12 Nisan 2015 Pazar

CIA PKK’nın para kaynaklarını 2003′de raporlamış!



Gölge CIA olarak tanınan STRATFOR düşünce kuruluşunun 2003′de PKK hakkında, büyük bir olasılıkla ABD yetkilileri için, hazırladığı rapordan:
HDP’nin PKK’nın siyasal uzantısı olduğunun belgesi!
‘Çözüm sürecinin’ ihanet süreci  olduğunun ayrıntılı belgesi!
Bu istihbarat belgesinde PKK’nın bütçesini ve parasal kaynaklarını  ve  “Çözüm Süreci”nin Türkiye için nasıl bir ‘çözülme’ öngördüğünü  okuyacaksınız. 
Okuyacaklarınız, AKP iktidarı bürokratlarının son günlerde, hayretler içinde kaynağı bilinmeyen 4,3 Milyar Dolar döviz girişi beyanlarını, Ege’de ve İtalya sahillerinde boğulan sığınmacıları, hava alanlarında içinde milyon dolar bavullarla yakalananları açıklayacaktır.
Stratfor belgesinden:  
PKK’nın parası:
• Yıllık bütçesi 86 Milyon dolar
• Temel amacı dış dünyada Türkiye’ye karşı nefret ve baskı oluşturmak
• Terör eylemlerini finanse etmek için eroin imalatı ve ticareti yapar
• Uyuşturucu ticareti, kara para aklama, afyondan türetilmiş ürünlerin işlenmesi ve kaçakçılığı işlerinde yerleşik bir düzene sahiptir. Diğer para kaynakları, haraç, hırsızlık ve kalpazanlıktır.
• Kazanılan parayla silah, cephane, patlayıcı ve teröristlerin kullandığı diğer malzemeler satın alınır.
• Uyuşturucu ticareti, haraç, rehin, hırsızlık, silah kaçakçılığı ve insan kaçakçılığı arasında, PKK’nın ana gelir kaynağıdır.
• PKK uzun yıllar KGB’den (Sovyet İstihbarat Servisi) teröristlerin Türkiye’ye saldırılarında gizli destek aldı.
• Suriye, Irak ve İran PKK’ya güvenli sığınma imkânları tanır.
• 1996′da CIA, Yunan Hükümeti’nin bir Yunan adında teröristleri eğittiğini ortaya çıkardı.
• Yunanistan’ın hâlâ PKK’ya destek verip vermediği belirsiz şu anda.
• Alman İçişleri Bakanlığı 1997′de Almanya’da yaşayan yaklaşık 500 bin Kürt kökenli göçmen olduğunu ve PKK’nın bunlardan, 1996-97′deki 20 Milyon Mark da dahil olmak üzere milyonlarca Mark topladığını belirtti.
• Daha önemli gelir kaynağı, özellikle, Almanya, İsviçre, Fransa, İskandinavya, Hollanda, Belçika ve Danimarka’da yasa dışı işlerdir.
Uyuşturucu Ticareti
• PKK, uyuşturucu üretimi, işlenmesi, kaçakçılığı ve pazarlanmasında doğrudan ilişkilidir.
• PKK’nın pek çok yabancı ülkede uyuşturucu işleri ilgili bağlantıları vardır.
• PKK Türkiye’de yalnız uyuşturucu kaçakçıları ve üreticilerinden “haraç” almakla kalmaz aynı zamanda, Avrupa’ya uyuşturucu kaçakçılığı ve orada pazarlanmasından da para kazanır.
• PKK sayesinde uyuşturucu ticareti Paris banliyölerine kadar girmiştir.
• Romanya’da bir PKK’nın başında olduğu ERNK (Doğuluİşadamları Derneği) kaçakçılık hareketine çok uygun birkılıf olmuştur.
• Avrupa’ya deniz yoluyla gönderilen uyuşturucular içinSuriye’nin kontrolünde olan Lübnan’ın El Abde Mina limanı ve Türkiye’de çeşitli yerler kullanılır.
• Alman Devlet Başsavcısına göre, Avrupa’da yakalanan uyuşturucunun yüzde 80′ni PKK ve diğer Türk gruplarla bağlantılı ve uyuşturucu ticaretinden kazanılan para silah satın almak için kullanılıyor.
İnsan Kaçakçılığı
• PKK çok iyi çalışan bir şebeke yoluyla Kuzey Irak’tan İtalya’ya sığınmacı taşır.
• Kullanılan yollar:
o İstanbul – Milano
o İstanbul – Bosna – Milano
o Türkiye - Tunus – Malta – İtalya
Para havaleleri ve Bankacılık
• Teyit edilmeyen raporlara göre PKK diğer Kürt terörist gruplara ve Sri Lanka Tamil Kaplanları’na silah sağlamış.
• Belçika, Kıbrıs, İsviçre ve Jersey Adası bankaları PKK’nın paralarını saklı tuttuğu yerler; para aktarımı ya havale ya da nakit taşıyan kuryelerle yapılıyor. 
İş Düzeni
• PKK’nın yasadışı iş yapan Kürt aşiretiyle ilişkisi İtalyan Mafya ailelerine benzer.
• PKK’nın çok katmanlı iş düzeni uyuşturucu işinin, üretimden perakende dağıtımına her basamağını kapsar.
o İlk işlem: Laboratuvarda Pakistan’dan gelen afyondan morfin arıtılması;
o Son işlem: Grubun elemanları tarafından Avrupa sokaklarında satılması.
• PKK’nın Türkiye ve Kuzey Irak’ta laboratuvarları olduğu biliniyor.
• Dağıtım şebekeleri eroin, baz morfin, esrar ve eroin üretimi için Türkiye’den Almanya’ya ithal edilen Anhidrit asit satışlarını yaparlar.
• PKK kendi elemanlarının uyuşturucu ticareti dışında Batı Avrupa’da uyuşturucu işinde olan Kürt kökenleri de haraca bağlamıştır.

Kaynak:

11 Nisan 2015 Cumartesi

Atatürkçüler Neden Bir Araya Gelemiyor? / Cihan DURA



Bir gün, genç bir arkadaşım bana sordu: “Neden Türkiye’nin tanınmış, göz önünde olan, filan filan Atatürkçü aydınları bir araya gelmiyor, bir araya gelip bir parti kurmuyorlar?”
Bu aslında, yanıtı kafamı çok meşgul eden, büyük bir eksiğimiz olan bir soruydu. Yanıtladım, fırsat bilip içimi döktüm; söylediklerimi herkes de bilsin istedim.
Dedim ki, bu aslında bizim genel bir sorunumuzdur: Yalnız ünlü olanlar değil, Türkiye’de bütün Atatürkçüler bir araya gelemiyor. Neden peki? Çünkü insanları ancak ortak olan fikir ve duygular bir araya getirebilir. Aslında muazzam bir Atatürk öğretisi mirasımız var, ancak bu öğreti sistemleştirilmediği için ortak hale getirilememiş. Öyle sanıyorum ki, birkaç Atatürkçü bir araya gelse, Atatürkçülük’ten başka her şeyi konuşur.
Ancak, bu eksiklikten onları sorumlu tutamayız. Çünkü, dediğim gibi Atatürkçülük bir fikir sistemi olarak ve herkesin faydalanacağı şekilde ortaya konmuş, yazıya dökülmüş değildir. “Ben Atatürkçüyüm” diyen bazı tanıdıklarıma hatırlarını kırmayacak şekilde sordum, “Milli Egemenlik ilkesi nedir, Tam Bağımsızlık, Halkçılık ilkesi nedir, neden önemlidir” diye…, tek bir doğru yanıt alamadım. Hemen herkes Atatürkçülüğü “Laiklik”ten, Yunan’ı denize dökmekten, “ne mutlu Türküm diyene”, “hayatta en hakiki mürşit bilimdir” demekten ibaret sanıyor.

Ne kadar yüksek konumlarda olursa olsunlar, tanınmış birçok şahsiyet de, esas itibariyle aynı durumdadır. Elbette Atatürkçülük hakkında çok şey biliyorlar, ancak kendi içinde tutarlı bir sistem çerçevesinde bilmiyorlar. Oysa bilgileri sistemli olacak, aynı terimlerden, önermelerden aynı şeyleri anlayacaklar ki, anlaşabilsinler, anlaşıp iş yapmaya koyulsunlar. Türkiye’de bunu sağlayacak ortak bir kitap yoktur. Gençlere Nutuk’u okumayı tavsiye ediyorlar. Tamam, okusunlar, ancak Atatürkçü düşünceyi bu değerli yapıttan öğrenemezler; yalnızca Atatürk’ün Millî Mücadele’de ve sonrasındaki faaliyet ve çalışmalarını öğrenebilirler. Gazi, Nutuk’unda kendi öğretisinin unsurlarına, başlıca fikirlerine, bunların izahına çok az yer vermiştir.
Yanıtımı şöyle toparlayabilirim:
Ünlü bir söz der ki : “İnsanların kafalarını ele geçirin, yürekleri ve elleri peşinden gelecektir.”

Türkiye’de Atatürkçülük, ne yazık ki, bütün genişliği ve derinliğiyle kafalara yerleştirilememiştir. İnsanların, Türkiye’nin başlıca sorunlarını öğrenip onlara çözümler bulabileceği bir düşünce sistemi olarak önlerine konulamamıştır. Yapılanlar bölük börçük, değerli, ancak dar kapsamlı, dağınık metinlerdir, çoğu birbirinin tekrarıdır. Biri bana “Atatürkçülüğü bütün yönleriyle kolayca öğrenebileceğim bir kitap tavsiye eder misin” diye sorsa, vereceğim bir yanıt yoktur.
İşte bu sebepledir ki, kafalarda ortak fikirler, ortak kavram ve önermeler olmadığı içindir ki, yürekler ortak çarpmıyor, dolayısıyla eller de ortak iş yapmıyor.
Atatürkçüler bu sebepten bir araya gelemiyor.

10 Nisan 2015 Cuma

İtiraz ve Hatta İsyanEdiyorum!


• Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak,
• 25 yaşını doldurmuş olmak,
• En az ilköğrenim mezunu olmak,
• Askerlik hizmetini yapmış olmak,
• Kamu hizmetinden yasaklanmamış olmak,
• Taksirli suçlar (Kasıtlı olmayan suçlar, trafik kazası vb.)haricinde 1 seneden fazla hapis yatmamış olmak,
• Yüz kızartıcı bir hata yapmamış olmak,
• Hükümet sırrını açığa vurmamış olmak,
• İdeolojik ve anarşik suçlara katılmamak,
• Kamu görevlileri için görevlerinden istifa etmiş olmak.
Anayasa'nın 176. Maddesi'ne göre bu şartları haiz her Türk vatandaşı milletvekili adayı olabilir.
O kişinin etnik kökeni ve/veya dini inanışı önemli değildir. Örneğin 1935 seçimlerinde 4 gayri Müslim Türk vatandaşı TBMM'ne girmiştir.
Önemli olan o kişinin iç ve dış politikada Türkiye'nin çıkarlarını koruması, ülkenin milleti ile bölünmez bütünlüğünü savunması ve sadece milletin vekili olarak değil, bir yurttaş olarak da Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bir vatandaşı olduğu bilincini taşımasıdır.
Bu 4 gayrı Müslim vatandaş eşit vatandaşlık hakkına sahip, devletin bağımsızlığına ve bölünmez bütünlüğüne inanan yurttaşlardır.
Bir Ermeni, bir Rum, bir Musevi ve bir Türk Ortodoks yurttaş bağımsız aday olmuşlar ve Millet Meclisi’nde mebus olarak Türk milletini temsil etmişlerdir.
Ana konumuza geçmeden önce Mustafa Kemal Paşa’nın millet tanımlamasını tekrarlamamız gerekmektedir.
Zengin bir anı mirasına sahip bulunan, birlikte yaşamayı isteme ve uygun görmede içten olan ve sahip olunan mirasın korunmasını birlikte sürdürme konusunda istençleri ortak olan insanların birleşmesinden oluşan topluma millet adı verilir.”

Medeni bilgiler kitabında ise “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.” şeklinde tanımlamaktadır Türk milletini.
Bağımsızlık İhtilâli’ni zaferle taçlandırarak, tam bağımsızlık iradesini, “Ya İstiklâl- Ya Ölüm!” şiarı ile tüm dünyaya ilan eden ve Cumhuriyet’in kurulmasına karar veren milli irade; hangi kökenden gelirse gelsin Türk milleti denmektedir.
Bir parti tarafından İstanbul 1.bölge, 1.sıradan Ermeni kökenli bir kadın 7-Haziran’da yapılacak milletvekili seçimleri için aday gösterilmiştir.
Eyvallah, adayın etnik kökenine, Ermeni asıllı oluşuna hiçbir itirazımız yok. Elbette bir vatandaş olarak, seçme ve seçilme hakkına sahiptir.
Ancak ben bu adayın listedeki varlığına itiraz ediyorum.
Neden? Birlikte okuyalım. Bu arada ne adayın, ne partinin ne de yazıda yediği herzeleri sizinle paylaşacağım adayın eşinin adının isimlerini yazmayacağım.
Yoo, korktuğum için değil… Malum reklamın iyisi, kötüsü olmaz. Ayrıca okuyan, yazandan arif gerek…
Bu arada PKK ve Diaspora aynı döşekteler. 19-25 Nisan’da PKK’nın da içinde olduğu bir ekip tarafından “Soykırım yalanı”nın yüzüncü yılında bir etkinlik düzenlenmektedir.

“Anma, Ortadoğu’nun en büyük Ermeni kilisesi olan ve restore edilerek 2012’de yeniden açılan Surp Giragos Kilisesi’nde yapılacak. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ve Ermeni Patrikhanesi işbirliğiyle restore edilen kilise, 2013’te de “soykırımı anma” etkinliğine sahne olmuştu. Ancak, bu kez soykırım iddialarının 100’üncü yılı dolayısıyla daha geniş çaplı bir etkinlik planlanıyor.  GOMİDAS VE DİYARBAKIR İHD DÜZENLİYOR Ekinlik, merkezi Londra’da bulunan Gomidas Enstitüsü ve Türkiye’deki İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) desteğiyle yapılıyor. Gomidas Enstitüsü, İHD ile birlikte 2013 ve 2014’te de Diyarbakır’da benzer bir etkinlik düzenlemişti. Etkinlik  Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve Diyarbakır Barosu’nca birlikte düzenlenmişti. “

Tam şeytanın dürttüğü yerdeyim, alıma bir soru takılacaktır. Acaba  pek muhterem adayımız(!) çok sayın eşleri bu etkinliğe katılırlar mı?
 Adayın eşi de avukat…

 Kendileri; başta Hrant Dink olmak üzere Rahip Santoro ve Zirve Yayınevi cinayetlerini derin devlet üzerinden Ergenekon'a, Balyoz'a ihale ederek sürdürülen kumpas davalara, sanıkların aleyhine müdahil olarak katılan avukatların önde gelenidir.
Kısacası o kişi ABD-Gladyo işbirlikçisidir.
“Kürmeş Derneği’nin internet sitesinde, “Dersim soykırımı” başlıklı yazısında açıkça Atatürk’ü “soykırım”cılıkla suçladı. D…n, Alevileri de cellatlarına aşık olanlara benzetti. 
1937-38 tarihindeki askeri harekatla Dersim’i tümden “imha etmenin” amaçlandığını öne süren D…n, “Bu bölge özelinde gerçekleşen tüm süreci ve yaşananları dikkate aldığımızda soykırımı Dersim Soykırımı diye adlandırmak en doğru yaklaşım olacaktır” dedi. 
Ermenilerin 1915’den beri maruz kaldıkları mağdurlukların halen devam etmekte olduğunu görüşünü savunan D…n, sözde “Soykırım” iddialarının tanınması için yapılacak hukuki girişimlerle ilgili de bilgi verdi.” 
Kürmeş Derneği’ne gelince: merkezi Almanya’da olan bir dernektir. Sitelerinde aynen şöyle yazmaktadır. “Dersim- Pertek ilçesi-Kürmeş köyü”
Bu derneğin amacının ne olduğu bellidir. Avukat bey, sitede yayımlanan yazısında Alevileri “celladına aşık olanlara” benzetmektedir. Hatta daha da ileri giderek soy kırım yapıldığını iddia etmektedir.
“Cellat ve soykırım” yapanlar kimdir ona göre? Mustafa Kemal Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti…
Ayrıca bu zat-ı muhterem “Kültürel soykırım” yaptığı iddiası ile Türkiye’yi suçlamış ve Lahey Uluslar Arası Ceza Mahkemesi’ne de başvuruda bulunmuştur.
Aslında aday mı eşi mi daha çamura batmış sorusuna verilecek cevap beynimizi mutlaka zorlayacaktır.
“Adaylığım, CHP içindeki değişimin en önemli kanıtı. Adaylığımın Ermeni Soykırımının 100. yılına gelmesinin simgesel bir anlamı var ve bunun CHP'ye olumlu yansımaları olacak."
Yukarıdaki satırlar ise, pek sayın(!), pek muhterem(!) adayın malum gazeteye verdiği röportajdan alınmıştır.
Hanımefendi, zamanın emperyal patronu İngiltere’nin ortaya attığı büyük yalana ortak olmuş, daha sonra da “Büyük Abi”nin emirlerine uymuş ve Diaspora’nın şakşakçılığına soyunmuştur.

“1914 yılında, Türkler aleyhine propaganda yapmak amacıyla Londra’da Buckingam Sarayı’nın bitişiğinde, Wellington House’da bir gizli örgüt kurulmuştur. War Propaganda Breau… Yani Savaş Propaganda Bürosu.
MAVİ KİTAP !…..
Mastreman kendisine verilen Savaş Propaganda Bürosu Başkanlığı’nı kabul edince, ilk işi İngiliz edebiyatının önde gelen yirmi beş yazarını Wellington House’a davet etmek olmuştur.Gizli tutulması ve hiç bir yere bilgi sızdırılmaması kararlaştırılan, İngiltere tarihinin en katılımlı akademik toplantısının amacı, Büyük Britanya’nın çıkarlarını korumak ve bu amaç için her türlü propaganda silahını kullanmaktır.

Edebiyatçı ve tarihçilerin ortak yalan ve iftiralarından oluşan fikirlerin döllediği, bir gayr-ı meşru çocuk çıkmıştır ortaya. Babası İngiliz emperyalizmi olan bu çocuğun adı MAVİ KİTAP’tır.

Wellington House’nin maaşlı memuru olan Arnold Toynbee,kendisine verilen emirler doğrultusunda, gerçekleri değiştirerek, tarihçi kimliğini bir kenara bırakıp, bir propagandist olarak bir rapor yazmış, Toynbee’nin yazdığı sahte bilgilerle dolu olan bu rapor Mavi Kitap’ın ana temasını oluşturmuştur. Dr. Pat Walsh bu kitabın amacını, ” İrlanda’nın Türkiye’ye Karşı Büyük Savaşı- 1914-1924” adlı kitabının 198. sayfasında şöyle özetlemektedir.
” Mavi Kitap’ın tek amacı İstanbul’daki Meclis üyelerinin tutuklanmasına maddi zemin oluşturmak ve ABD’yi İngiltere’nin yanında savaşa sokmaktı. Şöyle özetleyebiliriz: Mavi Kitap gelecekte kullanılmak üzere raflarda tozlanmaya bırakıldı, ta ki Britanya’nın Türklere karşı kullanılmasına ihtiyaç duyulana kadar…” Darağacında İki Yiğit- F.Özen
Hal böyleyken bu adayın TBMM’de Türk milletini temsil etmesi ne kadar doğrudur? Üstelik bu adayın varlığı, mensup olduğu cemaatte var olan Ermeni kökenli bir çok Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını da rahatsız edecektir.
 "Önceliğim 1915 soykırımı değil. Bugüne yansıyan 'kültürel soykırım' diye bir kavram var. Birebir soykırım meselesi üzerinden gitmeden de ele alınacak pek çok konu var"  
Görüldüğü gibi aynı kişi aday olduğu partiyi de söylemleriyle suçlamaktadır. Üstelik kültürel soykırım yaptığını iddia ettiği partinin ilk sıra adayıdır. Perhizi bozup, lahana turşusu yemenin tam zamanıdır.
 Ancak adayı olduğu partinin ikazı ve belki ısrarı ile malum gazeteye verdiği röportajdaki “soykırımın 100.yılı” ifadeleri kaldırılmıştır.
Elbette bu söylem hafızalara kazınmış ve tarihe not düşmüştür.
Bu kadının adaylığını içime sindiremiyorum, kabullenemiyorum. Yoo, kökeninden değil.
Ben asla Ermeni düşmanı değilim. Ben kökeni ne olursa olsun; Türk, Kürt, Ermeni, Laz, Alevi, Sünni, Ateist, Deist, Gürcü vs. tüm bölücülerin, Cumhuriyet düşmanlarının karşısındayım.
 Milleti “ALLAH’la aldatanların” ve “Atatürk’le kandıranların”; küresel çetelerin işbirlikçilerinin maskelerinin düşmesi gerektiğine inananlardanım.
İşte bu nedenle de bu kadının adaylığına ve TBMM’de yer almasına ve yalan yere yemin etmesine karşıyım.
Kısacası bu kadının adaylığına itiraz ve hatta isyan ediyorum.
İlgili partiye duyurulur!
Figen ÖZEN
10.04.2015