalar petrolü tahtından indirene kadar stratejik önemini koruyacak” dediği Ortadoğu’ya, ABD’nin kesin olarak gereksinimi vardır. Bu nedenle, Ortadoğu’ya egemen olmak için her yolu deneyecek, şiddetin her türünü kullanacaktır.
ABD, Ortadoğu’ya olan gereksinimin 2050 yılına dek süreceğinin açıklamıştır. Yeniden çizilen haritalar, savaşlar ve kitlesel kırımlar bölge ülkelerini nelerin beklediğini göstermektedir. Ortadoğu’ya; “diplomatik antlaşmalarla”, olmazsa “askeri yöntemlerle” ve “işbirlikçi ülkeler ya da kümeler” kullanılarak egemen olunacaktır. “Demokrasi ve insan haklarını geliştirme”, geri kalmış Müslüman ülkelere “eğitim ve uygarlık götürme” söylemleriyle yapılacak yıkıcı girişim, yüzlerce yılda oluşan toplumsal dengeleri bozacak, yeraltı yerüstü varsıllığına elkonulan ülkelere, yoksulluk ve acıdan başka birşey getirmeyecektir. Tasarlanan egemenlik gerçekleştirilirse, bu ülkeleri işbirlikçiler aracılığıyla yönetmek, onlar göre Amerika’yı yönetmekten daha kolay olacaktır.
İşbirlikçi olmayan ve ekonomik bağımsızlığı amaçlayan ülke yöneticileri, ABD’ye göre, etkisizleştirilmesi gereken “istikrarsızlık unsurları” ya da “terör destekçileridir.” İstihbarat örgütlerince el altından desteklenip beslenen ve gerektiği zaman kullanılan “terör”, büyük devlet politikalarındaki önemli yerini korumakta ve azgelişmiş ülkelere saldırı gerekçesi olarak geliştirilmektedir.

İsrail ve Türkiye

Amerikalı yetkililer, Türkiye’yi o denli dirençsiz, kendilerini o denli egemen görmektedirler ki, Ortadoğu’ya, bağlı olarak Türkiye’ye yönelik düşüncelerini açıklamaktan çekinmemektedirler. Gerçek amaçlarını diplomatik söylemler içinde artık gizlemiyor, olduğu gibi söylüyorlar. ABD Başkanı George W.Bush’un danışmanı, ünlü stratejist James Blackwel bunlardan biridir.
Blackwel, ABD Senatosu’nda Ortadoğu ile ilgili yaptığı konuşmada, buradaki ülkelerini Güliver (büyükler) ve Liluputlar (cüceler) benzetmeleriyle ikiye ayırıyor ve şunları söylüyor: “Baylar, Büyük Ortadoğu Projesi’ni size hepimizin bildiği bir masaldan esinlenerek anlatacağım. Ortadoğu Güliver ve Liluput ülkelerden oluşmaktadır. Liluput ülkeleri; korku ve endişe içindeki Katar, Küveyt, Bahreyn, BAE ile arzu ve ümit sahibi Suudi Arabistan, Libya, Fas, Tunus, Cezayir olarak ikiye ayrılır. Ortadoğu’daki Güliver ülkeler ise; İsrail, Türkiye, Mısır, Suriye, İran ve Irak’tır. Birleşik Devletlerin menfaatı için bölgede tek bir Güliver bırakılmalı, o da İsrail olmalıdır. Mevcut diğer beş Güliver ülkesi etnik ve dini temelde bölünmeli ve ana gövdeleri ikinci gurup ülkeler, parçaları ilk gurup ülkeler haline getirilmelidir"6.

En Amerikan Yanlısı Devlet” : Kürdistan

Kürt devletinin kurulmasına Batının verdiği desteğin amacı ve beklentisi konusunda pek çok açıklama ve uygulama vardır. Bunlardan yalnızca Ralph Peters’ın açıklamalarına bakmak, emperyalizmin bölgeye yönelik Kürt politikasını görmek için yeterlidir.
Ralph Peters, sıradan bir Amerikalı değildir. ABD hükümetlerine danışmanlık yapan, Pentagon’un resmi yayın organı Armed Forces Journal’da araştırmaları yayınlanan, American Enterprise lnstitute üyesi emekli bir subaydır. “Türkler bize ihanet etti... Kürtler bize sadık... Ortadoğu’da bir Kürt devleti kurulmalıdır”7 diyen Ralph Peters, Armed Forces Journal’da Ortadoğu’yu 22 yeni devlete bölen ünlü haritayı yayınlıyor ve “Kanlı Sınırlar” başlıklı bir yazı kaleme alarak, kurulacak Kürt devletinin niteliği konusunda şunları söylüyor: “Kurulacak bağımsız Kürt devleti; Suriye, Irak, İran ve Türkiye’den toprak almalıdır. Bu devlet Bulgaristan’dan Japonya’ya kadar uzanan bölgede en Amerikan yanlısı ülke olacaktır”8.

Türkiye ve Gelecek

Türkiye, yalnızca yakın çevresi ve bölgesi için değil “küreselleşen dünya” için de önemli bir ülkedir. Coğrafyası ve sahip olduğu değerleriyle, Doğu-Batı ilişkilerine, geçmişte olduğu gibi bugün de yön verme konumundadır. Güçlü bir ülkedir ancak gücünü kendisi için kullanamamaktadır. ABD ve AB, bu gücü en ucuz biçimde kullanmanın peşindedir. Batı, son bin yıldır kendisi için “sorun olan ve ne zaman ne yapacağı belli olmayan” Türklerin Anadolu’daki egemenliğinden kurtulmak istemektedir. Bu istek basında, “Türkiye Türkler’e bırakılmayacak kadar değerli bir ülkedir” diye yer almıştır.9
Sözdinlerlik ve tek yanlı bağlılık Batıya artık yetmemektedir. Türkiye’nin, 776 bin kilometrekare toprağı ve ulus-devlet yapısıyla varlığına son verilmek istenmektedir. Bu amaç yönünde oldukça yol alınmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde olduğu gibi, parçalanma koşulları olgunlaşmaktadır. Dağılmanın en zahmetsiz olacağı anda uygulamaya geçilecektir. Büyük Ortadoğu Projesi, bu gidişin en önemli aşamasıdır.

Ülkeyi Yönetenler

Parçalanmanın ön uygulamaları başlamıştır. Türkiye Washington ve Brüksel’den yönetilen bir ülke durumuna gelmiştir. Dış istekler, sorgulanmadan ve tümüyle yerine getirilmektedir. Ulusların kaderlerini tayin hakkı yerine halkların ve toplulukların kaderlerini tayin hakkı yasalaştırılmıştır (İkiz Yasalar). İktidar ve muhalefet AB Özerklik Şartındaki çekincenin kaldırılacağını söylemektedir.
Doğu ve Güneydoğu adeta terkedilmiş, ordu kışlasından çıkamamaktadır. Kurmaca bir seçim yapılmış, milyonlarca insan silahlı korkutmayla sandığa götürülmüştür. Limanlar ve hava alanlarında yabancıların silahlı güç bulundurması kabul edilmiştir. Suriye’yi kana bulayan terör kümeleri eğitilmekte ve silahlandırılmaktadır. Yabancıların toprak satınalması hızla sürmektedir.
Ayrılıkçı devinim siyasileşmiştir. Doğuda mahkemeler kurulup vergi toplanmaktadır. Ordunun küçültülmesi, yerel yönetimcilik, “Ilımlı İslam”, devlet biçiminin değiştirilmesi tartışmaları, gelinen yeri açıkça ortaya koymaktadır. Türkiye, eğer önlem alınmazsa, kısa bir süre içinde, ulusal direncini tümüyle yitirecek ve belki de dış karışmaya bile gerek kalmadan kendiliğinden dağılacaktır.

Sorunu Yaratan Sorun Çözemez

Büyük Ortadoğu Projesi’ne destek vermenin Türkiye’nin karşısına çıkaracağı sorunlar, sorumluluğunu hiçbir kişi ya da kurumun yüklenemeyeceği kadar ağırdır. Türkiye’nin gücünü, hangi gerekçeyle olursa olsun, ABD ve İsrail politikalarına alet edenler, Türk halkının olduğu kadar bölge halklarının da nefretini kazanacaktır. Türkiye, Ortadoğu’nun yoksul Müslüman halklarına yönelen emperyalist saldırıya katılır ya da destek olmayı sürdürürse, yalnızca toplumsal değerlerini değil, onunla birlikte, emperyalizme karşı savaşımıyla elde ettiği ulusal varlığını da yitirecektir.
Son günlerde dile getirilen; “Türkiye’nin Güneyinde devlet kurulmasına bedeli ne olursa olsun izin vermeyiz” türünden sözlerin bir değeri yoktur. Yandaş medyadaki söylem değişikliği, sınıra araç gönderme ve hatta sınır dışı küçük bir eylemce (harekat) iç politikaya yönelik göstermelik girişimlerdir. Mecliste azınlığa düşen AKP, olası bir yolsuzluk soruşturmasından kurtulmak için, sınırdışı bir eylemceyi gündeme getirmektedir. Oysa gelinen noktanın sorumlusu AKP'dir. Bitirilmiş olan ayrılıkçı terörü canlandıran politikalar yürütmüş, askeri kışlasına kapatmış, çözüm süreci adını verdiği uygulamalarla bugünü hazırlamıştır. Sorunu yaratan, sorun çözücü olarak ortaya çıkmaktadır. Bu çok tehlikeli bir durumdur.
Türkiye, varlığıyla ilgili ağır bir tehdit altındadır. Batının, özellikle ABD’nin Ortadoğu’dan uzak durması mümkün değil. Bu bölgede bağımsız ülke olarak politika yürütmek, güçlü olmayı ve ödünsüz yurtsever olmayı gerektirir. Bölge ülkeleriyle birlikte davranmayı zorunlu kılar. "Ülkeyi satmakla mükellefim" diyenlerin, iç politika unsuru olarak girişeceği ABD'den izinli bir dış karışma, üniter devlet yapısı için sonun başlangıcı olacaktır. Ulusal eylem, özellikle askeri girişim, niteliğine uygun önderlik gerektirir. Emperyalizme direnmek ve politikasını geçersiz kılmak, yüksek yurt sevgisi, kararlılık ve anti-emperyalist bilinç ister. İşbirlikçinin, işbirlikçiliğini yaptığı güce karşı direnmesi, şimdiye dek görülmedi. Türkiye’yi içinde bulunduğu tehlikeden, günümüz koşullarını bilen, Atatürkçülüğü kavramış kadrolar kurtarabilir. Sorun çözecek dış eylemi ancak onlar başarabilir.

DİPNOTLAR

1 “Büyük Ortadoğu Projesi” K.Evcioğlu, 2.Bas., Umay Yay., İzmir-2005, sf.115
2 a.g.e. sf. 116
3 “Washington Dünyayı Kontrol Edecek” a.g.g. 03.07.2004
4 Cumhuriyet, 07.04.2004
5 “Türkiye Merkez Üs” Nilgün Cerrahoğlu, a.g.g. 30.06.2004
6 httb: // www.İnternetajans . com/default.asp NİD
7 “Parçalama Planı”, Cumhuriyet 07.07.2006
8 a.g.g. 07.07.2006
9 Posta Gazetesi, 13.01.2000

Alıntı: http://kuramsalaktarim.blogspot.com.tr/2015/07/ortadoguda-ne-oluyor-turkiye-ne-yapiyor.html?m=1